23 Mayıs 2014 Cuma

Dumur diyalog #122

Yine bir insanın öldürüldüğü bir güne uyandık.
Uyuyor uyanıyoruz ve bitmiyor, bir yas bitmeden diğeri başlıyor.
Normal hayatımızı yaşamak için insan üstü bir çaba göstermek zorundayız ne acı...
Biraz gündemden kopmak için, biraz gülümsemek için, dumur diyalog yayında.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

“Tebessümü yakalayacak farkındalıkların çok olsun”*

Kabuğuna çekilmiş öfkelenirken bir şeylere, ağlarken için için ve küfrederken alayına, bir de bakmışsın ikilemde kalmışsın. Bir tarafın “unutursan yüreğin kurusun” diyor, bir tarafın “ulan şerefsizler Soma’nın konuşulacağı gün meclise gelmemiş” , “bağışlar devletin ödemesi zorunlu meblağdan düşülecekmiş, rezilliğe bak, hem öldür vatandaşını hem diğerlerine ödet!” diye isyanın dibine vurup "yeter ulen hayat devam ediyor" demek istiyor.

Seni bilmem ama bana artık cidden bu ülkenin yükü ağır geliyor bacım, benim zaten iş, ev, hayat mücadelesinden çökmüş omuzlarım bir de bu üzüntülerle yerle yeksan oluyor. Yaşamdan soğutuyor. Halbuki yaşamak her canlının içgüdüsüdür.

Arca, mikropların neden bizi hasta etmek istediğini anlamıyor. Her canlıya duyduğu o saf şefkatten mikroplar da nasibini alıyor ve onları neden öldürmemiz gerektiğini ya da onların bize neden zarar vermek isteyebileceğine bir türlü aklı ermiyor. 

20 Mayıs 2014 Salı

Benim artık yapabileceğim bir şey yoktur.

Başta maden ocaklarının denetimini elinde tutan (eh artık onun kim olduğunu biliyoruz) olmak üzere devletin alayı yüzlerce vatandaşımızın ölümünden sorumludur. Bir kişi karşıma çıkıp da aksini anlatmaya çalışırsa çok ağır karşılık görür, haberi ola! Nasıl biat edenleri ikna edemiyoruz abicim bu adamların katil, hırsız olduğuna; kimse de beni bundan gayrı olmadıklarına ikna edemez.

Soma'da insanların her türlü yardıma ihtiyacı var, aklına ne gelirse. Üstelik bir defalık vicdan tatminine değil, sürekliliğe...

Ama asıl...

16 Mayıs 2014 Cuma

Biz bunu hak edecek ne yaptık?

Yapmamıştır dedi, İlker, o kadarını yapamaz, olur mu canım?

Açtı videoyu kendi gözleriyle gördü, ben de gözlerindeki dehşeti gördüm.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Tezer Özlü

Kitap kulübünde Türk yazarlara öncelik vermek istediğimiz bir dönem geçiriyoruz. Leyla Erbil’den sonra bir süre ara verip Ayfer Tunç ile kaldığımız yerden devam etmiştik. Mayıs ayı Tezer Özlü buluşmasıydı. Bildiğimizden değil, hiçbirimizin evvelden okumadığı ilk kitaptı sanırım. 


YKY’den çıkan kitapları arasında ikilemde kaldık,  ilk romanı  “Çocukluğun soğuk geceleri” mi olsun, ödüllü “Yaşamın ucuna yolculuk” mu olsun derken bir de baktık, ikisini de (hatta “kalanlar”la birlikte üçünü de) okumaya karar vermişiz. Daha doğrusu bizim derdimiz bir kitabını okumaktan çok Tezer Özlü’nin kendisini, kişiliğini okumaya çalışmaktı. Hangisini okursak okuyalım, tartışacağımız kitabın kendisinden ziyade Tezer Özlü’yü tartışmak olacaktı. Bunun için seçtiklerimizden başka kitaplar da, özellikle Leyla Erbil’e mektuplarını, Ferit Edgü ile mektuplarını da okumamız gerektiğini ancak toplantıdan sonra fark ettik.

