6 Ekim 2015 Salı

kısa #8 : İran'laşıyor muyuz?

Yıllar önce henüz Türkiye’nin İran’a dönüşeceğine ihtimal vermediğimiz zamanlarda İran’lı bir arkadaşım vardı: Salome. Öğrenci değişimi programı ile staj için İstanbul’a gelmişti, bizim yurtta kalıyordu. Anneannesi azeriydi ve çok iyi bir Türkçesi vardı. İran’lıydı fakat islami devrimden önce ailesi Avusturya’ya kaçmıştı, yani aslında Salome orada doğmuştu ve Avusturya vatandaşıydı. Mimarlık okuyordu, stajı bitince İran’a akrabalarını ziyarete gidecekti. Bize orada giyeceği çarşafı göstermişti, tüylerim diken diken olmuştu. Bir de çok ince olduğunu hatırlıyorum, içini gösterecek kadar ince. Işık vurdu mu içini gösteriyor zaten demişti, ama bunu giymek şart.

2 Ekim 2015 Cuma

Ekim'de neler yapmalı?

Ekim bizim buralarda sonbaharın yeni yeni hissedildiği ay. Geçen hafta denize girdik yav:) İlk defa bu hafta sabah üzerime bir hırka aldım. Ekim tam da artık “sonbahar geldi” dediğimiz ay…

Düzen kışa kayınca, ister istemez yapılacaklar listesi de kabarıyor. Özellikle yazdan erteleneneler. Ekim’de ne yapmalı diye liste çıkarırken bir de baktım, ucu bucağı görünmüyor. Önce haftalara böldüm sonra da lokma lokma günlere, bitecek gibi değil!

1 Ekim 2015 Perşembe

Dizi

Akşam maç izlemeye Zeyneplere gitmiştik, gitmişken pideleri üzerine mis gibi kahveleri götürdük, İlkerle Tufan maç izler, Arca ile Poyraz oynarken biz de Zeyneple oturduk, sohbet ediyoruz, televizyon da açık. Poyraz Karayel diye bir dizinin geçen bölümünün özeti vardı. Hani Tutunamayanlar’a “Poyrazcığım Karayel” şeklinde, bokunu çıkarırcasına gönderme yapan dizi. Merak ediyorum, kaç kişi anladı o göndermeyi ve kaç kişi merak edip de Tutunamayanları okudu sonrasında? Yoksa sadece dizi ekibinin “müthiş enteliz” mesajı mıydı göze sokulan? Sahi neydi?

30 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül biterken…

Her ay bir şeyler karalamalı aslında. Dönüp geriye bakmalı, neler yaptık, önümüzdeki ay neler yapsak? Sahildeki ev diye bir blog var, nefis fotoğrafları için tıklıyorum, her ay neler yapmalı diye aldığı notları okuyorum. Çok başka çok keyifli bir emeklilik hayatı, içimi açıyor. Sonra bugün Gülçin yazmış, eylülden neler öğrendiğini anlatmış. İki fikri harmanlamış gibi oldum. Hayır, challenge değil, o işi elime yüzüme bulaştırdım ben! Olsun, boyumdan büyük işlere kalkışmamayı da öğreniyorum böylece, bahane yok.

Eylül, çok büyük değişikliklerle geçti. Taşınma, Arca’nın okula başlaması, bakıcısız/yardımcısız bir hayatla tanışma, yeni düzeni oturtmayla geçti.

Ben bu eylül en çok organizasyonu öğrendim, organize olabildiğinde, iyi ve uygulanabilir bir plan yaptığında işlerin tıkırında gittiğini fark ettim. Haftalık menü, alışveriş, çamaşır, ütü… Hepsini detaylıca planlarsan bir şekilde halloluyor. İlk zamanlar her işi tek günde yapmaya kasıyordum. Artık öyle değil, bugün ütü ise, yarın iki kap yemek…

Eylülde biraz daha düzenli olmayı öğrendim. (yani bence:P) Marie Kondo’nun kitabında öğrendiklerimi hayata adapte etmeyi başardım. Aldığımı yerine koymaya, fazla eşya ile evi doldurmamaya, kısacası sadeleşmeyi evin her köşesinde uygulamaya dikkat ediyorum. Olacak bence olacak…

Eylül bu yoğunluğun arasında bence okumaktan yana verimsiz geçti. Sema Kaygusuz’dan Barbarın Kahkahası’nı, Murat Menteş’ten Ruhi Mücerret’i okumuşum. Ve yazın ilk cildini bitirdiğim Don Quijote’nin ikinci cildi. Kitap kulübü okuması olmasa bitirmeye bu kadar kasar mıydım bilmiyorum. Aslında keyifli de gidiyor ama sanırım çok uzadı.

