2 Aralık 2009 Çarşamba

Özgürümün mimi

Öncesinde birkaç not: Arca sümüklü böcek, nezle kendileri (Hülyacım, Hayatcım, buluşmayı sonraki haftaya ertelesek mi?) hapşırınca burnu akıyor, pis velet daha silemeden yalıyor:) Nazal aspiratörle bir beden oldular:) Bugün daha iyi hatta iyileşti gibi, ben hastayım. Bana geçirdi!! Dün akşam kolumu bile kıpırdatamıyordum, İlker gece uyanmalarına kalktı. Sabah 10 buçukta uyanabilmiş!! Arcayla gece baş edebilmek çoook zor... Neyse bu uyanmalara yeni çözümler peşindeyim, gelişmeleri paylaşacağım. (Kocaman bir post yazan Özgüre, değerli yorumları ve çözüm önerileri ile derdime derman olmaya çalışan herkese teşekkür)

Veee Özgürümün mimi...

1- Sizi mimleyen kişiye link veriyorsunuz mutlaka, ki, akışı bozmayalım.
buyrunuz özgür anne
2- Çocukluğunuzda anne ve babanızla (ya da aile büyükleriyle) yapmış olduğunuz ve sizi siz yapan şeylere katkısı olan bir olay, bir aktivite, bir eylem... Ve hangi yönünüze katkıda bulunduğu... (Tekrarlanabilir olması tercih sebebi)
Her yıl sömestir tatilinde ananemlere Akhisara gidişimizde annem mutlaka bana ablama ve Zühre ablama kitap alırdı. Aldığımız kitapçı bile hala gözümün önünde...
Sonra babama çok yamaklık yaptım ben, yazlıkta hidrofor tamiri, evde sifon tamiri... bütün el aletlerini bu yamaklık sırasında öğrendim. Makina mühendisi olma hevesim o zamanlar başlamış. İlginçtir, şimdi hiçbir tamir işine girmiyorum, gına gelmiş galiba:)

3- Çocukken oynamayı en çok sevdiğiniz oyun ve oyun aparatı.
Şebnemler... kağıt bebekler yani. Oynamayı değil ama onlara elbise çizmeyi severdim. Bi türlü orijinal elbiseleri beğenmezdim. Gardropları hep tarafımdan hazırlanırdı. Benzer şekilde bir bez bebeğim vardı, Ayşe, ona da elbise dikerdim. Oyuncak dikiş makinesini Nokta kırtasiyesinden bayram harçlıklarımla alışım dün gibi. Hem elle çevrilir hem de pille çalışırdı, pedalı bile vardı. Galiba terziliğe-tasarımcılığa merakım varmış:)

4- Sokakta oynar mıydınız?
Hem de nasıl!!! Sokak köpeğiydim ben!! Bizim Cansunun babası Umut benim apartmandan komşum, o, Ali, Özgür, hep sokaktaydık, istop, yakartop (bak bu benim en iyi oyunum), saklambaç, seksek, bisiklet... Akşam babam geldiğinde eve çıkardım. Yüzüm gözüm hep pislik içinde.
Bir de 4 yaşında kaçırılma hadisem var. Çocukluk arkadaşım Sinem ile sokakta oynarken bir kadın geldi yanımıza, hamile. Gelin size bebek göstericem dedi. Daha doğrusu ben öyle hatırlıyorum. Tıpış tıpış 2 sokak aşağıya gittik. Kadın Sinemin bileğindeki bileziği beğendiğini kızına göstermek istediğini söyledi, çıkardı ve kayboldu. Baktık geleceği yok (herhalde bebeği doğurmaya gittiydi), ben yolları biliyorum ya, eve döndüm, annemlere söyledim. Sinem napıyor dediler, dedim bebeği bekliyor:) neyse apar topar çıktık, Sinem hala bekliyor, onu da alıp döndük. Ne enayilik!! Şimdi düşünüyorum da annemlerin garanti aklı çıkmıştır:)

5- Çocukluğunuz ve ilk gençliğinizle ilgili keşke farklı olsaydı dediğiniz bir durum/olay.
Yeteneğim var mıydı hatırlamıyorum ama keşke 4 yaşında başladığım baleye devam etseydim, nedense ilkoukula başlayınca bıraktım. Sonraları okulun dans ekibinde hep bulundum ama profesyonel olabilir miydim? belki... devam etseydim

6- Çocukluk ve ilk gençlikle ilgili iyi ki böyle olmuş dediğiniz bir olay...
iyi ki İlkerle tanışmışım:) biz biraz ilk gençlik yıllarından tanışırız da:)

7- Varsa çocukluk dönemine dair bugünü etkileyen bir olay, anı.
tüm çocukluk dönemimin bugünlerimi etkilediğini düşünüyorum. Biraz yuvarlak bi cevap oldu:)

Ben de öncelikle Özgürü mimliyorum... Madem sen bizim çocukluğumuza indik, sen de dökül bakalım özgür kardeş:)

Ayrıca ;
Hasta tunanın annesi Hülyaaaa
Günebakanımmmm
ve... kuzen zühre (gerçi ben senin çocukluğunu bilirim ama olsun)

1 Aralık 2009 Salı

Uykusuz geceler sorunsalı!!!

Herkesin mi bebeği geceleri deliksiz uyuyor yoksa benden başka herkes gece uyanmalarını olağan mı karşılıyor?
Bana bu uyku olayı acayip sıkıntı vermeye başladı, bloğa uğrayanları da baydığını düşünüyorum.
Evde olsan bile deliksiz gece uykusu uyuyamamak zor bir durum. Ben ki uyku seven birisi değilim ama ben bile dayanamaz haldeyim. Herşeye katlanılır da Arcanın uyku kalitesinin düştüğünü düşünüyorum, en çok buna üzülüyorum.

Kısaca; Arcanın uykuya geçiş son derece kolay, yıkanma, alt değiştirme, pijileri giyme kitap okuma, odaya geçiş, emziği verme, kucakta dik konumda pışpışlarken ninni söyleme ve gözler kapanmaya yakın yatağa koyup biraz daha pışpış pandaya sarılma ve dalma (Tracy ablam usulü). Hala gece 10 gibi uyku öğünü veriyoruz. Çünkü bu bizim 6. öğünümüz, ara öğünümüz. 15 dakikalık öne çekmelerimiz devam ediyor, yakında gece yatmadan önce emecek ve uyku öğünü kalkacak, planımız bu.
Sonra Arca bazen 1, bazen 2 gibi uyanıyor. Bazı geceler uyuduğunun üzerine uyku öğününe kadar uyandığı, kendi kendine daldığı ya da ağlarsa, emzik verilerek uykuya döndürüldüğü oluyor. Ama çoğunlukla uyanmalar gece 1 gibi 2 gibi başlıyor. Bazen 3 e kadar devam edip, sonra birkaç saat daha uyuyabiliyor. Bazen 10 ar dakikalık aralıklarla bazen de 1 er saat aralıklarla uyanıyor. Belirli bir motif olmadığından anlatmak kolay değil. Artık geceleri not tutmaya başladım.

Çözümsüzlük fena...

Bu 10 günlük "Arca ile aşk yaşama tatili" bazı soru işaretlerini kaldırmaya ve yenilerinin eklenmesine vesile oldu.
Ne demiştik? Uyku bölünmesinin olası sebepleri:
1. Anne işte olduğu için özleme, birlikte vakit geçirme isteği olabilir mi?
KESİNLİKLE HAYIR... 10 gün dipdibe koyun koyuna yaşadığımız için böyle bir özlemi olmaması gerekirdi ama yine uyandı, hem de ne uyanmak.
2. Açlık; çok yediği ya da az yediği günlerdeki uyku düzeni arasında hiç farklılık yok. İştahlı olduğu ve en az benim kadar yediği günlerde de aynı uyanmalar görülüyor. Üzülerek (çünkü sorun bu olsa çözümü ne kadar kolay olurdu :( ) bunu da eliyorum.
3. Erken yedirip yatırmak? Birkaç gece 9 yerine 8-8 buçuk aralığına çektik uykuyu, değişmedi.
4. Gündüz uykuları... Tüm tatil boyunca düzeni hiç bozmadan sabah ve öğleden sonra olmak üzere 2 ye düşürdüm. En geç 5 te uyandı ve bir daha gece uykusuna kadar uyumadı, sonuç değişmedi.
5. Alışkanlık?? Yok uyanma saatleri hep farklı, yani alışkanlıktan uyandığını sanmıyorum.
6. Yanına yattığım için beni isteme, alışmak? Korkuyorum ama pek ihtimal veremiyorum. Özellikle 2 gece üst üste yanına yatmamaya çalışıyorum ki alışmasın. O değil ama ben onun kokusuna alışabilirim:) Bu olasılığı tamamen de eleyemiyorum, çünkü bazen yanına yatınca 1-2 saat uyuyor, bazen beni pek istemiyor, zırt pırt uyanıyor. Yani aslında bu olasılık da hala gündemde.

Geriye son 2 güçlü olasılık kalıyor:
7. Diş!! Sorunun diş olması için dua ediyorum. Çünkü bu demektir ki geçecek. En azından diş ağrısı bitince bitecek!! Diş jeli sürdüğümde 2-3 saat uyuyabiliyor. Ama bazen diş jeline rağmen uyanmaya devam ediyor.

