17 Şubat 2016 Çarşamba

kısa #14: başımız sağ olsun.

Arca maç izlerken uyuyakalmıştı (her zamanki gibi). Elimde telefon biraz sosyal medyaya bakayım dedim. Garip bir yavaşlık var. Kablosuz bağlantıyı bıraktım, 3G denedim, aynı. Facebook aynı, twitter aynı. Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, genel bir internet arızasına bağlardım ama hayır, burası Türkiye, burada sosyal medya bağlanma sorunu yaşıyorsa, bir olay olmuştur.

Olmuş. Ankara.

Kim yapmış, kim ölmüş, ölenler kimlerdenmiş(!) ... Bunlar bana detay artık. İlgilenmiyorum. Televizyonda saçmalayan bıyıklı bir adam 28 ölü dedi, allah rahmet eylesin. 

Bu olayların tek faili vardır, o da işini beceremeyen, eline yüzüne bulaştıran yetkililerdir. Bundan evvel yüzlerce insanımız ve bugün vefat eden 28 insanımızın vebali utanmadan o koltuklara nazik popolarını koymaya devam edenlerindir.

Başımız sağ olsun. 

12 Şubat 2016 Cuma

Dumur diyalog #155

Y: Arca yarın sütün son kullanma tarihi, akşam iç tamam mı?
A: Hepsini içemezsem sütlü tatlı yaparız.
Y: İyi fikir. Ne yapalım?
A: Kurabiye!
(Bazen bizim oğlanın kafası çalışıyor demek için aceleci davranıyorum, kurabiye ne ya?)
.................

10 Şubat 2016 Çarşamba

İstanbul'da çocukla tatil: Kidzania, Legoland, Sealife, Jurassic Land

Zeynep’le çocukları İstanbul’da açılan Legoland’e götürme fikrinin ilk ne zaman şekillendiğini hatırlamıyorum. Sömestr tatili olsun dedik, bir nevi karne hediyesi gibi. Sadece Legoland’e değil Kidzania ve bunun gibi çocukların seveceği ve İzmir’de olmayan oyun/etkinlik merkezlerine gidecektik. Hatta kocaları bırakalım, anne çocuk olarak gidelim, hem daha az maliyetli olur diye düşündük. Toplu taşıma ile ulaşımı sağlardık, fazla da kalmayacaktık zaten üç gün yeterdi. Akşamları çocukları erken uyuttuk mu, otel odasında ayağımızı uzatır şarabımızı yudumlarken sohbet ederdik… Şahane bir plan!

9 Şubat 2016 Salı

Esra Erol, Foucault, edebiyat

Survivor’ın ilk bölümü. Her ortalama Türk ailesi gibi geçtik televizyonun karşısına bakıyoruz. Bence televizyon izlemek değil, televizyon bakmak diye bir eylem olmalı. Zira izlemek biraz daha komplike bir şey, televizyon ise çok da kafanı yormadan “bakmak”la da rahatlıkla beynine kaydedeceğin mesajlarla dolu.

Neyse…

Benim muhterem, hemen birini işaret etti, “benim stilim” (ya da aynı konseptli başka bir program) programında yarışmacıydı bu, dedi. Nasıl ya? Diyecek oldum sustum. İlker televizyonda yayınlanan reality show’ların hemen hepsini izler. Ütopyayı da, evlendirme programlarını da.

8 Şubat 2016 Pazartesi

Arca ve spor

Arca’ya bazen üzülüyorum. Bence onun için hayat zor.
Çünkü karşısında sürekli “konuş evladım, meramını düzgünce anlat, mızıldanma” deyip duran ebeveynleri var. Garip bir hayal dünyasından onu sürekli çıkaran tipler bunlar. Karakter yapılarımız hiç benzemiyor. Tamam zaten o bir birey, bağımsız bir birey tabii ki benzemeyecek de, zıtlıklar yoruyor. Uzlaşmaz bir döngünün içinde debelenip duruyoruz. Biz muhteremle tüm farklılıklarımıza rağmen asgaride buluşabilen insanlarız. Ailenin diğer üyesindeki bu aykırılık da neyin nesi?

Ota boka ağlıyor. Bazen gel yavrum ağla için açılsın diyorum da bazen de eh be çocuğum buna da ağlanır mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hemen dudak bükülsün, hemen gözler dolsun. Tüm neşesine rağmen hassas ve melankolik bir yapısı var.

Diyorum ya, hayat onun için zor. Küçük balık burcu…

5 Şubat 2016 Cuma

Kendini değerli hissetmek

Çocuklarımıza vereceğimiz en önemli şey nedir?
Koşulsuz ve sınırsız sevgi?
Sıcak huzurlu bir yuva?