Kitap kulübünün atölyesi müthişti, Sıla ve Efe bize unutamayacağımız harika bir akşam yaşattılar. Tüm detayları anlatmak için beş saat kadar süren bu gerçek atölye deneyimini iple çekiyorum, umarım ayarlayabiliriz. Kulüpte Eylül ayının kitabı “Renklerden Moru” idi. Ertesi gün İstanbula gidecek olmasam sabaha kadar konuşurdum kitaptan, yazık ki benim için o akşam çabuk bitti.

Arca okuluna alıştı gibi. Arkadaşlarından ve öğretmeninden bahsederken gözleri gülüyor. Galiba o da Eylül’de en çok görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğrendi. İlker’le akşamüzeri programlarına uyuyor, erken yatmaya arıza çıkarsa da ödevlerini bitirmeye gayret ediyor. Çabasının hayranıyım. Aramızda inişli çıkışlı bir ilişki var, eylül biterken tüm ay bizi sarsan çatışmaları da bitiririz umarım.

Arca piyano derslerine yeniden başladı bu ay. Tüm yaz çalışmadığı için bocalıyor ve korktuğum gibi soğuma emareleri gösteriyor. Evde çalışmaya direniyor, hep müzik okulunda çalışacakmış, evde piyano çalmak hiç eğlenceli değilmiş, oldu, her akşam oraya götürelim seni:P

Eylülün en güzel kazanımlarından biri kalamar tavayı sonunda adam akıllı yapmayı başarmak (yumuşacık ve lokantalarda yediğimiz gibi) bir de tarator sosunda ustalaşmak oldu. Bir ara tarifini vereyim.

Ve sonunda kuaföre gidebildim! Bu çok mühim bir haber zira en son aylar önce gitmiştim, röflemin diplerinin çıkmasını bırak diplerim güneşten bile açılmıştı:) Sık sık kuaföre gitmeyi gerektirecek (röfle, kesim) bir saç modeline sahip biri için kuaföre gitmekten nefret etmek nasıl bir çelişkidir!

Eylül yeni bir mevsimle beraber, yeni bir düzeni, yeni bir yaşamı da beraberinde getirdi, giderken bize Ekim’i bırakıyor.

Peki, Ekim’de ne yapmalı?

O da başka bir posta kalsın:)

28 Eylül 2015 Pazartesi

Ben sana doyamadım doysun sarı yapraklar

Tekneyi çıkardılar denizden, römorka bağladılar, temizlediler, İlkerle Emre. Epey uğraştılar. İşleri bitince Emreler gitti, biz de toparlandık, çıktık yola. Arca daha Zeytinler kavşağını göremeden uyumuştu. Sağımdan akan yolu ve rüzgâr türbinlerini seyrediyorum, aklıma Don Quijote ve yel değirmenleri geliyor. İki cilt öyle uzun sürdü ki serüvenleri, sanırsın Don Quijote bizim uzaktan enişte. Kanımca çocuklar için olan versiyonda yel değirmenleri serüvenine kadar yazılmış, gerisi atlanmış. Yel değirmenlerinin üzerine 700 sayfa okudum hala bitmedi. 

Ben buralarda yokken…

Gerçek dünyadaydım. 

Gerçek dünya, Arca’nın okula başlayıp iki gün sonra 9 Eylül (sahi bizim zamanımızda İzmir'in kurtuluşu tatil değildi) tatili, iki hafta sonra da kurban bayramı tatili ile okul hayatını azıcık kokladığımız amma velakin bir türlü içine giremediğimiz dünyaydı. Bugün tam anlamıyla girdik.