8. En büyük korkum : Ben bir propum!!! ya da emzik, ya da İlker, ya da .... bilmiyorum ama ortada prop olmuş birşeyler olabilir. Bazı geceler kendimizi bilmez halde, ilk mıklamaya yanına koşmuşluğumuz olabilir. Yani kendi kendine uyumasına fırsat vermeden yanına gitmişsek, ona kendi kendine uyumayı öğretememiş olabiliriz. Olabilir diyorum, çünkü bu hatalı ebeveynliği bilinçsizce yaptık muhtemelen. Bir taraftan -uyanık olduğum zamanlarda gözlemleyebiliyorum- emzik de düşse, kendisi de uyansa yanına gitmemize gerek kalmadan uyuyabiliyor deyip hayır biz prop değiliz diyorum, bir taraftan diş de değilse başka birşey kalmadı deyip buna yoruyorum.

Sonuç... olasılıkları 2 ye düşürmek rahatlatıcı. Ama prop meselesi kafa yorucu... Gece mahmurluğu ile çok bilinçli hareket etmediğim için tam neler yaşadığımızı bilemiyorum. Bazı geceler, uyutmaya halim olmayınca yanına kıvrılıyorum, ama ezeceğimden korkuyorum... Üstelik acayip zorlanyorum, tamam küçük bir kadınım ama o yatağa sığmak için cüce olmak lazım, her tarafım tutuluyor, uyansam daha iyi diyorum.

Bir de son zamanlar üzerinde çokça düşündüğüm attachment parenting meselesi var. Yani bu olay tabii ki sadece uyku ile sınırlı değil ama beni uyku kısmı ilgilendirdiği için uykuya kafa yoruyorum. Kimsenin seçtiği yolu eleştirmiyorum ama ben yapamam gibi geliyor. Ferber yöntemi kadar uzak ve uygulanamaz gibi görünmese de doğru da gelmiyor. Birlikte uyumak ne kadar zor birşey, küçük çapta denediğim için biliyorum, üstelik ne senin ne de bebeğin uyku kalitesini arttırıyor. Yoksa bebeğin kimseye bağımlı olmadan kendi özgüvenini edinmesinde sadece uyku düzeninin değil, yemek, oyun, sosyal ilişkilerdeki terbiyesinin öncelikli olduğuna inandığım için anne bebeği koynuna da alsa güvensiz yetişmeyeceği düşüncesindeyim. Kaldı ki ağlatmak, uykuya geçişi ağlayarak yapması ve ağlayarak kendi haline bırakılarak tekrar uyutulması çocukta daha derin yaralar açmaz mı? Bence yaralar, güvensizleştirir... Uzman değilim, sadece içgüdülerim böyle söylüyor. Çaresizlikten neler yapılmıyor? ben o döt kadar yatağa sığışıyorum, yeter ki birkaç saat daha uyusun diye, ya da doktor ilaç tavsiye edebiliyor. Ferber de belki çaresizlikten uygulanabilir ama bilinçli şekilde bu eğitimi vermek?? yok bu benim yapabileceğim bir yöntem değil.

Bu sayfalara kimbilir daha neler yazacağım? ne çarelere başvuracağım, göreceğiz:)
Ama şimdilik... bıçak kemiğe dayanana kadar... böyle...
Hala kolaylıkla ve keyifle ilk uykuya geçişinin verdiği cesaretle alternatif yöntemlere (birlikte uyumak, ferber...) yönelmeye direniyorum. Üstelik Arcanın geçmişinde deliksiz uykular uyuduğu 2 ay var!
Hala o günlere döneceğimizin umudunu taşıyorum. Bir pollyannacılık ki sorma:)

Next post: Özgürümün mimi - az sonra

29 Kasım 2009 Pazar

Bayram ve ilkler


Oldum olası kurban bayramlarını sevmem, hayvan hakları koruyucusu ya da vejeteryan olduğumdan filan değil, bana aynı anda bu kadar hayvanın telef edilmesi mantıksız geliyor. İnsanlar bu kadar kan akıtacağına (tabii etrafında ete ihtiyacı olanlar varsa bunları ayrı tutuyorum) ne bileyim bir yetimhanenin, yada bir ailenin yıllık et masrafını üstlenseler olmaz mı? bayram süresince ve sonrasında bıkana kadar et yemek, yedirmek ne derece mantıklı? Neyse... Bayram benim için sevdiklerinle bir araya gelmenin bahanesi, ama...
Bu bayrama grip damgasını vurdu. Sadece anane babane ve benim ananem ziyaret edilebildi. Teyzem hastaydı, İlkerin teyzelerine de grip korkusundan gidemedik. Elvan bayram öncesi anneleriyle teyzesine geçmişti, onlar da aile boyu grip olunca Arcayı götüremedik. Ablam da grip, anneme gidişimizi bile farklı zamanlara denk getirmeye çalıştık.
Böylece bizim için bayram ziyaretleri ilk günle sınırlı kaldı. Dün tüm günü evde geçirdik. İlker playstation oynadı, tam mesai yaptı, ben ütü yaptım hatta Arca uyurken DVD bile izleyebildim. Çocukluk aşkım bir müzikal: Yedi kardeşe yedi gelin. Annemle yaşıt bir yapıt, çok çok keyif verici... Bugün mutlaka dışarı çıkmak istedim, içim sıkıldı galiba. Tufanla Zeynep geldi, erkekleri evde bırakıp biz sahilde yürüyüşe çıktık, Arca pusette uyurken sohbet dedikodu, iyi geldi valla. Ama Arcayı üşütmüşüm galiba akşam burnu akıyordu, hadi bakalım inşallah kötülemez.
Arca iştahlıdır, yani 6 öğünün tamamını silip süpürür, hele kahvaltıya bayılır(dı). Son 4-5 gündür iştahsızlık tavan yaptı. Ağzını kapattı mı açtırmak mümkün değil. İlk zamanlar İlker yedirebiliyordu, artık o da sökmüyor. Ancak çok acıkacak, o zaman yiyor. Kısacası 1 hafta öncesine kadar yedikleri üçte birine düştü. Emiyor bak haksızlık etmemek lazım hem de iliklerime kadar ama ben sadece 3 öğün emziriyorum. Düzeni tatilde de bozmadım, hem katı gıdaları tüketmesi lazım, süt bir yere kadar... Demir eksikliği çıkmıştı, damla kullanmaya başladık. İlk günler kaşıkla içiremeyince 10 damlayı yemeğine kattık ama zaten iştah yok, damlasını hiç alamamış oldu. Sonra kaşığa birkaç damla damlatıp yemeğin arasında vermeye çalıştık, bu defa tadını beğenmediği için yemeğe de ağzını açmaz oldu. Halbuki ben tadına baktım, karamel gibi, kötü değil. Vitaminini seviyor, vitaminin damlalığı ile verince ağzını açıyor ama beğenmediği için püskürtüyor. Dertliyiz kısacası... Sahi biz bu demir damlasını nasıl vereceğiz bu velete??
Arca bu aralar çok ilginçleşmeye başladı. Aylar önce "ah bi laftan anlasa, ah bi boğuşacak oynayacak yaşa gelse" gibi cümleler kurardık, işte bugün o gün:)
- "babanın göbüşü aç!" dediğimizde İlkerin T-shirt ünü sıyırıp göbüşe pat pat yapıyor.
- "Zuzuyu göster, panda nerde?" deyince oyuncaklarına bakarak yerlerini gösteriyor.
- Kitabında kırmızı balık var, süngerin arkasında saklı, kırmızı balığı göster deyince süngeri çekip gösteriyor.
- İşaret parmağını da kullanmaya başladı, mama sandalyesinin masasına yemek dökünce parmağıyla işaret ediyor.
- Çorap düşmanıyız zaten, ayağında tutmuyor.
- Öpüyor, ay buna bayılıyorum:)
- Ayı gücü var, yatağındayken boynuma sarılıp resmen kendine çekiyor.
- Bir ara banyoda ayakta dikiliyor ve bir türlü oturmuyordu, ürkmüş gibi bir hali vardı, oturtsak da iki eliyle süngere yapışıyordu. Koltuk altlarını temizleyemiyorduk. Son günler bir gevşeme geldi üzerine, tekrar şap şaplara, oyunlara başladı, mutluyuz.
- Oyuncak arabasıyla oynamaya başladı, gerçi genelde deviriyor ama sürmeye çalışıyor.

İştahsızlık haricinde keyifliyiz...
Yemeyen bebek zormuş, çok zor. Özellikle benim gibi yemek yedirmekten haz alan bir insana göre değil. Her kötü hadisenin sorumlusu kabul ettiğimiz -diş-tendir diyor, geçici bir dönem olmasına dua ediyoruz.

26 Kasım 2009 Perşembe

uzun bir post olacak - 9. ay kontrolü & tatil

Tatil güzel şey...

Havalar güzel olunca bol bol gezdik. Elvanla sahil yürüyüşleri, Alsancak turları, Forum gezmeleri yaptık. Sohbetlerimiz sık sık işten aramalarla kesilse de eski günleri yadetmek iyi geldi.

Arca ile 24 saat ayrılmamak harika.
Ama yazık ki bu günler zor. Huysuzluk, uykusuzluk tavan yapmış durumda.