Kaçamak mı yapacaksınız? Cunda’ya kaçın!

Ömrünün yarısını birisiyle geçirince doğum günü hediyesi bulmak zorlaşıyor. İlker hediye almasını hiç bilmez. Bilir de daha çok organizasyonların adamıdır, hediye paketlerinin değil! Masaj hediye eder mesela ya da bir üyelik filan. Haklı ama bir saati on küsur sene kullanan, mücevher filan takmayan bir insanım. Bu sene kaçamak hediye etti: ) Cunda’ya kaçtık.

9 Mayıs 2014 Cuma

“Annelik” elbisesi

Evvelden demiştim, “süper anne? Yok be gülüm hikaye”… öyle ama hatta devir süper olmamanın devri biliyor musun? Hatta şimdi trend anti mükemmeliyetçilik! Hmm bak onu da demiştim. 

Var ya, yakında konuşmayacağım, sorulan soruları blogdan link vermek suretiyle yanıtlayacağım, o denli gevezelik etmişim vaktiyle…

Ama elimden geleni yapıyorum. Bak bir tane daha.

Hhahah vurun lan beni! Süper düper hüper bir anne olmadığımı daha nasıl haykırayım allahsızlar!

Süper olmadığımda hemfikirsek devam edelim.

8 Mayıs 2014 Perşembe

5 yaş çocuğu için evde oyun önerileri

Arca’nın uyuyakalma halleri instagram hesabımda hashtag oldu. Niye? Çünkü çok var.

Öyle zamanlar yaşıyoruz ki uyku ritüellerimizi özlüyorum. Kitap okuyalım, bir günün sohbetini yapıp öpüş kokuş uyuyalım istiyorum gel gör ki bazı günler bırak dişini fırçalamayı, kefiri içemeden uyumuş oluyor.  Bir futbol maçı, bir ayak masajı kafi.

6 Mayıs 2014 Salı

Sakın kımıldama

Bazı kitaplarla hemen samimi olamazsın. Hayır bu sadece kendinle özdeşleştirmekle ilgili bir durum değil. Bazı tuğlalar eksik kalır. Ama bazı kitaplar senden ne kadar uzak görünseler de içine işler.

"Sakın kımıldama"nın kitaplıktaki ikamet süresi yıllarla ifade edilir. Yazarın okuduğum ilk ve bir okur olarak ağzımı burnumu dağıtan kitabı "Sen dünyaya gelmeden önce" öyle sarsmıştı ki, derhal diğer kitapları da alınmalıydı. Alındı ama uzun süre diğer kitapların arkasına atıldı. 

Beyin travması geçiren on beş yaşındaki kızı, çalıştığı hastaneye getirilmiş bir doktorun anlatacaklarını dinlemek için kendimi bir türlü hazır hissedememiştim. Sonra bir gün bir aşk hikayesi okumak istedim ve çok düşünmeden "Sakın kımıldama"ya başladım. Ve bitirdim. İçime işledi. Ağlattı. 

5 Mayıs 2014 Pazartesi

MOMO'nun duman adamları

Mutfaktan salona geçtim. Kanepeye uzanmış muhterem kocamla göz göze geldik. Gülümsedim. Hani o yapmacık kibar gülümsemem değil, gözlerimin içiyle birlikte gülümsediğim gülümsemem.... Herkes bilmez nadiren gözlerimin içi güler. Eskiden çok eskiden heyecanlı bir filmi anlatırken hatta sınavda çıkacak sorulardan arkadaşlarıma bahsederken bile gözlerimin içi gülerdi şimdi dediğim gibi nadide bir parça.

"Nutella yemişsin!" dedi. Hasssss yemiştim. Ne yediğini gözünden anlayan bir kocanın olması sakat bir durum ama bir taraftan da seni senden iyi tanıyan biri... Hmmm yine sakat abicim.

bu kadar yazdığım bu kadar....

Ne yazacaktım? Hatırlamıyorum! Bunları yazdıktan sonra yan koltukta uzanan İlker bir şey söyledi. Sonra benim gözlerim hafiften kapandı ve kaydedip çıktım blogger uygulamasından. Ve bu iki paragraf taslak olarak kaldı. Hatta "senin hakkında bir şeyler yazıyordum ama uykum geldi" diye itiraf bile ettim. Öküz müyüm neyim?