Gerçek dünyada okullar var. Allah biliyor ya, yaz tatilinin uzatılmasına öğrenciler kadar sevinen bir turizm bakanlığı, bir bu kararı tek başına almanın verdiği haklı gurur yüzünden okunan başbakan bir de ben ve benim gibi toplu taşıma ile işine gidenler vardı... Ama metroda oturduğum, aktarma otobüsüne binebildiğim günler bitti, gerçek dünyada öğrenciler ve toplu taşımayı bir türlü düzeltmemiş belediyeler var!

17 Eylül 2015 Perşembe

küçük dertlerimiz

Annemler, üniversiteye kayıt için İstanbul’a gittiğimde yanımdalardı. Fakültenin bahçesindeki vakıf yurduna da kaydettirmişler, bir banka hesabı açtırmışlar, dualarını üzerimden eksik etmemişlerdi. Okula başladım. Hem yalnızdım, ailemden ilk defa ayrılmıştım, hem değildim, pek çok arkadaşım vardı. Ama ne kadar donanımlı da olsan o yalnızlığı hissediyorsun.

O yıllar bu grip aşıları yeni çıkıyor, yurt köşelerinde, soğuk İstanbul’da gripten cılkım çıkmasın diye aşı olayım diyorum. Bir boş dersimde tek başıma Taksim ilkyardıma gidiyorum. Salağım biraz evet, ama daha çok safım ve kırılganım. Bir memur bana carlıyor, hatırlamıyorum şimdi, aptalca bir soru sormuşumdur belki. Oradan oraya koşmuşum bir işi halledememişim, bir de azarlanmışım. Bir banka oturdum ve tüm kırılganlığımla içli içli ağladım. Ağlarım ben içim açılır ağladıkça, iyi gelir gözyaşları…

Orta yaşlı bir kadın oturdu yanıma. “Ağır hastan mı var kızım?” diye sordu. Yok, dedim, ağlıyorum ama hala. O anlattı, çıkmaz dedikleri hastası varmış. Günlerdir gidip geliyorlarmış ama nafile… Anlatamadım, o kadına, utandım, ağladığıma da saçma sapan gözyaşı döktüğüme de utandım, kendime kızdım, bu defa da kadın için ağlaya ağlaya okula döndüm. 

15 Eylül 2015 Salı

Koşulsuz Ebeveynlik

"Ebeveyn eğitim kitapları gerekli" yazısına yorum bırakanlardan Petek, bir kitaptan bahsetmişti. Koşulsuz ebeveynlik. Aynı günlerde, Görünmez Adam yayınevi sahibi Yiğit bey’den bir mail aldım. Kitabı okumam için göndermek istiyordu, yorumlarımı paylaşırsam sevineceğini söylüyordu. Asıl ben çok sevindim. Kitap dedin mi bende akan sular duruyor, düşünsene bir de bir anne tarafından tavsiye edilmiş…

Biz X kuşağı olarak kariyerimizde olduğu kadar özel yaşamımızda da kayıp bir nesiliz bence. Daha doğrusu arada kalmış, iki arada bir derede bir nesiliz. Çocukluğumuzun ebeveynliğini net hatırlamak ve uygulamalarımızda izlerini taşımakla kalmıyor, kendimizi geliştirmek için ebeveyn eğitim kitaplarına sarılıyoruz. Geleneksel yöntemler ile kitaplarda önerilenler arasında kimi zaman bocalıyoruz. Yazık bizim çocuklara:)

Alfie Kohn, bizi bu bocalamadan “koşulsuz ebeveynlik” önerisi ile kurtarabilir mi?

14 Eylül 2015 Pazartesi

BİZ!

Arca henüz ek gıdalara yeni geçecek, demek ki altı aylık civarında. Doktoruna gittik, nasıl heyecanlıyız, o güne kadar anne sütünden gayrı tek damla bir şey içmemiş bebek, katı gıdalara geçecek, oh gelsin meyveler, gitsin sebzeler (gerçi o günden sadece iki ay sonra Arca finger food olarak direkt pirzolaya geçmişti ama konumuz Arca’nın iştahı değil) …

Dumur diyalog #147

Arca, Piyano dersine başlayacağını son anda öğrendi.
(Yazlığa gitmemeye karar verince dersi iptal etmekten vazgeçtik.)
Tüm yazı göçebe ve haliyle tek tuşa basmadan geçiren cüce, sabah notalarını bulamadı.
Y: E Arca ne yapacaksın şimdi? Notaların bile yok?