9. ayımız bitti, 10. ayımıza girerken;
- Birçok ilklerimiz var... karşılıklı top oynuyoruz, atıp tutmaca. yeni oyuncaklara mutlu tepkiler veriyoruz.
- komik bir emekleme stilimiz var. Daha doğrusu götümüzün üzerinde lokasyon değişikliği, sonra parke üzerinde yüzüstü geri geri sürünmece, yerleri temizlemece... Önce bir ayağını altına alıyor ama bir türlü poziyon tutturamıyor pat göbüşün üstüne:)

- Bütün dişetlerimiz şiş ama ilk 4'ten sonra henüz görüntü yok
- Yabancılıyoruz... Elvana ağladı, sonra kanka oldular ama ilk yarım gün ancak alıştılar.
- Hem kucak istiyor üzerime tırmanıyor hem de kendini biyerlere atıyor.
- Herşeyi keşfetme merakı başladı. Halının üzerine koydun mu bi şekilde yolunu bulup patates soğan sepetlerine saldırıyor.
- Sehpa ve koltuk kenarlarına yatak korkuluklarına tırmanıyor. Yürücek mi ne ?? diyorum İlkere, yok dötünü kaldıramaz diyor:)
- Bi ara süper iştahlıydı, num num sesleri çıkararak yiyordu, son birkaç gündür nerdeyse hiç yemiyor sadece emiyor.

Arca cücesini dün doktora götürdük, aslında randevumuz salı 18:30 du ama grip korkusundan ilk randevuyu almayı istedik. Çarşambaya ertelemek zorunda kaldık.
Bir gece önce kaç defa uyandığımı unutmuş halde doktora : "biz bugün buraya uykusuzluk sorununu çözmeye geldik, çözmeden gitmeyeceğiz!" dedim. "hhmmm" "bu olayın anne özlemiye alakası yok, t-shirtlerimi yanına verdim, kesmedi, 5 gündür 24 saat birlikteyiz, duygusal bir tarafı kalmadı bu işin, bu başka birşey. Açlık desen, kesinlikle değil adam benden çok yiyor (o güne kadar süper bir iştah vardı). Gündüz uykularını 3 ten 2 ye düşürdük. yani bu başka bişey, bunu şimdi çözmeliyiz!!" Ben böyle çemkirince doktor bıçak kemiğe dayandı sandı, bazı ilaçlardan bahsetmeye başladı, 9 ay civarı uykusuzluğun sıkça görüldüğünü, gece uykularının azalmasının gündüz huysuzluk, düzensilik ve iştahsızlığa yol açabileceğini, birkaç gün ilaç kullanırsak düzene girebileceğinden bahsetti. Uyku çaylarına bile şiddetle karşı çıkan ben, hemen yelkenleri suya indirdim. Yok yani gündüz ddüzenimiz iyi ,iştah var, sadece gece çok sık uyanıyor filan deyince doktor da diş olabilir muayenede anlarız dedi. Nitekim hepsi kabarmış ama patlayan yok. Dedim ki geçen ay da aynı şeylerden bahsediyorduk, niye hala çıkmadı bu dişler?? 4 ay bile sürebilir, sabırlı olmak lazım dedi. Yani hala en güçlü olasılık bu. Dedim ki dişler tamamlanınca hangi mazereti bulacağız? Diş bizi 7 ay idare eder, sonra da başka mazeretler buluruz dedi:) Arcayısolgun buldu, kan testi yaptırdık, kansızlık çıktı, şimdiye kadar demir takviyesi yapmamıştık, başladık. Herşeyi yiyebiliyoruz, 1 yaşına kadar yasaklar : yumurta beyazı, bal, inek sütü. Yemek düzenimiz aynen devam. Kilo almışız (300 gr kadar) boy yarım santim uzamış, hala standartların biraz üzerindeyiz.

Böyle böyle böyle büyüyoruz.
Yarın bayram, ziyaretler, el öpmeler... mutlu bayramlar...
Artık yatayım, Arca daha şimdiden 3 defa uyandı, bu gece yine uzun olacak!!

22 Kasım 2009 Pazar

özel mim - sadece anneye

Domuz gribi korkumuzdan İlkeri annesini evine postaladım:) yo yok kendi seçimi. evde maskeyle Arcayı korkutacağına annesininmutlu kolları daha iyi olacaktı, oldu da... Annesi misler gibi baktı ona, ateşi 38 in üzerine nadiren çıktı kas ağrıları hafifledi, burun akıntısı, öksürük olmadı ama ishal başladı. Bakalım, yarın gelecek. Ya bu gribi (emin değiliz tabii ama şu anki tüm gripler domuzmuş) hafif atlatıyor ya da sadece soğukalgınlığıydı yaşadığı.

Elvancım geldi. Ama sis yüzünden saatler sonra kavuşabildik. Bol sohbet İstanbuldan haberler, dedikodular... Arca ilk kez görüyor önce yabancıladı, sonra kaç kaç cee oyunları, sohbetler, kahkahakarla ısındılar.

Zeynep hamile:)) yazın evlenen, evlenmelerine vesile olduğumuz arkadaşlar. İlkerin Arcaya arkadaş yapın baskıları meyvelerini vermeye başladı (aslında tabii aşkları meyve vermeye başladı demek lazım :) ) Sıra Gül ve Orçunda , onların haberini de yakında alırız gibime geliyor:)

Arca çok terliyor, soğuk soğuk. Özellikle de baş kısmı. son öğünü için emzirmeye gittiğimde yatak sırılsıklamdı. Sırtına ve göğsüne bez koydum, neden anlamadım. Ateş yok. Bütün gün böyleydi ama evin içi sıcak ondan diyordum. Yatınca daha da arttı. Dişten mi acaba? (şu dişler tamamlanınca bahanemiz ne olacak bilmiyorum:))

Ya ben sadece annenin mimini yanıtlayacaktım neler anlatıyorum. Hemen yazalım, unutmayalım:

1.Kavanoz mamaları ve Aptamil serisi hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Baştan söyleyeyim ben herşey evde yapılmalı düşüncesinde değilim. Biraz doktorun rahatlatması biraz da işime geldiğinde sanırım, hazır mamalara karşı değilim. Bu durumda kavanoz mamalarından Milupa denemişliklerimiz var. Ancak Arca anasına inat home made seviyor. Mesela zeytinyağlı taze fasulye hastası ama Organik yeşil fasulye beğenmedi. Brokoli patatesi sevdi galiba, bi defa verdik. Tavuklu sebzeyi de sevmedi halbuki tavuk suyuna herşeye bayılıyor.
Aptamil serisinden devam sütü ve mama kullanmadık, hala memelere kuvvet. Sabah da emdikten sonra sağıp bisküvileri ıslatıyorum, birkaç tane de stok var, yani gerek olmadı. Ama gece tahılı var, Arca arada yiyor. Maalesef gece uykusunda acıkmasın diye almıştık ama galiba bizim sorun açlıktan değil, aynı tepkiyi veriyor. Ama seviyor, yiyor.
2.Bu sebze çorbasının içeriğini ne zaman genişlettiniz? Yeşillkler ne zaman eklendi? Bizimki patates, havuç ve pirinçten ibaret..
İlk ayın içinde patates havuç kabaktan hazetmediğini anladığımız zaman. Ama Arca hala önce emdiği için az ek gıda yiyordu. Hatta ilk hafta sebze çorbası sevmedi dediğimde doktor tarhana da deneyebilirsiniz demişti. Kuzen Zührenin tavsiyesi tarha çorbasının içine sebze kaktırmak:) ben demedim ama olabilir. İlk ayın sonunda doktor kendi yemeklerinizden verebilirsiniz dediğinde ıspanakla yeşilliklere başlamıştık.
3.Yoğurdu siz mi yaptınız, aldıysanız ne aldınız?
Bizim kolaycı :) doktor dedi ki, siz evde yaptığınızda ne kadar hijyenik yapabileceksiniz?? Bebeler için yapılan yoğurtların içindeki katkı maddesi renk vermek için pancar, veya ömrü artsın diye nişasta gibi yine organik besinler... Aklıma yattı. Ümit abla yoğurt yapıyor ama çok da gerekli olmadığını düşündüğüm için hemen hiç ev yoğurdu yedirmedim. Daninolar çok seviliyor ama o yoğurt değil taze peynir. Sütaş babymix yiyoruz, 6. aydan itibaren veriliyor. Sadesini çorbalara ıspanağa da katıyorum, iyi oluyor. Ayrıca prebiyotik. Kısacası babymix ilk tercih ama daninolar da iyi.
4.Gece tahıllı vereyim diyorum ama ya Can emmeyi terk ederse?
Emmeyi terk etmeyecek çocuk terk etmiyor galiba:)) Arcaya emmenin üzerine gece tahılını sıvı yapıp biberonda verdiğim oldu. Pek hoşlaşmadı. Gece tahılını akşam öğünü olarak verip gece uyku öğününde emembilir belki??
5.Ara öğün meyve dışında ne verebilirim? Kaşık mamalarından mesela?
Bak bu çok çeşitli olabiliyor, ben her daim değiştiriyorum. Yoğurt olabilir. Bebek ekmeği üzerine labne peynir, yanına meyvesuyu olabilir. (finger food olarak seviyorlar ama sanırım Can için henüz erken) Meyve suyu ile ıslatılmış bebe bisküvisi olabilir. Dışarıda isek kavanoz meyvelerinden veriyorum Hipp kayısı, elma ve havuç, Milupa elma üzüm mandalina çok severek yiyor.

