12 Nisan 2017 Çarşamba

Dumur diyalog #166

Pazar günü akşamı mutfaktan çıkamadım, Arca'nın banyosuna bir türlü sıra gelmedi. Artık kendi başına yıkanıyor ama göz kulak olunması lazım. Yani öyle sanıyorduk. Baktım, tırnaklarını kesmiş, banyosunu yapmış, bir güzel giyinip saçını kurutmuş, geldi: "Büyük adam oldum" dedi. Yerim! 
"Evet Arca gerçekten büyük adam gibi her işini kendin halletmişsin." dedim.

Aynı akşam yatma vakti epey geçmiş, İlker uyardı. 
"Hayır efendim, büyük adam oldum artık ben, istediğim saatte yatağa giderim!"

---- 

11 Nisan 2017 Salı

"ne diyorduk nereye vardık" postunda bugün

Alaçatı Ot Festivali akepe mitingine benziyor, İzmirli yok. 
Bu pazar ikisi de İzmir'deydi.

Aklım Alaçatı'da kalmıştı ama sosyal medyada paylaşılan birbirinin benzeri yüzlerce fotoğrafı görünce, iyi ki yeltenmemişim diyecektim. Paylaşımlar aynı. Trend giy, arka plana ot tezgahı veya Alaçatı evi kapısını al, saçına çiçek tacı tak, poz ver. Vermeyeni dövüyorlar mı acaba? Aman neyse ne, esnafın yüzü gülmüştür umarım.

Miting hakkında tek söz etmeyeceğim, neden? Çünkü tüm gün şehrin büyük kısmında trafiği felç ettikleri için bir kısım İzmirli tarafından kulakları ecdadlarına kadar çınlatıldı, benim konuşmama gerek yok. Ben diğer kısım İzmirlilerdendim. 

3 Nisan 2017 Pazartesi

Dumur Diyalog #165

Evden çıkmadan duş almışım, saçımı bir güzel kabartmışım, bonus kafamla kendimi pek beğeniyorum. Asansörde kendime bakarken, Arca'ya sordum: Saçlarım nasıl?
A: Iyy! KIVIRCIK!
(Ben evin bu iki oğlanına bonus kafamı bir beğendiremedim!)

28 Mart 2017 Salı

On maddede Brüksel’den ilk izlenimler

Ben Brüksel’e ömrü hayatımda bir defa gitmiştim, 2004 mü 2005 mi hatırlamıyorum bile. İş için tabii ki. Bir workshop vardı galiba. Deli soğuk bir havada arkadaşımla o meşhur meydanda gezdiğimizi hatırlıyorum. Kullan at fotoğraf makinesiyle hatıra fotoğrafları çekmiştim, ama tab ettirmeden makineyi kaybettim sanırım. Yani pek bir hatıram yok. İlker de yine aynı yıllarda iş için gitmişti, diğer Avrupa şehirlerinden fazlaca bir farklılığı olduğunu hatırlamıyoruz.

Bu defa günde kişi başı 20.000 adım atmak suretiyle altını üstüne getirdik, izlenimlerimizi 10 maddede derledik:) Bak görüyorsun bacım günün çorbası blog siz sayın okuyucuları için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, yediğini içtiğini, gezdiğini gördüğünü kıskandığını paylaşıyor:) 

27 Mart 2017 Pazartesi

Ne? biri Belçika yazısı mı istemişti?

Muhterem ile üç günlüğüne Brüksel’e gittik. Maksat, hangi muhitlerde yaşayabileceğimizi, Arca cücesini hangi okullara gönderebileceğimizi görmek, öğrenmekti. Tavsiye edilen semtlerdeki gözüme kestirdiğim birkaç okula mail atıp randevu istemiştim ama beni hiç sallamadılar. Yine de kötüye yormadım, yüreğimi çürütmedim. Bir şeyleri netleştirecektik nihayetinde, en azından kafamızda canlandırmak kolay olacaktı.

Kafamız daha da karıştı. Neden? Çünkü bilmediğimiz bir şey için pek çok seçeneğimiz var. Ve seçim yapmamızı kolaylaştıracak objektif bir kriter yok, sadece tecrübeler ve fikirler var.

Çok bilinmeyenli, çoktan seçmeli bir kaosun ortasında kaldık, lanet olsun. 

15 Mart 2017 Çarşamba

"Challenge Accepted!" => Belçika

Nereden başlasam, nasıl anlatsam?
Aslında klasik Yeliz olarak toz ve bulut evresinden başlamalıyım ama bu defa sondan başlayayım.

