Cumartesi öğlen itibariyle 38'in üzerine çıkan ateş...
Olaya gayet soğukkanlılıkla “soğuk algınlığı” şeklinde yaklaşan ve bizi rahatlatan bir doktorla uzun telefon görüşmeleri
Hiç hasta görünmeyen ama ateş ölçerin ve burnundaki hırıltının tam tersini söylediği bir bünye
Anneler günü sabahı “anneler günün kutlu olsun” diyen ve sarılan, içimi eriten bir cüce
Bol anneli bir anneler günü… Ablam, İlknur, annem, ananem, İlker’in annesi ve hatta telefonun öbür ucundakiler…
Yeliz kıza çeyiz düzmeler…
Tatil planları…
İle gündemi değiştirme çabaları
Aniden yükseliveren ateşe karşı çaresizlik ve birkaç fincan kahveyle ateş nöbetleri…
Beraber uyumalar…
Daha yarım saat önce ateşler içinde gözünü açamazken şimdi it gibi koşturan bir velet…
“Çocuk bu canım ateştir çıkacak elbet” diye etrafını telkin eden anababa….
Hafta sonundan payımıza düşen stresten boynu sırtı tutulmuş ve kas gevşeticilerden medet uman bir Yeliz ile aylar sonra sıkıntıdan bir sigara yakan İlker.
Metanetli görünüyoruz ha! Hadi ordan, her ateşte dötümüz üç buçuk atıyor. Neyse ki birbirimize itiraf ettik, rahatladık.
Evet korkuyoruz!
9 Mayıs 2011 Pazartesi
6 Mayıs 2011 Cuma
Yılın bu zamanları…
İzmir’in bitki örtüsünün mimoza olduğuna dair bir fikir sabitlenir zihnime, o kadar çok var ki… Her yerdeler.
Evde her şey gözüme batmaya başlar. O ortadaki sehpayı şutlamanın arifesindeyim, hemen her geçiş mevsiminde gündemi meşgul eder. Kapının önüne koysam rahatlayacağım!
İşler yoğunlaşır ve aksi gibi benim motivasyonum düşer. Her geçen sene daha da dibe iner.
Tatile özlem başlar. Bu yıl Arca bile özledi tatili. Tatilde yapacaklarımıza ait hikayelere talep çok! Hadi anlat diyor, tatili!
Arca’nın kıyafet sorunsalı baş gösterir. Boyu iyice uzadı mı ne, kollar paçalar pek kısaldı yine. Geçen yıl Anneler günü indirimlerinden faydalanıp ne güzel penyeler düşürmüştük Wenice’ten. Orası indirimsiz ateş pahası zaten, mutlak indirim beklenmeli.
Doğum günü anneler günü kutlamaları neşe sevinç eksik olmaz haneden!
Hemen her hafta sonu mutlaka bir plan program yapılır. Yazlık telaşları, Pazar gezmeleri, piknikler, rakı balıklar… Evde pineklemek haram!
Yılın bu zamanları…
Çok kısa sürer İzmir’de. Öncesi kıştır zaten sonrası çok sıcak. Yakındır hafta sonları sokaklar boşalacak, insanlar yazlıktı tatildi derken köşe bucak kaçacak.
Belki çok kısa olduğundan, belki de bahar çocuğu olduğumdan bilinmez, yılın bu zamanları titrer gönül yayları…
Evde her şey gözüme batmaya başlar. O ortadaki sehpayı şutlamanın arifesindeyim, hemen her geçiş mevsiminde gündemi meşgul eder. Kapının önüne koysam rahatlayacağım!
İşler yoğunlaşır ve aksi gibi benim motivasyonum düşer. Her geçen sene daha da dibe iner.
Tatile özlem başlar. Bu yıl Arca bile özledi tatili. Tatilde yapacaklarımıza ait hikayelere talep çok! Hadi anlat diyor, tatili!
Arca’nın kıyafet sorunsalı baş gösterir. Boyu iyice uzadı mı ne, kollar paçalar pek kısaldı yine. Geçen yıl Anneler günü indirimlerinden faydalanıp ne güzel penyeler düşürmüştük Wenice’ten. Orası indirimsiz ateş pahası zaten, mutlak indirim beklenmeli.
Doğum günü anneler günü kutlamaları neşe sevinç eksik olmaz haneden!
Hemen her hafta sonu mutlaka bir plan program yapılır. Yazlık telaşları, Pazar gezmeleri, piknikler, rakı balıklar… Evde pineklemek haram!
Yılın bu zamanları…
Çok kısa sürer İzmir’de. Öncesi kıştır zaten sonrası çok sıcak. Yakındır hafta sonları sokaklar boşalacak, insanlar yazlıktı tatildi derken köşe bucak kaçacak.
Belki çok kısa olduğundan, belki de bahar çocuğu olduğumdan bilinmez, yılın bu zamanları titrer gönül yayları…
5 Mayıs 2011 Perşembe
Sadrazamın sol tarafından bir hünkar var bizim evde
Dünya onun etrafında dönecek, her şey onun istediği zaman onun istediği gibi olacak.
Burnundan çıkan sümüğü bile sahiplenecek, sen çıkaracaksın o “yerine koy!!!” diye yeri göğü inletecek. Çaresiz koyacaksın ya da koymuş numarası yapacaksın. Yerse ne ala!
Patatesleri büyük istiyorsa, ağzında çeviremeyeceğini bilsen de gıkını çıkaramayacaksın, hasbel kader parçayı ikiye böldün mü yaygaraya hazır ol!
Eskisi gibi pilavın içinde bezelyeleri kaktıramayacaksın! “sadece pilav!” dedi mi, bitti! Salak mı o, anlamayacak mı? Sadece çocuk!
“Anne gel!” dedi mi biteceksin yanında, maazallah geciktin mi yersin fırçayı!
Sen yemek yaparken illa ki kucağa alınacak, tencereler teftiş edilecek, yiyorsa itiraz et!
“Yemek yeme! Çiş yapma! Babayla konuşma! Telefonla konuşma!” gibi emir cümleleri hayatının bir parçası, alış artık!
Sabah öğle akşam mutlaka köfteli çorba isteyecek, her seferinde hazırlama rekorunu egale edeceksin! Aman aç kalır, sinirleri tepesine çıkar patronun, kan şekerini yüksekte tutacaksın.
Mıçarken git diyecek, mahremiyetine saygı duyacaksın, ama fazla uzaklaşma, kapıda hazır olda dur, çünkü “kaka biiitttii” cümlesini duyamayacak olursan ya da reaksiyonda biraz gecikirsen evin içinde cıbıl cıbıl koşabilir.
O dünyanın onun etrafında döndüğünden son derece emin, gözlerini uykuya yumarken senin uymadığını, her daim el pençe hazır yatağının başucunda nöbet tuttuğunu düşünecek.
Ne diyelim? Padişahım sen çok yaşa!!
Burnundan çıkan sümüğü bile sahiplenecek, sen çıkaracaksın o “yerine koy!!!” diye yeri göğü inletecek. Çaresiz koyacaksın ya da koymuş numarası yapacaksın. Yerse ne ala!
Patatesleri büyük istiyorsa, ağzında çeviremeyeceğini bilsen de gıkını çıkaramayacaksın, hasbel kader parçayı ikiye böldün mü yaygaraya hazır ol!
Eskisi gibi pilavın içinde bezelyeleri kaktıramayacaksın! “sadece pilav!” dedi mi, bitti! Salak mı o, anlamayacak mı? Sadece çocuk!
“Anne gel!” dedi mi biteceksin yanında, maazallah geciktin mi yersin fırçayı!
Sen yemek yaparken illa ki kucağa alınacak, tencereler teftiş edilecek, yiyorsa itiraz et!
“Yemek yeme! Çiş yapma! Babayla konuşma! Telefonla konuşma!” gibi emir cümleleri hayatının bir parçası, alış artık!
Sabah öğle akşam mutlaka köfteli çorba isteyecek, her seferinde hazırlama rekorunu egale edeceksin! Aman aç kalır, sinirleri tepesine çıkar patronun, kan şekerini yüksekte tutacaksın.
Mıçarken git diyecek, mahremiyetine saygı duyacaksın, ama fazla uzaklaşma, kapıda hazır olda dur, çünkü “kaka biiitttii” cümlesini duyamayacak olursan ya da reaksiyonda biraz gecikirsen evin içinde cıbıl cıbıl koşabilir.
O dünyanın onun etrafında döndüğünden son derece emin, gözlerini uykuya yumarken senin uymadığını, her daim el pençe hazır yatağının başucunda nöbet tuttuğunu düşünecek.
Ne diyelim? Padişahım sen çok yaşa!!
4 Mayıs 2011 Çarşamba
Yatak Sohbetleri
Pek bi +18 başlık oldu farkındayım.
Günün çorbası ailesinin yatak sırlarını açıklamayacağım, heyecan yok!
Zaten Brangelina çifti olmadığımıza göre rating alacağımızı sanmam:)
Annelik tarihimin şaşmaz konu başlıklarından biri 2 yaş ise diğeri uykudur. Evet çok pis bayarım insanları.
Arca'nın hastane günlerinden önce, "hadi bakalım yatıyoruz, ışığı kapatıyorum, iyi uykular" şeklinde medeni anne-çocuk uyku öncesi ritüelimiz vardı. Pek çok başka alışkanlıkla ile birlikte uyku öncesi bu güzel alışkanlığımız da tarihe karıştı. Şimdi moda "yat aşağa nataşa" özetle anne ve Arca birlikte Arca'nın yatağına giriyorlar, en az yirmi dakikalık debelenmenin ardından şanslıysak Arca uyuyor. Kısacası aylar önce kurtulmaya çalıştığım süreç yeniden yatak saatimizin değişmez rutini.
Madem şimdilik medeni uyku düzenimize dönemiyoruz, o halde krizi fırsata dönüştürelim, durumdan maksimum fayda sağlayalım. (pis hesapçı anne profili)
Bir şekilde aklımda kalmış, çocuklar uyumadan hemen önce anlatılanları daha kolay akıllarında tutarmış. Şehir efsanesi de olabilir, ben de gece yatmadan önce okumuşum ve aklımda kalmış olabilir, bilmiyorum.
Neyse… Hayat derslerini, öğütleri yatak sohbetlerine taşır olduk.
Son günlerde derdimiz paylaşmak.
Cumartesi Ela bizdeyken Arca’nın hangi oyuncağına yeltense, pis ispiyoncu Arca hop yanımda bitti “Ela ….. mı almasın, …..m ile oynamasın!” Ve pek tabii diğer çocukların ilgilendiği her oyuncak Arca için sonsuz değerli oldu.
“Paylaşmıycam, kavga edicem!” Arca’dan sıklıkla duyduğumuz bir cümle. Hatta gaflete düşüp gayri ihtiyari paylaşsa bile “paylaşman bizi çok mutlu etti” diye yüreklendirdiğimizde aynı cümle tokat gibi yapışıyor suratımıza.
“Kuru üzüm paylaşma” konulu yatak sohbetimizde yine inkar sirenleri çaldı. Diyorum ki “Tea&Pot’ta Su diye bir kız vardı, kuru üzümlerini onunla paylaştın, ne güzel arkadaş oldunuz….” “Paylaşmadım!” Zinhar kabul ettiremiyorsun. Bu fotoğraf da o güzel paylaşma anını ölümsüzleştirmese hatırlamaya yarayan hücrelerimden şüphe edeceğim.
Paylaşmanın bir farklı versiyonu da sıra beklemektir ya Arca’da böyle bir duygu gelişmiş değil henüz. Hani nerede hata yaptık bilmiyorum ama bir parktaki tüm oyuncaklarda Arca oynamalı, başka çocuk kaydırağa yanaştı mı hop “çocuk gelmesin, kaymasın”lar başlıyor.
Sıra bekleme olayını yatak sohbetlerine ancak masal ile katabildim. Benim bebekliğimden kalma yastık kılıfının üzerindeki ördek, ayı ve ceylanın hikayesini anlat diye tutturması ekmeğime yağ sürdü.
Başlarsın uydurmaya (Yılın uydurukçu anası ödülü diye bir şey varsa, beni aday gösterin gözünüzü seveyim, garanti kazanırım)…
Güneşin bile giremediği sık yaprakların gölgesinde bir orman
İçinde her türden sayısız hayvan
En iyi üç arkadaştı aralarından
Yavru ayı, ördek ve ceylan
Üç arkadaş her gün ormanda neşeyle koşar oynar
O gün buldular şırıl şırıl bir pınar
Serin tertemiz suyuna dayanamayıp
Hemen koştular
Ördek dedi ki “ben banyo yapacağım!”
Ayı; “olmaz balıklar var kımıl kımıl, birkaç tane avlayacağım!”
Ceylan söze karıştı, çok ama çok susamıştı.