Umarım yardımcı olabilmişimdir. Ek gıda yolculuğunda kolaylıklar:)

20 Kasım 2009 Cuma

Şikayetimvar . com

Etrafımız domuz gribi, kaçış yok gibi. En son günebakanımın ailece çektiklerini dehşetle okudum, aradım ulaşamadım. Kapımızda. Bana gelmez yok. İlkerin sabahtan bütün kasları ağrıyordu. Keyfimiz yok. Çağırmamak lazım, geleceği tutar mazallah diyorum olmuyor. Arcanın doktorunu aradım, İlker hasta olabilir, nasıl koruruz dedim, maske taksın, yaklaşmasın dedi. Geçtiyse şimdiye kadar geçmedi mi yani? Off bilmiyorum. Ofisteki arkadaşın çocuğunda nüksetti, ateş tekrar çıktı, tam da iyileşmiş derken. Nasıl geçecek, biz nasıl anlayacağız. Domuz gribi tam anlamıyla bir soru işareti. Tamiflu denen ilaçtan alsak kenarda mı dursa diyorum? Annem Akhisara zeytine gitmişti, İzmirde bulunamıyormuş ya, onunla getirtecektim, yetişemedim, gelmiş İzmire.

Arca babasına karşı çok suratsız. Anlaşılır gibi değil. Tamam biliyorum anneci dönemdeyiz, ama babaya da bu kadar tafra yapılmaz ki. ÜStelik İlker annebaba bir adam, Arcaya en az benim kadar iyi bakar, oynar, anlamıyorum. Bu dönem bebelerde doğal mı ki?

Gece uyanmalarının boku çıkmış durumda. Arcayı uyutmakta artık sorunumuz kalmadı. Pış pışlayıp yatağa yatırıp biraz da orada pışpışlayınca uyuyor. Asıl ilerleyen saatler beter. 9 gibi yattıktan sonra 2 gibi uyanıp ilerleyen saatlerde bazen saat başı bazen 2 saatte bir uyanıyor. Bazen emzik verince su içirince uyuyor ve 2 saat sonra kalabiliyor, bazen tekrar uyutmak için kucağa alıp tekrar pışpışlamak gerekiyor. Beni mi özlüyor acaba diye yatağına T-shirt ümü bırakıyorum ama işe yaramıyor. Beni prop yaptı galiba, her uyandığında kendi kendine uykuya dalmayı başaramadığından yanına gitmemi istiyor. Çünkü açlık (çok beslendiğinde bile uayndığı oldu), diş (hala soru işareti), anneyi özleme gibi olasılıları eleyince bu prop meselesi kalıyor geriye. Eğer Arca 5-7,5 ay arası gece uyanmadan uyumayı başaramamış olsa o zaman diyeceğim ki Arca uyku sorunu olan bir bebek, ama 2,5 ay gibi bir sürede gece emmeden uzunca uyumayı başarıp son 1,5 aydır bizi dikmesine anlam veremiyorum ve evet şikayet ediyorum!!

Sonraki şikayetim de emme üzerine. Artık işyerinde süt sağmıyorum, burda derin bir oh çekiyoruz. Arcayı sabah, akşam ve geceleri emziriyor(d)um. Artık iki fırt çekip bırakıyor. Memeyle oynuyor, ısırıyor...Gece sorun yok danalar gibi emiyoruz. Ama uyanıkken emmemek için elinden geleni yapıyor. Aslında düşüncem 6 aydan sonra ister emsin ister emmesindi ancak bağışıklığını yüksek tutmak adına emsin istiyorum, şimd de Arca yan çiziyor:)

İşte böyleee... şikayet ettim rahatladım gibi

ama iyi şeyler de olmuyor değil:)
Elvancım İstanbuldan geliyor. En son görüşebildiğimizde ben 7 aylık hamileydim, 1 yıl oldu nerdeyse. Arcaya gelemedi, ailesinde ameliyatlar, vefatlar... fena.
Anane ve teyzeleri burda, anneleri de Antalyadan bayram için gelecek, öncesinde Elvan bizde kalacak. Dolayısı ile zaten bi türlü harcayamadığım yıllık izinlerimin bir kısmını bayram öncesinde harcayacağım. 10 gün tatil bana... muhhhhaaa

19 Kasım 2009 Perşembe

yine kaza!!!

Of artık servislerin gülü oldu benim araç!!!
Yine kaza yaptım araç haşat! Bu defaki benim şuçum değil. (olayı hep böyle anlatmaya başlıyorum)
Akşam 6 buçuk sıraları, otoban orta şeritte 80 km hızla seyrediyorum, kulağım haberlerde, ellerin 10 u 10 geçe pozisyonunda direksiyonda, gözler cin... Gaziemir sapağını geçtim, az sonra sağ şeride geçip Uzundereden çıkacağım. Önüm arkam sağım solum araç, akşam trafiği. Bir anda sağ tampona bir köpeğin çarptığını gördüm. Sanırım saniyenin 100'de biri gibi bir sürede oldu herşey, tekerleğin altında kaldığını hissettim. Direksiyon hakimiyetini kaybetmedim ama sarsıldım, araç da öyle. Sağ şeride girdim, durmadım, gerek duymadım sanıyorum. İlkeri aradım, çok fena ses çıktı, eve 10 dakika mesafedeyim durayım mı geleyim mi? öyle sinirlerim bozuldu ki birinin benim adıma karar vermesine ihtiyacım var. Gel bakalım otobanda durma dedi. Birkaç km gitmiştim ki hararet ışığı yanmaya başladı. Bir okulun önüne çektim, İlkeri aradım, kontağı kapat, dörtlüleri yak aracı terket dedi. Mekan da boktan bi yer taksi yok. İlker Arcayı Nazlılara bırakıp gelmeye niyetlendi, ama onlar da evde yokmuş. Arcayı da alıp gelmeye hazırlanırken taksi buldum, eve gittim, Arcayı teslim aldım, İlker aynı taksiyle olay mahaline gitti. Ön tampon kırılmış, radyatör patlamış ve belki daha neler çıkacak. Bana bişey olmadı ya durumun vahametini anlayacak gibi değilmişim. Allahtan motor yanmadan kurtardık.
Evde Arcayla bile neşemi bulamadım, keyifsizim. Zavallı köpeğe mi yanayım, bir can aldığıma mı, direksiyonu kırsaydım keşke diye içim içimi yedi. İlker polisleri çağırmış, aracı kendisinin kullandığını söylemiş, araç çekildi, İlker adli tıpa sevk edildi. Haydaa, niye ki ? Köpeğe otopsi mi yapacaklar, anlamadım. Meğer alkol kontrolüymüş. Eve bi uğradı, sonra gitti. Nazlı aradı, kapıda karşılaşmışlar, Umut da İlkerle gitmiş, çay koyduk hadi gel dedi. Canıma minnet! Çok keyifsizdim zaten, biraz kendime geldim. Cansu bıcırığını sevdim. Her geçen gün daha iyi emekliyor. Hatta kendi başına ayağa kalkıyor. Bu minik daha 6 aylık ya, harika bişey. Elimize doğdu ya insan böyle gelişmeleri görünce gurur duyuyor, tıpkı blog dostlarının minikleri gibi. Neyse Arca Cansunun bütün oyuncaklarına saldırarak yine beni rezil etti, sonra arka odada uyudu, Cansu canavarı uyumadı, İlkerler geldi. Çay içtik, kazanın cidden büyük olduğuna, iyi kurtardığıma kanaat getirdik. Böyle durumlarda direksiyon kırmak daha kötü sonuçlar doğurabilirmiş.
Ben normalde araba konusunda salağımdır. Yok ciddi salaklıklar yaparım, laf değil. En son 2 ay önce kapalı otoparkta park yerinden çıkarken kolona çarptım. Öncesinde kaldırıma toslamışlığım var. İlker askerdeyken yine park yerinden çıkarken bir Unoyu haşat edip kaldırıma çıkışımın ardından komşu apartmanın bahçe demirlerini yıkıp el freni ile durabilmişliğim var. Ve bunu geri geri giderken yaptım. Relax zamanlarda saçmalıyorum ama galiba baskı ortamlarında usta şoför oluyorum, ya da tamamen içgüdü:) Kısacası arabasızım, tam da haftaya izin almış, Elvancım İstanbuldan gelecek ve gezeceğimiz bir zamanda, öff fena oldu...Beterinden saklasın dualarıyla postumu noktalıyor, küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öpüyorum.
Not: korkarım artık benim araca kasko yapacak sigortacı bulamayacağız. neyseki araba ilkerin üstüne, kasko arşivlerinde kötü şöfor görünen o!!! benim aracı o kullanıyor ya , daha çiziği yok, ben de kasko camiasının usta şoförüyüm:))

16 Kasım 2009 Pazartesi

ela ... tuna .... arca .... alaçatı

domuz gribi vakasının bu kadar yakınımızda olduğundan habersiz harika bir haftasonu geçirdik.
cuma uykusuna bile yetişemediğim Arca da beni özlemiş olacak cumartesi sabah memeee diye bağırarak uyandı. Sabahın 7 sinde kalktık ama toparlanmak 2 saatten fazla aldı, amaç Hülya ile erkenden buluşup miniklerin sabah uykusunu arabada aldırmaktı ama Arcanın erkenden uyuyacağı tuttu. Hülya aradığında hala uyuyordu. Apar topar çıktık, bu defa da Hülya ile buluşmak zaman aldı. Hülyanın eşi İlker gibi ben yön ve araba kullanma özürlülüğüme alışkın değil, umarım normal karşılamıştır. Sıcak gevrekleri kapıp yola çıktık, Arca bir defa da yolda uyudu, sonra Hülya teyzesinin elinden yoğurt yedi. Kampüse girip Hayatın yönlendirmesi ile lojmanları bulduk. Ela uyumamış olmasına rağmen çok keyifliydi. Arca beni resmen utandırdı, gören de çocuğa oyuncak almadığımızı sanır. Küçük Budha gibi oturdu yere, Elanın bütün oyuncaklarına saldırdı. İki eliyle küpleri tutarken ağzıyla başka bir oyuncağın tadına baktı!! Arca airbagli poposunun üzerinde gitmekten başka bir lokasyon değişikliği yapamadığı için Ela ve Tuna her düştüğünde "ay ay ay" demekten, minikleri daha da korkutmaktan bir hal oldum. Bünye alışkın değil tabii hareketli bebeğe:)Hayatın elmalı muffininin kokusu hala burnumda, nefisti:) Yarısını Arca götürdü zaten.