11 Eylül 2015 Cuma

her istediğimiz olmuyor

Kendi küçük ve basit dünyamdan haberler vermek istiyorum. Arca’nın okulunu, öğretmenini, ilk gününü anlatmak istiyorum.

Artık sabah kahvaltılarını birlikte yapıyoruz. Ağzında büyüyor lokmalar, bense aceleyle evden çıkmanın derdindeyim. İlker garibim zor uyanıyor ama hep beraber kahvaltı edelim diye mutlaka sofraya oturuyor. Onlar için şimdilik zor ve onlar bunun benim için aslında ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar. Umarım alışırlar, çünkü tüm o hadi’lere ve çemkirmelerime rağmen birlikte kahvaltı etmek, beni sabahın köründe herkes uyurken evden çıkıyormuşum hissinden kurtarıyor ve kendimi daha iyi hissediyorum.

İşte böyle ufak tefek mutluluklardan bahsetmek istiyorum.

8 Eylül 2015 Salı

Ben utanmışım

Pazar günü, erkenden eve döndük, pazartesi Arca ilkokula başlayacaktı, bir hazırlık yapılmalı, bir motive olunmalıydı. Çamaşır makinesi sürekli çalışıyor, bir yandan yemek hazırlıyorum bir yandan etrafı düzenliyorum, temizlikti, ütüydü, derken akşamı etmişim. Annem aramış birkaç defa duymamışım. Çamaşır asarken kulağım maçta.

3 Eylül 2015 Perşembe

Mutfak düzenleme sanatı

Madem mutfağı tasarladık, bir de sanatımızı konuşturalım, düzenleyelim değil mi ama?
O kadar Marie Kondo okuduk, o kadar araştırdık, uyguladık, paylaşmazsak yazık olur.

Aslında bildiğin mutfak düzenleme. Ama kıçına "sanatı"nı koyunca daha havalı oluyor.

2 Eylül 2015 Çarşamba

5 adımda kullanıcı dostu mutfak tasarımı

Önceki yazıda ana hatlarıyla mutfak tasarımındaki püf noktaları sıralamıştım.

Gelelim tasarımın kullanım ile ilgili detaylarına. Günümüzde tasarımcılar tarafından çok tutulmasa da bir dönem “mutfak üçgeni” denen tasarım kavramı pek trendmiş. Kısaca ocak-buzdolabı-bulaşık makinası üçlüsü etrafında dönen, mutfak içinde daha az yürümek, daha pratik olabilmek için önerilen bir tasarım. 

Bizim koca mutfakta her şey tek bir tezgaha dizili olduğu için zaten geometrik olarak mümkün değilmiş. Hem dediğim gibi bu üçgen meselesi de tasarımcılar tarafından artık pek tutulmuyormuş. Kullanım kolaylığına sahip olması için bir mutfağın illa ki bu üçgeni oluşturmasına gerek yokmuş. Uzmanlar bu mutfak üçgeni tasarım konseptini evrimleştirmişler. Daha kullanıcı dostu bir tasarım sistemi oluşturmuşlar.

Mutfak tasarlarken nelere dikkat edilmeli?

Büyük bir mutfağımız vardı (evin planı aynı olduğu için hala var), inkâr eden taş olur. Amma ve lakin müteahhit fazla tezgah koymamış, dolap desen pek kullanışlı değil, eh biz de kiracıyız diye orasını burasını kurcalamadık tabii. Uzun lafın kısası koskoca mutfağı yıllardır piç etmişiz! Yazık lan, ağlar o mutfak! Hayır, bir de karı koca mutfaktan müthiş keyif alan tipleriz, nasıl bu kadar oluruna bırakmışız hayret.