Bir türlü anlaşamadılar, pınarı bir türlü paylaşamadılar
Olayı gören hayvan dostlar
Hemen koşup ormanlar kralı aslanı çağırdılar
Aslan önce dinledi, sonra da “sırayla” dedi
“Sırayla” ne demek hiçbiri bilmiyordu
Herkes sus pus oldu
Sessizliği tavşan bozdu
Sahi “sırayla” ne demekti, bunu kim anlatabilecekti
Bilge kunduz söze girdi
“Önce ceylan su içsin”
Ceylan içti, oh çekti, susuzluğu dinmişti
“Şimdi sıra ayıda, hadi bakalım balıklarını avla!”
Ayı patır kütür yakaladı balıkları, oh akşama ziyafet vardı
“Sıra geldi ördeğe, bir güzel yıkanıp temizlenmeye”
Pınarın suyu herkese yetti, “sırayla” yapınca hiç kimse üzülmedi
Günün çorbası ailesinin yatak sırlarını açıklamayacağım, heyecan yok!
Zaten Brangelina çifti olmadığımıza göre rating alacağımızı sanmam:)
Annelik tarihimin şaşmaz konu başlıklarından biri 2 yaş ise diğeri uykudur. Evet çok pis bayarım insanları.
Arca'nın hastane günlerinden önce, "hadi bakalım yatıyoruz, ışığı kapatıyorum, iyi uykular" şeklinde medeni anne-çocuk uyku öncesi ritüelimiz vardı. Pek çok başka alışkanlıkla ile birlikte uyku öncesi bu güzel alışkanlığımız da tarihe karıştı. Şimdi moda "yat aşağa nataşa" özetle anne ve Arca birlikte Arca'nın yatağına giriyorlar, en az yirmi dakikalık debelenmenin ardından şanslıysak Arca uyuyor. Kısacası aylar önce kurtulmaya çalıştığım süreç yeniden yatak saatimizin değişmez rutini.
Madem şimdilik medeni uyku düzenimize dönemiyoruz, o halde krizi fırsata dönüştürelim, durumdan maksimum fayda sağlayalım. (pis hesapçı anne profili)
Bir şekilde aklımda kalmış, çocuklar uyumadan hemen önce anlatılanları daha kolay akıllarında tutarmış. Şehir efsanesi de olabilir, ben de gece yatmadan önce okumuşum ve aklımda kalmış olabilir, bilmiyorum.
Neyse… Hayat derslerini, öğütleri yatak sohbetlerine taşır olduk.
Son günlerde derdimiz paylaşmak.
Cumartesi Ela bizdeyken Arca’nın hangi oyuncağına yeltense, pis ispiyoncu Arca hop yanımda bitti “Ela ….. mı almasın, …..m ile oynamasın!” Ve pek tabii diğer çocukların ilgilendiği her oyuncak Arca için sonsuz değerli oldu.
“Paylaşmıycam, kavga edicem!” Arca’dan sıklıkla duyduğumuz bir cümle. Hatta gaflete düşüp gayri ihtiyari paylaşsa bile “paylaşman bizi çok mutlu etti” diye yüreklendirdiğimizde aynı cümle tokat gibi yapışıyor suratımıza.
“Kuru üzüm paylaşma” konulu yatak sohbetimizde yine inkar sirenleri çaldı. Diyorum ki “Tea&Pot’ta Su diye bir kız vardı, kuru üzümlerini onunla paylaştın, ne güzel arkadaş oldunuz….” “Paylaşmadım!” Zinhar kabul ettiremiyorsun. Bu fotoğraf da o güzel paylaşma anını ölümsüzleştirmese hatırlamaya yarayan hücrelerimden şüphe edeceğim.
Paylaşmanın bir farklı versiyonu da sıra beklemektir ya Arca’da böyle bir duygu gelişmiş değil henüz. Hani nerede hata yaptık bilmiyorum ama bir parktaki tüm oyuncaklarda Arca oynamalı, başka çocuk kaydırağa yanaştı mı hop “çocuk gelmesin, kaymasın”lar başlıyor.
Sıra bekleme olayını yatak sohbetlerine ancak masal ile katabildim. Benim bebekliğimden kalma yastık kılıfının üzerindeki ördek, ayı ve ceylanın hikayesini anlat diye tutturması ekmeğime yağ sürdü.
Başlarsın uydurmaya (Yılın uydurukçu anası ödülü diye bir şey varsa, beni aday gösterin gözünüzü seveyim, garanti kazanırım)…
Güneşin bile giremediği sık yaprakların gölgesinde bir orman
İçinde her türden sayısız hayvan
En iyi üç arkadaştı aralarından
Yavru ayı, ördek ve ceylan
Üç arkadaş her gün ormanda neşeyle koşar oynar
O gün buldular şırıl şırıl bir pınar
Serin tertemiz suyuna dayanamayıp
Hemen koştular
Ördek dedi ki “ben banyo yapacağım!”
Ayı; “olmaz balıklar var kımıl kımıl, birkaç tane avlayacağım!”
Ceylan söze karıştı, çok ama çok susamıştı.
Bir türlü anlaşamadılar, pınarı bir türlü paylaşamadılar
Olayı gören hayvan dostlar
Hemen koşup ormanlar kralı aslanı çağırdılar
Aslan önce dinledi, sonra da “sırayla” dedi
“Sırayla” ne demek hiçbiri bilmiyordu
Herkes sus pus oldu
Sessizliği tavşan bozdu
Sahi “sırayla” ne demekti, bunu kim anlatabilecekti
Bilge kunduz söze girdi
“Önce ceylan su içsin”
Ceylan içti, oh çekti, susuzluğu dinmişti
“Şimdi sıra ayıda, hadi bakalım balıklarını avla!”
Ayı patır kütür yakaladı balıkları, oh akşama ziyafet vardı
“Sıra geldi ördeğe, bir güzel yıkanıp temizlenmeye”
Pınarın suyu herkese yetti, “sırayla” yapınca hiç kimse üzülmedi
3 Mayıs 2011 Salı
Küçük aşçılar iş başında!
Blog dünyasında çok güzel insanlar tanıdım.
En sevdiklerimden Ege'nin annesi... Ne zaman İzmir'e yolu düşse bir şekilde görüşmek istediğim kibar, hoş, zarif insan. Evet bunların yanı sıra benim sahip olamadığım bir özelliği daha var Gamze'nin... BECERİKLİ! Annemin kızı o olmalıymış! Şahane dikiş dikiyor. Tasarımları bir tarafa dikişindeki titizliği hemen göze çarpıyor.
Arca'nın yaşgünü için çok şahane tasarımlar göndermiş, anneme gösterdim, dikişten çok iyi anlayan biri olarak -naçizane- tam not verdi:)
Büyüyünce aşçı olmak isteyen Duru aklıma geldi hemen! Gamze öyle güzel bir önlük hazırlamış ki Duru hastası oldu. Artık karabiber, tarçın, kekik ve kimyon katkılı korkunç kokulu hamur icatlarını bir aşçı ciddiyeti ile bu önlük üzerinde iken yapabilecek.
Cumartesi sabah kahvesine geldiklerinde Duru'nun üzerinde önlüğü görünce Arca da hemen tutturdu, giyeceğim diye.
Bizim oğlanın kafası kocaman olduğu için Gamze'nin benim için diktiği şapkayı giydirdik, kepçe kulak oldu:) Bu fotoğrafları çekerken çok eğlendik çokk!!
Bu son boyama önlüğü hemen hemen hiç çıkmıyor Arca'nın üzerinden!!
İlginç bir hediye için çok yaratıcı çok kişiye özel bir alternatif, bir tık uzağınızda... Hatta bundan sonra her daim sağ kolonda, Hülya'mın tükkan ile K.i.s.d.'in "Çocuk odasına resimleri"nin hemen altında...
Son olarak Gamze ve Gamze gibi becerikli ellere sahip dostları çok güzel anlatan bir yazısı var Hülyanın, ellerine sağlık bacım:)Hala okumayan varsa...
En sevdiklerimden Ege'nin annesi... Ne zaman İzmir'e yolu düşse bir şekilde görüşmek istediğim kibar, hoş, zarif insan. Evet bunların yanı sıra benim sahip olamadığım bir özelliği daha var Gamze'nin... BECERİKLİ! Annemin kızı o olmalıymış! Şahane dikiş dikiyor. Tasarımları bir tarafa dikişindeki titizliği hemen göze çarpıyor.
Arca'nın yaşgünü için çok şahane tasarımlar göndermiş, anneme gösterdim, dikişten çok iyi anlayan biri olarak -naçizane- tam not verdi:)
Büyüyünce aşçı olmak isteyen Duru aklıma geldi hemen! Gamze öyle güzel bir önlük hazırlamış ki Duru hastası oldu. Artık karabiber, tarçın, kekik ve kimyon katkılı korkunç kokulu hamur icatlarını bir aşçı ciddiyeti ile bu önlük üzerinde iken yapabilecek.
Cumartesi sabah kahvesine geldiklerinde Duru'nun üzerinde önlüğü görünce Arca da hemen tutturdu, giyeceğim diye.
Bizim oğlanın kafası kocaman olduğu için Gamze'nin benim için diktiği şapkayı giydirdik, kepçe kulak oldu:) Bu fotoğrafları çekerken çok eğlendik çokk!!
Bu son boyama önlüğü hemen hemen hiç çıkmıyor Arca'nın üzerinden!!
İlginç bir hediye için çok yaratıcı çok kişiye özel bir alternatif, bir tık uzağınızda... Hatta bundan sonra her daim sağ kolonda, Hülya'mın tükkan ile K.i.s.d.'in "Çocuk odasına resimleri"nin hemen altında...
Son olarak Gamze ve Gamze gibi becerikli ellere sahip dostları çok güzel anlatan bir yazısı var Hülyanın, ellerine sağlık bacım:)Hala okumayan varsa...
1 Mayıs 2011 Pazar
Gün bitmeden...
dedim ama bitmiş bile:) Evet doğum günüm, dudaklarınızı büzüp 33 diyorsunuz hop benim yeni yaşım!
Gün boyu kutlama telefonları, uzaklardakileri yakın eden sesler... İyi geldi.
Sabahki kahvaltı kutlaması, taze papatya kokusu, Arca ile horozları kovalamaca derken bastıran yağmur eve kaçırdı bizi. İlker'in "akşam yemeğe gidelim, kutlama yapalım"ları gözümde büyüdü. Benden geçmiş kısacası.
Dün yaşadığımız muhteşem günden sonra büsbütün miskinlik çöktü.
Arca'nın ameliyattan yırtmasını kutladık can dostlarla...
Öncesinde sabah kahvesinde ablamlar vardı. Duru ile Arca klasik kudurmacalarını yaptılar. Allahtan onlar gitmeden Ela ve Hayat geldi de Arca her zamanki gibi Duru'nun arkasından ağlamadı.
Ela ile tatlı tatlı oynadılar. Derken Elif ile kırmızı yanak Ege geldi.
En sonunda Elfanam ile Alpi ve Nil ile Berk! Tek eksiğimiz Antalya yolcusu Hülya ve çok özel birkaç dost...
Evde düşündüğümüzden daha keyifli vakit geçirdik. Çocuklar da mutluydu.
Aklımda kalanlar...
Ege muhteşem bukleleri ile elinde mikrofon şarkı söylüyor. "Daha dün annemizin..." şarkısını baştan sona söyleyebiliyor, inanılmaz!
Berk ile Ela arka planda ... konsantrasyon tavan yapmış, dünyadan kopmuşlar... Ege de meşhur çöp kamyonu ile bildiğimiz gibi :)
Yaramaz toplar hepsinin favorisiydi ama en çok da Berk'in:)
Arca ile Ela... Ayrı ayrı takılmaca:)
Gün boyu kutlama telefonları, uzaklardakileri yakın eden sesler... İyi geldi.
Sabahki kahvaltı kutlaması, taze papatya kokusu, Arca ile horozları kovalamaca derken bastıran yağmur eve kaçırdı bizi. İlker'in "akşam yemeğe gidelim, kutlama yapalım"ları gözümde büyüdü. Benden geçmiş kısacası.
Dün yaşadığımız muhteşem günden sonra büsbütün miskinlik çöktü.
Arca'nın ameliyattan yırtmasını kutladık can dostlarla...
Öncesinde sabah kahvesinde ablamlar vardı. Duru ile Arca klasik kudurmacalarını yaptılar. Allahtan onlar gitmeden Ela ve Hayat geldi de Arca her zamanki gibi Duru'nun arkasından ağlamadı.
Ela ile tatlı tatlı oynadılar. Derken Elif ile kırmızı yanak Ege geldi.
En sonunda Elfanam ile Alpi ve Nil ile Berk! Tek eksiğimiz Antalya yolcusu Hülya ve çok özel birkaç dost...
Evde düşündüğümüzden daha keyifli vakit geçirdik. Çocuklar da mutluydu.
Aklımda kalanlar...