Bi gazla çıktık, Alaçatı pazarına... İlker duyunca şok oldu, nasıl cesaret diye:) Yani benim gibi şoförle o kadar yol yapmak!!! hem de 3 bebeyle:)) Pusetleri sığdırmak en zoruydu, 3 defa sığdırmaya çalıştım, üçünde de farklı tıkıştırma tasarımları geliştirdim:) oflaya oflaya:) ama oldu, alışverişimizi yaptık, bebeleri besledik, kumrularımızı yedik, Alaçatı turumuzu attık, herşey süperdi. Arca genelde uyudu. Temiz hava çarptı herhalde. Hayatları eve bırakıp eve dönerken bile biraz kestirdi. Tuna çoook tatlıydı, Ela çoook güzeldi, hediyemiz ise tam alsak mı dediğimizdendi. Arca hala oynuyor:)
Akşama evde Arcanın misafirleri vardı. Bol bol öpüldü, koklandı, mıncıklandı, özlenmiş kendileri. Uyutması zor oldu ama güzel uyudu (burada dilimi ısırmam lazım). Biz de erkekler oyun oynarken dedikodu yaptık, çay bi taraftan biz bi taraftan kaynattık:) O kadar yorgunluğun üstüne iyi geldi. Geç yattık haliyle... Pazar günü Arcaya nöbetleşe baktık. Sabah ben kahvaltısını yaptırdıktan sonra İlker uyandı ve Arcayı devraldı, uyuttu. Ben de uyudum, sonra kahvaltı. Sonra İlker ve Arac uyudu, ben yemek yaptım...vs ...vs... Halbuki planlarımız vardı, hava güzeldi ama cumartesinin uykusuzluğu ağır bastı, çıkmadık. Akşam İlknurlar uğradı, tabii ki Arca için, ama Arca cücesi yine beni rezil etti. Daha 2 saat önce muz, siyah üzüm ve emmekten oluşan ara öğününü almamış gibi tavuk çorbasına bir saldırışı vardı, gören annesi bu çocuğu aç bırakıyor diyecek!!
Banyo yaptırdık Arcaya, çocukluğumuzun pazar akşamlarını yadettik. Hani herkes haftada bir yıkanırdı, ertesi gün okul için hazırlanılırdı. Çamaşırlar yıkanır, anne önlüğü ütüler, ödevler yapılır, banyodan sonra erkenden yatılırdı. Güzel günlerdi...
Arca erkenden yatınca bizim de bütün gün uyumaktan uykumuz olmayınca, Arca doğduğundan beri ilk defa DVD izlemeye karar verdik. Zor bir seçimin ardından "Vicky, Christina, Barcelona" da karar kılındı. Kestaneler çizildi, ocağa dizildi, çay demlendi. Aylardır ilk defa keyif yapıldı. Özlemişim..
Arca gece bu keyfi burnumuzdan getirdi. Sık sık uyandı, uzun süre uyumadı.
Hayat ara sıra oyuncakları değiş tokuş edelim diye öneride bulunmuştu, bir an o uslu ela ile arcayı mı değiş tokuş etsek diye düşünmedim değil!!!
Şu güzelliğe bakar mısınız?

iş arkadaşım domuz gribi

Cuma İstanbuldaydım. Bu defaki renkli karelere sahne olmadı. Sabiha Gökçenin tüm terminalleri değişmiş, tek heyecan buydu:) Dönüşü de erken uçağa alamayınca Arca ile yapamadığım birşeye vakit ayırabildim, kitap okumak. Eve geldiğimde miniğim çoktan uyumuştu, emdik uyurken mis kokuyordu.
Bugün ofise geldim, bölge müdürü Sezerin çocuğu domuz gribi olmuş dedi!!! Ufaklık 3 yaşında, kreşe gidiyor, cuma sabaha karşı ateşlenmiş, cumartesi düşmeyince test yaptırmışlar, pozitif!! Konuştuk, şimdi iyi diyor ateş biraz düşmüş ama kendisi de - şimdilik - hasta olmamasına rağmen bu hafta ofise gelmeyecek. Bu kararını çok destekledim, hepimizin çocuğu var, illa ki bulaşabilir. İlk şoku atlatmışlar ama test pozitif çıkınca konduramamışlar, inanamamışlar, şok olmuşlar!! Doktor - bizim de Arcayı götürdüğümüz aynı dokktor - dinlenmek, evden çıkmamak, vitamin takviyesi haricinde ilaç vermemiş.
Hastanelere gitmek de çok doğru değil, heryer virüs kaynıyor. Metanetli olmak lazım. Ama insanın çocuğu olduğu zaman bambaşka bir ruh hali... Gerginlik korku...
umarım bu kadarla geçer ve biter.

10 Kasım 2009 Salı

Atatürk'ün Bursa Nutku - Şubat 1933

Bursa Ulu cami önünde Ezan'ın Türkçe okunmasına başkaldıran 100 kadar gerici tutuklanır. Olayı duyunca, daha birkaç gün önce ayrıldığı Bursa'ya dönen Atatürk'e; "Bursa gençliği olayı bastıracaktı. Polis ve adliyeye olan güven nedeniyle, karışmadı ",denilince Atatürk bu konuşmayı yapar:

"Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: "Demek adliyeyi de Islah etmek, rejime göre düzenlemek lazım" Onu hapse atacaklar. kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa'ya, Meclis'e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım. müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!" İste benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!"

5 Kasım 2009 Perşembe

yaş 35 yolun yarısı

Dün ablamın doğum günüydü...
yaş 35 yolun yarısı...
telefonda "kızım senin artık bi ayağın çukurda" diye dalgamı geçtim. Ben körpeyim ya:))
O kendini hala 24 civarı hissediyormuş, ne isabet ben de taş çatlasın 20!!
zaten annemlerde buluştuk mu yine evin kızlarıyız, sanki evlenmemiş o minikler bizim değil.. kocaları hiç sayma..
Harikadır benim ablam yaa..

Hayatımızın ilk yılları pek sevişmezdik. Ben küçük olmama rağmen onu acayip kıskanırdım. Ailede kendimi bildim bileli ablamın doğduğundaki güzelliği, tombulluğu, sevimliliği, büyüdükçe usluluğu, terbiyesinin konuşulması, prenses edasıyla salınır olması acayip sinirlerimi bozuyordu!! Ben onun gibi tombul bi bebek değildim, sonra saçlarım kuş yuvası vaziyetinde, sürekli ağlayan yara bere içinde babasıyla aynı vakit sokaktan eve giren bir velettim. O o kadar evcimendi ki arkadaşlarım bir ablam olduğunu bile bilmezdi. Kıl olurdum ablama o yıllarda! Zaten aşağıdaki bale tütülü fotorafımızda pek sevişken olmadığımız aramızdaki mesafeden belli!
Aradan yıllar geçti ben 12-13 yaşlarında, ablam 16-17, ben büyüklük taslıyorum, büyük de gösterdiğimden ablamın arkadaşlarıyla takılmaya çalışıyorum, hatta abla filan demeyi redediyorum, gizli gizli kıyafetlerini giyiyorum, bu sefer o bana kıl:))) Ablam öğretmen oldu ben İstanbula üniversiteye gittim, olanlar oldu. Biz kanka olduk! Ayrılıp da birbirimizi özlememiz mi gerekiyormuş? O yıllar harika ikiliydik, annemler yazlığa gittiğinde evin temizlik, bulaşığı onda, yemek işleri bendeydi. Annem ikiniz bir kadın edersiniz siz ancak derdi. O evlendi ben bir süreliğine İzmire döndüm, çalışıyorum, bizim için birbirimizden başkası yok. Sürekli birlikte takılıyoruz. O birbirimize gıcık olduğumuz ilk gençlik dönemlerimizde bile hatırladığm öyle güzel şeyler de var ki, bana makyaj yapmayı öğretişi, sigara kaçamaklarımız, üniversite tercihlerimde bana yol gösterişi (ki sayesinde İstanbula gitmişimdir), araba kullanmama tahammül edişi, diyet cola + sigara eşliğindeki sohbetlerimiz, üniversite yıllarımda bana hariçten harçlık göndermeleri, sürekli üstüme başıma birşeyler alması, sorgusuz sualsiz hep benden taraf olması, onu bunu çekiştirmelerimiz... İnsanın taban tabana karakter zıtlığı bulunan birisiyle bu kadar iyi anlaşabilmesinin sebebi ne olabilir? Biz kardeş olmasaydık bu kadar iyi anlaşabilir miydik? Kardeşlik güzel şey...

not1: bu yazının bir kısmını 3 yıl önce eski bloğumdan arakladım, acayip tembelim bu aralar...
not2: fotolara bi daha bakınca farkettim ki ablam hakikatten hanım hanım bi kız çocuğu bense tam bir cadıyım! o ilk fotografın çekildiği zamanı hatırlıyorum, teyzeme gideceğiz diye kandırılıp 3 gün tarak girmemiş saçlarım taranabilmişti. Tütülü fotografın çekildiği gün makyaj yaptırmayacağım diye yaygarayı basmıştım, annem de beni palyaçoya çevirmiş!! Tüm bu şirretlikleri yaparken ben, ablam sakin sessiz otururdu.

