Önce "tamam" dedi baktım
sonra arıyor, bizim Ümit ablanın damadı Zeki, hani balıkçı, Jumbo karides geldi
demiş, en güzellerinden ayırmış. Gel kıymalı makarnadan vazgeçelim, kalamarlı
karidesli makarna yapalım dedi. Olur muydu olmaz mıydı, tariflere internetten
bakalımdı, derken akşam oldu. Karidesleri almış, kalamarları çözdürmüş. Arca
ile ödevler yapılmış, metro çıkışında beni bekliyorlar. Öyle spagettiyle olmaz
fettucine alalımmış, hem mahalledeki markette permasan yokmuş, Göztepeye
inelimmiş. İndik de o permasanın bir avucu 40 liraya satılıyor. Hadi len dedim,
eski kaşara razı olduk.
6 Kasım 2015 Cuma
3 Kasım 2015 Salı
kısa #10: Nurella
Dün akşam Nurella’nın
fonda çalan müzikle mest olmuş şekilde oturduğu yerden mimikleriyle çektiği
klibini izledim. Ellerini kıvırıyor, manikürlü parmaklarını bir sevgiliye bakar
gibi özlemle seyrediyor, seyrettikçe kendinden geçiyordu. Bir belgeselde hiç
tanımadığım kürklü fokların çiftleşme mevsimine denk geldiğimde, nasıl merakla
bakıyorsam, büktüm boynumu, öyle baktım ekrana. İlker’in soran gözleriyle
karşılaştığımda, dedim ki bundan gayrı sadece kitap okuyup, sadece kendim gibi
insanlarla takılmayacağım, türk insanı gerçeğini anlamaya çalışacağım. Bu demek
değil ki, eskiden küçümsüyordum, şimdi halkın seviyesine indim, katiyen! Kim
altta kim üstte ona ben karar veremem! Hali hazırda kendimi korumak için, bir
sonraki seçimde dumura uğramamak, bu kadar şaşırmamak, bu kadar üzülmemek için hazırlıklı
olmalıyım. Çünkü bu insanlar, bu programları izleyenler, bu ülkenin gerçeği.
Bunlar hayatından hoşnut, bunlar kazandı.
Kitap Yorumu: Yalnız Kadınlar Arasında
Ekim ayında çok kitap
okudum demiştim, değil mi?
Bunlardan biri de Cesare
Pavese’den Yalnız Kadınlar Arasında idi. Ben şiir sevmem, daha doğrusu pek
anlamam. Kendimi bu dala yakın hissetmediğim için de okumuyorum. Pavese’yi de
şair olarak tanıdım ama romanını okumayı tercih ettim. Ve tabii ki Tezer Özlü
sayesinde tanıdım. Okuyanlar bilir, Yaşamın Ucuna Yolculuk romanı aslında bir Pavese
arayışıdır.
2 Kasım 2015 Pazartesi
An itibariyle
Üçüncü biramı açsam mı açmasam mı? Derken aklıma geliyor; muhtereme artık şu evde bira yapımı aparatını denesek diyorum, malum rejim bu değişti mi ne edeceğiz?
Okuyoruum diyorum, millet amma çok okuyorsun diyor. Peki, gündemden ülke gerçeğinden kaçmanın başka bir yolu var mı? Varsa önerileri alayım.
Sabah pazarda tezgaha nöbetçi bırakıp oy kullanmaya giden pazarcılar kalbime umut tohumları serpmişti, nasıl da unutmuşum bu ülke gerçeğini? Daha geçen gün blogcuanne elife döşenen yorumları görüp kendi izolasyonumdan dem vurmamış mıydım? Umut ne hafifmeşrep bir mizaca sahip ki, birden oynaşmaya başlıyor ruhumuzda ve en küçük zorda terk edip gidiyor bizi, gösteriyor ama elletmiyor? Umut! Mümkünse bir süre semtime uğrama çok pis küfrederim!