Tabii ki hepsi ama hepsinden değerlisi “değer”. Evet, değer vermeliyiz. Kendisinin değerli olduğunu hissettirmeliyiz ki kendisini sevsin. Yetişkinliğinde de kendisini seven bir birey olsun. İnsan kendisini severse, kendi kaderini eline alacak cesareti bulur. Cesaret ise, körü körüne korkusuzluk değildir. Cahiller ve ahmaklar korkusuz olur, cesur insanlar ise korkularına rağmen eyleme geçerler. Cesaret, korkulara rağmen eyleme geçebilmektir.

Bu aralar çok fazla kişisel gelişim kitabı okuduğum belli oluyor mu? İhtiyacım varsa demek…

29 Ocak 2016 Cuma

ondan bundan şundan

Değişik bir şey oldu. Masalı paylaşmam onu herkese armağan etmem beni müthiş hafifletti. Okuyanlar beğendiklerini söylediler ve ne güzel temennilerde bulundular. Ve hatta çocuklarına okuduklarını ve çocukların da sevdiklerini söylediler:) Çok teşekkürler:) Sanırım bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı.

Sevgili Secce, bir kız bir oğlan blogundan tanıyorsunuz onu, yayınevlerini tekrar denemem gerektiğini söyledi mesela, hiç de itiraz etmedim, tekrar gönderdim. Sonra fikrine güvendiğim arkadaşlarıma gönderdim. Masal Arca için yazılmıştı, burayı okuyanların ve beğenenlerin çocuklarına armağan edilmişti, bir yayınevi de getir resimleyelim ve yayınlayalım derse, o zaman daha fazla çocuğa resimlerle ulaşmış olur. O kadar…

Arca çok hasta. Pazar akşamından beri ateş düşmedi. Sadece ilaçlarla biraz düşüyor o kadar. Burun akıntısı, öksürük… Artık en son İlker dün aldı doktora götürdü. Grip testi negatif çıktı. Boğaz kültürü sonucuna göre antibiyotiğe başlayabilir. Yarın İstanbul’a gidiyor olmasaydık, bu kadar gerilmezdik ya, neyse…

27 Ocak 2016 Çarşamba

Dört yıl önceki şahsıma sevgiyle... Artık özgürsün.

Bir süredir yazıştığım bir arkadaşım var. Hayır, birbirimizi hiç görmedik, hiç tanışmadık. Bloga “adsız” yorum bırakan B. , bir gün bana bir e-mail yazdı. Zamanlama o kadar müthişti ve o kadar ihtiyaç duyduğum şeydi ki, resmen sarıldım. Her canlıya “bütün sevgimi sana vericem” diyerek cıcığını çıkarırcasına sarılan Elmayra adında bir çizgi film karakteri vardır ya işte onu gözünüzde canlandırın. Elmayra benim!

26 Ocak 2016 Salı

Kitap yorumu: Büyük Sihir // bölüm 2

Elizabeth Gilbert’in TED Talks’taki konuşmasından bahsetmiştim. 

O konuşma beni Büyük Sihir isimli kitabıyla buluşturdu. Ne tesadüf ki, kitap Türkiye’de daha yeni yayınlanmış. 
--- LAN yoksa bir pazarlama stratejisinin kurbanı mı oldum lan! --- 

Kitap yorumu: Büyük Sihir // bölüm 1

Kaptan Düşükdon'un maceralarında maceranın kendisine gelesiye kadar birkaç "önce şu" öyküyü okursunuz. Tamam, anlatacaktır ama "önce şu" öyküyü anlatmalıdır. 

Bir Kaptan Düşükdon macerası vaat etmiyorsam da benim de ilgi çekici bir maceram var, o yüzden az önce bitirdiğim Büyük Sihir isimli kitabı anlatmadan "önce şu" olayı okuyun, diyeceğim, sonra “sadede gel kadın, ne çok konuştun” demeyesiniz.

22 Ocak 2016 Cuma

Kariyerinizi nasıl alırsınız? Makro, mikro, multiple?

Her yıl iki defa uğradığım göz doktorum, şahsına münhasır birisi. Özgeçmişinin sonunda “evliyim, bir çocuk babasıyım ve kelim” yazarak günümü müthiş şenlendirmişti. Göz sağlığıma önem verdiğimden ya da doktorumun eğlenceli mizacından dolayı yılda iki defa gitmiyorum kontrole. Sağlık sigortasına kaktırdığım lenslerim altı ayda bir bitiyor da o yüzden gidiyorum. Muayene gerçekte en fazla yedi dakika sürüyor ama sohbet uzuyor.

Geçen yine sohbet sırasında nerede çalıştığımı, kaç senedir çalıştığımı filan sordu. Genelde on iki sene deyince insanlar şaşırıyor.