29 Nisan 2014 Salı

Dumur diyalog #121

Y: -ilkerle konuşuyoruz- üf ya silmekten burnum tahriş oldu
A: annem al kolonya sür burnuna
Y: acır annem yakar burnumu

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kılıçla oynayan çocuklar saldırganlaşır mı?

Mert Kaan’ın doğum günüydü ve Poyraz’a da küçük bir hediye almaya karar vermiştik. Arca’nın dudak "hani bana" diyerek büküldü. Evet doğru ona da alınacaktı bir oyuncak. Bir cumartesi akşamüzeri saatleri Göztepe’ye indik, yürüyüş yapıp oyuncakçıya girdik. 2-4-5 yaşları için oyuncak. Hiç kolay değil. Arca’ya bütçeyi aşmayacak bir oyuncak seçmesi tembihlendi bu çerçevede oldukça pahalı ilk birkaç oyuncak reddedilince istediği oyuncağın fiyatını direkt satış görevlisine sormaya başladı zaten.

Bence çok ama çok uzun bir zaman sonra iki çocuğa hediyeler belirlenmişti. Bir tek Arca kalmıştı geriye. Fiyatı bütçeye uygun oyuncakları gösterdi, kılıç, korsan kostümü baltalı bıçaklı, oyuncak tabanca…vs…

Bundan birkaç sene evvel olsaydı, bu talepler karşısında dehşete düşerdim. Gel gör ki aştım artık bu işleri. Daha doğrusu çocuğa silah ya da kılıç almakla kendisini bir katile dönüştürmeyeceğimi biliyorum en azından. Zaten sen o oyuncağı alsan da almasan da o bir şekilde eline geçirdiği her şeyi silaha, kılıca çeviriyor zaten. Bakınız iki sene önce yaşananlar…

Kaldı ki dozu saçma bir boyuta varmadığı sürece çocukların yaratıcılığının gelişmesi bakımından faydalı olduğu bile söylenebilir.

25 Nisan 2014 Cuma

Selfie’sinin iyi çıkıp çıkmayacağına endişe eden genç kızın tedirginliğinden ver cümlemize yarabbim!

Cep telefonunun görgüsüzlük olduğunu düşünüp yemek yediği lokantada masa üzerine koymaya imtina eden, her zil sesinde benimki mi lan diye çantasını kulağına yapıştıran bir kuşaktan geldiğime göre her mekanda selfie çekmeye çalışan gençleri garipsemem kadar doğal bir şey olamaz herhalde.

Halbuki hayat zor bacım, senin saçını bir o yana bir bu yana savuruvererek çekmeye çalıştığın belki sekizinci pozundan daha zor. Üstelik hayatta filtre uygulaması da yok maalesef. Neysen o!

Her şey bulaşık makinemizin üretim tarihinin, üretim hatası ihtimali olan ürünlerin üretim tarihine denk düşmesiyle başladı. 

Anlamadıysan iki kere oku, cümlede hata yok abicim!

24 Nisan 2014 Perşembe

Kitap nereden alınır?

Aslında tabii ki kitapçıdan alınır.
Hayalkurdum Çocuk kitapçısı henüz mevcudiyetini sürdürüyorken Arca’ya kitapları oradan alıyorduk. Bir yerde kitabın kargocu tarafından satıldığını düşünmesini istemeyiz değil mi? Kitapları incelesin, koklasın, kitapçıda vakit geçirmenin tadını alsın…

22 Nisan 2014 Salı

Okudum izlerim de vallaha!!

Benim bir kitabı okuyup da filmi dizisi çekilsin diye dua ettiğim görülmemiştir. Tercihimi umumiyetle kitaptan yana kullanırım ve kendi filmimi kafamda çektiğim için başka bir yönetmenin çalışmasına, kitapla arasında kuvvetli bağ kuran her okur gibi burun kıvırırım.

Bir kitap diziye mi çekildi, hmm yok, ben kitabı tercih ederim. Misal Masumiyet diye çok başarılı bir dizi var ama ben uyarlandığı Kahperengi kitabını ödünç aldım Elvan’dan, okuyacağım. Zinhar dizi takip edemiyorum. Kurt Seyid ve Shura gibi başarılı başka bir uyarlama dizi de benzer bir karara kurban gitti.

Olağan sayıklamalar

Bölünmek çok yoruyor.
Bir iş hayatın var, bir de ailen.

İşle ilgili oldukça yoğun ve stresli olduğum zamanlarda evi çok ihmal ettiğimi fark ediyorum. Çok basit şeyleri… Mesela bir ödeme, internet sağlayıcısı değişikliği, bulaşık makinesi tamiri… Arcayı hiç saymıyorum. Öyle günlerde Arcayla geçirdiğim vakitte aklımı işten alamadığımı biliyorum. Ya da evde acayip önemli bir şey varsa Arca hastaysa mesela, işte her şey allak bullak oluyor. Defalarca kontrol ederek yaptığım bir çalışmayı hatırlamıyor ve tekrar tekrar kontrol ediyorum. Motivasyon düşüyor, işler hiçbir zaman yetişmiyor. Bu arada muhterem mütemadiyen kaynıyor, yakında su kaynatacağız.

Bazı zamanlar hayat farklı olsa nasıl olurdu diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Yaptığım iş bu kadar önemli olmasa (puhahah bilmeyen de hayat kurtarıyoruz sanacak:P)

21 Nisan 2014 Pazartesi

Barış Bıçakçı. Sinek ısırıklarının müellifi

Eğer objektif bir kitap eleştirmeni olsaydım, Barış Bıçakçının  “Sinek ısırıklarının müellifi” isimli eserini yere göğe sığdıramazdım. Ancak ben ne kitap eleştirmeniyim ne de objektifim.

18 Nisan 2014 Cuma

Gabriel Garcia Marquez

Gabriel Garcia Marquez’in ölümü tüm sosyal medyada, alıntılarla twitter’da, görsellerle instagram’da ve iç- dış temsilciliklerde yer aldı, bu çatlak ihtiyar anıldı.

Twitter’da biri ay gına getirecekler adamdan dedi. Katılmıyorum. Ölümü vesilesiyle bile olsa henüz tanışmamış kitapseverlerin ilgisini çeker ve bir kitabı olsun okunursa kardır. Marquez her okura zenginlik katacak özel bir yazar. Dolayısıyla biz de kitap kulübünde Haziran ayını Marquez’e ayırdık. Tezer Özlü’nün Mayıs hüznünden sonra Marquez iyi gelecek eminim.

17 Nisan 2014 Perşembe

Bir çocuk istismarı olarak olarak "alay etme"

Şöyle bir sahne hayal et, işe yarayacağını düşünüyorsan gözlerini kapatıp divana uzanabilirsin:P

Çok değer verdiğin hatta gözünde tanrılaştırdığın insanlar, seninle alay ediyor, sana gülüyor, hatta seni ağlatıyor. Ağlayınca da “aman ne var canım bunda ağlayacak, şaka yapıyoruz, üf sen de hiç şakadan anlamıyorsun!” diyor.

Ne hissedersin? Bok gibi değil mi? Aptal gibi? Peki ya aldatılmış gibi? Hepsi mi? Daha bile fazlası değil mi?
İşte çocuklarıyla alay eden anne babaların çocuklarına ettiği de budur! Bu belki bir dayak, Allah korusun bir tecavüz, taciz değildir ama yine de kötü muameledir!

Hay sirk gibi....

Geçen hafta
"Annem sirk olacakmış okulda."
"Hiç sevmem annecim sirkleri bence çok yanlış."
"Niye?"
"Çünkü hayvanlar gösteri yapsınlar diye onları kırbaçlıyorlar, yapamayınca kötü davranıyorlar. Bir de ben küçükken sirke gitmiştim kaplanlar suratıma işemişti."
"İşemiş miydi puhahahah"

Bu hafta bir gün...
"Bilmemkim arkadaşım burnuna kaşık sokacakmış."
"Niye be?!"