Seçim sonuçlarını izlerken ütü yapayım dedim, allah seni inandırsın bir hırslanmışım, bizim oğlanı komşulara, ütülenecek gömlek almaya gönderecektim, "anam hırsını ütüden çıkarıyor da..." Diye açıklama yapacaktı. Neyse ki sonuçlar daha ütüler bitmeden tamamlandı. Hani bu kadar gelişmiş bir seçim sonucu açıklama sistemi... İnsan gurur duyuyor haliyle...
Üçüncü biradan vazgeçtim, gidip kitap filan okuyacağım, okurken sızacağım ama bugün ruh halim kısaca bu!
1 Kasım 2015 Pazar
Kasım’da ne yapmalı?
1 Kasım itibariyle tabii ki oy kullanmalı! Kullandınız mı oyunuzu?
Sonra, ablamın doğum gününü kutlamalı, 41 kere maşallah demeli :P Kasım bana hep ablamın doğum günlerini ve yağmuru anımsatır. Ne yağardı be yağmur biz çocukken? Şimdi küresel ısınma b.kuna azaldı tabii.
Sonra, ablamın doğum gününü kutlamalı, 41 kere maşallah demeli :P Kasım bana hep ablamın doğum günlerini ve yağmuru anımsatır. Ne yağardı be yağmur biz çocukken? Şimdi küresel ısınma b.kuna azaldı tabii.
Neyse… Kasım diyordum. Ne
yapmalı?
31 Ekim 2015 Cumartesi
Cep telefonu çıktı, mertlik bozuldu
Okulun kaynaşma brunch
şeysindeyiz… Dediğim gibi biz muhteremle pek kaynaşamadık. Zaten bakma buradan
böyle car car konuştuğuma ben biraz asosyal bir tipimdir. İlker desen az
bildiği ortamlarda az konuşur. O etkinliğe gittik, oturduk, bizim oğlan zaten top
tepmeye gitti, biz kafa kafaya muhabbet ettik birbirimizle. Millet evvelden
kaynaşmış zaten. Bunlar çocuğunu okuldan alan, aldıktan sonra da birlikte Agora’ya
filan geçip takılan anneler, çoğu zaten çalışmadığı için çay kahveye gidiyorlar
birbirilerine, yani muhabbetleri zaten var. Ben insanların yüzlerini bile
aklımda tutamıyorum. Allahtan ablamın ortaokul arkadaşı İnci var, Arca’nın
sınıf arkadaşının annesi, bir de kitap kulübünden Hümeyra, o kadar. Neyse biz
de etkinliklere katılım gösterdik, ben totomla balon patlattım, İlker dalgasını
geçti, o halat çekme ekibindeydi, bizim sınıf kazandı, filan…
30 Ekim 2015 Cuma
Kitap yorumu: Bir Dönem İki Kadın
Bazı akşamlar Arca’ya
kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha
kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum.
Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt
getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Yine bir gün uykum
kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında”
romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap
sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı
karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken
uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak
sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki,
tekrar elime alayım…
Ekim biterken...
“Uzun zamandır buralara
uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül
koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum,
gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır,
yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak
bahsetmiyorum puhahahah)
Biz blogla eski dostlar
gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde
sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da
budur – benim blogla olayım da o hesap.
Neyse şükür kavuşturana…
Ekim tam da tahmin
ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler
getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya
fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir
başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık
yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)
Şöyle bir dönüp baktım da
Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı,
kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.
23 Ekim 2015 Cuma
Çığlık
İlişkilerde çalkantıyı sevmem. Öyle inişli çıkışlı, şiddetli insan ilişkileri bana göre değil. Mantıksızlıklar, gelgitler, dengemi bozan çıkışlarla baş edemem. Polemik sevmiyorum, kavga gürültü, yok almayayım kalsın.