Belçika'ya yerleşiyoruz.

Çalışma izni ve diğer her şeyin belli bir süreçte ilerleyeceğini düşünürsek, sanırım birkaç ay daha buralardayız ama sonra çekirdek ailemiz için yeni mücadele başlıyor, bir challenge ve "Challenge Accepted!"

8 Mart 2017 Çarşamba

Kadın.

AVM ve çarşı gezmeyi sevmediğim için bütün alışverişini internetten yapan bir insan olarak bu işin kitabını yazarım, hiç tevazu gösteremeyeceğim. 

Tabii alışveriş yaptığım sitelerin reklamları, kampanyaları mailbox’ımı istila ediyor. Bu da işin kötü tarafı.  Özellikle son bir haftadır, konu aynı. Kadınlar Günü. Yılbaşı bitti, Sevgililer Günü bitti, sıra kadınlara geldi. 

Sadece mail adresime gelen duyurulardan birkaç örnek:

2 Mart 2017 Perşembe

Değişik

Ehliyetler değişiyormuş, biz de İlker'le değiştirelim dedik, sabah sağlık kontrolüne gittik. 
Öncesinde aramızda konuşuyoruz.
İlker iğneden tırsar soruyor: "kan testi yaparlar mı?" 
Ben daha rahatım ama benim de başka soru işaretlerim var: "yok ya bir damlacık alır grubuna bakarlar. Bence renk körlüğü muayenesi yaparlar. Hani yirmi sene evvel ehliyet alırken yapmışlardı, bir de dizine filan vururlar, refleks bakıyorlardı ya. Ay sağ dizim hala bereli, öbürüne vur diyeyim..." 

24 Şubat 2017 Cuma

Çocuk

Kış olmasa bahar bu kadar sevilir mi?
Baharın geleceğini bilmesen kış çekilir mi?

20 Şubat 2017 Pazartesi

Dumur diyalog #164

İ: A Arca senin doğum günün yaklaşıyor ben sana daha hediye almadım?
A: A üzülme babam, akşamüstü geçerken alırsın.

---------------------------------

8 Şubat 2017 Çarşamba

Kadınlığı konuşmak ayıp değil

Bizim ortaokul ve lisenin kampüsünde bir mağaza vardı. Okul kıyafetleri, çorap gibi ihtiyaçlar ile tekli hijyenik pedler satılırdı. Tabii o zamanlar pedler Elif’in dediği gibi çocuk bezi kalınlığındaydı, ayrıca şimdiki gibi tek tek paketli değildi. Onlu paketin içinden tek tek çıkarılan pedler özenle katlanıp hediye paketiyle paketlenip öyle satılırdı (kanımca o kadar ellenmeye pek hijyenikliği de kalmıyordu ya neyse...).

Ben olsam ben de!

Çocukken sorulan açık ara en iğrenç soru: “anneni mi daha çok seviyosun babanı mı”

Biz de Arca’ya pislik olsun diye bazen soruyoruz, cevap hep aynı: İkisini de!

En çok sevdiği insanları sayarken anne-baba ilk sırada sonra diğerleri geliyor.

7 Şubat 2017 Salı

Okuma notları - Ocak

Yılın ilk günü evdeki herkesten önce kalktım. Kanepede uzanmış, yılbaşı hediyelerimize bakarken, Tufan’ın “sende kesin yoktur eminim, onun için aldım, çok heyecanlı kitap” diyerek hediye ettiği Kelebek’i okumaya başlamıştım. Gerçek bir hikaye, bir kürek mahkumunun özgürlüğe kaçışını anlatıyor. Gerçek olması çok etkiliyor insanı. Bizimkiler uyanıp da İlker’in Reina saldırısını haber verdiği saate kadar onlarca sayfayı okumuştum bile. Akıcı, hızlı okunan bir kitap. Özellikle kafa boşaltmak ihtiyacı duyulduğunda, keyifle okunur:)



6 Şubat 2017 Pazartesi

Keyfim kaçınca...

Geçen gün o vize dalgasına keyfim fena kaçtı. İşler istediğin gibi gitmeyince hani, böyle bıkkınlık hali gelir ya üzerine, öyle işte. Acilen neşelenmem lazım yoksa benim nemrutluğum hiç çekilmez ve maalesef katlanarak artar. Derhal blogu açtım, Diyalog etiketine tıkladım, allah seni inandırsın, bütün neşem yerine geldi. Tavsiye derim.

