6 dakika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 dakika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2016 Pazartesi

6 dakika: "düşünmeden"


Burada yazdığım 6 dakika başlıklı yazılar,  Macera Kitabım'ın yazarı Özlem Öztürk 'ün gönderdiği Yeşim Cimcoz'un 6 dakika kartlarından çektiğim kelimelerle başlıyor. 

Bir kelime ve hiç aralıksız, 6 dakika boyunca aklına geldiği gibi yazmak. Bir oyun da diyebilirsin bir terapi de (oyun zaten terapi değil midir:))

11 Kasım 2016 Cuma

6 dakika: Ayakları

Ayakları kokuyordu. Eminim! Çünkü özel tasarlayıp çizip ürettirdiğimiz o kırmızı köşeli kanepeyi içeri taşımalarından önce böyle bir koku yoktu. Bence dünyada böyle bir koku yoktu, evi sardı yavaş yavaş ama bir anda değil, inceden ortamın atmosferinin içinde yayıldı ve koku molekülleri havada asılı kaldı. Bir an evvel çıkmalarını istedik. Çıkar çıkmaz da pencereleri açtık o Aralık soğuğuna rağmen. Bugün ne zaman ayaklarım koksa – ki bu kış aylarında her gün – o hamal aklıma gelir. Ne saydırmıştım adama, yeni gelin evimi kokuttu diye, insan bir yıkanmaz mı diye… Bugün hani o çıplak ayağa giydiğim spor ayakkabılarım var ya hah işte onları ayağımda gören ilker ve arca birbirilerine kaş göz yapıp yanımdan kaçıyorlar, pisler! Ve ben her allahın günü yıkıyorum ayaklarımı, ama yine de kokuyorlar, hamalın ayakları gibi!

17 Ekim 2016 Pazartesi

6 dakika: DEV

Babam, geçenlerde bir yazımı okumuş, ne kadar zamanda yazıyorsun bunları diye sordu. Kendisini yazıdan ziyade sözle iyi ifade edebilen insanlara özgü küçük bir hayranlık vardı sesinde.

Az önce cüzdanımın iç gözlerini kurcalarken birkaç tane "6 dakika" kartı buldum. Galiba yazlığa filan giderken cüzdana atmışım, ne zamandır unutulmuş. Bir kart çektim, DEV sözcüğü çıktı ve 6 dakikada aşağıdaki pasajı yazdım. Şimdi sorsa babama "6 dakikada yazıyorum" diyebilirim:))

22 Mayıs 2016 Pazar

6 dakika: yüzüyordu

Not: 6 dakika yazıları sevgili macera kitabım Özlem'in kıymetli hediyesi 6 dakika oyun kartlarından çektiğim kelimelerden 6 dakika boyunca aklıma ne gelirse yazdığım yazılardır. Dolayısı ile tamamen hayal ürünüdür:)

"Ev pislik içinde yüzüyordu. Kalk bi temizlik yapalım dedim, kalk da at üzerinden miskinliği temizleyiverelim evi. Yok dedi şurdan şuraya kalkmam temizliği filan da hiç yapamam. Yav arkadaş nasıl bir insansın kokacağız dedim, oralı olmadı. İlk bulduğunla ev arkadaşı olursan olacağı bu. Allahtan yemeğe eli yatkın ama o kadarını ben de yapıyorum, bir el atıverse, vallahi temizliği bitirivereceğiz. Yok illa o koca kıçını koyacak o kanepeye sabahtan akşama evlilik programlarını izleyecek. Bundan öğrendim ben bağkur emeklisi istemezlermiş subay emeklisi ya da emekli sandığından emekliysen karılar varıyormuş sana. Yaa... Bağkurluysan illa soruyorlarmış evin damın var mı. Sonraki soru çoluk çocuk, hani mirasın ne kadar buna düşecek hesap ediyor haspa. Ay şiştim, kızım kalk kalk da bir makine tut şu evi yeminle koktuk, bizi bu programlara çıksak da almayacaklar!"

22 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: Yaralı

yaralı bir yanım var, kırık kanat gibi. Yarama ulaşamıyorum, göremiyorum ama biliyorum orada. Romatizmanın yağmur öncesi sızım sızlaması gibi, sızlıyor inceden. hissettiriyor kendini, buradayım diyor, hey, unutma beni. Unutmam ne mümkün? Unutmayı denemediğimden değil hani, allah biliyor ya çok denedim. Lakin unutamadım, unutturmadılar. Tam unutmaya muvaffak olacağım, bastılar üzerine acıttılar. Gözyaşlarımı içime akıtırsam dindiririm sızımı dedim, olmadı. Gözyaşlarım yaramı onarmadı, dağladı. Yaralı bir yanım var, ne vakit sokakta ağlayan hırpani birçocuk görsem sızlar, yağmur öncesi romatizmalı eklemlerim gibi, inceden. 

