20 Ekim 2014 Pazartesi

Kendine ait bir balkon:)

Pazar çok sıcaktı, bir de kendimi kaybetmişim ki… Hani pazarı mı aldın derler ya… Birkaç hafta üst üste gitmeyip sebzeyi mahalle manavından alınca böyle oluyor. Bir de bazı sebze meyvelerle vedalaşma bazılarıyla hasret giderme vakti, ondan da alayım bundan da derken boku çıkıyor... Bir tarafta mandalinayı ortadan ikiye bölmüş amca, mis gibi kokusu geliyor, onun kokusu geçmeden sarımsaklar, yeni çıkmış taze soğanlar… Akşam makarnanın yanına yeşil salata yapayım diyorum, sonra bir tane mor lahana, biraz da kırmızı biber tam mevsimi, salata yeşillikten çıkıverdi. Halbuki iki çeşit marul, soğan, semizotu ve rokayla halledecektim…
Neyse… Salatayı boşver de ben şimdi tam da anı anlatacaktım. An itibariyle diye başlayacaktım…
Balkondayım. Bugün zaten bulduğum her fırsatta balkondayım. Ulen yazın bu kadar çıkmadım. Balkon sefalarının son zamanları diye midir nedir, elime kitabımı, çayımı ve şimdi olduğu gibi kahvemi aldım mı çıkıyorum güneşe. Sabahtan yüzümü veriyordum şimdi sırtımı verdim. Ensemden aşağı yıkanıyorum güneş ışıklarıyla, ne sıcak ne soğuk, ılık ılık sarıyor beni şefkatiyle… Güneş sen ne güzelsin, güzel yüzlü güneş…
Diyeceğim tam… Arca çıktı balkona, Trabzon’da yağmur yapıyormuş, peki dedim. Trabzonsporun maçı varmış, orada görmüş. İyi yavrum iyi evladım, anan şimdi biraz yazma güdüsünü tatmin ediyor, hadi yavrum sen maça…
Taze kahvemden bir yudum aldım, şöyle büyükçe bir yudum. Güneş diyordum, güneş ne güzelsin…
"Anneaaa"
"Ne var lan?!"
"Mısır kokuyor."
"İyi tamam babana söyle."
"Uyuyor"
Ayh tamam! Mısırlar harbiden nefis kokmaya başlamış. Düdüklü tencerenin altını kapattım, içinden iki tane mısır çıkardım. Diş tellerimin olduğu dönemden alışkanlıkla – ve sonrasında sıcak olan ilk birkaç tanesine yaptığım gibi – bıçakla sıyırdım taneleri koçanından. Bir kase koydum, az tuz, bir de kaşık. Arca’ya servis ettim.
İçeriden maç spikerinin sesi İlker’in homurtusuna karışıyor, bir de kaşığın kaseye çarpan sesine… Kahvemden bir yudum daha alıyorum, güneş biraz indi şimdi, hafiften esiyor rüzgar. Rüzgar bile denmez, esinti… kuytuda kalmış balkon, bırak üşümeyi, hissetmiyorsun? Sırtımı sandalyeye yasladım, gerindim kedi gibi, göz hizama önümüzdeki polikliğini bahçesindeki ağaçlar denk geliyor. Çoğu karabiber ağacı. Bu mevsim karabiber ağaçlarının meyveleri kıpkırmızı olur, top top, yapraklarını avucunun içine alsan ovuştursan mis gibi karabiber kokusu siner avuçlarına…
Diyordum ki, küçük bir kafa uzandı kapıdan. "Ne var cüce?"
"Şimdi anneyle öpüşme vakti" Evet doğru tahmin, maç devre arası olmuş, öpüş koklaş, üzümün mısırın kritiğini yap derken laf başka hangi meyvelerin aldığına kadar geldi. Mandalina!!!
Soyuldu, küçük beyin beğenisine sunuldu.
Ne diyordum… Ay aman hava soğudu, bu cüceyle babası da balkona çıktı benim yazı piç oldu. Gidem de bir mısır yiyem, hadi bana eyvallah:)
Sonra bu kadın bu evde niye yazı yazamıyor? Nasıl yazsın yer cücesi varken peh! Kendine ait bir oda diyen woolf'un ruhu şad olsun. He mısırlar da güzelmiş vallaha:)

4 yorum:

Gulcin dedi ki...

O güneş ah o güneş böyle kıymetini bilenler olunca nasıl seviniyorum anlatamam :)
Bu Arda sen de tl mi taktın ha ha ha:) ay kesin eskiden arkadas olmalıydık Telli Telli dolanırdık

Julide dedi ki...

Ben de tellerde gozlerimi portlettim. Ikinci round agustosta sona erdi bi' de!
Ankara'da balkon olmuyor. Sadece Izmir'de. Ben buna inandim.

yeliz dedi ki...

Ay hem de kpca kızdım ya lisedeydim hatta üniversite ikiye kadar:))

yeliz dedi ki...

Evet hatta istanbulda bile balkonlar totommkadar hava şartları işte:)