Genç gösterdiğim için değil, biliyorum. Şimdiki trendin aksine aynı yerde kök saldığım düşünüldüğü için. Şimdi trend “mikro kariyer”, üç sene bir yerde iki sene bir yerde çalışmak… Dikey bir kariyer planı değil, nerede para nerede daha iyi imkanlar oraya geçiş üzerine kurulu bir kariyer yapısı var artık. Belki jenerasyonun yapısı ile ilgili, hiçbir şeyden tam tatmin olmayan bir nesil geldi bizden sonra. Bir taraftan şirketler de böyle bir kariyer yolu benimseyenleri tercih ediyor, sonuçta maliyetler herkesin malumu.

Ama benim anlatacağım kariyer tipi mikro kariyer değil, bu trend bile geçmek üzere. Biz fosil olduk:)

21 Ocak 2016 Perşembe

M Treni Patti Smith

"Lütfen sonsuza dek kalın. Gitmeyin. Büyümeyin”

Arca'nın bu ara iyice büyüyen ve koca bir adamınki gibi kokan ayaklarından nefret ediyorum. Bebekken yaptığımız gibi burnuma sokuyor ve kıkır kıkır gülmemizi bekliyor. Ama ben sinir oluyorum. Halbuki onlar benim çocuğumun en sevdiğim yeriydi.Lanet olsun büyüyor.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Kadın Girişimciler: Elit Meze

Çalışan kadınların halini yine en iyi kadınlar anlar.
O hiç görülmeyen fark edilmeyen ev işlerinin nasıl kotarıldığını, çalışsın çalışmasın en iyi kadınlar bilir.
Özellikle de yemek. “Ne pişirsem?”
“Misafir gelecek ne ikram etsem?”

Bizim evde ne pişireceğimize de misafir geldiğinde ne ikram edeceğimize de – pişirmek de dahil – gönüllü dahil olan bir muhterem var ama peki her evde muhterem var mı? Yok.

19 Ocak 2016 Salı

Kitap yorumu: Anne, Baba ve Çocuk Arasında

Paylaşmak iyidir. Birilerine bir faydam olur mu, düşüncesi ile yaptığım paylaşımların çok büyük kısmından ben bir şeyler öğrenerek çıktım. Örneğin "ebeveyn kitapları gerekli mi" ve "ebeveyn kitaplarıgerekli" derken onlarca kitapla tanışma fırsatı bulacağımı hiç bilmiyordum. Ama buldum. Mesela "koşulsuz ebeveynlik"... Mesela "Anne, baba ve çocuk arasında"...

Fikirlerine çok güvendiğim birkaç arkadaşım tarafından önerilince, derhal edindim "Anne, baba ve çocuk arasında" kitabını ve sanırım bu kitabı okumak yaptığım en iyi şeylerden biriydi. Şimdiye kadar okuduğum pek çok kitabın bu kitaptan esinlenmiş olduğunu fark ettim. Eleştirel bakış açısı ile öne çıkan "koşulsuz ebeveynlik" ise, Haim G. Ginott ve kitabını çok olumlu anlatıyordu.

Okurken onlarca sayfa işaretlemişim. Bugün, okumamın üzerinden haftalar geçmişken, kitap hakkında birkaç kelam edeyim istedim ve işaretlediğim sayfalar arasında hangisini alıntılasam bilemedim.

18 Ocak 2016 Pazartesi

Çocuklarda müzik eğitimi

Çocuğunuz müzik eğitimi alıyor mu? Bir müzik aleti çalmak için ders alıyor mu? Neden? Neden çocuğunuza müzik aleti çalmak üzere ders aldırıyorsunuz? Neden hem çocuğunuzun hem de kendinizin değerli vaktinin bir kısmını bu işe ayırıyorsunuz?

Yeteneği olsun olmasın, çocukların bir müzik aleti çalması çok önemlidir. Her çocuk müzik yeteneği ile doğmayabilir, her altı yaşında piyano dersi almaya başlayan çocuk Fazıl Say olacak diye bir kaide de yoktur. O halde amaç ne? Açıkçası ben Arca'nın müzisyen halasının yönlendirmesine ayak uydurdum, onun bu konudaki tecrübelerine güvendim, ellerine teslim ettim. Ancak olayın sadece çocuğumun piyano çalmasından başka bir boyutta olduğunu fark ettiğimden beri farklı düşünüyorum.

17 Ocak 2016 Pazar

kısa #13 : Sınır

Arca uyudu. Muhterem kocam yeni oyuncağı Apple TV ile ilgileniyor bana bizim kuşağın çok iyi hatırlayacağı "karışık kaset"imsi müthiş bir şarkı arşivi hazırlıyor. Nefis şarkılar, hemen hepsi üniversite yıllarımızda dinlediklerimizden ve sanırım o yıllardan beridir benim müzikle hiçbir ilgim olmamış. Son on senedir ne dinliyorsun desen, bakar kalırım. Tamam var birkaç sanatçı ama anılarıma katkıları olmadığından olsa gerek, gönül bağım yok. Bak şimdi U2'dan One çalıyor hey yavrum hey. Laf aramızda muhteremle ikimizin şarkısı olur. Neden? Bilmiyorum, bu olsun bari dediydik galiba.