21 Nisan 2016 Perşembe

6 dakika: Gitsek



"Gitsek" diyorum, "yav deli misin otur oturduğun yerde nereye?" diyorsun.
"Şu karşıki dağlara uzansak, kaybolsak, gideceksek birlikte gitsek" diyorum, "iyiyz böyle" diyorsun. "sen iyisin, ben değil, sen rahatsın ben değil. Benim gitmelerim geldi, benim kaçmalarım var şimdi aklımda, kolumdan tutsan da kalamam ki, gitmem lazım, gitmek lazım. Uzamak uzaklara, bilinmeze uzanmak lazım. Aramadan bilemezsin neyi bulacağını, bulmak için gitmek lazım. Nefesler dar geliyor, mekanlar sıkıyor, kalk gidelim! kalmalar bize göre değil" demek istiyorum. Demiyorum, diyemiyor, susuyorum. Bir sözcük çıkıyor iki dudağımın arasıından cılız: Gitsek?

15 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: Fotoğraf

Bir bankta oturmuş sohbet ediyorduk. Altıncı sınıfların rehberlik dersinde küçüklerin sınıflarına gelip öğretmenlik yaptıklarını anlatıyordu, boyamalarına yardım ediyorlarmış mesela ya da Almanca konuşuyorlarmış onlarla. “Siz küçükken okulunuzda var mıydı böyle yapıyor muydu büyükler?” Pek hatırlamadığımı söyledim, belli ki bu uygulama hoşuna gitmişti, sordum, evet dedi, onayladı, eğlenceli oluyormuş. Birlikte parkın içinden geçenleri izledik bir süre. Sonra baktım gözlerini kapatmış. “N’oldu uykun mu geldi?” diye sordum, o yokuşu çıkmak yedi yaşında bir çocuk için kolay değil biliyorum. Hayır, dedi. "Fotoğraf çekiyorum, bu anın fotoğrafını çekiyorum, sonra birlikte bakarız."

14 Nisan 2016 Perşembe

6 dakika: Doğarım

Ben her sabah yeniden doğarım, küllerimden.
Her gece tüm dertlerimi rüyalara yükler, her sabah güneşe doğarım.
Her uykuda ölür zihnim her sabah doğumumla canlanır, yeniden hem ruhum hem bedenim.
Yüzüme çarptığım bir avuç su cansuyum olur, ensemden süzülür damlalar.
Damla damla tekrar doğarım, her sabah ve her sabah ömrümün kalanının ilk gününe doğarım. 
Her gece ne kadar sancılıysa yok oluşum, o kadar huzurlu olur sabaha doğuşum, sancısız, sükunetle her sabah yeni bir zihne doğarım.

8 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: RUHUM

Babam telefon etti. Tahta bavulunu anlattığım yazıyı kahkahalarla okumuşlar sabah, paylaşmak istemiş. Sen nasıl yazıyorsun öyle dedi, nasıl zaman buluyorsun ve birkaç satır değil ki cidden uzun uzun yazıyorsun dedi. (Bir mühendisin, bir teknik adamın yazmaya yaklaşımını okudunuz:) )

Cevap veremedim. Cevap veremezsin. Yazmak yaşamsal ihtiyaçlarından biri ise, cevap veremezsin.

Yazmanın benim için bir terapi olduğunu unutmuşum. Bir süredir yazılarımın seyrekleştiğini ve değiştiğini fark eden sevgili Ahu’nun, “hayırdır, neyin var” diye sorduğu mailine cevap yazarken fark ettim. Önce yoğunluk, iş güç dedim ama ben bundan bile daha yoğun olduğum zamanlarda birkaç satır olsun yazmayı ihmal etmemiştim. Sonra fark ettim ki, gündem beni çok yaraladı, çok ağır geldi bana. Bombaların ardından bomba gibi düşen çocuk tecavüzlerinden çok etkilendim. Her zamankinden daha fazla. Bu ister istemez her şeyime, yazılarıma bile bir şekilde yansıdı.

Halbuki yazmak benim için terapi ve bu blog bir özgürlük alanı. Yazdıklarımın beğenilip beğenilmeyeceği kaygısını duymadan yazıyorum ve koyuyorum, beğenen payına düşeni alıyor, beğenmeyenin canı sağ oluyor. Galiba benim özgürlüğüm burada başlıyor, kimse için değil kendi iyiliğim için yazmakta başlıyor, en büyük özgürlük başkaları ne düşünür kaygısında sıyrılmakmış meğer.