21 Ekim 2015 Çarşamba
Bir kontrol manyağından ahkam kesme yazısı
Çalışırken bir arkadaşım telefon etti, bilmem ne projesi için özel fiyat almış mıydın diye sordu. Bir anda resetlendim ve hemen cevap veremedim. Halbuki ben o projeyi diğerleriyle birleştirmiş, daha iyi fiyat alabilmek için üreticiye ne diller dökmüştüm. Bunlar bir anda aklıma gelmedi, halbuki defterime bile tek tek not almıştım. Halbuki…
Konuya hakimiyet sıfır, otur! Aslında bunu da diyemem, çünkü konuya hakimim, notlarıma bir bakınca tüm çalışma film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden ama o ilk anda araba farı görmüş tavşan halimi üzerimden atamadım. Böyle oluyor. Aslında yapıyorum ama bitirince rafa kaldırıp unutuyorum. Her şey için notlarıma bakmam lazım. Bu kafa yorgunluğunun unutkanlığın çözümü ne? Bilmiyorum. B12 vitamini?
Sadece iş değil. Ben artık özel hayatımda da not almadan hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Hemen her gün öğlen yemeğinden sonra defterimi açıp başlıyorum yazmaya;
BUGÜN YAPILACAKLAR
19 Ekim 2015 Pazartesi
Kahkaha atmak ister misiniz?
Bu ara hafta sonları
acayip bir maraton halinde geçiyor.
Cumartesi sabah, piyano
dersine gidiyoruz. Arca, kavramada iyi, tekrar ve evde pekiştirmede kötü bir
öğrenci. Böyle giderse, yakında zorlanacak. Olsun, anın tadını çıkarıyor,
piyanoyu sevdiğini söylüyor, ne yapalım bir Fazıl Say da yetiştirmeyiverelim :)
Piyanodan çıkıp basketbol
kursuna gidiyoruz, gör dötüm yollar!
Benim vakti zamanında “ay
çocuklara boş zaman bırakın, bırakınız sıkılsınlar, ay o kurs senin bu kurs
benim gezdiriyor musunuz, bıyyy iğrençsiniz” çerçevesinde dönen sayıklamalarımı
(ne sayıklaması yav çarşaf çarşaf yazmışım, inkar edersem suratıma tükür:P)
hatırlayanlara, peşinen söyleyeyim, annelik macerasında yaladığım ilk tükürük bu
değil. Ben daha neler yaladım. Zaten artık yalama olduğum için hiç de
utanmıyorum, çocuk gideceğim diyor ayol ben n’apayım?
Laf aramızda Legoya da
gitmek istedi, artık çüş dedik. Basketbol için şikayet ettiğime bakma, - anaokulundaki
psikolog da bu yıl sınıf öğretmeni de çok ama çok hareketli olan Arca’nın
enerjisini atması gerektiğini vurgulamışlardı – benim de aslında seçmesi hoşuma
gitti. Zira Arca bu yaz aşırı kilo aldı, sonra lego, satranç, piyano, puzzle,
resim gibi umumiyetle fiziksel aktivitesi kısıtlı ilgi alanları var. Biraz
hareket, sınıftaki hareketliliğini de sönümler diye düşünüyordum.
Lafı dolandırmanın manası
yok, kurslara bıkbıklıyordum, şimdi kendim elimle götürüp getiriyorum,
bahaneler, kınamalar, tuh rezil kadın, bıkbıklayacağına önce kendi çocuğuna
serbest zaman ver diyenler, diyeceklerini dedilerse, dağılabiliriz.
Yok dur dağılmayalım,
daha anlatacaklarım var.
16 Ekim 2015 Cuma
Ev düzeni nasıl gidiyor? Merak edenlere…
Evi derleme toparlama
günleriydi. Taşınacaktık, yılların çöpü, kullanılmayanları, istifi evdeydi.
Taşınmak, arınmak ve sadeleşmek için iyi bir vesile. İlker’in her şeyi attığını,
benimse arkasından çöpleri eşeleyip geri tıktığımı anlattığım yazımı okuyunca,
Özlem bir mesaj attı ve hayatını değiştiren bir kitabı önerdi. Türkçesi var mı
bilmiyordu, neyse ki vardı. Bir kitabın, özellikle de kişisel gelişim vaat eden
bir kitabın bir insanın hayatını değiştirmesi fikri biraz iddialı gelmiş olsa
da kitabı hemen sipariş ettim. Çünkü ben kitap tavsiyelerine asla hayır
diyemem. İyi ki de görmezden gelmeyi seçmemişim. İyi ki de kitabı alıp hemen
okumuşum.