Ege muhteşem bukleleri ile elinde mikrofon şarkı söylüyor. "Daha dün annemizin..." şarkısını baştan sona söyleyebiliyor, inanılmaz!
Berk ile Ela arka planda ... konsantrasyon tavan yapmış, dünyadan kopmuşlar... Ege de meşhur çöp kamyonu ile bildiğimiz gibi :)
Yaramaz toplar hepsinin favorisiydi ama en çok da Berk'in:)
Arca ile Ela... Ayrı ayrı takılmaca:)
29 Nisan 2011 Cuma
Bir kitap arayışının öyküsü (güncelleme)
Neredeyse “Alüü”nün hikayesine dönecekti.
Arca’nın karanlık korkusunu anlatmıştım. Zinhar ışıklar kapanmıyor, ortalık ışıl ışıl!
Nasıl aşarız derken Bir dolap kitabın önerdiği "Uyuyamıyor musun küçük ayı" kitabına rastladım.
Sipariş verdim. Ama stoklarda tükenmiş.
Neyse…
Kitap hiçbir internet satışında yok. Hem de istisnasız hiç birinde! İşten çaldığım bir saatlik zamanda Forum’da kitapçıları gezdim, bilmeyen de sahaflar çarşısı sanacak, hepi topu iki tane var. Neyse güzide iki kitapçının tüm Türkiye genelindeki mağazalarını tarattım, yok. Acayip hırs yaptım. Bizim oğlana o kitap bulunacak, bebem karanlık korkusundan kurtulacak. Geyikler yakamızdan düşecek, ışıklar kapatılacak ve huzurlu uykular uyunacak.
Hatırlayalım; Arca karanlıktan korkuyor, karanlık bir odada geyik gördüğünü söylüyor. Geyiklerin çok iyi hayvanlar olduğunu anlattığımızdan beri geyik var deyip yemek ve su veriyor geyiklere, biraz saçma bir durum ? Neyse artık zinhar gece odası karanlık olmuyor, uykuya dalmadan önce ışıkları kapatmak imkansız.
Kır çiçeği yayınlarına ulaştım. Önce mail attım, yok uzun sürer, direkt aradım. Basılacak ama yurtdışı ile birlikte basılıyor, adedin artması bekleniyor, tahmini Haziran dedi! Neay!! Benim bebem o zamana kadar karanlıktan korkacak mı!!
Düşün düşün! Kıyıda köşede kalmış kitapçıları tarıyorum zihnimde. Yok bir Alsancak yapmalıyım, oradaki eski kitapçılarda vardır diyorum. Derken aklıma Nadirkitap.com geldi. Şahane! Hemen girdim. Siparişi verdim, ödememi yaptım. O da ne! Ertesi günü mail gelmiş. “Ödemenizi iade edeceğiz, temin edemiyoruz kitabı” Nayır nolamaz! Bütün evren bana karşı birleşmiş olamaz!
Ben işime bu kadar sarılsam şirketi satın alırdım be!!
Yine düşün düşün. Ve yuh dedim kendime. En sevdiğim kitabevini unutmuşum. Remzi abi!! Agora’dakini aramak için açılış saatini beklemek gerekti, nasıl heyecanlıyım. Tatlı sesli bir kadın, “bizde yok, diğer şubelere bakalım” o birkaç saniyede pek çok defa atan bir kalp. “İstanbul’da görünüyor” “Hemen getirtiniz” “gelişi bir haftayı bulur ama” “Hazirandan önce olduğuna göre hiç sorun yok” adımı telefonumu bırakıyorum. Heyecanlı bekleyiş başlıyor zira stok hatası olabilir diyor bayan, beni fazla ümitlendirmek istemiyor.
Derken bam!! tahminler doğru hatalı stok, kitap fiziki olarak yok!
Alsancak'taki eski kitapçılar yeniden zihnime düştü. İlknur'u organize ettim, sağolsun dolandı, aradı, yok.
Artık ümitler kesildi, bebem ışıl ışıl uyuyacak, geyikler karanlık odalarda fink atacak!
Derken Nurtur bacı aklıma geldi. Hemen bir ilan verdim, varsa sevmeyen istemeyen ben alırım, elinizdekileri dökülün dedim. Hiç ama hiç ümidim yok.
Ege'nin güzel annesi hemen koştu derdime, "ben daha önce demiştim" dedi. Demiştir, ben unutmuşumdur. Cumartesi buluştuğumuzda getirmiş, nasıl mutluyuz. Arca "küçük Ege'nin annesi verdi" diyor elinden düşürmüyor.
Bugünlerin en sevilen kitabı, başımızın tacı!
Ruhumuza iyi geldi bu kitap, Bir dolap kitap kadar şahane anlatamayacağımdan hiç yeltenmiyorum, sizleri güzel yazıya davet ediyorum, buyurunuz:)
Ben etkilerinden bahsedeyim. Kitaptan sonra Arca artık karanlık bir odada geyik görmeyi bıraktı. Çığlık çığlığa ağlamayı da bıraktı. Karanlık bir odaya girdiğinde kımıldamıyor, beni çağırıyor, "ışığı açayım mı?" diyorum. "beni al" diyor. Kucağımda odadan çıkıyoruz. Sanırım kitabın son sahnesini temsili canlandırıyoruz. Ama en azından o eski kendini kaybetmişlik, çığlık kıyamet yok. Sonra gece yatarken yine ışıklar açık kalsın istiyor, üstüne varmıyorum, nasıl isterse, gün gelir bunu da aşarız.
Posta ilave ...
Bloğa yorum bırakmakta sıkıntı yaşayan bir annenin mail olarak gönderdiği bilgileri de paylaşmak istedim, aynen kopyalıyorum, paylaşım için tekrar teşekkür ediyorum:
Merhaba,,
Son postuna aşağıdaki yorumu bırakmaya çalıştım ama cookie ayarlarıma bir haller olduğu için yayınlayamadım.
Onun için aşağıya kopyalayarak mail atayım dedim.
Eğer yorumlara ekleyebilirsen sevinirim; belki başkaları da faydalanabilir.
Seni de oğlanı da öpüyorum. Sevgiler,
Özge.
Aslında bebelerin gece kabusu ve hayali korkularının sevindirici bir yönü de var: Dört yaşına yaklaşan kızım, 3-3.5 yaş arasındayken, aynı dönemden geçmeye başlamıştı. Bir doktor arkadaşım duyar duymaz, "Aaa..Ne güzel! Demek ki düşsel zekası çalışmaya başlamış. ‘Benim çocuğumun hiç korku dönemi olmadı’ diyen anneler üzülmeli" demişti. Bu yorumun bana çok faydası oldu, hatta koltuklarım bile kabardı J. Hem ondan, hem çocuk doktorumuzdan bu sürecin çocuğuna göre 1-4 ay sürmesinin çok sağlıklı olduğunu, o süre içinde katiyen korkuların üzerine gitmememiz gerektiğini, "Seni anlıyorum, küçükken ben de aynı şekilde korkardım. Bu çok normal" mesajı vermemiz gerektiğini salık vermişti. Ama çocukların bir süre sonra korkuları gerçekten geçse bile, bizleri kullanma eğiliminde olabileceğini, korku halinin gerçek olup olmadığını "gözlerindeki dehşet ifadesi"nden anlayabileceğimi eklemişlerdi.
Bir de benim aklıma bir fikir gelmişti: Bahçeden iki "sihirli yaprak" seçip, bu yaprakların kouyucu ve kötü rüya kovucu olduğunu ve "çoğu zaman" işe yarayacağını söylerek yastık kılıfının içine koymuştuk beraberce. Ve o kızımda çok işe yaradı. Israrla yapraklı yastığını istedi ve bu onu çok rahatlattı. İlk sabah kabus görmeden uyanınca, “Gerçekten işe yaradı anne!” diyişini unutamam…
Gerçekten de bir iki ay sonra o kabus - korku dönemimiz bitti.
Her dönem geçtiği gibi bu da geçecek :)
Sevgiler,
Özge.
Arca’nın karanlık korkusunu anlatmıştım. Zinhar ışıklar kapanmıyor, ortalık ışıl ışıl!
Nasıl aşarız derken Bir dolap kitabın önerdiği "Uyuyamıyor musun küçük ayı" kitabına rastladım.
Sipariş verdim. Ama stoklarda tükenmiş.
Neyse…
Kitap hiçbir internet satışında yok. Hem de istisnasız hiç birinde! İşten çaldığım bir saatlik zamanda Forum’da kitapçıları gezdim, bilmeyen de sahaflar çarşısı sanacak, hepi topu iki tane var. Neyse güzide iki kitapçının tüm Türkiye genelindeki mağazalarını tarattım, yok. Acayip hırs yaptım. Bizim oğlana o kitap bulunacak, bebem karanlık korkusundan kurtulacak. Geyikler yakamızdan düşecek, ışıklar kapatılacak ve huzurlu uykular uyunacak.
Hatırlayalım; Arca karanlıktan korkuyor, karanlık bir odada geyik gördüğünü söylüyor. Geyiklerin çok iyi hayvanlar olduğunu anlattığımızdan beri geyik var deyip yemek ve su veriyor geyiklere, biraz saçma bir durum ? Neyse artık zinhar gece odası karanlık olmuyor, uykuya dalmadan önce ışıkları kapatmak imkansız.
Kır çiçeği yayınlarına ulaştım. Önce mail attım, yok uzun sürer, direkt aradım. Basılacak ama yurtdışı ile birlikte basılıyor, adedin artması bekleniyor, tahmini Haziran dedi! Neay!! Benim bebem o zamana kadar karanlıktan korkacak mı!!
Düşün düşün! Kıyıda köşede kalmış kitapçıları tarıyorum zihnimde. Yok bir Alsancak yapmalıyım, oradaki eski kitapçılarda vardır diyorum. Derken aklıma Nadirkitap.com geldi. Şahane! Hemen girdim. Siparişi verdim, ödememi yaptım. O da ne! Ertesi günü mail gelmiş. “Ödemenizi iade edeceğiz, temin edemiyoruz kitabı” Nayır nolamaz! Bütün evren bana karşı birleşmiş olamaz!
Ben işime bu kadar sarılsam şirketi satın alırdım be!!
Yine düşün düşün. Ve yuh dedim kendime. En sevdiğim kitabevini unutmuşum. Remzi abi!! Agora’dakini aramak için açılış saatini beklemek gerekti, nasıl heyecanlıyım. Tatlı sesli bir kadın, “bizde yok, diğer şubelere bakalım” o birkaç saniyede pek çok defa atan bir kalp. “İstanbul’da görünüyor” “Hemen getirtiniz” “gelişi bir haftayı bulur ama” “Hazirandan önce olduğuna göre hiç sorun yok” adımı telefonumu bırakıyorum. Heyecanlı bekleyiş başlıyor zira stok hatası olabilir diyor bayan, beni fazla ümitlendirmek istemiyor.
Derken bam!! tahminler doğru hatalı stok, kitap fiziki olarak yok!
Alsancak'taki eski kitapçılar yeniden zihnime düştü. İlknur'u organize ettim, sağolsun dolandı, aradı, yok.
Artık ümitler kesildi, bebem ışıl ışıl uyuyacak, geyikler karanlık odalarda fink atacak!
Derken Nurtur bacı aklıma geldi. Hemen bir ilan verdim, varsa sevmeyen istemeyen ben alırım, elinizdekileri dökülün dedim. Hiç ama hiç ümidim yok.
Ege'nin güzel annesi hemen koştu derdime, "ben daha önce demiştim" dedi. Demiştir, ben unutmuşumdur. Cumartesi buluştuğumuzda getirmiş, nasıl mutluyuz. Arca "küçük Ege'nin annesi verdi" diyor elinden düşürmüyor.
Bugünlerin en sevilen kitabı, başımızın tacı!
Ruhumuza iyi geldi bu kitap, Bir dolap kitap kadar şahane anlatamayacağımdan hiç yeltenmiyorum, sizleri güzel yazıya davet ediyorum, buyurunuz:)
Ben etkilerinden bahsedeyim. Kitaptan sonra Arca artık karanlık bir odada geyik görmeyi bıraktı. Çığlık çığlığa ağlamayı da bıraktı. Karanlık bir odaya girdiğinde kımıldamıyor, beni çağırıyor, "ışığı açayım mı?" diyorum. "beni al" diyor. Kucağımda odadan çıkıyoruz. Sanırım kitabın son sahnesini temsili canlandırıyoruz. Ama en azından o eski kendini kaybetmişlik, çığlık kıyamet yok. Sonra gece yatarken yine ışıklar açık kalsın istiyor, üstüne varmıyorum, nasıl isterse, gün gelir bunu da aşarız.
Posta ilave ...