Benim halimse işte tam da bu!

13 Ocak 2016 Çarşamba

Neyi dilediğine dikkat etmek lazım

Metro ile EVKA-3 istikametine gelirken sağda, istikametten dönerken solda, Sanayi ile Bölge durakları arasında, bir zeytinlik çıkıverir karşına. Uçsuz bucaksız. Bana bizimkilerin memleketini, Akhisar’ı hatırlatır. Zeytincilik Araştırma Enstitüsü orası. Ben her gün önünden geçerken – hava da güzelse – ah şu yoldan bir yürüyecek vaktim olsa, ne keyifli yol derdim.

Al işte! Geçen cuma yürüdüm. Hem de yetinmedim, Bölge’den de Bornova’ya kadar yürüdüm. Hay ben o yürüyeyim diyen dillerimi!

#damladakiokyanus : bir iyilik hareketi

Geçen yıl, yılın bitmesine seksen gün kala yılın son gününe kadar her güne bir şükür vesilesi bulacağıma dair kendi kendime bir hedef koymuştum. Kimi gün bulamadım, kimi gün ikişer üçer buldum. Aramaktan, etrafıma bu arayışla bakmaktan vazgeçmedim. Bulduklarımı paylaşmaktan da… Bu, pollyannacılık değildi, “a dilenci gördüm, çok şükür dilenmiyorum” değildi, anlamsız, eğreti olumlama refleksi de değildi. İyilikti. Aslında içimde olanı dışıma vurmaktı. Kendine küçük şükürlerden ördüğün kozanın içinde iyi hissetmekti. İyi olursan, iyi hissedersen, başkalarına da faydan olur…

Tam da ihtiyacım olan zamanda tam da ihtiyacım olan şeyi bulmuştum, iyi gelmişti. O zamandan beri daha fazla şükreden bir insan olduğumu fark ediyorum.

Deli Anne Mümine, “damladaki okyanus olalım” düşüncesi ile kadınları çağırınca, iyilik yapalım, iyilik kartopu gibi çoğalsın çığ olsun deyince işte o günlerin bana verdiği huzuru düşündüm. Hemen mailine cevap yazdım, içinde olmak istedim. Küçüktü büyüktü, fark etmez, önemliydi. Kimseye hiçbir şeye dahil değil ve her şeyin içinde çünkü insan için.

Hep derim bu dünyayı kadınlar kurtaracak, çünkü kadın yapıcıdır, üreticidir, iyileştiricidir.

Kadınlardan çıkan iyileştirici #damladakiokyanus hareketi tüm insanlığın hayrına olsun.

Deli Anne’nin yazısı için, buraya bir tık:)



9 Ocak 2016 Cumartesi

Dumur diyalog #154

Y: piyano çalışmadın arca neden? Gerçekten neden?
A: cubuş bak, şöyle: ben piyano çalmayı çok seviyorum ama piyano çalışmayı hiç sevmiyorum!

--------

İ: arca traş olman lazım yarın murat abine gidelim. 
A: tamam ama modelli olsun şöyle yandan bir şimşek bir çizik yapsın.
(Yaptırmadık tabii ne modeli lan okul zamanı! Ama model dediği şu aşağıdaki görsel)

---------
Arca İlker ve ben basketbol oynuyoruz. 
Arca kulağıma fısıldadı: "cubuş bence sen babişten daha iyi basketbol oynuyorsun."
(Bunun neresi dumur deme! Harbi dumur çünkü ben spor yapmayı beceremediğimden beden derslerinden tam notu garantilemek için sene sonu dans gösterisi hazırlardım ve İlker de okul basketbol takım kaptanıydı, dumur net!)

8 Ocak 2016 Cuma

Blogger'lık, Instablogger'lık, Blog yazarlığı, başka?

Geçenlerde Betül Mardin’in bir anısına denk geldim. Tam hatırlamıyorum, aklımda kalanları yazacağım. Betül Mardin’in babası ile kızı İngiltere’ye gidiyorlar. Mütevazı bir otele yerleşiyorlar. Akşam yemeğini yine İngiltere’ye gelmiş olan dostlarıyla yedikten sonra o kişilerin kaldığı otele gidiyorlar. Otel çok lüks, odaları şahane, imkanları felaket. Kızı mahzunlaşıyor ve soruyor: “neden biz de böyle bir otelde kalmıyoruz?” Dedesi de diyor ki: