26 Kasım 2012 Pazartesi

"imza: kızın" tadında :)

Bizimkilerde ortam hep curcunadır. O filmlerde gördüğün geniş gürültülü İtalyan aileleri gibi… Herkes yüksek sesle konuşur ama istisnasız herkes. Hayır babamın işitme kaybıyla alakası yok : ) Kırk senedir böyle bu aile… Herkes konuştuğu için ve aynı anda konuştuğu için bir süre sonra kişi kendi sesini duymaz olur, dolayısıyla desibel arttıkça artar, an gelir herkes bağırıyor sanırsın. Aramızda en az konuşan öğretmen ablam bile mesleki deformasyon sağ olsun, yüksek perdeden kapatır arayı.


Arca anneanne evinde kafayı yer. Kimse değildir suçlusu. Arca ortamın kurbanıdır. İnanılmaz aktive olur ve enerjisini sönümleyecek bir Duru yoksa o anda, evi birbirine katar. Tek derdi ilgi çekmektir ama karşıdan baktın mı “laf dinlemiyor”dur. Dinler aslında Arca, laf dinler ama o curcunada lafları duyamaz sadece.

Geçen sabah annemlerden böyle bir curcunada çıkıp da arabaya bindiğimizde Arca ile bu konuyu konuştuk. Herkes birbiriyle konuşuyormuş, kimse onunla ilgilenmiyormuş. Tabii bunu hoplarken dudağımı patlatmadan önce söyleseydi, babam da kızının haline acımazdı. Ama işte henüz dört yaşında, beklentiyi fazla yüksek tutmamak lazım.

Arca’yla sohbetin sonuna doğru dudağı patlayan kızına acıyıp “yüz verme bu velede” diye öğütte bulunan babam, o an arabada olsaydı, kanımca Arca’yı arabadan atardı. Aklına nerden geldiyse, yer cücesi az önce mutfak masasının üzerinde yaptığı karalamayı geri dönüp almak istiyordu. Hasss…. Hayır evde olsalar şansımızı deneyelim ama çoktan atölyenin yolunu tutmuşlardı, biliyorum. Zira sabah ziyaretinin asıl amacı İlker’in şantiyesindeki bekçi kulübesi için bir elektrikli soba ayarlamaktı.

Annemlerdeki kahvaltıdan sonra önlü arkalı babamın atölyesine gidecek, milyon tane atıl durumdaki eski eşyanın arasından işimize yarayacak bir soba bulacak, İlker’e teslim edecektik, annemler de yazlığa devam edeceklerdi. Üstelik o kağıdın çöpte olduğuna neredeyse emindim. Uzun lafın kısası Arca’nın dakikalarca ağlayabileceği her koşul sağlanmıştı.

Park yerindeyiz, geçtim arkaya cücenin yanına. Durumu anlattım. Dudak büküldü. Tabii gözyaşları peşi sıra geldi. O an ona “ağlama” demek yetişkin sözlüğünde ana avrat küfretmek demekti, demedim. İçini çeke çeke ağladı, içindeki acıları akıttı. Şifa oldu mu? Sanmıyorum atölyeye girdiğimizde hala çözüm üretmekle meşguldü. Akşam anneanneye gidelimmiş, anneannesiyle birlikte dönüşte eve uğrayalımmış. Küçük bir not kağıdına verdiğin önemi şu zavallı anana da versene düdük, ömrümü yedin!

Annem olayı anlayınca kocaman açtı gözlerini, “ses etme” dedim, evet doğru tahmin, çıkarken aceleyle çöpe atmıştı kağıdı. Ses etmedi, cüce de şimdilik metanetine geri kavuşmuş görünüyordu, Arca’ya söz vermemiştim, gider alırız dememiştim, o da o anda kağıda ulaşamayacağımız konusunda anlayış göstermişti sadece, sonrası ne olur bilemem. İlk anneanne ziyaretinde konunun gündemin ilk sırasına oturacağına eminim. Bir de atölyenin büyüsüne kapıldı garibim. Her yerde alet edevat, her yerde kurcalanacak bir şeyler. Dedesinin metal keseri ile ikiye böldüğü levha karşısında o kadar etkilenmişti ki, akşam hala babasına anlatıyordu.

Bir eşyanın hurda ya da çöpten önceki son durağı babamın atölyesidir. Elden düşme bir şeye mi ihtiyaç var? Babama sorarız, mutlaka vaktiyle birimizin bıraktığı bir şeydir ve babam atmamıştır, saklamaktadır.

Ben nerden baksan on küsur senedir uğramamışım atölyeye, en son üniversitedeydim. Ama hiç değişmemiş, hiç!

Sadece benim bile saklamadığım diplomamı babam çerçeveletip yazıhanenin duvarına asmış.

Daha birkaç saat öncesinde, dudağım patladığında çocuk eğitimi konusunda beni yargıladığı için gıcık olduğum adamın, yetiştirdiği çocuğuyla duyduğu gurur, yazıhanenin duvarında asılı duruyordu, öylece duruyordu.
NOKTA.
Babam ve ben (Arca kadarken)
Not: "İmza: kızın" kitabında ben yer almıyorum:) Ama çok sevdiğim insanlar, blogger'lar var. (Sevgili lale abla, leylak dalı...) İmza: kızın çok özel çok hayırlı bir proje, bu vesile ile atlamayalım diye not düşmek istedim.

4 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

"Baba" büyülü birşey mi acaba Yeliz? Ölmüş annemin gençlik fotoğrafları beni sağ babamın gençlik fotoğrafları kadar etkileyip üzmüyor. Şimdi senin babanın fotoğrafına bakınca da burnum karıncalandı, yutkundum yine. Galiba kendimize en önemli destek, koruyucu, kollayıcı statüsünde her daim hazır tuttuğumuz için yaşlanmış olmaları zorumuza gidiyor. Uzun, sağlıklı ömürler diliyorum babana, kitaptan bahis için de teşekkürler...

Bizden dedi ki...

Yazını okumaya başladığımda,aynı cümleyi tekrarladım;"işte yine aynı bizi anlatıyor"diye..Bizde de durum tamamen aynı.Yaklaşık 7 sene önce ablamın bir arkadaşı söylemişti,"İtalyan aileleri gibisiniz diye"doğru tanı konduğunu zamanla daha iyi anladık.Ailemizin damatları(eşim ve ablamın eşi)hala garipserler senin anlattığın bizdeki bu hali...
Kitabı ben de aldım,hayatımın renkleri Gonca'nın mektubunu okudum,devam etmedim henüz(nedense 3 haftadır hiç bir kitabıma başlayamadım?)Bir an önce okumak istiyorum...Ve bir de en yakın zamanda anneme ve babama bir mektup yazmak istiyorum...Fotoğraf çok güzel...Gözlerimi doldurdun yine..

Adsız dedi ki...

yazının sonunda gözlerim doldu ya böyle şeyler yazma alışık değiliz

Adsız dedi ki...

Merhaba Yeliz,
Yazı ile cok alakasız ama esin diyet yaparken hangi sebze yemeklerini yaptın? Benim esime de doktor diyet verdi ve ben adamı (esim olur kendisi neyse) bıktırmadan hergune hangi sebze yemegini yapıcam diye dusunup duruyorum :( Derdime bir care bacım, ocagına dustum...burcin