Kaptan Düşükdon'un maceralarında maceranın
kendisine gelesiye kadar birkaç "önce şu" öyküyü okursunuz. Tamam,
anlatacaktır ama "önce şu" öyküyü anlatmalıdır.
Bir Kaptan Düşükdon macerası vaat etmiyorsam da benim de ilgi
çekici bir maceram var, o yüzden az önce bitirdiğim Büyük Sihir isimli kitabı
anlatmadan "önce şu" olayı okuyun, diyeceğim, sonra “sadede gel
kadın, ne çok konuştun” demeyesiniz.
Bölüm 1: “Arca oğlum senin annen bir salaktı” Vol. 38476238468
Bir süredir salaklık maceralarımı anlatmıyorsam bu salaklıklar
yapmadığım anlamına gelmiyor. Sadece bu blogda salaklıklarımdan daha okunmaya
değer şeyler yazmaya çalışıyorum. Neyse ama bazen öyle bir salaklık yapıyorum ki
bunu kamuoyuna sunmazsam insanlık suçu işlermişim gibi geliyor.
TED de bunlardan biri.
Ken Robinson’un “Schools kill creativity” isimli konuşmasını
dinlediğimden beri (sanırım 1-2 sene oluyor) kendisinin TED koleji tarafından
Türkiye’ye davet edildiğini ve bu şahane konuşmayı yaptığını sanıyordum. Bu
durumdan tek evladımın okul seçimini bile etkileyecek kadar etkilenmiştim.
Evet, gülmek, puhahahahha nidalarıyla kahkaha atmak, “hay allah
iyiliğini versin” ya da “sen bizi güldürdün allah da seni güldürsün” gibi
temennilerde bulunmak serbest. Ama fazla abartmayın.
Benim gibi salaklar varsa aramızda anlatayım;
TED Konferansları her iki yılda bir Kaliforniya, Monterey'de düzenlenen bir konferanstır. Bu konferansın varoluş
amacı, farklı alanlardaki ileri derecede bilgi sahibi kişilerin bilgi
alışverişine zemin oluşturmaktır. İlk olarak 1984 yılında hayata geçirilen
fikir, 1990 yılına kadar yaşanan kesintinin ardından aralıksız devam etmektedir.
Biraz daha bilgi
almak isteyenler, https://tr.wikipedia.org/wiki/TED_Konferanslar%C4%B1
tıklayabilir.
Ben meseleye geçtiğimiz günlerde aydım.
Çok güldüm kendime, muhteremi de feci eğlendirdim, kendisini
güldüren kadınlardan hoşlanıyor, neyse ki elinin altında bir cevher var.
Meseleye aydığım gün tek aydınlanmam bu değildi. TED Talks
bünyesinde bir konuşma yapan yazar Elizabeth Gilbert ile tanıştığım gündü aynı
zamanda.
Elizabeth Gilbert’i bilirsiniz muhtemelen, “Ye, dua et, sev”
isimli çok satan bir kitabın yazarı. Çok satanları okumaya karşı olmamakla
birlikte, sanırım uzak durduğum bir döneme gelmiş olacak, kitabı hiç okumadım.
Filmine televizyonda denk gelmiştik ve kadının yediklerini görünce muhteremle İtalya’da ev tutup birkaç ay yaşama hayallerine dalmıştık.
Konuşması sırasında gerek mizah yönü, gerek sanata, edebiyata
bakış açısı gerekse alçak gönüllüğü ile hiçbir kitabını okumamış biri olmama
rağmen Elizabeth Gilbert’a, kendimi müthiş yakın hissettim.
İşte “Büyük Sihir” kitabını bu vesile ile okudum.
6 yorum:
Buyuk Sihir'i okumaya basladim. Cok begendim. Sonra tam bitiremeden (reader'a Ela el koymustu) expire oldu. Tekrar sire beklerden Steven Pressfield'in "THe War of Art", "Yaratma Savasi" kitabina denk geldim. Hatta oncesinde senin tavsiyen uzerine listeme ekledigim "Art of Procrastination" i okudum. Yaratma Savasi Art of Procrastination gibi kolay okunur bir kitap. Neden bunlardan bahsediyorum. Buyuk Sihir'i in 2/3 sini okudum. The War of Art ile acayip benzerlikler var aralarinda. Buyuk Sihir'in sonunu nasil toparlamis bilmiyorum ama The War of Art'in sonu bayagi saglam. Adam veriyor gazi, veriyor gazi. Itici gaz degil de iste icindeki cevheri saklama, cikart bab'inda isliyor seni. Karsilastirmak icin sabirla kutuphaneden e-kitap siramin gelmesini bekliyorum. Bir de Brene Brown'un Rising Strong kitabini bekliyorum bakalim. Brown ile GIlbert pek yakin arkadaslar.
TED mezunu olarak seni kınamadım Yelizcim. Üstelik gayet entel bir karıştırma olmuş. Çoğunlukla Tenis Eskrim Dağcılık Spor Kulübü olan TED'le karıştıranlarla karşılaşıyorum ben. Üstelik kızım eskrim yapan bir TED'li. O nedenle bizim cephede herşey daha karmaşık bir hal alıyor.Senin muhtemeremi tebrik ederim bu arada zira benim muhterem (eski) bile bahsettiğim iki TED'i karıştırırdı.
Yok gülmedin hem neden güleyim ki .puhahahah:)
aynen! içindekini çıkarmanın yolu çalışmak diyor. Çalış ve o deha denen cin mi peri mi ne haltsa gelip seni bulacak diyor. Bir de en sevdiğim hafifle hafiflet kısmı. yani disiplinli çalışacak kadar ciddiyetle yaklaş ama dünyanın gidişatı buna bağlıymış gibi de ciddiye alma, yük bindirme dehanın omuzlarına diyor. öyle işte:)
tüm samimiyetimle söylüyorum ki, o da karıştırıyor muydu karıştırmıyor muydu anlamadım. Bilmiyorduysa bile çaktırmadı. Galiba olayı anlattığımda ikimizde bana gülmekle meşguldük:)
gülmek serbest:)
Yorum Gönder