Salı - 24 saat

05:15 uyandım, Arca gece hiç uyanmamış ne ala ne ala:) giyindim, hazırlandım. Dosyalar tamam, süt pompası, tamam, uçuş kartları tamam, şemsiye, kimlik, makyaj malzemeleri, tamam tamam TAMAAAAM:)
05:30 Arca cücesi uyurken emzirdim, kokladım, sanki gideceğimi anlamış gibi uyandı, pışpışladım yatakta, uyur gibi oldu, kapıdan çıkarken yine mızıldadı. İlker kalktı, ben çıktım.
05:40 hava karanlık, dolunay parçalı bulutların arasından parlıyor… doğalgaz kazılarından çamur olmuş sokakta arabaya ulaştım ve havaalanına gittim.
06:10 illa ki aksilik olacak ya dış hatlar terminalinin otoparkına girmeme ramak kala uyanıp geri döndüm. Arabayı park ettim.
06:15 “uçağa gidiniz” yazısı ekranda. İlkere “rötar yok, ben biniyorum” mesajı… Amanın kitap unutmuşum. Of ki ne of!! Kitapsız yolculuk salçasız yemeğe benzer!! Napalım “THY nin dergisini okuruz, dönüşte dergi alırız” tesellisi…
07:00 hava aydınlanmış ve güneşli… aa yanımda kimse yok galiba, iyi sorun yok, kemerimi bağlayayım bari artık. Dergide Elif bebek – Türkiyenin oyuncak bebeği yazısını okurken, 2 kişi tepe dikildi, hadi kemer açmayayım dedim, olcak gibi değil, bi saniye kemeri açıp ayağa kalkıyım dedim. Adam “aa Yeliz “ dedi. Baktım, tanıyamadım, ne ayıp, “İzzet ben”, aaa İzzet abiii tesadüfe bak. Bizim yazlık komşumuz, herhalde 5 yaşımdan beri tanırım. Daha çok kuzen Zühre ile ablamın arkadaşı ama ben de çok severdim. Aman bi sohbet bi sohbet… Arca doğduğu günlerde evlenmişti, hatta daha önce evlenecekti de bi şekilde düğün iptal oldu sonra tekrar karar verdiler… Yani ilginç bir hikaye. Neyse hayatından mutluymuş, bebek filan düşünüyorlarmış, nasıl geçti yolculuk anlamadım. Bebekten girdik, yazlığı deştik, anneler, teyzemler, Zühre, ablam derken domuz gribinden çıktık. Etrafımızda aksıran tıksıranlardan acayip tırstık. Tam inicez uçaktan amanın 3-5 tip maske takmış, haydaaa…
08:00 İstanbul güneşli, ama yukarılardaki bulutlar pek fenaydı, her an yağmur bastırabilir. WC de makyaj, toparlanma ve domuz gribi tırsıklığından metrodan vazgeçiş - taksiye biniş. Halbuki o saatte Mertere gitmenin en harika yolu metrodur, oooh hızlıca, trafik yok ama kıllandım bi defa, ııı-ııh binmeyeceğim.
08:40 Ofise varış, hemen WC ye gitmece kimselerle merhabalaşmadan ufak çapta dezenfekte. Arkadaşlarla sohbet. Merterdeki ofise en son hamileyken gitmiştim, epey zaman geçmiş. Arkadaşın arkadaşı – hem de evhanımı yani öyle dışarılarda dolaşan biri değil – 4 gün hastanede domuz gribi tedavisi görmüş. Sonra toplantıya birlikte katılacağım arkadaş karşıdan geldi, Korelileri beklerken onunla da sohbet… onun da eşinin 2 yeğeni (2 ve 5 yaşlarında) evde domuz gribi tedavisi görüyorlarmış. İçim daraldı.
09:30 Koreli teşrif etti, gereksiz sevgi gösterisi öpücem abla tavırları. Aman dedim H1N1 virüsü!! Yok dedi biz sarımsak yiyoruz, bizde olmaz:) O sarımsak domuz gribine yarar mı bilmem ama leş gibi kokutuyor orası kesin!!
09:40 toplantı.. aynı muhabbetler… marketing … marketing…
11:30 toplantı bitti, Koreli posta. Toplantıya beraber katıldığım Sinem öğlen çıkacakmış aman beni de Taksime atıver dedim, 1 saat sonrasına sözleştik, diğer toplantıya girdim.
12:30 benim uzun uzadıya katılmama pek gerek olmayan toplantıdan Sinemin beni kapması ile ofisten çıkış. Hava güneşli hatta ısıtıyor… Tazecik....
12:50 Taksime varış ve taksiye binerek Cevahir AVM ye gidiş
13:05 Next mağazasındayım!! İzmirde Next mağazaları kapandı. Malum biz de Arcaya hep oranın ucuzluğundan ciciler aldık, hatta tulum kalıpları o kadar uygun ki ucuzluğu bile beklemedik çoğu zaman. Ama mağazalar kapanınca döt gibi kaldık. İngiltereden sipariş etmeye karar verdik, bütün ürünleri seçtik, ikamet eden bir tanıdık da bulduk ama inanılmaz zor şartlarla sipariş verebiliyorsun, vazgeçtik. İlker dedi ki bigün ucuz bilet bulursam İstanbula gider alırım ama ben cimriyim, izin verir miyim!! Ben bi yolunu bulurum dedim. Ve buldum. Öğle yemeğini atlamak suretiyle 2 toplantı arasında Next’te alışveriş yaptım. Tabii UK kataloğunun aynısı yoktu ve lanet 9-12 ay cicileri tükenmişti ama aldım birkaç parça bişey… ulen herkesin mi bebesi 9-12 aylık yav!!
13:50 AVM den kaçış, köşeden simitçiden açma ve su kapış, taksiye atlayıp Sütlüceye geçiş, hava limonileşti…
14:10 Toplantının yapılacağı firmaya geldim. Kapıda kimliğini alıp ziyaretçi kimliği veriyorlar, bir de broşür tutuşturdular. Önce bakmadım ne olduğuna, güvenlikle birlikte toplantı odasına çıktık. Broşürde “ateş, öksürük, ishal, bulantı, …. şikayetlerinden biri yada birkaçı varsa veya böyle birisi ile 1 haftadır temas ettiyseniz size eşlik eden görevliye bildirin, doktorumuza götürsün sizi, tetkiklerinizi yapalım… işbirliğinize teşekkür…vs vs” HARİKA!!! Teker teker gelin yahu, hepinizin derdi benle mi!!
Derneğin bir komisyonuna üyeyim ama hiç toplantılara katılamamıştım, hamilelik, doğum izni, süt izni… Hatta beni çıkarmak istemişlerdi, aman dedim, çıkarmayın!! Neyse fiilen ilk katılımım oldu, iyi oldu, sektörden haberler iyi geldi. Allahtan toplantı fazla uzamadı.
Hah unutmadan WC de de H1N1 virüsüne önlem olaraktan el dezenfektanı koymuşlar, gözümüze sokar gibi. (Aslında firmayı takdir etmek lazım, dünya kadar çalışanı var, kurumsal, bilinçli firma - da - üst üste gelince her tarafımda virüz varmış gibi huylandım:))
16:30 Taksideyim, havaalanına gidiyorum. 20 uçağına biletim var ama belki öncekine yetişirim umudundayım. Hava biraz karabulutlu amma geçeeer :) o da ne trafik yok ve ben havaalanındayım, Allah Allah başımıza taş yağacak:)
17:15 var mıdır yer acaba diye kırıtarak yer hostesine bakıyorum. Var hemi de 18 uçağına… Bu Arcanın akşam yemeğine yetişmek demek!! Hemen ilkere müjdemi veriyorum.
17:30 uçağa binmek üzere otobüse istifleniyoruz. İçerisi hınca hınç gavur dolu. Yok İzmirin gavuru değil bunlar, bildiğimiz gavurlar… İşkilleniyorum, domuz gripli olmasınlar. Hemen otobüsten çıkmak istiyorum, kıçımı kenara dayıyorum ellerimle tutunmuyorum. Hepten koptum artık. Otobüs de dolandı da dolandı, nerde kardeşim bu uçak, galiba kaybolduk. Ya İzmire direkt otobüsle götürecekler bizi ya da korsanlar uçak yerine otobüsünü kaçırdı. Ya da ben artık keçileri kaçırdım. Tam 20 dakika dolandıktan sonra uçağa varabildik. En arkadayım ve yalnızım derken yan tarafta oturan yabancılardan biri yanıma oturdu. Yağmur başladı.
18:20 uçak kalktı. Yabancılara bakıyorum, tek milletten de değil, Amerikalısı var, İtalyanı, Almanı… sanki Avrupanın domuz gribi mikropları kokteyli uçakta geziniyor. Çözemedim.
19:20 indik. Hiç uyumadım, aksıran var mı takipteyim. İyice psikopat oldum.
İzmir sağanak yağışlı, İstanbuldan yağmuru getirmişim. Kaçarcasına çıkıyorum. Gavurların sırrı çözüldü, uluslararası ortopedi konferansı mı ne öyle bişey. Bunlar sağlıkçıymış allahtan diye teselli ediyorum kendimi.
19:30 arabayı bulamıyorum, artık nasıl bi kafayla park ettiysem:) Meğer diğer otoparktaymış.
19:40 Arabadayım, İlker arıyor Arca uyanmış, naapsınmış. Yesin geliyorum. Ne yesin? Gece tahılı? Almayı unutmuş, tamam geliyorum… Arkama biri park etmiş, park yerinde araba toslatmakta üstüme yok ya 15 dakikada çıkıyorum. Yoldayım. Yağmur almış başını gidiyor.
20:15 evdeyim. Arca tahılından yememiş, İlker gıcık olmuş. Hiç dokunmadan bütün üstümdekileri çıkarıp banyoya, temizlendikten sonra sarmaş dolaş… tahıldan yedirmeyi deniyorum, maalesef benden de yemiyor. Ispanak?? Tamam temel reis arca bitiriyor, yoğurtlu yoğurtlu. Üstüne de emiyoruz.
21:15 Nextten aldıklarımı deniyoruz, bir kısmı olmuyor. Arca da bu arada uyumamakta kararlı. Ben??? bitmiş durumdayım.
21:45 Oynuyoruz, mutfak darma dağınık ama umrumda değil. (yalan!!! acayip umrumda aslında ama Arca bırakılmıyor daha doğrusu bırakmıyor)
22:00 sonunda uyudu. Nutella kavanozu ve 2 kaşıkla İlkerin yanına yığılıyorum. Domuz gribi sendromumu anlatıyorum. Takmayacaksın diyor!!! Gündemimize öyle enjekte edilmiş ki, kurtulmak çok zor. Meğer İzmirde epey izole yaşıyormuşuz. Arca olmasa herhalde bu kadar takmazdım. Ona bulaştırırım korkusu var. İnsan anne olunca kendini değil onu düşünüyor. Birlikte mutfağı topluyoruz. O da çok yorulmuş...
23:00 Arcayı emzirip yatağa gidiyorum.
02:00 Arca uyanıyor, Yeliz nöbette
03:00 Arca uyanıyor, İlker nöbette
04:00 Arca uyanıyor, Yeliz nöbette
05:00 Arca uyanıyor, İlker nöbette
07:00 Yeliz kalkıyor, Arca yanında uyuyor!!! Kalk len!!! Zıçtın gecemizin içine!!! Tepişiyoruz, çarşambanın sabahına yorgun, uykusuz ama mutlu uyanıyoruz:)

1 Kasım 2009 Pazar

iyi ki varsın Arca

"7 de alarm çaldı, 7:30 kurdu ve yanındakine sarıldı, şimdi bu yatak bırakılıp kalkılır mı diye geçirdi içinden.
7:30 , 8 de çıkabilmesi için artık kalkması lazım. hazırlandı. şimdiye kadar günün dünden tek farkı üzerine giydikleriydi. nesfit ve sütten oluşan kahvaltısına kahve yetişmemişti yine, çıkarken yataktaki kalktı, sarıldılar.
yolda aynı radyo kanalları arasında gidip geldi ve otoyolun orta şeridinde... bir gün daha, arasına karbon kağıdı konmuş bir gün daha."

bu satırları tam 2 sene önce yazmışım, bilgisayarın bir köşesinden çıktı, blogta yayınlamamışım... Daha Arca portakalımızda vitaminken.
Rutinden düzenden sıkılmışım belli... Şimdiyse bir rutine oturmak için debeleniyorum.
Ne çok şey değişti hayatımızda...
Gece yatarken "nolur bu gece deliksiz uyusun" duaları...
Sabaha nasıl bir sürprizle uyanacağımız meçhul, aslında her gece tilki uykusunda bir anne!!
Arcanın kakası, maması...Diş çıkarması, gaz çıkarması...
Aguların kelimelere dönüşmesi... Emekleyecek mi yürüyecek mi sorunsalları...
Arca uyuduğunda yorgunluk ve sırt ağrıları, hatta ayak ağrıları... pek çok kereler düz zemin üzerinde sırt üstü uyuyakalmalar...
Arca ile kahkahalar, cee ler, koştur koşturlar... kahkahası ile değişen ruh halimiz... küçük şeylerle mutlu olmak, onun sağlığına şükretmek, onun yanında olabilmek için kendi adına uzun ömürler dilemek... Arada Arcanın "napıyo bu kadın" ifadesine rağmen deli deli sarılmak, koklamak, kafasını yüzünü okşamak hatta daha güzeli onun senin yüzünü okşaması. Uyutmak için debelenmek ama uyurken bile özlemek... Emerken ellerini öpmek, memeyle konuşmasını dinlemek, terleyen başını silmek, göğsüne yaslandığında sıcacık hissetmek... tombul ayaklarını öpmek... aynadaki aksinde heyecanı görmek, oyun oynarken küçük kalbinin pır pır attığını bilmek... sabahları illa ki anne babanın yatağında keyif yapmak, gülümseyişi ile güne uyanmak...
...
Bir daha hayatımız hiç o satırları yazdığım günlerdeki gibi sakin olmayacak, biliyorum ve bu gerçek beni hiç üzmüyor, şimdi o kadar yorgun olmama rağmen o tekdüze hayatı hiç yaşamamış gibiyim... Son zamanlarda sıklıkla tekrarladığım gibi : "İyi ki varsın Arca..."

30 Ekim 2009 Cuma

Arcada son gelişmeler...

- Ablam Arcanın elinde iltihap farketti. Tecrübeli anne başka oluyor tabii. Bizim yer cücesinin tırnaklarını ben kesiyorum, emerken... Ama artık emerken bile hareketli olduğu için galiba bi tanesi biraz kökünden gitmiş ve kızarmış. Ne yapsak bilemedik. Doktoru aradım. Açık bırakın, bepanthen plus sürün, patlatmayın, kendisi geçer dedi. Acayip üzüldüm ama:( Minicik parmağını iltihap kaptırdım diye içim yandı. Bu sabah artık iyice şişmiş ve iltihaplanmıştı. Umarım çabucak geçer.
- Yatar pozisyondayken ellerimizi uzattığımızda önce oturmuyor, direkt ayağa kalkıyor.
- İlk defa koltuk köşesinde oturttuğumuzda acayip mutlu olmuştu. Kahkahalar atmıştı. Şimdi koltuk kenarında - tabii ki bizim desteğimizle - ayakta dururken aynı tepkileri veriyor, galiba "başardım!!" sevinci:)
- Tavuklu kereviz yedi. İlker babalık testi yaptıracak!! Şimdilik sebzelere pek hayır demiyoruz. Bugün karnıbahar günü. Bakalım kıymalı karnıbaharla aramız nasıl olacak? Hergün yeni bir tat...
- Mevsim itibari ile kayası yiyememişti, hafiften kabız da olunca Hipp'in kayısı püresini denedik, sevdi, yarım kavanoz götürdü. Ertesi gün istemedi. Ben de ara öğününde Etinin bebek ekmeğinin üzerine labne peynir sürdüm şerit şerit bölüp masasına koydum. Kendi kendine yedi. Tabii üst baş, mama sandalyesi berbat durumda ama olsun, kendi kendine yemeğe alışsın. Elle yiyor da hala kaşık konusunda beceriksiziz.
- Emeklemek hala gündemimizde değil ama götün götün gidiyor. Oturduğu yerden yarım metre ötesinde yine oturur pozisyonda buluyoruz kendisini, küçük oturan boğa!! Arkadaş emekleyerek yerlerde sürünmüyor, pek asaletli düdük:)
- Oyun halısında bırakınca oyuncakları ile kendi kendine yarım saatten fazla oyalanabiliyor.
- Anneci olduk galiba. Babasıyla olan mükemmel ilişkisi bozuldu sanki. İlkerin kucağına gidince mızıklıyor, gözü hep bende, görüş alanı içinde değilsem yaygarayı basabiliyor. Ben seslenince başka türlü bakıyor. İlker bütün gün aralarını düzeltmeye çalıştı. Sanki babaya posta koyar bir hali var, İlker konuşunca "bi sus" der gibi sesler çıkarıyor, susturuyor. Okuduğum kadarıyla bu aylarda anneye bu bağlılık normal, İlkere anlatmaya çalışıyorum ama bir yandan da hak veriyorum, zor. Bakalım geçecek bugünler.
- Gece uykularımız hala beter. Bir "geçecek inşallah" vakası da bu! Gece tahılı ile ilgili Kirazımın önerisinden sonra aldım, denedim ama çok yemedi, hatta kiraza mail attım, danıştım. Diğer akıl hocası Özgürüm, Elanın uykuları nasıl, meraktayım, çözüm var mı?? bu ara hep bilgisayar başındayım, araştırmadayım. İlla ki geçecek ama zor zamanlar...
şimdilik gelişmeler böyle...

29 Ekim 2009 Perşembe

Kutlu olsun

Aslında yazacak daha neler var ama sadece...

Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun...

28 Ekim 2009 Çarşamba

biraz nostalji

Kuzunun annesi sayesinde üye olduğum İzmirli anneler grubu bu ara pek komik göndermelere sahne oluyor. Haftaya 80 ler partisi düzenliyorlar ve inanılmaz bir geyik dönüyor ortamda. Neler giyerdik, napardık, saçlar nasıldı?
Ben 80 lerde çocuktum ama ablamla (74 lü) kuzen Zühre (72 li) teenager'dılar ve onlara yetişmek için olduğumdan büyük görünme ve davranma çabası top yapmış durumdaydı. Bugün annelerin yaptığı muhabbetlerin çoğunu çok net hatırlıyorum.

O korkunç füzolar... Annemde her rengi vardı artı, modası geçmiş olmasına rağmen uzun süre evde giymeye devam etti. Hatta ceketle takım olarak satılanları vardı. Ofise öyle gittiğimi hayal edemiyorum:)
Sonra vatkalar... Annem 80 lerin geri dönmüş ve vatkaların yeniden moda olmasına öyle seviniyor ki anlamak mümkün değil. Bir de o vatkalar cırt cırtlıydı, her t-shirt'e her cekete uyardı. Allahım Allahım nasıl yıllardı onlar!!
Dar kotlardan bende de vardı, çocuktum ama modaya kıyısından yanaşıyordum. PAçalar illa ki kıvrılır, altına beyaz çorap ve spor ayakkabı veya espadril giyilirdi. Gençler kırmızı yüksek topuk. Saçlar krepe yapılır veya aslan başı tabir edilen önler kısa kırpılmış model uygulanırdı. Lady Di, rahmetli pek sevilir, özellikle annem yaşlarındakiler saç kestirdi mi illa bu model isterlerdi. Kocaman küpeler, mümkünse plastik, renk renk. Mini tayt üzerine tütüler:) veya balon etekler. Bundan bende de vardı. Ceketlerin kolları kıvrılacak, içindeki gömlekle birlikte, ayrıca kravat bile taklılabilirdi, ve de kovboy boyunluğu. Ceket yakalarına metal rozetler, madalyalar pek modaydı. Bele kocaman kemer ve bluzlar kazaklar illa ki yarasa kol. Gri yarasa kollu kazağı önce ablam giymişti, küçülünce de ben. Ne güzel zamanlardı kıyafetler eskimez mutlaka küçüğe verilirdi. Zührenin kıyafetleri ablama ablamınkiler bana. Bazı sevdiğim kıyafetleri küçülsün de ben giyeyim diye heyecanla beklerdim. Bunu ablamın ufaklık Duru'ya anlattığımda "aa yazık sana yeni bişey almazlar mıydı", dedi. Yeni nesile öyle uzak ki bu paylaşımlar. Oysa bizler hala o paylaşım kültürünün etkisindeyiz. Ben mesela hamile kıyafetlerimin %90 ını sağdan soldan toplamıştım, İlkerin kardeşi bebek olayına girer diye de hepsini annesine vermiştim. Şansımıza Gülnur teyzemizin gelini hamile ve Arca ile aynı zamanlarda doğum yapacak, bedenler de uyuyor oh ne ala, hepsini ona verdik. Geçen günkü ziyaretimizde giymiş nasıl hoşumuza gitti. Artık ondan da diğer kuzenlere gezer ciciler.
Demem o ki, 80 ler sadece kötünün kötüsü kıyafetler değildi, farklı bir atmosferdi, çocuktum ama hala o yıllar aklıma geldikçe gülümsüyorum.

27 Ekim 2009 Salı

bir tespit... bir şikayet... ve ilkler...

Arca cücesinin geceleri sıkıntısının açlık olduğunu düşünüyorum.
Bu tabii tamamen benim görüşüm, bilmeceler ve bilinmeyenler içinde kıvranan bir annenin kaçış noktası.
Bence anne sütü mideyi tıkıyor ama tam doyurmadığı için geceleri acıkıyordu. Biz önce anne sütü sonra yemek veriyorduk geçen haftaya kadar. Yemekleri de çoğunlukla yarım kase yiyip bırakıyordu. Süt stoklarını eritince, cuma gününden itibaren sütü tamamen bıraktık. Sadece yemeklerini yiyor. Akşam sabah ve gece emiyor. Tesadüf mü bilinmez cuma cumartesi ve pazar geceleri sık sık uyanmaları olmadı, akşam yattı, sabah kalktı. Tabii gündüz uykularından birini iptal etmemizin de bunda etkisi olabilir derken dün de benzer bir uyku düzeni olmasına rağmen gündüz çok az yemek yemiş, taze fasulye hastası minik öğlen yememeyi tercih etmiş. Meyva püresini de yememiş, sadece 1 öğünlük anne sütü götürmüş. Akşam niyetim emzirmekti ama yemekten sonra banyo yapınca geceye kaydı öğün. Akşam yoğurtlu çorbayı götürdü ama sanırım yetmedi. Veeee... gece 3 defa uyandı. Şimdi tüm bunlar üst üste gelince insan ister istemez acaba sorun açlık mıydı diye tekrar soruyor. Bakalım bugün nasıl geçecek.

Veee bir şikayet. Tam haftasonundan beridir gece uykularını düzelttik derken şimdi başımıza bu saat uygulaması musallat oldu. Hadi biz saatlerimizi ayarladık, Arcayı nasıl ayarlayacağız? 6:30 dedin mi ayaktaydı, şimdi 5:30 a kaydı, hay ben böyle işin... Gün 5 buçukta başlayınca tabii akşam mortluyoruz. Arca en geç 9 buçuk gibi yatağa yollanınca birer koltukta sızıyoruz. 2 gecedir böyleyiz. Bünye ne zaman alışır, Arca nasıl ayarlanır bilmiyorum. Şikayetler hiç bitmiyor:)

Veee ilkler... Arca çok ciddi ve de bilinçli olaraktan "meme" diyor. Bu sabah gözünü dikti ve resmen talepte bulundu:) ayrıca "mama" da diyor. "anne" yi de bilinçli olarak söylüyor ve muhteşem söylüyor. Ya bunu o minik ağızdan duymak ne harika bişey. Ben duymadım ama Ümit ablaya da "cici, cicim" diyormuş. Suya zaten ne zamandır "bu" diyordu. Bence "baba" da diyor ama İlker bilinçsiz söylediğini düşünüyor, ama baba nerde deyince İlkere bakıyor, demek ki onun baba olduğunu biliyor. Yani artık bilinçli söylediği birkaç kelimemiz var.

26 Ekim 2009 Pazartesi

bunu saymıyoruz, 2 hafta sonrasını ayarlıyoruz


Cuma akşamı Nazlılardaydık, cumartesiye boyacı ayarlamışlar, boya kokusundan etkilenmemek için cumartesi sizde ikamet edebilir miyiz dediler... ne demek başımızla. ancak benim 5 eylülden beri ertelenen blog buluşmam var, mutlaka gitmem lazım. Sen de gel dedim nasıl olsa cansuyu da blog alemi az çok tanıyor. Olur..
Sabah 8 de bizdelerdi. Bi güzel kahvaltı, sohbet derken Cansu ateşlendi, aşıdan muhtemelen, Nazlılar gelmemeye karar verdi, o arada öğlen hiç uyumayan Arca cücesinin uyuyacağı tuttu. Nazlıları evde bıraktık ama biz ancak 3 te katılabildik. Mekan güzel, dostlar güzel, bebişler şahane. Artık Tunaya bebek demeye dilim varmıyor. Koşan oynayan kocaman bir çocuk!! Hastasıyım o kaşların:) Ela tam da resimlerdeki gibi, nefis bir bebek... Evet sarışınlık hemen göze çarpıyor...ama ortayaşlarında 2 bayanın Elayı erkek sanması ve hatta ısrar etmesi hakketten gıcıktı. Kibar ama itici gülümsememle kışkışlamaya çalıştım ama hanımlara pek sökmedi:) Kuzu Elanın annesi, hani o ne zamandır tanıyormuşum hissiyatını verenlerden. Tunanın cıvıl cıvıllığı, Elanın sakinliği ve tatlılığına tezat Arca tam bir suratsızdı. Tam artık gideceğiz, gülümseyesi tuttu. Ya biz İlkerle güleryüzlü tipleriz bu velet kime çekmiş bilmiyorum. Bir de durmak bilmedi, herşeye saldırdı. Allahtan Hülya nefis bir kek getirmiş de az bişey yedirdik de sakinleşti. Bu arada Arca'dan ciddi şikayetçiyim, içim döktüm rahatladım:)

Evde bi dolu insan bırakıp geldiğim için çok kalamadım, sonra dışarda zor olduğuna ve 2 hafta sonra Elalara gitmeye karar verdik.

Not: kuzuuu & hulyaaa, bende hiç foto yokmuş, ancak bunları çekmişim sizin gibi güzel güzel mail atamadım, buraya ekleyiverdim.

7 yıl önce bugün

26 Ekim 2002 ...
evlilik macerasına adım attık...
şimdi geriye baktığımızda o toy halimizle ne kadar doğru bir karar verdiğimizi anlıyoruz.
iyi ki evlenmişiz:)

25 Ekim 2009 Pazar

25 Ekim 2009... öğlen saatleri...


Canım oğlum,
seni dünyaya getirten Gülnur teyzemiz kansere yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Son dakikalarında yanında olabilmek umarım onu da bizim kadar mutlu etmiştir.
sanıyorum sen onun dünyaya getirttiğin son bebektin...
...