Bloğa yorum bırakmakta sıkıntı yaşayan bir annenin mail olarak gönderdiği bilgileri de paylaşmak istedim, aynen kopyalıyorum, paylaşım için tekrar teşekkür ediyorum:
Merhaba,,
Son postuna aşağıdaki yorumu bırakmaya çalıştım ama cookie ayarlarıma bir haller olduğu için yayınlayamadım.
Onun için aşağıya kopyalayarak mail atayım dedim.
Eğer yorumlara ekleyebilirsen sevinirim; belki başkaları da faydalanabilir.
Seni de oğlanı da öpüyorum. Sevgiler,
Özge.
Aslında bebelerin gece kabusu ve hayali korkularının sevindirici bir yönü de var: Dört yaşına yaklaşan kızım, 3-3.5 yaş arasındayken, aynı dönemden geçmeye başlamıştı. Bir doktor arkadaşım duyar duymaz, "Aaa..Ne güzel! Demek ki düşsel zekası çalışmaya başlamış. ‘Benim çocuğumun hiç korku dönemi olmadı’ diyen anneler üzülmeli" demişti. Bu yorumun bana çok faydası oldu, hatta koltuklarım bile kabardı J. Hem ondan, hem çocuk doktorumuzdan bu sürecin çocuğuna göre 1-4 ay sürmesinin çok sağlıklı olduğunu, o süre içinde katiyen korkuların üzerine gitmememiz gerektiğini, "Seni anlıyorum, küçükken ben de aynı şekilde korkardım. Bu çok normal" mesajı vermemiz gerektiğini salık vermişti. Ama çocukların bir süre sonra korkuları gerçekten geçse bile, bizleri kullanma eğiliminde olabileceğini, korku halinin gerçek olup olmadığını "gözlerindeki dehşet ifadesi"nden anlayabileceğimi eklemişlerdi.
Bir de benim aklıma bir fikir gelmişti: Bahçeden iki "sihirli yaprak" seçip, bu yaprakların kouyucu ve kötü rüya kovucu olduğunu ve "çoğu zaman" işe yarayacağını söylerek yastık kılıfının içine koymuştuk beraberce. Ve o kızımda çok işe yaradı. Israrla yapraklı yastığını istedi ve bu onu çok rahatlattı. İlk sabah kabus görmeden uyanınca, “Gerçekten işe yaradı anne!” diyişini unutamam…
Gerçekten de bir iki ay sonra o kabus - korku dönemimiz bitti.
Her dönem geçtiği gibi bu da geçecek :)
Sevgiler,
Özge.
27 Nisan 2011 Çarşamba
Şimdi haberler!
Yayınımıza Günün Çorbası ailesinden derlediğimiz haber turumuzla devam ediyoruz...
-------------------------------------------------------------------
Sakarlığın kitabı yazıldı!
İmza gününde konuşan yazar Yeliz , yeni ciltlerin de hazır olduğunun müjdesini verdi.
İkinci Cilt: Sakarlıkta annelik
Üçüncü Cilt: İleri sakarlık
Çok yakında seçkin kitapçıların raflarında!!
-------------------------------------------------------------------
Yeliz evin muhtelif yerlerine dağılmış oyuncak arabaları ezme ve üzerlerine basma konusunda rekora koşuyor! Son olarak Arca’nın imparator adını taktığı damperli kamyonu görmedi ve çarpmak suretiyle düştü. İmparatorun boyutunu tam olarak anlamak için Arca’nın kamyonun yanında çekilmiş fotoğrafı ile haberimize son veriyor, Yeliz’in sakarlığı ve körlüğü konusundaki değerlendirmeleri size bırakıyoruz!
-------------------------------------------------------------------
Rutin hayatlar seri katiller için biçilmiş kaftan!
Bu haber üzerine rutinden şaşma çalışmalarına başlayan Yeliz muhtemel bir seri katil saldırısından yırtmak için eve dönüş yolunu değiştirdi. Ancak yolu kaybetti ve İlker dalgasını geçmesin diye bu hadiseyi sır gibi sakladığı sanılıyor.
-------------------------------------------------------------------
Gün geçmiyor ki Arca saçma oyunlarına bir yenisini eklemesin!
Kitapları üst üste yığmanın eğlenceli olduğuna karar veren Arca’nın boyuna yaklaşması ilginç görüntülere sahne oldu. Kitap kulesinin yanında hatıra fotoğrafı çektiren Arca, Ayıcık'ını çok sevdiğini söylemeyi de ihmal etmedi.
-------------------------------------------------------------------
Arca’nın yanında uyuyakalma konusunda Yeliz sınırları zorluyor. Hatta kendini aştı diyebiliriz. Evde misafir varken Arca’nın yanına kıvrılıp uyuyakalmak sıradanlaştı. Son olarak gittiği misafirlikte Arca’yı uyutacağım diye onunla odaya girip uyuyakaldı. Uyandıralım diyen İlker’e “yazık yorulmuş uyusun” denince eve gitmeden önce dürtülmek suretiyle kaldırıldı. Hal hatır sorup mahmur gözlerle eve yollandı. Uzmanlar bu arkadaşlığın bitmemesini 20 yıllık geçmişlerine bağlıyor!
-------------------------------------------------------------------
Sakarlığın kitabı yazıldı!
İmza gününde konuşan yazar Yeliz , yeni ciltlerin de hazır olduğunun müjdesini verdi.
İkinci Cilt: Sakarlıkta annelik
Üçüncü Cilt: İleri sakarlık
Çok yakında seçkin kitapçıların raflarında!!
-------------------------------------------------------------------
Yeliz evin muhtelif yerlerine dağılmış oyuncak arabaları ezme ve üzerlerine basma konusunda rekora koşuyor! Son olarak Arca’nın imparator adını taktığı damperli kamyonu görmedi ve çarpmak suretiyle düştü. İmparatorun boyutunu tam olarak anlamak için Arca’nın kamyonun yanında çekilmiş fotoğrafı ile haberimize son veriyor, Yeliz’in sakarlığı ve körlüğü konusundaki değerlendirmeleri size bırakıyoruz!
-------------------------------------------------------------------
Rutin hayatlar seri katiller için biçilmiş kaftan!
Bu haber üzerine rutinden şaşma çalışmalarına başlayan Yeliz muhtemel bir seri katil saldırısından yırtmak için eve dönüş yolunu değiştirdi. Ancak yolu kaybetti ve İlker dalgasını geçmesin diye bu hadiseyi sır gibi sakladığı sanılıyor.
-------------------------------------------------------------------
Gün geçmiyor ki Arca saçma oyunlarına bir yenisini eklemesin!
Kitapları üst üste yığmanın eğlenceli olduğuna karar veren Arca’nın boyuna yaklaşması ilginç görüntülere sahne oldu. Kitap kulesinin yanında hatıra fotoğrafı çektiren Arca, Ayıcık'ını çok sevdiğini söylemeyi de ihmal etmedi.
-------------------------------------------------------------------
Arca’nın yanında uyuyakalma konusunda Yeliz sınırları zorluyor. Hatta kendini aştı diyebiliriz. Evde misafir varken Arca’nın yanına kıvrılıp uyuyakalmak sıradanlaştı. Son olarak gittiği misafirlikte Arca’yı uyutacağım diye onunla odaya girip uyuyakaldı. Uyandıralım diyen İlker’e “yazık yorulmuş uyusun” denince eve gitmeden önce dürtülmek suretiyle kaldırıldı. Hal hatır sorup mahmur gözlerle eve yollandı. Uzmanlar bu arkadaşlığın bitmemesini 20 yıllık geçmişlerine bağlıyor!
26 Nisan 2011 Salı
"İt Kuyruğu"ndan nerelere
Hiç unutmuyorum, bir gün babam elinde bir kitapla çıkageldi.
Aziz Nesin, “İt Kuyruğu”.
Biz ablamla o yıllar Aziz Nesin’in bütün kitaplarını okuyoruz, tapıyoruz o gümüş saçlı adama. Ben, pek Şeker portakalı gibi o yılların tüm çocuklarının okuduğu kitapları okumadım. Kitaplarla dostluğumun temelidir Aziz Nesin. Ablam bitirsin de ben de okuyayım diye gözünün içine bakardım.
Neyse babam imza gününe gitmiş, üşenmemiş sıraya girmiş, (normalde sıkıntıya gelemez) “Yeliz ve Yeşim” için imzalatmış.
Hayatımdaki ilk imzalı kitabım, hem de ilk hayranı olduğum yazarın kitabı. Ablamla yarışmıştık kim önce okuyacak diye. Hani yazar olunca el yazısı da güzel olacak gibi bir düşünce mi yerleşmiş ne, uzun uzun bakmıştım el yazısına.
Ben kitap dağıtan türüyüm, elimde kitap pek durmaz, illa ki birileri de okusun diye dağıtırım. Arkasını da aramam, kitaplık hep boştur. Ama o kitap hala durur, ara ara açıp Aziz Nesin’in el yazısına bakarım. Özeldir…
İzmir’de kitap fuarı vardı. İmza kuyruklarına girmeye niyetim yoktu sadece atmosferi koklamak istemiştim. Geçen hafta maaile yatak döşek yatarken İlknur arayıp bir şey istiyor musun fuardan dediğinde, kesinlikle gideceğimi söylemem bundandı.
Cumartesi aksilikler birbirini kovaladı ve yoğun programa sıkışamadı.
Bu arada istisnasız bütün gün Arca öksürdü. Burnu dolu, temizletmez… Gece bütün gece öksürmekten uyumaz, uyutmaz… Neden anlatıyorum? Çünkü Pazar günümüzün gelişi Cumartesi gecesinden belliydi.
Pazar sabahı o bütün gece uyumayan adam oymuş gibi keyifliydi. Hemen programı yaptık. Erkenden fuara gidiyoruz, Arca İlker ikilisi çimlerde debeleniyor, Yeliz kitap fuarını geziyor… Arca arıza çıkarıp 11:30’da öğle uykusuna yatınca Kitap Fuarı yalan oldu. İlker bana kıyamadı, şansımızı öğleden sonra denedik ama fuar girişi hınca hınç dolu. Ufaktan bir gösteri var, Arca protest bebek el çırparak eyleme katıldı.
Bir fuar girişine, bir de İlker ile Arca’nın o kapalı alana girmektense çimlerde koşmak isteyen ifadelerine baktım. Burnuma kitap kokusu geldi, aklıma o imzalı bir kitabın anısı düştü. Her kararımdan önce yaptığım gibi alt dudağımı dişledim,
“HADİ!!” dedim,
“Lunapark’a gidiyoruz! “
Çocukluk anılarımızı tazeledik. Arca çarpışan arabalara binmek için, İlker beni Kamikazeye bindirmek için yalvardı. Bense sadece birkaç kare fotoğraf çekmekle yetindim.
Çimlerde koştuk, kuşları kovaladık, Tea&Pot’a yürüdük.
Kitap fuarı içimde kalmadı desem yalan olur ama pişman olmadığım kesin : )
Aziz Nesin, “İt Kuyruğu”.
Biz ablamla o yıllar Aziz Nesin’in bütün kitaplarını okuyoruz, tapıyoruz o gümüş saçlı adama. Ben, pek Şeker portakalı gibi o yılların tüm çocuklarının okuduğu kitapları okumadım. Kitaplarla dostluğumun temelidir Aziz Nesin. Ablam bitirsin de ben de okuyayım diye gözünün içine bakardım.
Neyse babam imza gününe gitmiş, üşenmemiş sıraya girmiş, (normalde sıkıntıya gelemez) “Yeliz ve Yeşim” için imzalatmış.
Hayatımdaki ilk imzalı kitabım, hem de ilk hayranı olduğum yazarın kitabı. Ablamla yarışmıştık kim önce okuyacak diye. Hani yazar olunca el yazısı da güzel olacak gibi bir düşünce mi yerleşmiş ne, uzun uzun bakmıştım el yazısına.
Ben kitap dağıtan türüyüm, elimde kitap pek durmaz, illa ki birileri de okusun diye dağıtırım. Arkasını da aramam, kitaplık hep boştur. Ama o kitap hala durur, ara ara açıp Aziz Nesin’in el yazısına bakarım. Özeldir…
İzmir’de kitap fuarı vardı. İmza kuyruklarına girmeye niyetim yoktu sadece atmosferi koklamak istemiştim. Geçen hafta maaile yatak döşek yatarken İlknur arayıp bir şey istiyor musun fuardan dediğinde, kesinlikle gideceğimi söylemem bundandı.
Cumartesi aksilikler birbirini kovaladı ve yoğun programa sıkışamadı.
Bu arada istisnasız bütün gün Arca öksürdü. Burnu dolu, temizletmez… Gece bütün gece öksürmekten uyumaz, uyutmaz… Neden anlatıyorum? Çünkü Pazar günümüzün gelişi Cumartesi gecesinden belliydi.
