Belçika'ya iş görüşmesine giderken yolda sık sık İlker'le konuştuk. Heyecan, gerginlik, "nasıl olacak" endişeleri... İlker, "bir dur" dedi, "bir sakin ol, iş görüşmesine davet edildin ve şimdi yapacağın tek şey bunun tadını çıkarmak." Evet ya, işte ben bunu yapmıyorum, tüm o endişelerin içinde bulunduğum anın tadını çıkarmıyorum!
Bu salı itibariyle çocuğunu okula, kocasını işe uğurlayan kadın moduna girdim. Aslında daha tam girmedim, Seren Serengil'in programını izlemeye başlamadım mesela, ya da Müge Anlı'nın. Ben daha ziyade çalıştığım için zaman bulamadığım ve hep salladığım işlere daldım.
Bir hışımla dolap odasına girip sadeleşmenin ilk adımlarını attım. Çünkü duydum ki, bütün eşyamızı taşısak bile atacağımızı düşündüğümüz şeyleri atıp öyle taşınmak daha akıllıcaymış zira orada öyle kafana göre bir şey atamıyormuşsun. O gün beni arayanlar, ayağımı uzatıp kitap okuduğumu filan sandılar ama hayır ben karınca gibi çalışıyordum. Bir taraftan da evi temizliğe hazırlıyordum.
Havva ablayı aylar sonra evimizin temizliği göreviyle kutsamaya nihayet vakit bulabildik. O da sağ olsun, sabahın yedisinde kapımızı çaldı.
Havva ablayı, karşı komşumuza temizliğe geldiğinde, seneler evvel Ümit abla teftiş etmiş, uygun bularak bize önermişti. Akabinde en az Ümit abla kadar titiz olan annem de tam not vererek, Havva'nın ailemize dahil olmasına karar verdi. Bazı insanın temizlik denen bir içgüdüsü oluyor. Nasıl anlatsam, yani olaya kafası basıyor. O toz nereden nasıl girer, nereler temizlenmeli, nereler ihmal edilmemeli, bilir, evi hep temiz olur o insanların. Annem mesela, evini hiç kirli göremezsin. Sanırım ara sıra temizliğe giden Havva abla bile göremedi henüz:) Dün kahvaltıda "senin annen hayatımda gördüğüm en temiz insan" demişti, oradan biliyorum.
Temizliğin genlerle geçmediğinin iki canlı kanıtıyız biz: Ablam ve ben. O tertemiz evde yetişip annemin genlerine sahip olup da bu kadar temizlikten uzak olmak... Katiyen abartmadığımı, Havva abla perdelerimizin şöyle bir tozunu silkeleyeyim deyip sallarken boğuluverecekti dediğimde anlayacaksınız. Aklıma perdelerin o kadar tozlu olacağı hiç gelmemişti:) Neyse bu vesile ile perdeler de iki sene sonra yıkandı, renklerini hatırladık. Ev artık temiz şükür çok şükür...
Bu sabah evi yaz kokusu sardı. Çünkü mevsimin ilk taze fasulyesi pişti. Sonra Arca'ya sürpriz olsun diye kurabiye pişireyim dedim, pişerken hadi şu vize evraklarına bir bakayım, a çamaşırlar yıkandı, dur bir asıvereyim... kahrolsun multi tasking alışkanlığı!
Kurabiye kokusunu duyunca bir durdum (evet genelde pek yapmadığım bir şey, durma alışkanlığı edinmeliyim), kendime bir kahve yaptım. Kahve makinada damla damla demlenirken, kurabiyeleri servis tabağına dizmeye başladım. İkinci tepsinin pişmesine on dakika var, demek ki bir on dakika sakince kahvemi içip kurabiyenin tadına bakabilir, her şeyi bir kenara bırakıp bloga yazı yazabilir, bu anın tadını çıkarabilirim.
Nasıl? Bence şu "tadını çıkar"ma meselesi iyi gidiyor:)
2 yorum:
Gerçekten zor "tadını çıkarmak" Çünkü bilmiyoruz bunu yapmayı. Neden bilmiyoruz çok mu zor yada bize öğretilmemiş mi onu da bilmiyorum.
Niye bilmiyoruz bunu yaaa??? ;-)))
Yorum Gönder