17 Eylül 2017 Pazar

görüntümle tezat gerçekliğim

On üç yaşımın yazıydı, çok iyi hatırlıyorum çünkü bütün bir gece boyunca sohbet ettiğim ablamın arkadaşı (kızın adını hatırlamıyorum şimdi) yaşımı öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Hemen her kız çocuğu gibi çabuk büyümüştüm ve yaşımdan büyük gösteriyordum ama sebep sadece bu değildi. Kendi yaşıtlarımı çocukça bulduğum için ablamın arkadaş grubuna sızmaya çalışıyordum. Bu konuda da oldukça başarılıydım. Neden? Çünkü bütün çocukluğum benden büyük kuzenlerin sohbetlerine katılmakla, okuduklarına ve walkmanden dinlediklerine yancı olmakla geçmişti. O kız da beni on yedi yaşında sanmıştı, on yedi yaşında gibi davrandığıma ve göründüğüme göre ne bekliyordum ki? Gayet normal.

11 Eylül 2017 Pazartesi

Yağmur ve sonrası

Ağaçları, ormanı sevdiğimi fark ettiğimde sanırım ilkokuldaydım. O yıllar ilkbahar aylarına denk gelen bayram tatillerinde, annemler bizi İstanbul, Çanakkale, Bolu, Bursa, Ankara gibi başka şehirlere götürürlerdi. Bolu'daki ormanların beni müthiş etkilediğini hatırlıyorum. Hiç o kadar yüksek ağaçları, o kadar farklı tonda yeşili bir arada görmemiştim.

İzmir dünyanın en güzel şehri olabilir - ki bence öyle - yazık ki pek yeşil değildir. Kültürpark'tan başka (şimdi bir de Kent ormanı var), ağaçların altında yürüyebileceğiniz yolları yoktur. Üniversite için İstanbul'a gittiğimde, küçük kampüsümüzün sayılı ağaçlarının ve komşumuz Gezi Parkı'nın bana orman gibi gelmesinin sebebi bu olsa gerek. 

kısa #19

En sıkıldığım zamanlarda beni yoklamayı başaran bir arkadaşım var, Elvan. Nasıl yapıyor anlamıyorum, en kaybolduğum, en kendimi kötü hissettiğim anda bir mesaj atıveriyor, "nerelerdesin, kayıp mısın" deyiveriyor. Telepati, belki?

Bugün yine kendimi bok gibi hissettiğim bir anda mesaj attı, arayayım mı dedim, konuştuk. Daha doğrusu ben anlattım. O dinledi. Bazen sadece söylediklerinizin dinlenmesini istersiniz. Bu, ağlamak gibi. Çözümün o anda o kişi tarafından sana sunulmayacağını bilmene rağmen içini akıtmak.

9 Eylül 2017 Cumartesi

sıkıldım

Yağmurlu ve yalnız bir Brüksel sabahında yapılacak en iyi şey yazmak. Bir de kahve içmek.

Maille, sosyal medya, whatsapp ve çağımızın her iletişim kanalından bu fakire ulaşıp "Bacım iyi misin? Niye yazmıyorsun? Ah yoksa sizinkiler geldi de çok mu meşgulsünüz ay hadi inşallah..." şeklinde meraklarını ileten, alakalarını, iyi dileklerini üzerimden eksik etmeyen dostlar olmasa, bizimkilerin vizesi çıkasıya kadar tek satır yazmamaya karar vermiştim. Neden?

Çünkü kelimenin tam anlamıyla SIKILDIM.

27 Ağustos 2017 Pazar

Kurgu bebek ıspanak salatası

Bütün gün karpuz gibiydim. Mutfak sandalyelerinden sonra oturulabilecek tek yerde yani Arca'nın şiltesinde bir o yana bir bu yana devrildim. Kahvaltıdan sonra biraz yatakta okuyayım dedim uyuyakalmışım. Aslında pazar günü için bütün hedefim buydu. Haftalık yemeklerimi pişirecek, evi biraz düzenleyecek ve bol bol dinlenecektim. Ama cep telefonunun interneti bitince dışarı çıkmak zorunda kaldım. Tabii ki dükkan kapalı, ne sanıyordum ki?