Pazar sabahı o bütün gece uyumayan adam oymuş gibi keyifliydi. Hemen programı yaptık. Erkenden fuara gidiyoruz, Arca İlker ikilisi çimlerde debeleniyor, Yeliz kitap fuarını geziyor… Arca arıza çıkarıp 11:30’da öğle uykusuna yatınca Kitap Fuarı yalan oldu. İlker bana kıyamadı, şansımızı öğleden sonra denedik ama fuar girişi hınca hınç dolu. Ufaktan bir gösteri var, Arca protest bebek el çırparak eyleme katıldı.
Bir fuar girişine, bir de İlker ile Arca’nın o kapalı alana girmektense çimlerde koşmak isteyen ifadelerine baktım. Burnuma kitap kokusu geldi, aklıma o imzalı bir kitabın anısı düştü. Her kararımdan önce yaptığım gibi alt dudağımı dişledim,
“HADİ!!” dedim,
“Lunapark’a gidiyoruz! “
Çocukluk anılarımızı tazeledik. Arca çarpışan arabalara binmek için, İlker beni Kamikazeye bindirmek için yalvardı. Bense sadece birkaç kare fotoğraf çekmekle yetindim.
Çimlerde koştuk, kuşları kovaladık, Tea&Pot’a yürüdük.
Kitap fuarı içimde kalmadı desem yalan olur ama pişman olmadığım kesin : )
25 Nisan 2011 Pazartesi
Hastaneden rapor çıktı!
Ameliyat olmayacak Arca!
Kist iyileşmiş, görünmüyormuş!!
Bundan sonra daha dikkatli olacağız, vücudun enfeksiyonlara karşı kist oluşturması olasılığı yüksek olduğundan bağışıklık sistemi yüksek tutacağız, dikkatli olacağız...
Bundan daha iyi bir sonuç olamazdı herhalde!!
Teşekkür etmek çok kuru kalıyor, tanıyan tanımayan herkes dualarla kalbimiz oldu !
Kist iyileşmiş, görünmüyormuş!!
Bundan sonra daha dikkatli olacağız, vücudun enfeksiyonlara karşı kist oluşturması olasılığı yüksek olduğundan bağışıklık sistemi yüksek tutacağız, dikkatli olacağız...
Bundan daha iyi bir sonuç olamazdı herhalde!!
Teşekkür etmek çok kuru kalıyor, tanıyan tanımayan herkes dualarla kalbimiz oldu !
İnkar, itiraz, inat ve diğerleri
Günün çorbası ailesi “Arca’nın iki yaş halleri top 10 listesi”ni iftiharla sunar.
#10 : İnadım inat dötüm iki kanat
diye veciz bir söz vardır. Geçende bu sözü Arca’nın en inat anında söyleyiverdim. Hay bin kunduz! Anında söylemeye başladı. Annenin krizle başa çıkma yöntemine alkış alalım!
#9: Listemizin 9 numarasında Arca’nın beğendiği bir anekdotu yüzlerce defa söyletmesi var. Misal, İlker anne panda ile yavru pandayı konuşturmuş, kavuşmuşlar öpüşmüşler. Bunu yüzlerce defa yaptırmış. Başka konuya zinhar döndürmüyor. Taktı mı takıyor. Bu hikaye dönüp dolaşıp bende patladı tabii!
#8 : Çıplak gezme.
Eskiden yemeğini kendi yesin, üst baş batsın çıksın hiiç umrumda olmazdı. Allah biliyor ya şimdi üç gün ay kıyafetle gezdirebilirim, koksun umrumda değil. Gece uyuduktan sonra altını değiştirir oldum. En güzel çocuk = uyuyan çocuk! Öyle böyle değil, kızlarla Kordon’da takılmaya gittiğimizde İlker’le bizi almaya geleceklerdi, çıplak kalmakta ısrar ettiği için taksiyle eve dönmek zorunda kaldım!
#7: “Gezmeye gitmeyelim, eve dönelim, eve girmeyelim”
Bak bu çok ilginç. Evden çıkman gerekir; “Gitmeyelim evde kalalım” bir şekilde çıkarsın gittiğin yerde başlar “eve dönelim”, iyi hadi eve dönersin “eve girmeyelim, gezelim”
Yorumsuz!
#6: İtiraz!
Sık sık aşağıdakine benzer diyaloglar dönüyor evde. Kitap okuyoruz…
“…. Dülger balığı da pisibalığına anlatmış…”
“ANLATMAMIŞ”
“Anlatmış annecim.”
“ANLATMAMIŞ”
.
.
“Peki Arca anlatmamış”
Sürekli bir olumsuzluk halleri
#5: Bir de inkar var.
“Arca bugün yemeğini pek güzel yemiş”
“YEMEMİŞ!”
“Yemişsin annecim”
“YEMEDİM!”
Ümit abla devreye girer, “Arca yedin ya oğluşum”
“YEMEDİMMMMM”
“Peki Arca yemedin!”
#4: Anne gel…
bu çok şahane… başka bir şeyle ilgileniyordur, sıvışırsın, sen de başka bir şeylere yönelirsin hop ensede biter, “anne gel!” ee hadi oynayalım, yok oturacaksın onun yanında o özgürce oynayacak, sen bakacaksın.
İşin kötüsü başka birşeyle ilgilenmeye yemek yemek tuvalet ihtiyacını gidermek de dahil!
#3 : Nedensiz yere ağlama krizleri.
Aslında nedeni var kendince ama bir anda ağlayınca çözemiyorsun nedensiz geliyor. Mesela geçen akşam yemek yiyoruz. Tavukları ve patatesleri küçük parçalar halinde önündeki tabağa koyuyorum, o da yiyor. Bir patates parçası çok büyük olmuş, onun tabağında iken bölme gafletinde bulundum. Başladı ağlamaya ama nasıl ağlamak. Önce anlamadık, meğer bölmeee büyük kalsııınn diyormuş. İyi de birleştiremiyoruz da, böldük bi kere… Neyse “ağla açılırsın” ile sakinledi bir şekilde, hala içini çeke çeke büyük kalsın diyordu.
#2 : Uyumama sendromu…
Karı koca fikir ayrılığına dönüşen bu madde ayrı bir post konusudur. Sadece gözleri kapanmasına rağmen uyumaya direnen ve sonunda ayakta uyuyan bir bebem var!
#1 : Açık ara zirveye oturan hadise. Kendim yapacağım sendromu. Bunu açıklamaya gerek yok, yemeği kendi yapacak, kendi yiyecek, müziği kendi açacak, kitabı kendi alacak, kendi koyacak.
Gece uyanır, anneyi huzuruna çağırır, su verirsin, basar yaygarayı bokuyla kavgalı. Neden sonra anlarsın meğer suyunu ben vermeyecekmişim o kendisi alacakmış.
Hiç abartmıyorum, bir sabah biz kahvaltı ederken Arca’nın sesi geldi.. “olmuyo olmuyo!!” Baktık, bütün kitaplar yerde, tek bir tane kitabı en üst rafa koymaya çalışıyor. Tabii ki yardım söz konusu bile olamaz. Anlatıyorum, uğraşıyor, yine olmuyor. Neyse.. aldım tostumu, çayımı, oturdum odasında, bu uğraşıyor ben seyrediyorum. Çözemiyor kudurdu. İçimden çatlıyorum gülmekten, ama yüzüm şekilden şekle giriyor, çaktırmıyorum, bi daha dene annecim başarırsın annecim… gaz veriyorum. Neyse ki benim kadar gaddar olmayan babası taburesini hatırlattı. Allahım alkış kıyamet! Sanırsın bizim oğlan milli sporcu oldu, madalya aldı!
Ne diyelim hoşgeldin iki yaş :)
#10 : İnadım inat dötüm iki kanat
diye veciz bir söz vardır. Geçende bu sözü Arca’nın en inat anında söyleyiverdim. Hay bin kunduz! Anında söylemeye başladı. Annenin krizle başa çıkma yöntemine alkış alalım!
#9: Listemizin 9 numarasında Arca’nın beğendiği bir anekdotu yüzlerce defa söyletmesi var. Misal, İlker anne panda ile yavru pandayı konuşturmuş, kavuşmuşlar öpüşmüşler. Bunu yüzlerce defa yaptırmış. Başka konuya zinhar döndürmüyor. Taktı mı takıyor. Bu hikaye dönüp dolaşıp bende patladı tabii!
#8 : Çıplak gezme.
Eskiden yemeğini kendi yesin, üst baş batsın çıksın hiiç umrumda olmazdı. Allah biliyor ya şimdi üç gün ay kıyafetle gezdirebilirim, koksun umrumda değil. Gece uyuduktan sonra altını değiştirir oldum. En güzel çocuk = uyuyan çocuk! Öyle böyle değil, kızlarla Kordon’da takılmaya gittiğimizde İlker’le bizi almaya geleceklerdi, çıplak kalmakta ısrar ettiği için taksiyle eve dönmek zorunda kaldım!
#7: “Gezmeye gitmeyelim, eve dönelim, eve girmeyelim”
Bak bu çok ilginç. Evden çıkman gerekir; “Gitmeyelim evde kalalım” bir şekilde çıkarsın gittiğin yerde başlar “eve dönelim”, iyi hadi eve dönersin “eve girmeyelim, gezelim”
Yorumsuz!
#6: İtiraz!
Sık sık aşağıdakine benzer diyaloglar dönüyor evde. Kitap okuyoruz…
“…. Dülger balığı da pisibalığına anlatmış…”
“ANLATMAMIŞ”
“Anlatmış annecim.”
“ANLATMAMIŞ”
.
.
“Peki Arca anlatmamış”
Sürekli bir olumsuzluk halleri
#5: Bir de inkar var.
“Arca bugün yemeğini pek güzel yemiş”
“YEMEMİŞ!”
“Yemişsin annecim”
“YEMEDİM!”
Ümit abla devreye girer, “Arca yedin ya oğluşum”
“YEMEDİMMMMM”
“Peki Arca yemedin!”
#4: Anne gel…
bu çok şahane… başka bir şeyle ilgileniyordur, sıvışırsın, sen de başka bir şeylere yönelirsin hop ensede biter, “anne gel!” ee hadi oynayalım, yok oturacaksın onun yanında o özgürce oynayacak, sen bakacaksın.
İşin kötüsü başka birşeyle ilgilenmeye yemek yemek tuvalet ihtiyacını gidermek de dahil!
#3 : Nedensiz yere ağlama krizleri.
Aslında nedeni var kendince ama bir anda ağlayınca çözemiyorsun nedensiz geliyor. Mesela geçen akşam yemek yiyoruz. Tavukları ve patatesleri küçük parçalar halinde önündeki tabağa koyuyorum, o da yiyor. Bir patates parçası çok büyük olmuş, onun tabağında iken bölme gafletinde bulundum. Başladı ağlamaya ama nasıl ağlamak. Önce anlamadık, meğer bölmeee büyük kalsııınn diyormuş. İyi de birleştiremiyoruz da, böldük bi kere… Neyse “ağla açılırsın” ile sakinledi bir şekilde, hala içini çeke çeke büyük kalsın diyordu.
#2 : Uyumama sendromu…
Karı koca fikir ayrılığına dönüşen bu madde ayrı bir post konusudur. Sadece gözleri kapanmasına rağmen uyumaya direnen ve sonunda ayakta uyuyan bir bebem var!
#1 : Açık ara zirveye oturan hadise. Kendim yapacağım sendromu. Bunu açıklamaya gerek yok, yemeği kendi yapacak, kendi yiyecek, müziği kendi açacak, kitabı kendi alacak, kendi koyacak.
Gece uyanır, anneyi huzuruna çağırır, su verirsin, basar yaygarayı bokuyla kavgalı. Neden sonra anlarsın meğer suyunu ben vermeyecekmişim o kendisi alacakmış.
Hiç abartmıyorum, bir sabah biz kahvaltı ederken Arca’nın sesi geldi.. “olmuyo olmuyo!!” Baktık, bütün kitaplar yerde, tek bir tane kitabı en üst rafa koymaya çalışıyor. Tabii ki yardım söz konusu bile olamaz. Anlatıyorum, uğraşıyor, yine olmuyor. Neyse.. aldım tostumu, çayımı, oturdum odasında, bu uğraşıyor ben seyrediyorum. Çözemiyor kudurdu. İçimden çatlıyorum gülmekten, ama yüzüm şekilden şekle giriyor, çaktırmıyorum, bi daha dene annecim başarırsın annecim… gaz veriyorum. Neyse ki benim kadar gaddar olmayan babası taburesini hatırlattı. Allahım alkış kıyamet! Sanırsın bizim oğlan milli sporcu oldu, madalya aldı!
Ne diyelim hoşgeldin iki yaş :)
23 Nisan 2011 Cumartesi
Hafta sonu neşesi, Enjoy:)
İzmirli annelerin mail grubundan düşen yazı, çok güldüm, haftasonu neşesi, tadını çıkarın.
----- Çok bilmişin uyarısı geldi Alıntı şu adrestenmiş, valla şahane, teşekkürler:) ----------
* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; bilgisayar çantasını karısına vererek sadece oğlunu kucaklayana da BABA denir.
* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.
* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.
* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.
* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.
* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.
* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.
Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.
----- Çok bilmişin uyarısı geldi Alıntı şu adrestenmiş, valla şahane, teşekkürler:) ----------
* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; bilgisayar çantasını karısına vererek sadece oğlunu kucaklayana da BABA denir.
* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.
* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.
* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.
* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.
* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.
* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.
Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.
22 Nisan 2011 Cuma
Kısa kısa ... çok kısa ...
Geçende “Bir Kadın bir erkek” dizisine rastladım. İlker yatağa gitmiş olmasa uyandırıp zorla izletecektim. Acayip komik bir bölümdü. Zeynep karakteri aynı ben, bazen kendimi cidden onun kadar sığ hissediyorum. Hiçbir zaman derin, anlaşılmaz, gizemli, ağırbaşlı bir kadın olmadım zaten, o sorun değil de Zeynep’in sığlığında bir komiklik var, sıcaklık var, kendimden bir şeyler var o tiplemede. Neyse çok güldüğüm bölümde Zeynep fotoğrafçılığa merak salıyor (Allah Allah kime benziyor:) Daha komiği Ozan’ın olur olmaz ev hallerini çekip bir de blog açıp bir de bloga koyuyor. İlker’le ilgili çok pis fikirler verdi bana : )
Ev dekorasyon çalışmalarına başlamam yakındır. Mevsim geçişlerindeki dellenmelerim yine karnımda kelebekler uçuşturmaya başladı. Dokuz sene oldu evleneli, İstanbul’da bir başımıza çocuk aklımızla seçtiğimiz eşyalar dökülüyor artık. Nevresimler erimiş, Ayşe teyze cırtı oldu.Ee Ace kullanmazsan! Günlük kullandığımız yemek takımlarının desenleri kaybolmuş, hatırlamıyorum, çiçek mi vardı böcek mi? Çatal kaşık takımının plastikleri kırıldı, derme çatma, bardaklar bulaşık makinası lekeleri dolu… Arca sağ olsun yatak da zıplanmaktan çöktü. En çok da balkona takığım, balkon mevsimi gelmeden el atmam lazım.
Yeliz kıza yeniden çeyiz düzeceğiz bu gidişle!
Ben bütün alışveriş, fırsat sitelerine üyeyimdir, her gün yüzlerce mail gelir, hepsi başka bir klasörde toplanır. Çoğuna bakamadan hop kampanyaları biter zaten. Şimdiye kadar bir defa ilk heves bir cüzdan aldım, bir defa Topolino fırsatı yakaladık, burnumuzdan geldi, bir defa da birileri hatırlattı, fotoğrafçılık kursuna indirimli dahil oldum. Başka da bir alışverişim olmamıştı. Kendimi tuttuğumdan mı? Yoo, sadece çok cimriyim, hepsine bir kulp bulup satın almıyorum. Neyse aylar sonra ilk defa nevresim takımı aldım, bakalım nasıl olacak? Şimdiden dekorasyon yönünde bir maddenin üzerini çizebilirim.
Cuma güzeldir, candır neşedir. Güneş yüzünü göstermeye başladı, benim dilek ve şikayet kutumdan bir şikayet eksildi bile : )
Ve hayatımda çok küçük bir sayfa kapandı… Tazelenmiş, temizlenmiş, yenilenmiş, enerjik hissediyorum kendimi ve bir defa daha hayatın bana sunduğu fırsatlar için şükrediyorum.
Ev dekorasyon çalışmalarına başlamam yakındır. Mevsim geçişlerindeki dellenmelerim yine karnımda kelebekler uçuşturmaya başladı. Dokuz sene oldu evleneli, İstanbul’da bir başımıza çocuk aklımızla seçtiğimiz eşyalar dökülüyor artık. Nevresimler erimiş, Ayşe teyze cırtı oldu.Ee Ace kullanmazsan! Günlük kullandığımız yemek takımlarının desenleri kaybolmuş, hatırlamıyorum, çiçek mi vardı böcek mi? Çatal kaşık takımının plastikleri kırıldı, derme çatma, bardaklar bulaşık makinası lekeleri dolu… Arca sağ olsun yatak da zıplanmaktan çöktü. En çok da balkona takığım, balkon mevsimi gelmeden el atmam lazım.
Yeliz kıza yeniden çeyiz düzeceğiz bu gidişle!
Ben bütün alışveriş, fırsat sitelerine üyeyimdir, her gün yüzlerce mail gelir, hepsi başka bir klasörde toplanır. Çoğuna bakamadan hop kampanyaları biter zaten. Şimdiye kadar bir defa ilk heves bir cüzdan aldım, bir defa Topolino fırsatı yakaladık, burnumuzdan geldi, bir defa da birileri hatırlattı, fotoğrafçılık kursuna indirimli dahil oldum. Başka da bir alışverişim olmamıştı. Kendimi tuttuğumdan mı? Yoo, sadece çok cimriyim, hepsine bir kulp bulup satın almıyorum. Neyse aylar sonra ilk defa nevresim takımı aldım, bakalım nasıl olacak? Şimdiden dekorasyon yönünde bir maddenin üzerini çizebilirim.
Cuma güzeldir, candır neşedir. Güneş yüzünü göstermeye başladı, benim dilek ve şikayet kutumdan bir şikayet eksildi bile : )
Ve hayatımda çok küçük bir sayfa kapandı… Tazelenmiş, temizlenmiş, yenilenmiş, enerjik hissediyorum kendimi ve bir defa daha hayatın bana sunduğu fırsatlar için şükrediyorum.
21 Nisan 2011 Perşembe
İnsanlar konuşa konuşa ...
Arca’nın kelimelere dökülmesinden dolayı mutluyum. Yeni bir çağ başladı bizim evde. Çok işime yarıyor, derdi mi var? Anlatıyor. aklından zilyon tane düşünce geçirirken kendini ifade edememek çok sancılı olsa gerek. Ancak iki yaş civarındaki çocuklar anlayabilir, bizler için zor.
En azından acıktı mı, bir yeri acıdı mı… anlatıyor.
Konuşması çok eğlenceli, işin o kısmı da var. Sık sık dumur diyaloglar dönüyor evde.
Sonra işin duygusal boyutu var. Boynuna sarılıp “anneyi seviyom” demesi. Erimiş dondurma kıvamına getirip sonra da yalıyor beni yer cücesi. İlker’den sonra beni sevdiğini söyleyerek bu kadar mutlu edecek bir canlı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Aşk boyut değiştiriyor!
Oyuncaklarıyla konuşurken dünyayı unutuyor, biraz kulak kesilirseniz, hemen ipuçlarını yakalayıveriyorsunuz. Çocuktan al haberi: )
Tabii kafa şişirdiği de oluyor. Bazen hiç susmuyor.
Çokça seviniyoruz da,
Bi kere vicdan telini titretmeyi çözmüş dana! Artık evden çıkmak eskisi kadar kolay değil, her gün ayrı bir travma.
“İşe gitme!”
“İşe gitmek zorunda, para kazanacak…”
“İş gitme para kazanma oyuncak alma, evde kal”
Eskiden de mızırdanırdı ama şimdi bir de konuşuyor, bir de o kaşlarını sağdan soldan yay çizdirip alttan alttan bakmıyor mu! Küçük Emrah işte!
Biz okkalı küfretmeyi severiz karı koca. Meğer bizim cüce sünger gibi emermiş küfürleri. En son trafikte gayri ihtiyari sarf ettiğimiz leziz küfür o…. Çocuğunu duyunca telaffuz etmekte sakınca görmedi cüce. Hem de defalarca. Üstünde durmayarak gereğinden fazla önemsemesini engellemeye çalıştık ama o gün milattı, artık küfürsüz konuşuyoruz. Ama çok önceden emilenleri ne yapacağız?
Biz bu sünger derdine çare arayaduralım, Arca ile Cansu piyano resitalinden birkaç kare düşsün günümüze...
En azından acıktı mı, bir yeri acıdı mı… anlatıyor.
Konuşması çok eğlenceli, işin o kısmı da var. Sık sık dumur diyaloglar dönüyor evde.
Sonra işin duygusal boyutu var. Boynuna sarılıp “anneyi seviyom” demesi. Erimiş dondurma kıvamına getirip sonra da yalıyor beni yer cücesi. İlker’den sonra beni sevdiğini söyleyerek bu kadar mutlu edecek bir canlı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Aşk boyut değiştiriyor!
Oyuncaklarıyla konuşurken dünyayı unutuyor, biraz kulak kesilirseniz, hemen ipuçlarını yakalayıveriyorsunuz. Çocuktan al haberi: )
Tabii kafa şişirdiği de oluyor. Bazen hiç susmuyor.
Çokça seviniyoruz da,
Bi kere vicdan telini titretmeyi çözmüş dana! Artık evden çıkmak eskisi kadar kolay değil, her gün ayrı bir travma.
“İşe gitme!”
“İşe gitmek zorunda, para kazanacak…”
“İş gitme para kazanma oyuncak alma, evde kal”
Eskiden de mızırdanırdı ama şimdi bir de konuşuyor, bir de o kaşlarını sağdan soldan yay çizdirip alttan alttan bakmıyor mu! Küçük Emrah işte!
Biz okkalı küfretmeyi severiz karı koca. Meğer bizim cüce sünger gibi emermiş küfürleri. En son trafikte gayri ihtiyari sarf ettiğimiz leziz küfür o…. Çocuğunu duyunca telaffuz etmekte sakınca görmedi cüce. Hem de defalarca. Üstünde durmayarak gereğinden fazla önemsemesini engellemeye çalıştık ama o gün milattı, artık küfürsüz konuşuyoruz. Ama çok önceden emilenleri ne yapacağız?
Biz bu sünger derdine çare arayaduralım, Arca ile Cansu piyano resitalinden birkaç kare düşsün günümüze...
20 Nisan 2011 Çarşamba
Dilek ve Şikayet Kutusu
Bahar gelsin! Yetkili makamların mevsim normallerinin altında seyreden hava koşullarına acilen müdahale etmesini bekliyorum. Görev başına! Yol boyunca eşlik eden mimozalarla kimse kandıramaz beni! Benim içim üşüyor. Baldır-ı çıplak gezmek istiyorum. İliklerim ısınsın istiyorum. Güneş istiyorum yav!!
İşlerimin yoğunluğundan şikayetçiyim. İş olsun çalışalım tabii de, her gece dükkan açmaktan gece ikiden önce yatamamaktan şikayetçiyim.
Sonra zamansızlıktan şikayetim var. “Her işe yetişeyim” olayını aştım artık, en azından bazı işleri tamamlayayım istiyorum. Misal, akşam yemek yemişiz sofra dağınık, tamam sorun değil. Bakıyorum Arca oyuncaklarıyla oynuyor, hadi zamandan kazanayım diye iki tabağı makineye koymaya çalışıyorum. Derken Arca çağırıyor, kitap okurken, hop mıçını dönüp başka bir kitabı ayıcığına okuyacağını söylüyor. Eh iyi hadi çamaşır atayım makineye diyorum. Derken tam çalıştıracağım, hop bu defa İlker çağırıyor. Arca tekrar çekiştiriyor “babayla konuşma!” Peki sarılıp öpüşüyoruz, arkasını dönünce ıslak çamaşırlar aklıma geliyor, hadi asayım derken Arca olaya dahil oluyor, bütün sepet aşağı iniyor. Düdüğün aklına suyla oynamak geliyor, iyi on dakika dinleniyorum, başındayım, zira ne halt edeceği belli olmaz. “Gözüm üzerinde, havuz yapma” diyorum (lavaboyu tıkıyor sonra sular taşıyor, buna izin yok, biliyor ama yine de yapıyor) “Mutfağa git anne!” böylece rahatlıkla yasakları delecek! Hadi üst baş değiştiriyoruz, bakıyorum kirlileri artmış, bir posta da onları yıkayalım diyorum, ama bir öncekini çalıştırmamışım ki! Döndüğümde bütün kitaplığın yerde olduğunu görüyorum. Sonra bütün oyuncakların… Yatma vakti geliyor. Bir saatlik debelenmenin sonunda uyuyor. Ve bilanço… Mutfak dağınık, hiçbir çamaşır yıkanmamış, eskiler asılmamış hatta sepetteki temizler etrafa saçılmış, bütün banyo su olmuş, kitaplar zaten yerde… Bu arada banyo yapmam, dükkanı açıp iki maile cevap yazmam gerek. Bu süreçte İlker de koltukta sızdığından dolayı destek almak mümkün değil. Yani evet zamansızlık en büyük sorunum bu aralar.