Sonra aklıma geldi, keyfim kaçınca neşelenme listesi yaptım kendime, bak o liste bile müthiş neşelendiriyor insanı.

3 Şubat 2017 Cuma

Challenge'da son soru: 2017'de olmasını istediğin bir şey

"Dünya barışı" diyeyim de küfürü yiyeyim mi?

Tamam demiyorum, en son 2016'ya girerken cümlemize barış huzur dilemiştim, sonrası malumunuz.

2 Şubat 2017 Perşembe

Beni Türk dizilerine emanet edin.

Uzun zamandır Türk dizi piyasasına çok haksızlık ediyormuşum. Ona buna bok atıp, en kalitelilerini bile haksız yere yerle yeksan ediyormuşum, allah beni nasıl biliyorsa öyle yapsın!

Ezelden beridir ve evet tam da Ezel’den beridir izlemiyordum. Kah izlemeye kasıyor, dayanamıyor, kah köşe bucak kaçıyor, uzaklaşıyordum.

Türk dizilerini, Huxley distopyasından türetilmiş, korkunç birer manipülasyon ekipmanı olarak bellemiştim. Öyle korkuyordum ki o ekranın kölesi olmaktan, alaycılık ve aşağılama savunma mekanizmam haline gelmişti. Edebiyatın bile beni kurtaramayacağını anladığımda çareyi boş yere yabancı dizilerde hatta defalarca izlediğim Hollywood filmlerinde aradım.

Oradaydı, bir kumanda mesafesindeydi haz.
Ve hedonizmin çağrısına daha fazla kulak tıkayamadım.

1 Şubat 2017 Çarşamba

#16 bir şey çiz ve bize göster, eyvallah

Annem müthiş resim yapar. Evde tabloları var. O derece yani!

Ben resme olan kabiliyetsizliğimi babamdan aldığımı düşünürdüm, öyle avunurdum. Kısa boylu oluşumu da babamdan almamış mıydım? Pek ala yeteneksizlik de ondan geçmiş olabilirdi.

Yanılmışım. Meğer babam da çok güzel resimler çiziyormuş. Arca ile birlikte kaldıklarında çizdikleri resimlerden sergi açabilirsin, cidden başarılı.

31 Ocak 2017 Salı

#14 ve #15

#14 : keşke arkadaşım olsa dediğin ünlü kim?

İki gündür bunu düşünüyorum. Hiç bulamadım. Pek ünlü de bilmiyorum ondan mı acep?

29 Ocak 2017 Pazar

On yıl sonra nerede, nasıl yaşamak?

Geçenlerde anlatmıştım, hani İlker'in telefonda, biz şimdi on sene sonra filan gelsek, şehirden uzakta yaşasak, sıkılır mıyız? diye sorduğunu ve benim de hiç tereddüt etmeden "sabit gelirim olsa, on sene beklemem bugün bile yaşarım, hiç de sıkılmam, çok eğleniriz ne diyorsun" diye cevap verdiğimi.

On yıl sonrası için şimdilik iki olasılık üzerine hayaller kuruyorum. Biri yukarıda anlattığım gibi, muhteremle sayfiyede kocamak! Hatta bak şöyle bir hayal, tek katlı, asgari konforda bahçeli ev, bahçesinin ciddi bir bölümü bostan olacak, - evde bir saksı kaktüsü bile öldürebilirim ama bahçe olayından az buçuk anlarım - mümkünse denize de yakın olsun bir zahmet, hava iyi oldu mu balığa çıkalım muhteremle, kötü oldu mu, evde film seyredelim, ben okurken veya yazarken o maç izlesin filan...

28 Ocak 2017 Cumartesi

#12 : 10 yıl içinde hayatında neler değişti?

Neler olmadı ki?

On yıl önce İstanbul'dan İzmir'e taşındık. Evlendiğimizde çok severek taşındığımız Bakırköy'deki o eski apartmanın birinci katındaki sıcak evimizi boşaltıp toplanıp geldik İzmir'e. Ailelerimiz ve çocukluk arkadaşlarımızla sarmalandık, İstanbul'u hiç aramadık. Zaten nesini arayacaktık? Trafiğini mi, yalnızlığımızı mı, iki yakamızı bir araya getiremeyişimizi mi? Ben zaten on yıldır ayda iki defa gidiyorum ve İzmir'e her dönüşümde derin bir nefes alıyorum, çok şükür...