Cumartesi

Biri benim önümden şu M&M's denen hastalığı alabilir mi? Çikolatadan genzim yandı hala yiyorum. Markete aç karnına gidip böyle zararlıları aile boyu almak çok yanlış.

Bütün hafta köpekler gibi çalıştığım için hiç markete uğrayamamıştım, haftalık alışveriş bugüne kaldı.

Allah biliyor ya harbi çok çalıştım. İki sebebi var, hem benim gibi Türkiye'den gelenlerden farklı olarak bizim şirketin Türkiye fabrikasından gelmediğim, dolayısıyla 1-0 geriden başladığım için hiçbir şey bilmiyorum ve öğrenmem gerek, hem de geçtiğimiz iki hafta evdi, vizeydi tatildi derken işlere konsantre olamadım, bir şekilde bir ucundan tutmam lazım.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tehlikenin farkında mısınız?

Yeni bir ülkeye alışırken hayal edemeyeceğin zorluklarla karşılaşıyorsun. Her şeyi olması gerektiği gibi, kuralıyla düzeniyle yapıyorsun ama yine de işler ters gidebiliyor. Aslında bu hep böyle ama yabancısı olduğun ülkede daha zor yaşanıyor.

Vize meselesini yeniden açmayacağım, elimizden geleni yaptığımıza inanıyorum, bundan sonrası Belçika dışişleri bakanlığının hızına, insafına ve bizim şirketin danışmanlığını yapan firmanın kabiliyetine kalıyor (ve işte tam da bu yüzden yandığımızın resmidir!)

Benim aklıma, hayalimin köşesine gelmeyen başka bir zorluk isim meselesi.

20 Ağustos 2017 Pazar

Sarasvati

Belçika'ya geldiğimden beri yeni doğan bebeye sahip analar (instamom:P) gibi, yediğimi içtiğimi, gazımı paylaşıyorum, nasıl bir disiplinse artık bu:) Arca'nın bebeklik günlerine döndüm. İçimden yeni bir Yeliz mi doğurdum acaba? (Başka doğurmayacağım ya matruşkaya döndüm)

Biliyorum aslında bunları hep aylar yıllar sonra dönüp okumak için yazıyorum. Bir de tabii, bu deli kızın yeni hayatındaki gelişmeleri merak edenler için...

İçtimayı bir yana korsak, işin duygu tarafı var ya, o çok fena. Dua edin duygusala bağlamıyorum, yoksa antideprasana başlarsınız.

Bu olayın duygu tarafını en güzel işteki arkadaşım Melike tarif etmişti; "bir gün coşuyorsun, her şeyin iyi gittiğine şükrediyorsun, bir gün işler ters gidiyor ve hayatın tepetaklak oluyor gibi hissediyorsun, ilk zamanlar böyle geçiyor."

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Ev

O ayak başparmağımın üzerine çekmece kapağı düşürdüğüm gün, burnumun ucuna kadar gelen son yağmur damlası da düştü ve ben tramvaya atlayıp otelin yolunu tuttum.

Merak etmişsiniz teşekkürler ama ayak parmağında biraz morluk vardı, kırık çıkık yok, yani önceki postun içine kaynamış ama sorun yok çok şükür. Bir ara ben size zehirli ottan şişen yüzük parmağımı anlatayım, bak bunu İlker bile bilmiyor:)

6 Ağustos 2017 Pazar

Brüksel'de ev

Geçen akşam yayınladığım çamaşırhane postunu gören çamaşır sırasına mı girmiş ne, indim şimdi, boş makine yok dediler. Peki. Ne para kırıyorlar ha, 5 oyro bir makine eyvallah. Ne o deterjanını koyuyormuş, otelin çamaşırhanesisin neticede, almayıver?

Odayı ilk kurcaladığımda koca buzluğu görüp rakı mı içeceğiz, amma abartmışlar demiştim, bak şimdi nasıl lazım oldu. Nasıl? Şöyle, bugün bir ev gezerken ayak baş parmağımı paraladım. Allah seni inandırsın mosmor! Hayır abartmıyorum, az öne alsa darbeyi, tırnak düşerdi, darbe az daha kuvvetli olsa, kemik çatlardı bak, garanti!  Olay şöyle cereyan etti...

Burada bir es veriyor, çiğdeminizi çekirdeğinizi almanızı bekliyorum. Herkes hazırsa başlayalım.

30 Temmuz 2017 Pazar

Lost in transportation in Brussels

Ay geldi ecnebi memlekete hemen de yabancı dil yumurtluyor diye düşünene dalmayacağım, hakkımda atıp tutmak serbest, lakin bilin ki, Lost in Translation filmine gönderme yapıyorum (entellektüelitemlen ezmeyeyim de...).

Sondan mı başlayalım, yoksa toz ve bulut evresinden mi? Her şekilde toz ve bulut evresine geçeceğimi hepimiz biliyoruz, değil mi?

Peki, tamam kaldığımız yerden başlıyorum.

23 Temmuz 2017 Pazar

"Yazsana kardeşim!"

He vallaha yazsana:) Canım Enne, son yazıma yorumunda böyle demiş, "yazsana kardeşim".

Sosyal paylaşım dürtüsünün temellerini attığım en kıymetlim, blogumu, ihmal etmiş değilim. Katiyen! Sadece bilgisayarın başına oturamadım. Yoksa instagram story, blogun köpeği olsun. (az önce zibilyon tane story paylaştı ama çaktırmıyor)

11 Temmuz 2017 Salı

Son iki hafta

Son iki hafta ve sonra iş başı. Belçika vize tarihinde sanırım bir ilk yaşandı ve araya bayram tatili girmesine rağmen üç iş gününde vizem çıktı. (Belçika'da artık bana nasıl ihtiyaç duydularsa alelacele çıkarmışlar vizeyi puhhahaha) Ama maalesef tek başıma gidiyorum. Çünkü İlker ve Arca,vize çıkmasını bekleyecekler. Arca'ya bunu bir iş seyahati gibi görmesini önerdim. Ama ne kadar sürecek bir iş seyahati bilmemek ikimiz için de sinir bozucu. Arca bana beş gün verdi. Çocukların duaları kabul olur değil mi? Beş gün iyi bence, hadi on olsun ama daha fazla olmasın, amin.

23 Haziran 2017 Cuma

Ankara

Döndük. Ankara'dan.

"Bugün git yarın gel" nakaratının sadece Türk devlet dairelerine özgü bir şey olduğunu sanıyordum, yanılmışım. Belçika konsolosluğu da bu konuda bizimkilerle yarışırmış meğer. Meğer aklına esmiş de bu hafta çalışma vize başvurularını kabul etmeye amma ve lakin ailenin kalanının vize başvurusunu kabul etmemeye karar vermiş. Öyle işte...

19 Haziran 2017 Pazartesi

Haftanın Menüsü

"Günün çorbası" "Haftanın menüsü"ne dönüşmek üzere. Hani gece vakti uykum da kaçmasa nasıl blogun başına oturacağım da iki satır yazacağım bilmiyorum.

Az önce vize için başvuru formlarımızı doldurduktan ve elindeki telefonla oynayan ve bir türlü yatmayan muhteremi fırçaladıktan sonra uykuya yolladım, ama davulcular sağ olsun, benim uyumama müsaade etmediler. Güzel de çalmıyorlar ki arkadaş. İnsan bir oyun havaları çalar, maksat uyandırmak değil mi, ne var azıcık keyiflensek?

Yok ama küfretmedim, kendime bir papatya çayı koydum, bilgisayarın başına oturdum. Boş gezenin kalfası olmanın böyle rahatlıkları var, üç saat sonra kalkıp işe gideceğim stresi taşımıyorum, oturup "Haftanın Menüsü"nü yazabiliyorum.

9 Haziran 2017 Cuma

Arca, Belçika, karne, okul ve daha fazlası...

Arca'nın Belçika hakkındaki hislerinin değişim hızına yetişemiyorum.
Hayır, hiçbir zaman olumlu bakmıyor ama negatif hislerini, bazen daha ılımlı, bazen daha sakin, bazen daha duygusal ve bazen iç acıtıcı ortaya koyuyor. Bazen sanki hiç gitmeyecekmişiz gibi davranıyor, her seferinde tekrardan alıyorum, baştan, tek tek...

En son geçen Cuma günüydü. Akşam üzeri okuldan geldi, sohbet ederken tatil konusu açıldı, onu motive ederken en büyük kozumuz Avrupa'da görmek istediği her yere sık sık seyahat etme planlarıydı. Fakat o gün ters tepki etti.

6 Haziran 2017 Salı

Samos'a gidin ama...

Biz gibi bayramda filan gitmeyin. 19 mayıs tatilini değerlendirmek için kötü bir alternatifmiş, düşünemedik. Gidişimiz ve dönüşümüz kabus gibiydi. Şöyle anlatayım, feribot 08:00'de kalkacaktı güya, bir buçuk saat rötar yaptı ve Karlovasi'deki pasaport kontrolünü geçip de otele vardığımızda saat 15:30 civarındaydı. Dönüş de aynı.

Ha bir de unutmadan, Sığacık-Karlovasi feribotunu tercih etmeyin, mümkünse Kuşadası'ndan gidin. Bizim gittiğimiz hat sanırım çok yeniydi, organizasyonsuzdu, yığılmalar oldu, belki tatildendir bilemiyorum ama özellikle feribot seyahatini üstlenen firma çalışanlarından çok şikayet oldu. Free-shop da yok maalesef, hani içki, parfüm almayı free-shop'tan halletmeyi düşünürseniz, aklınızda olsun.

Kitap yorumu: Sıcak külleri kaldı

Oya Baydar'ı Melek Ulagay ile hazırladıkları söyleşi kitabı sayesinde tanımıştım: Bir Dönem İki Kadın  Yo, hayır galiba Deniz Gezmiş'i okuduğumda tanımıştım.

Edebiyatçı yönünü de o kitap sayesinde öğrenmiştim. Lisedeyken epey ses getirmiş bir roman yazmış. Sonrası hep politika.

"Sıcak Külleri Kaldı", kitap kulübünde seçilince ve ben Oya Baydar'ın edebi yönüne hayran kalınca, keşke bütün hayatı boyunca yazsaymış, roman yazsaymış diye aklımdan geçirdim. Öyle güzel, öyle akıcı bir dil...

1 Haziran 2017 Perşembe

an itibariyle

İlker işten erken geldi, sağdaki odada Buselik Makamına şarkısını seslendiriyor. Arca şu anda ipad oynarken bir yandan kankası Poyraz'la telefonda konuşuyorlar. Oynadıkları maçı spiker gibi anlatıyor, o da solumda odada. Ev tımarhaneden hallice.

Ben de Samos ile ilgili birkaç satır bir şey yazacaktım, nerde?

30 Mayıs 2017 Salı

#gezi4yaşında

İşten ayrılalı neredeyse bir ay oldu, henüz televizyon açıp kadın programı izlemedim. Halbuki Müge Anlı ve bir de Seren Serengil'in programlarını çok merak ediyorum. Televizyon açma alışkanlığı olmayınca olmuyor. Bir tek geçen hafta ütü yaparken Aşk-ı Memnu'yu bakayım dedim, gitmedi, Fi'yi açtım. Zaten ancak ütü yaparken...

Bu sene İlker'le izlediğimiz iki dizi de final yapıyormuş, İçerde zaten hikayesi belli, uzasa saçmalayacak bir dizi olurdu, bitmesine sevindim. Cesur ve Güzel ise, oyuncularının hatırına izler olduğumuz dizi, uzatmayıp bitirmeleri yerinde bir karar olmuş.

Bu sabah kahvaltı yaparken twitter'ı açtım, illa bir şey açılacak. Aslında biliyor musun, yemek yerken bir şey okuyup izlememek lazımmış. Bu hem yediğin her lokmanın farkında olmamızı sağlarmış hem de yavaş yediğin için kilo vermende faydası olurmuş. Tabii ben zaten hep bu yüzden kilo veremiyorum, televizyon olmasa da telefona bakmak yüzünden, yoksa dal gibi olacağım.