25 Ocak 2015 Pazar

Özledim

Blogla ilgili yazmak istediğim ilk şeyi başlık edeyim dedim, "özledim" çıktı içimden. Yazmayı özledim. Saatler sabaha karşı biri gösterirken ben, ancak kendime gelebiliyorum. Neden? Anlatacağım, azzz sonraaa...



Geçen hafta buraya not düştüğüm ve daha hızlı sosyal tüketim mecralarında paylaştığım gibi, anlatırken bile yorulduğum bir seyahat içine düşüverdim. Olsun. Son toplantıyı yaptığımız Çinlileri bir de rakı balığa götürdüğümüz akşam, 23:15 uçağı için taksiye bindiğim o son anda bile kendimi enerjik hissediyordum, düşün yani hala konuşacak halim vardı. Sonra havaalanına girdim, kapıya gittim, 107 no'lu kapı. Kitabımı açtım, güya uçağa girmeyi bekleyeceğim. Ne oldu bil bakalım? Yorgunluktan kafam önüme düşmüş, vücudumdaki kaslar gevşemişken irkilip uyandım. Resmen pilim bitmiş! İşi şansa bırakamazdım, ayakta beklemeye başladım. Kapının önündeki ilk yolcu bendim. Kıyamam benim ayaklandığımı gören diğerleri de arkamda sıraya girdiler, ne bilsinler uyanık kalmak için dikildiğimi. Ben ve benim gibi en az yirmi kişi en az yarım saat tarifeli uçağın alana geç gelişini küfürlerle karşıladık. Tabii ki uçakta koltuğa oturup kemerimi bağladığımın saniyesinde uyumuştum. Ne pilotun ağzında gevelediği cümleleri, ne de inişe geçtiğimizi ve önümüzdeki tepsileri kapatmamızı söyleyen anonsu duymuştum.

Seyahate çıkacağım gece ateşlenmiş olan Arca, iki günü evde NA ile geçirmişti. Ateşi ara sıra çıksa da enerjisi fullenmişti. Bense tüm naifliğimle cuma günü geçen yıldan kalan izinlerimden kullanmış, sabahın onuna kadar uyumuştum. Tabii Arca cücesinin öpücükleriyle kesintiye uğrayan üç beş defayı saymazsak... Nasıl olsa öğlene kadar NA var diye kendimi dışarı attım. Karne veletleri her yeri doldurmuş, herhangi bir mesai gününden ziyade bir cumartesi öğleden sonrasını yaşadığımı fark edince gerisin geri eve döndüm. Zaten çocuğumu özlemişim...

Ah ama o iş öyle değil. Bak dün öğleden sonra üzerine bugün tüm gün... Çarşambadan beri evde, enerjisini hücrelerinin tamamında depolamış olan cüce, kuyruğu da biraz doğrultunca bu statik enerjiyi kinetik enerjiye dönüştürmenin en doğru yolu olarak beni seçmeye karar vermiş olacak, tabiri caizse ağzıma mıçtı. Hiç öyle evladımı özlemişim, ay oh evde olmak ne şahaneymiş, çalışan annelere yazıkmış, ay millet ne güzel çocuğunu büyütüyormuş... yok abicim bizde öyle romantizm mevcut değil! Hadi dün yarım gündü, hadi özleşmiştik, hadi keki buna yaptırttık başarma egosunu tatmin ettik oyaladık, iyi hoş da bugün kabustu.

Puzzle yapmak, resim çizmek, bulaşık makinesini boşaltmak, evin tüm dolaplarını birlikte düzenlemek, kötü günler için saklanan yepisyeni kitap ile sakinleştirmeye çalışmak, tepişmek öpüşmek de dahil olmak üzere gerçekleştirdiğimiz hiçbir aktivite yer cücesinin kudurukluğunu dindirmeye yetmedi. Ama bana yetti! Akşam İlker eve gelirken "ne alayım" diye sordu, iki bira kap gel deyivermişim. Ulen ben iki gün iki toplantı, üç uçak yolculuğu, yığınla iş stresi çektim böyle yorulmadım, arkadaş bu ne ayak yav!

Ben outdoor insanıyım buna iyice aydım bugün. Al çocuğu dışarı çıkar, doğadan ilham alarak sohbetler et, çiçekti böcekti hiç olmadı bir cafe'de bir pasta bir kahveydi, bana bunlarla gel, geleceksen. Ben evde çocuk oyalayamıyorum, böyle bir yeteneğim, yaratıcılığım yok! Bugün üç civarı Arca televizyonda sevdiği bir çizgi film olduğunu söyleyip izlemek için izin isteyince, ay bir sevinmişim, gözlerimin içi parladı.Tabii ya... Aç televizyonu çocuğa! Televizyonu evden değilse de aklından tamamen çıkarmış biri olarak evde Arca ile yalnızsak hiç açmıyorum ki, unutmuşum varlığını. (Ah ulen İlker senin yüzünden şu televizyonu şutlayamıyoruz, nasıl cool görüneceğiz allahsız!) Ama o bir kahve içimlik zaman da çok sürmedi, zira Arca da pek televizyon çocuğu değil.

Bugün yaşadıklarımı düşününce, arkadaşım Burçay'ın editörlüğünü yaptığı kidolindo.com için blog yazma teklifi geldiğinde fütursuzca atladığıma biraz pişman olduğumu itiraf etmeliyim. Zira kidolindo.com bildiğin aktivite sitesi. Çocuklarla özellikle evde yapılabilecek aktivite önerilerine, anne-çocuk konusunda uzman görüşlerine yer veriyor. Benim kadar bu konulara yabancı birini bulamazlardı:) Neyse bakalım değişik bir deneyime başlamış olacağız.

Bu arada Arca çizgi film izlerken blogla oynadım yine:) Yazı karakteri nasıl olmuş? Renk canlı olsun diyeceksiniz, biliyorum, ama sevdiğim tek canlı renk kırmızı o da artık beni baydı:) ben karşıdan çok canlı enerjik filan görünüyorsam da içimde bir yerlerde soluk pastel hatta toprak tonları seven bir canlıyım, buyum ben!

Neyse yav geç olmuş, bu kız kaçar!


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Valla biz de ozledik, hosgeldin! Yazmayinca haftalik dergi cikmamis gibi bir his oluyor, sen o kadar istiklarli yazinca... Blogun renk ve fontu cok sahane olmus bu arada. Burcu