Zaten uzun uzun öncesini
sonrasını anlatmıştım. Kitabın en önemli kısmının “atmak” olduğundan ve tek tek neler yaptığımdan bahsetmiştim.
Peki sonra ne oldu? Artık
düzenli miyim? Marie Kondo’nun yöntemlerini uyguladıktan sonra devam
ettirebildim mi? Şimdi durum ne? … Diye merak edenler için gelsin bu yazı.
Merak etmeyenler ekranın sağ üst köşesindeki çarpı işaretini tıklamak suretiyle
aramızdan ayrılabilir, kalanlarla devam edelim:
15 Ekim 2015 Perşembe
Yorgunuz lan biz!
Geçen gün Arca’nın okulunda
bir veli öğretmen görüşmesi vardı. Randevu saati ne akşamüzeri ne sabah, günün
ofise git gel yapılmayacak kadar kötü bir zamanı. Sabahtan yarım gün yıllık
izin aldım. Arca’yı uğurladık. Yıllardır ilk defa sabah çayımı bitirebildim,
hatta ikinciyi içtim. Kahvaltıdan sonra giyinmek için kalkar, yanıma da çay
bardağımı alırım, bir odadan diğerine elimde çay bardağıyla dolanırım. O
bardaktaki o çay hiç bitmez. Genellikle de evin girişindeki sehpaya bırakır,
çıkarım. Her akşam eve geldiğimde o yarısı dolu çay bardağı karşılar beni ve
ben her sabah şu çayımı da bir keyifle içeyim de öyle çıkayım diye söz veririm
kendime, nafile bir çaba…
14 Ekim 2015 Çarşamba
Yeryüzüne dayanabilmek için
İnsan eli eteğini
dünyadan çekmek istiyor. İçine kapanmak ve içinde yaşamak. Kabuğundan bir koza
örmek ve küçük kozasına kimseleri davet etmemek istiyor. Bu zamanlar, işte o
zamanlar…
Dış etkenlerden korumak
istiyor insan kendini. Çünkü insan en çok kendini sever, sevmelidir de... En basitinden, twitter’da okuduğun bir şeyden, mesela
başbakanın ellerinde canlı bomba listesi olduğunu ve hiçbir şey yapmadıklarını
söylediğini okumaktan, ya da kafan dağılsın diye izlediğin bir maçın
seyircilerinin insanlık dışı saygısızlığından korunmak istiyorsun ama işte bir
şekilde gündem yine seni gelip buluyor, bir haberin satırlarında, televizyondan
gelen bir küçük seste buluyor.
Kaçacak delik yok.
Tezer Özlü’ye “neden
edebiyat?” diye sormuşlar, “yeryüzüne dayanabilmek için” demiş.
12 Ekim 2015 Pazartesi
Ters ışık
Fotoğrafçılıkta ters ışık
diye bir terim vardır. Işık konunun/kişinin arkasındadır ve sen onun fotoğrafını
çektiğinde bir gölgeyi fotoğraflamış olursun. Ne mimik görünür, ne detayları
profilin. Bugünler ters ışık gibi her şey. Ana hatlarıyla orada bir çocuk, bir
kayık, bir insan olduğunu görüyorsun ama detayları göremiyorsun, sır gibi…
Kayığın rengi, insanın gülümseyip gülümsemediği sır.
Günümüz, günlerimiz artık
tebessümden uzak.
Daha geçen
gülümseyebilecek şeylerin olmasına seviniyordum, pollyannanın izmir şubesiyim!
Bugün nereye dönüp baksam kalbim sıkışıyor.
Acıkıyorum, içim acıyor,
çocuğuma bakıyorum, gözlerim doluyor. Metroya binerken korkuyorum. Sabah
birimizin başına bir şey gelecekse, bari ikimizden biri çocuğumuz için sağ
kalalım diye dua ederken buldum kendimi. Korku, isyan, üzüntü her yerde, en çok
da içimizde.
Işık ne zaman günlerimizin
yüzüne vuracak?
9 Ekim 2015 Cuma
Dumur diyalog #149 : Ödev özel
Ödevlerin en sevmediği kısmı boyama. İllet oluyor.