1 Eylül 2015 Salı

Taşınma serüveni

Aynı apartmanda ev taşımanın türlü kolaylıkları var. Nakliye firması ile uğraşmıyorsun. Tabak tencereleri kolilemek zorunda değilsin, tepsi tepsi taşıyorsun. Sonra kıyafet bavuluna da gerek yok, kucaklayıp götürüyorsun. Kitap DVD kolileri ile kapağını bile bantlamaya gerek duymadığımız her odaya ait ufak tefek eşya kolileri vardı. Bir de Zeynep, Tufan, Gül ve Orçun gibi bir porsiyon pideye bunları aşağı indiren arkadaşların oldu mu, tamam :)

Kitap kolilerini taşırken canı çıkan Tufan derhal ve şiddetle bir kindle edinmemi tavsiye etti, kıyamam mahvoldular.

27 Ağustos 2015 Perşembe

İki havlu, bir t-shirt, bir plaj elbisesi ve bir...

Zeynep’le telefonda konuşuyoruz:
“çıkıyorsanız biz de çıkalım buzluğa içecekleri koyalım, ısınmasın beklerken” diyor.
Sıcak bir Çeşme günü. Bu yaz zaten hemen her gün çok sıcak. Tekneyle Paşalimanı açıklarına yol alıp, iki aile yüzüp geleceğiz, plan bu yani öyle Yunan adaları filan değil, Eşek adası bile değil. Maksat fazla da uzaklaşmadan sakin ve temiz açıklarda kulaç atmak.

Sahile evvela ben vardım, ancak benzin alınacakmış, İlker elime bidonları tutuşturdu. İyi o zaman buzluğu bırakıyorum, Zeynep gelince içecekleri koysun, dedim, buzluğu sahilin denize en yakın kısmına bıraktım.

Sema Kaygusuz okumak

Sema Kaygusuz okumak, yemeğin en sevdiği tarafının tabağına düşmesi gibi… Ve tadını çıkara çıkara, lezzetine vara vara tabağındakini yalayıp yutmak gibi…
Barbarın Kahkahası
Bu yargıya varmak için yazarın biri roman iki kitabını okumak, iki kitabını okumak da bundan sonra yazarın tüm eserlerini okumaya karar vermek için yeterli oldu.

25 Ağustos 2015 Salı

Ev, tatil, yaz

Evin tadilatı bitti. O kadar uzun sürdü ki, aylar önce banyoya seçtiğim seramikleri unutmuşum.
Günlerimiz plan, program, detayla geçiyor. Elimde metre, kalem kağıt, neyi nereye yerleştireceğimin planını yapıp duruyorum. Dördüncü sekizinci kat arası mekik dokuyorum. Sürekli notlar, çizimler, sürekli bir bilgi alışverişi, elimiz kolumuz dilimiz sohbetimiz ev.

21 Ağustos 2015 Cuma

Belki de...

Uçak ikramlıklarının içinden çıkan peçeteyi uzattı, kafam kitaba gömülü, bir teşekkür mırıldanıp aldım. Bunu hep yapıyorum, yolculukta sanki etrafımda hiç kimse yokmuş gibi hareket ediyorum, yüzüme krem sürüyorum, ayakkabılarımı çıkarıyorum, rahatça uykuya dalıyorum. Farkında değilim belki burnumu bile karıştırıyorumdur, sanki koca uçakta tek başımayım. Şimdi de ağlıyorum, aferin! Kimse fark etmeyecekti sanki!

Az önce koltuk ekranını tepsi sanıp önüme açarken müdahale eden, tepsinin kolçağın içinden çıktığını gösteren adamdı, bu. Elinde İngilizce kitap görmüştüm de, turist sanmıştım, hani. Ağladığımı fark ettiğinde, o elimdeki kitaba nasıl merakla baktıysa, ben de yanımdaki koltuğun önündeki cebe sıkıştırılan kitaba öyle bakmıştım. Çünkü okumayı sevenler, diğerlerinin ne okuduğunu merak ederler, refleks gibi bir şey. Bu sadece kitapla sınırlı bir refleks değil, balık tutmayı çok seven İlker, sahilde yürüyüş yaparken oltasını denize atanların yanında duran kovalara bakmaktan kendini alamaz mesela… Öyle bir şey işte, tutkunun merakını körüklemesi…

Çeneme kadar akan gözyaşımı ve sümüklü burnumu sildim.