Hafta sonlarının üç güne çıkarılması için nereye dilekçe vereceğiz? Ben çok ciddiyim. Nankör bir “cumartesi çalışmayan” insan olarak hafta sonlarının arttırılmasını istiyorum! Bu hafta Cansu’nun doğum günü partisi, Kitap fuarı, eve alınması gereken kap kacak, yatak vs.. alışverişi, Duru ve ablamı görme planları, Gamze gelmiş Ege’nin annesi, görebilir miyiz acaba telaşı, İzmirli annelerin 23 Nisan eğlencesi… Hangisini yapacağız?
Arca’ya doğum günü partisi yapabilmeyi diliyorum. Bir kutu parti malzemesi kargodan geldiğinden beri açılmadı. Şöyle coşmacalı bir parti yapamadım bebeme, halbuki iki yaş için çok eğlenceli parti planlarım vardı. Haftaya belki?
En çok da sağlık diliyorum, sağlık olmadan hiç biri olmuyor tabii ki… Olumlu sonuçlar, mutlu başlangıçlar… Olumsuzlukları tümden ardımızda bırakmak… Zor bir tecrübeydi, geçti, diyebilmek….
İşlerimin yoğunluğundan şikayetçiyim. İş olsun çalışalım tabii de, her gece dükkan açmaktan gece ikiden önce yatamamaktan şikayetçiyim.
Sonra zamansızlıktan şikayetim var. “Her işe yetişeyim” olayını aştım artık, en azından bazı işleri tamamlayayım istiyorum. Misal, akşam yemek yemişiz sofra dağınık, tamam sorun değil. Bakıyorum Arca oyuncaklarıyla oynuyor, hadi zamandan kazanayım diye iki tabağı makineye koymaya çalışıyorum. Derken Arca çağırıyor, kitap okurken, hop mıçını dönüp başka bir kitabı ayıcığına okuyacağını söylüyor. Eh iyi hadi çamaşır atayım makineye diyorum. Derken tam çalıştıracağım, hop bu defa İlker çağırıyor. Arca tekrar çekiştiriyor “babayla konuşma!” Peki sarılıp öpüşüyoruz, arkasını dönünce ıslak çamaşırlar aklıma geliyor, hadi asayım derken Arca olaya dahil oluyor, bütün sepet aşağı iniyor. Düdüğün aklına suyla oynamak geliyor, iyi on dakika dinleniyorum, başındayım, zira ne halt edeceği belli olmaz. “Gözüm üzerinde, havuz yapma” diyorum (lavaboyu tıkıyor sonra sular taşıyor, buna izin yok, biliyor ama yine de yapıyor) “Mutfağa git anne!” böylece rahatlıkla yasakları delecek! Hadi üst baş değiştiriyoruz, bakıyorum kirlileri artmış, bir posta da onları yıkayalım diyorum, ama bir öncekini çalıştırmamışım ki! Döndüğümde bütün kitaplığın yerde olduğunu görüyorum. Sonra bütün oyuncakların… Yatma vakti geliyor. Bir saatlik debelenmenin sonunda uyuyor. Ve bilanço… Mutfak dağınık, hiçbir çamaşır yıkanmamış, eskiler asılmamış hatta sepetteki temizler etrafa saçılmış, bütün banyo su olmuş, kitaplar zaten yerde… Bu arada banyo yapmam, dükkanı açıp iki maile cevap yazmam gerek. Bu süreçte İlker de koltukta sızdığından dolayı destek almak mümkün değil. Yani evet zamansızlık en büyük sorunum bu aralar.
Hafta sonlarının üç güne çıkarılması için nereye dilekçe vereceğiz? Ben çok ciddiyim. Nankör bir “cumartesi çalışmayan” insan olarak hafta sonlarının arttırılmasını istiyorum! Bu hafta Cansu’nun doğum günü partisi, Kitap fuarı, eve alınması gereken kap kacak, yatak vs.. alışverişi, Duru ve ablamı görme planları, Gamze gelmiş Ege’nin annesi, görebilir miyiz acaba telaşı, İzmirli annelerin 23 Nisan eğlencesi… Hangisini yapacağız?
Arca’ya doğum günü partisi yapabilmeyi diliyorum. Bir kutu parti malzemesi kargodan geldiğinden beri açılmadı. Şöyle coşmacalı bir parti yapamadım bebeme, halbuki iki yaş için çok eğlenceli parti planlarım vardı. Haftaya belki?
En çok da sağlık diliyorum, sağlık olmadan hiç biri olmuyor tabii ki… Olumlu sonuçlar, mutlu başlangıçlar… Olumsuzlukları tümden ardımızda bırakmak… Zor bir tecrübeydi, geçti, diyebilmek….
19 Nisan 2011 Salı
Arca'dan naralar
Dün hastanedeydik.
Önce röntgen çekildi. Yaygara kıyamet tabii ki. Zaten hastanenin kapısını görmesi yetti yaygara için.
Çekildi, bu defa da üzerini giymek istemez, yedi bitirdi bizi. İkna etmek mümkün değil. En nefret ettiğim yöntem işe yaradı. “Bak bu doktor amca üzerini giymezsen senin yine fotoğrafını çekecek, hemencecik giyelim de çekmesin! Yok yok doktor amcası giyiniyor Arca, sen gelme”
Elli tane kitap okumuş Yeliz, yine gitti anane yöntemine başvurdu. ALKIŞ!!
Neyse röntgenden bir şey anlamadık, bir de totmografi çekelim dediklerinde saatler öğleden sonrayı çoktan göstermeye başlamıştı. Röntgende durmayan bebe tomografide mi duracak? Durmaz tabii. Hadi uyutalım dediler. Neredeyse damar yolu açılacaktı, İlker’in yoğun ikna çabaları sonuç verdi damardan yırttık. Dediler ki o halde ilaçlı portakal suyu içireceksiniz. Tadı kötü tabii, içmek istemez, hepsini içemedi zaten. Koşarken ilaç etkisini gösterdi, BAMM! Diye yere kapaklandı. Sonrası kucak.
Sabahtan beri Arca’ya sözümüz var, hastanede cesur bir çocuk olursa oyuncakçıya gideceğiz, birlikte oyuncak alacağız. Artık nasıl şartlamışsa kendini, sızmak üzere sarhoş ama uyumamak için direniyor. Bir saatten fazla oyuncakçı diye tutturdu, tam dalıyor hoop açıyor gözlerini “oyuncakçı” diyor hadi devam.
İşte sızmadan önceki anların videosu. Biz artık yorgunluktan, sinirden ve Arca yüzünden işi iyice geyiğe vurduk. Hastane koridorlarında çatlıyoruz gülmekten, herkes bizi izliyor. Arca bir yetmişlik bitirmiş gibi. Asansörde bir hasta yakını, “ne verdiniz ben de istiyorum” diye eğlendi bizimle. Oyuncakçıya gidiyoruz, gelince uyandıracağız sen uyu diyerek ve koridorlarda yürüyerek uyumaya ikna ettik yoksa mesai bitimine yakın daha çok direnecekti.
Sonra dediler ki 4-5 saat uyur. Hay bin kunduz! Sonra da sabahlarız artık diyoruz, ümidi kestik. Bizim oğlan 2 saat sonra uyandı neyse ki, aklı hala oyuncakçıda. Adam oyuncak olayına feci motive olmuş, uyuşturucu ilaç bile tesir etmedi. Yolda giderken naralar atıyor, oyuncakçı bekle beni… Biz tabii durur muyuz? Bir çekim de ayıldıktan sonra.
Bu arada raporları haftaya kadar bize bildirmeyecekler, konsey, değerlendirme vesaire. Ama biz de boş durmayacağız tabii. İlker tüm tetkiklerin kopyasını aldı, özel doktora götürecek. Sonra Özge bir arkadaşına iletecek. İşte böyle…
Bu şahane günün anısına Arca hasta uyandı, sümüklü geziyor. Neyse bu kadarla kalsın, ateş olmasın, enfeksiyon olmasın, sağlık olsun, bol bol sağlık olsun bebelere.
Son olarak; önceki posta gönderilen yorumları okuyup okuyup telkin ettim kendimi, çok teşekkürler...
Önce röntgen çekildi. Yaygara kıyamet tabii ki. Zaten hastanenin kapısını görmesi yetti yaygara için.
Çekildi, bu defa da üzerini giymek istemez, yedi bitirdi bizi. İkna etmek mümkün değil. En nefret ettiğim yöntem işe yaradı. “Bak bu doktor amca üzerini giymezsen senin yine fotoğrafını çekecek, hemencecik giyelim de çekmesin! Yok yok doktor amcası giyiniyor Arca, sen gelme”
Elli tane kitap okumuş Yeliz, yine gitti anane yöntemine başvurdu. ALKIŞ!!
Neyse röntgenden bir şey anlamadık, bir de totmografi çekelim dediklerinde saatler öğleden sonrayı çoktan göstermeye başlamıştı. Röntgende durmayan bebe tomografide mi duracak? Durmaz tabii. Hadi uyutalım dediler. Neredeyse damar yolu açılacaktı, İlker’in yoğun ikna çabaları sonuç verdi damardan yırttık. Dediler ki o halde ilaçlı portakal suyu içireceksiniz. Tadı kötü tabii, içmek istemez, hepsini içemedi zaten. Koşarken ilaç etkisini gösterdi, BAMM! Diye yere kapaklandı. Sonrası kucak.
Sabahtan beri Arca’ya sözümüz var, hastanede cesur bir çocuk olursa oyuncakçıya gideceğiz, birlikte oyuncak alacağız. Artık nasıl şartlamışsa kendini, sızmak üzere sarhoş ama uyumamak için direniyor. Bir saatten fazla oyuncakçı diye tutturdu, tam dalıyor hoop açıyor gözlerini “oyuncakçı” diyor hadi devam.
İşte sızmadan önceki anların videosu. Biz artık yorgunluktan, sinirden ve Arca yüzünden işi iyice geyiğe vurduk. Hastane koridorlarında çatlıyoruz gülmekten, herkes bizi izliyor. Arca bir yetmişlik bitirmiş gibi. Asansörde bir hasta yakını, “ne verdiniz ben de istiyorum” diye eğlendi bizimle. Oyuncakçıya gidiyoruz, gelince uyandıracağız sen uyu diyerek ve koridorlarda yürüyerek uyumaya ikna ettik yoksa mesai bitimine yakın daha çok direnecekti.
Untitled from yeliz minareci on Vimeo.
Sonra dediler ki 4-5 saat uyur. Hay bin kunduz! Sonra da sabahlarız artık diyoruz, ümidi kestik. Bizim oğlan 2 saat sonra uyandı neyse ki, aklı hala oyuncakçıda. Adam oyuncak olayına feci motive olmuş, uyuşturucu ilaç bile tesir etmedi. Yolda giderken naralar atıyor, oyuncakçı bekle beni… Biz tabii durur muyuz? Bir çekim de ayıldıktan sonra.
Untitled from yeliz minareci on Vimeo.
Bu arada raporları haftaya kadar bize bildirmeyecekler, konsey, değerlendirme vesaire. Ama biz de boş durmayacağız tabii. İlker tüm tetkiklerin kopyasını aldı, özel doktora götürecek. Sonra Özge bir arkadaşına iletecek. İşte böyle…
Bu şahane günün anısına Arca hasta uyandı, sümüklü geziyor. Neyse bu kadarla kalsın, ateş olmasın, enfeksiyon olmasın, sağlık olsun, bol bol sağlık olsun bebelere.
Son olarak; önceki posta gönderilen yorumları okuyup okuyup telkin ettim kendimi, çok teşekkürler...
18 Nisan 2011 Pazartesi
Çok tırsıyorum çok!
Yarın tetkikler var. Çok pis olasılıklar geliyor aklıma ineğin mıçına üşüşen sinekler gibi! Elimin tersiyle kışkış. Olmuyor bazen.
Soranlara arayanlara “iyi olacak inşallah” filan diyorum, kendimden başka herkesi teselli edebilmek gibi bir görev üstlendim. Karşıdan bakan metanet timsali der.
Kalbim pıt pıt, şu bir aydır acayip tırsar oldum kendimden. Benim potansiyelimde zırt pırt ter yoklayan arkasına bez koyan ateş ölçen, iki fırkta doktora koşan bir anne varmış. Ayyuka çıktı.
Her şey olabilir:
Kist küçülmüş, biraz daha küçülsün diye bekleyelim denebilir
Kist küçülmemiş hemen alalım denebilir
En fenası “aaa enfeksiyon var, hadi hastaneye yatın, üç hafta daha geçirin burada” denebilir
Hangisi daha hayırlı hangisi daha kolay? Bilmiyorum. Hayırlısını diliyorum.
Yeni bir sınav var kapımızda.
İki gündür sürekli uyuyorum. Evet hastayım, grip mi soğuk algınlığı mı ne!
Ama ben derdimi biliyorum, psikolojim bozuksa uyurum ben, ruhumu bir sonraki aşamaya hazırlarım. Üniversite sınavından sonra 2 gün uyumuştum.