Ödev kağıtlarının sonunda çocuğun kendini değerlendirmesi var. Bunu seviyorum.
İki kutucuk koyuyorlar, birinde "beğendim" diğerinde "daha iyisini yapabilirim" yazıyor. Çocuk ödevini yaptıktan sonra kendi kendisini değerlendiriyor.
(Arca daha ödevi yapmadan "beğendim" kutucuğunu seçiyor:P Özgüven tavan!)
8 Ekim 2015 Perşembe
Gülümsemek için güzel bir gün
Akşam çok erken yattım. Daha doğrusu Arca ile birlikte uyumuşum, sonra beni bekleyen ütüleri bildiğimden salona
gittim ama uyanamıyorum bir türlü. Kendime çektirdiğim işkencenin farkına varan
İlker, yatağıma yatmamı tavsiye etti. Demek ondan gelecek bir teşvike ihtiyacım
varmış, girdim yatağa, uyumuşum. Uyur uyumaz da bir rüya gördüm. Keçi sürüsü ve
dışkılayan, dışkılayınca mutlu mutlu gülümseyen keçiler. Derhal rüya tabirleri
sitelerini açtım, pek rahatlayacağıma delalet edermiş. Aman iyi… Uyumaya devam.
Sabahın altısında kalktım
tabii. Üzerimde üç gündür banyo yapmamış insanların pisliği var. Normal çünkü
üç gündür banyo yapmadım. Keçi pislikleri gece rüyama girerek bana bir mesaj mı
veriyordu acaba? Ütüler sorun değil de Arca’ya söz verdiğim keki de yapmadım, o
fena.
Kısa #9: Gülümsemek
Bazı günler kötü geçer.
İşler yolunda gitmez bazen. Dün mesela, sabah ofise gittiğimde hiç
keyfim yoktu. Hatta tüm gün kendimi çok gereksiz hissettim. Bir türlü motive
edemedim kendimi. Birkaç iş hallettim, bir tanesi süründü elimde. Diyorum ya
keyifsizdi! İnsan bir işe yaradığını, bir şeyleri hallettiğini, tamamladığını
hissettiğinde kendi de tamamlanmış gibi oluyor. Neyse ki evde tamamlanmayı
bekleyen işler vardı. Sabahtan ıslatılmış nohut ile çözdürülmüş etten ertesi
güne yemek yapılacaktı. Ütüler vardı, İlker’in ve Arca’nın t-shirtleri…
Dumur Diyalog #148
Okulda hafta sonu kurslarına kayıtlar başlar. Arca uzun bir süre basketbol ve lego arasında kararsız kalır. Fikir sürekli değişir, karar verme sürecinde bir gün:
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?
7 Ekim 2015 Çarşamba
antikapitalist monologlar
Çok değil, bundan otuz yıl
önce hazır giyim bugünkü kadar yaygın değildi. Özellikle çocuklar için. Annem
dikerdi giysilerimizi, ablandan küçülenler zaten sana kalır… Hatta hiç unutmam,
anneannemlerin Akhisar’da Hashoca mahallesindeki müstakil evinin sokağında bir
komşuları vardı. Evinin bodrum katında örme tezgahı vardı ailenin ve hazır
triko gibi birer hırka ördürülmüştü bize orada. Belinin arkasında kuşak olan,
yakalı, kırmızı nefis bir hırka. O kadar şanslıydım ki, kendimize ait olanlar
küçülünce bir süre daha ablamdan kalanı da giymiştim. Annem yakasına üç tane
inci işlemişti, çok zarifti. O hırkalarda kimselerde yoktu, özeldi. Üniversite
yıllarına kadar annem bana elbiseler, bluzler dikmeye devam etti. Sonra
konfeksiyon git gide ucuzlamaya başladı, ulaşılabilir, erişilebilir oldu. Bugün
büyük mağaza zincirlerinin hemen hepsi çocuk koleksiyonu bile çıkarıyor. Ama ne
var ki, herkes birbirinin aynı giyinir oldu. Partilerde pişti olursun ya hani,
benim öyle birkaç entarim var, metroda bile pişti oluyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)