Tabii şimdi en çok uyumam gereken zamanda uyku hak getire...
Yeni gün, yeni hafta yeni şans....
Soranlara arayanlara “iyi olacak inşallah” filan diyorum, kendimden başka herkesi teselli edebilmek gibi bir görev üstlendim. Karşıdan bakan metanet timsali der.
Kalbim pıt pıt, şu bir aydır acayip tırsar oldum kendimden. Benim potansiyelimde zırt pırt ter yoklayan arkasına bez koyan ateş ölçen, iki fırkta doktora koşan bir anne varmış. Ayyuka çıktı.
Her şey olabilir:
Kist küçülmüş, biraz daha küçülsün diye bekleyelim denebilir
Kist küçülmemiş hemen alalım denebilir
En fenası “aaa enfeksiyon var, hadi hastaneye yatın, üç hafta daha geçirin burada” denebilir
Hangisi daha hayırlı hangisi daha kolay? Bilmiyorum. Hayırlısını diliyorum.
Yeni bir sınav var kapımızda.
İki gündür sürekli uyuyorum. Evet hastayım, grip mi soğuk algınlığı mı ne!
Ama ben derdimi biliyorum, psikolojim bozuksa uyurum ben, ruhumu bir sonraki aşamaya hazırlarım. Üniversite sınavından sonra 2 gün uyumuştum.
Tabii şimdi en çok uyumam gereken zamanda uyku hak getire...
Yeni gün, yeni hafta yeni şans....
16 Nisan 2011 Cumartesi
Mucize beklersin
Arca geceleri yanına gidesin onunla uyuyasın diye zırt pırt uyanır, süngün düşer ve kıvrılırsın yanına, nasıl olsa kalkacaksındır üç beş dakikaya…
Öyle olmaz tabii ki sabahlarsın iki büklüm üşümüş kanın çekilmiş. Bıkarsın her sabah üşüyerek uyanmaktan ama yine hemen her gece aynı sahne tekrarlanır.
Sonunda ömrünün en çok hastalandığın yılını geçirirsin. Üşütmek kronikleşir. Ve nihayet sesin kısılır, konuşamaz olursun. Mucize beklersin, o küçük Umca şişesinden medet umar, 30 damla pıt pıt bardağa düşerken “geçen seferi atlattım yine atlatırım” dersin.
Dedim ya mucize beklersin.
Akıllanmazsın ama mucize beklersin.
Daha çok yazmak istersin, daha çok okumak istersin.
Arkadaşlarına daha çok zaman ayırıp ara sıra aramak sormak istersin. Deniz’in yeni evine ziyarete gitmek istersin, karşı komşunun çocuğu yürüyecek, doğum tebriğine gitmek istersin, atlayıp İstanbul’a gitmek istersin ama sadece gezmek için istersin, zamanı ekler toplar tutturamazsın.
Her gece Arca uyuduktan sonra dükkanı açmayacağım, film izleyeceğim, kitap okuyacağım dersin, beceremezsin.
Yirmi dört saatin otuz saate çıkmasını dilersin, mucize beklersin.
Bık bık bık kilo vermem lazım, dikkat etmem lazım dersin, dersin ama yemeklere salata ilave etmekten başka bir şey yapmazsın.
Gecenin bir vakti ex aşkın Nutella ile yasak ilişkiye girersin.
Sonra da baskülde istediğin rakamları görmeyi beklersin.
Mucize beklersin...
Daha çoook beklersin!
Öyle olmaz tabii ki sabahlarsın iki büklüm üşümüş kanın çekilmiş. Bıkarsın her sabah üşüyerek uyanmaktan ama yine hemen her gece aynı sahne tekrarlanır.
Sonunda ömrünün en çok hastalandığın yılını geçirirsin. Üşütmek kronikleşir. Ve nihayet sesin kısılır, konuşamaz olursun. Mucize beklersin, o küçük Umca şişesinden medet umar, 30 damla pıt pıt bardağa düşerken “geçen seferi atlattım yine atlatırım” dersin.
Dedim ya mucize beklersin.
Akıllanmazsın ama mucize beklersin.
Daha çok yazmak istersin, daha çok okumak istersin.
Arkadaşlarına daha çok zaman ayırıp ara sıra aramak sormak istersin. Deniz’in yeni evine ziyarete gitmek istersin, karşı komşunun çocuğu yürüyecek, doğum tebriğine gitmek istersin, atlayıp İstanbul’a gitmek istersin ama sadece gezmek için istersin, zamanı ekler toplar tutturamazsın.
Her gece Arca uyuduktan sonra dükkanı açmayacağım, film izleyeceğim, kitap okuyacağım dersin, beceremezsin.
Yirmi dört saatin otuz saate çıkmasını dilersin, mucize beklersin.
Bık bık bık kilo vermem lazım, dikkat etmem lazım dersin, dersin ama yemeklere salata ilave etmekten başka bir şey yapmazsın.
Gecenin bir vakti ex aşkın Nutella ile yasak ilişkiye girersin.
Sonra da baskülde istediğin rakamları görmeyi beklersin.
Mucize beklersin...
Daha çoook beklersin!
15 Nisan 2011 Cuma
Dumur diyalog #9
Kafasını önüne eğip gözlerini annesine diken Arca’ya sorar;
Y: Napıyorsun Arca?
A: Çapkın çapkın bakıyom anneye.
Y: Sen çapkın ne demek biliyor musun?
A: Biliyom
Y: Neymiş?
A: çirkin demek
Y: Çirkin demek değil
A: anne söyle!
Y: Birisini beğenince çapkın çapkın bakılıyor, kötü bir şey değil yani.
A: Anneyi beğeniyom, çapkın çapkın bakıyom.
------------------------------------------------------------------------
A: ooofff çok güzelmiş
(Tavuklu pilava çala kaşık dalarken)
------------------------------------------------------------------------
A: Biyutiful
Y: Ne demek o?
A: Güzel demek
Y: HÖNK!
A: Anne biyutiful
(ben söylemiştim hatırladım, hehe bir şarkı söylüyordum, Arca bu kelimenin söylenişini sevince anlatmıştım. Heyecan yok yani boşunaymış: ) )
------------------------------------------------------------------------
A: Ay yav yu
Y: Anam bizim oğlan İngilizceyi sökmüş, bi daha de bakim
A: ay yav yu may madır
Y: (jeton düşer) Babane öğretmiş!!
14 Nisan 2011 Perşembe
Hatalıysam…
Evet itiraf ediyorum, hatalıydım, dün gün boyu hatalıydım.
Sersem lodosun fink attığı o saatlerde Konak Meydanında uçacağıma ofiste çalışmalıydım. En azından kuş yuvası saçlarımı toplamalıydım ki iyice kabarmasınlar.
Evet hatalıydım, pis parmaklarımla lenslerimi kurcalamıştım ve doktor lens üzerindeki parmak izlerini gördü. Aslında geyik bir doktorum var, sadece özel sağlık sigortasına lensleri kaktırmak için 6 ayda bir gidiyorum, hoşbeş ediyoruz, lenslerimi alıp çıkıyorum. İlişkimiz tamamen çıkar üzerine kurulu. Lensler gözümdeyken yaşadığım hadiseyi de büyük hata olarak tanımladı, ciddiyet ceketini geçiriverdi sırtına. Sonra muayene etti. “Nasıl ya! olamaz” diye haykırdı. “Lens gözünüzde kalmış, beyne yaklaşmış, olsun daha ileri görüşlü olursunuz” Geyiktir demiştim di mi? Bi de inandırıcı şerefsiz tırstım. Nerde senin hipokrat yeminin diye sorarlar adama ha nerde?
İşin geyiği bir yana miyoptan yana Benjamin Button sendromu yaşıyorum. (Hala Benazir Butto diyorum, biri beni durdursun!) Miyop yaş ilerledikçe numara düşürür ya benimki arttırıyor. Gençleşiyorum diyeceğim, sustum: ) Daha da artmasın diye numara değiştirmedik. Nemlendirici, falan filan…
23 Nisan Nurturia çekilişinde bize çıkan güzel kıza hediye almaya karar verdim.
Hata hata üstüne! Topuklu ayakkabı giyeceğim tutmuş. Şahane!
Yön duygusundan zerre kadar nasip almamış karakter yapısının cezasını ayaklar çeker, Hilton otelini iki defa tavaf ettim ama buldum!! Detay veremem hasbel kader okuyordur anası çakar sonra:P
Öğrencilik yıllarımdan beri ilk defa hediye kutusu kapladım yapışkanlı kağıtla, beceriksizliğimi tasvir etmekle vakit kaybetmeyeceğim. Bir de uzun mektup yazdım, yamuk oldu. Parmaklar klavyeye alıştı beridir, el yazısına uzak kalmışız.
Günün son hatası: Metro durağına yakın arabayı park etmiştim, malum Konak’a arabayla inilmez. O sokakta yer bulduğuma işkillenmiştim zaten, tam isabet! Geri döndüğümde çekici gelmek üzereydi, inşaat önüymüş. “Abla sen naaptın” diye işçiler etrafımı sardı. “Ne be geldik işte, hadi işinize bakın” diye savuşturdum, hop hemen kilitlersin kapıları, aynen arazi: )
Gün boyu iyi giden tek şey yeşil ışıklardan yana bonkör davranan talihimdi.
Ve en çok güldüren ise, tampon tampona trafikte şahin görünümlü beyaz Kartal’ın arka yazısı:
“Hatalıysam…
Hatalısın yaz 3310’a gönder “Hatasız kul olmaz” melodisi cebine gelsin”
Al bir hata daha! yazı gözükmüyor iyi mi? Telefonla çekilen trafik fotosu bu kadar olur.
Ne demişler?
Hatasız kul olmaz!
Sersem lodosun fink attığı o saatlerde Konak Meydanında uçacağıma ofiste çalışmalıydım. En azından kuş yuvası saçlarımı toplamalıydım ki iyice kabarmasınlar.
Evet hatalıydım, pis parmaklarımla lenslerimi kurcalamıştım ve doktor lens üzerindeki parmak izlerini gördü. Aslında geyik bir doktorum var, sadece özel sağlık sigortasına lensleri kaktırmak için 6 ayda bir gidiyorum, hoşbeş ediyoruz, lenslerimi alıp çıkıyorum. İlişkimiz tamamen çıkar üzerine kurulu. Lensler gözümdeyken yaşadığım hadiseyi de büyük hata olarak tanımladı, ciddiyet ceketini geçiriverdi sırtına. Sonra muayene etti. “Nasıl ya! olamaz” diye haykırdı. “Lens gözünüzde kalmış, beyne yaklaşmış, olsun daha ileri görüşlü olursunuz” Geyiktir demiştim di mi? Bi de inandırıcı şerefsiz tırstım. Nerde senin hipokrat yeminin diye sorarlar adama ha nerde?
İşin geyiği bir yana miyoptan yana Benjamin Button sendromu yaşıyorum. (Hala Benazir Butto diyorum, biri beni durdursun!) Miyop yaş ilerledikçe numara düşürür ya benimki arttırıyor. Gençleşiyorum diyeceğim, sustum: ) Daha da artmasın diye numara değiştirmedik. Nemlendirici, falan filan…
23 Nisan Nurturia çekilişinde bize çıkan güzel kıza hediye almaya karar verdim.
Hata hata üstüne! Topuklu ayakkabı giyeceğim tutmuş. Şahane!
Yön duygusundan zerre kadar nasip almamış karakter yapısının cezasını ayaklar çeker, Hilton otelini iki defa tavaf ettim ama buldum!! Detay veremem hasbel kader okuyordur anası çakar sonra:P
Öğrencilik yıllarımdan beri ilk defa hediye kutusu kapladım yapışkanlı kağıtla, beceriksizliğimi tasvir etmekle vakit kaybetmeyeceğim. Bir de uzun mektup yazdım, yamuk oldu. Parmaklar klavyeye alıştı beridir, el yazısına uzak kalmışız.
Günün son hatası: Metro durağına yakın arabayı park etmiştim, malum Konak’a arabayla inilmez. O sokakta yer bulduğuma işkillenmiştim zaten, tam isabet! Geri döndüğümde çekici gelmek üzereydi, inşaat önüymüş. “Abla sen naaptın” diye işçiler etrafımı sardı. “Ne be geldik işte, hadi işinize bakın” diye savuşturdum, hop hemen kilitlersin kapıları, aynen arazi: )
Gün boyu iyi giden tek şey yeşil ışıklardan yana bonkör davranan talihimdi.
Ve en çok güldüren ise, tampon tampona trafikte şahin görünümlü beyaz Kartal’ın arka yazısı:
“Hatalıysam…
Hatalısın yaz 3310’a gönder “Hatasız kul olmaz” melodisi cebine gelsin”
Al bir hata daha! yazı gözükmüyor iyi mi? Telefonla çekilen trafik fotosu bu kadar olur.
Ne demişler?
Hatasız kul olmaz!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)