Yelizin kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yelizin kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2014 Pazar

Rüzgarın Gölgesi

An itibariyle… İlker Sugar Crush oynuyor, Arca deli sorularıyla babasının sabrına ömür testi yapıyor ve İlker bazen Arca’nın kendisini ziyadesiyle yorduğundan yakınıyor. Ben? Sindim okuma köşesine, ışığı bile açmıyorum beni unutmuş olmalarını umuyorum. Zira yaklaşık yarım saat önce Arca’ya “bu benim dinlenme saatim bana ilişme” şeklinde ültimatom vermiştim. Beni okuyor sanıyorlar, ama ben sosyal medyada fittiri dünya:P Hava da karardı hafiften açtım bilgisayarı.

Parmaklarım deli yazmak istiyor, zihnim sürekli neler yazacağıma karar vermekle meşgul. Ben ise…
Evet yakalandım. Arca geldi ve “aa annem ne yazıyorsun? Ben de yazacağım!” diyerek tepeme çıktı, götüyle kendine koltukta yer açtı ve göz açıp kapayana kadar beni koltuktan şutladı. Hadi bilgisayarı alıp sineyim başka köşeye diye düşünürken görmezden gelmem mümkün olmasın diye salonun orta yerine yığdığım ve İlker’in gün içinde bir kısmını yaptığı ama yarısından fazlası bana göz kırpan çamaşır sepeti ile göz göze geldik. Dün aynı saatlerde kitabın son sayfaları ütüye – tabii ki – tercih edilmişti. Bugün sepetin dibinin görülmesi gerekiyordu. Gördüm.

Yani bu paragraftan itibaren Arca’nın beni koltuktan şutladığı zamanın üzerinden epeyce geçmiş bulunuyor. Ne yaptın dersen… Efendime söyleyeyim…

5 Şubat 2014 Çarşamba

Ustam ve ben

Elif Şafak hakkında duygularım karışık. Saygı, takdir tamam. Ben Türk kadın yazarları kayırıyor muyum ne?

Diğer taraftan kitapları hakkında o kadar çok yazılıp çiziliyor ki, ilk çıktığı günlerde katiyen okumak istemiyorum. Kitaplarının özgün olmadığı hakkındaki söylentiler öyle planlı programlı geliyor ki bana, bunun bile PR çalışmasının bir parçası olduğuna inanıyorum. PR tabii ki bir kitabı değersizleştirmez ama nasıl diyeyim bu kadar planlı programlı olması, bu kadar çok sattırmaya meyletmesi benim nazarımdaki samimiyetine zarar veriyor. Elif’in çok da umurundaydı peh:P

3 Şubat 2014 Pazartesi

Kurtlarla koşan kadınlar

Zeynep’le iş hakkında sohbet ettiğimiz bir akşamdı. Yaz ayları sanırım. Çok yoğun bir tempodan sonra çalıştığı fabrikanın kapanmasıyla işsiz kalmıştı. Çok sıkılıyordu. Çünkü iş onun var olma sebeplerinden biriydi. Çünkü işini severek yapan nadir insanlardan biridir Zeynep. 

O yüzden “bütün hayatım iş olmuş, bir hobim yok, elimden hiçbir şey gelmiyor, sıkılıyorum” diye hayıflandığında aslında onun için hiç üzülmemiştim, zira biliyordum ki bir iş bulacaktı ve canhıraş çalışmaya devam edecekti. Hatta ona özendiğimi bile söyleyebilirim. Sanırım söyledim de o akşam…


28 Ocak 2014 Salı

Ayfer Tunç ile tanışmak için güzel bir kitap : Kapak kızı

Kitap kulübünde Türk kadın yazarlara taktığımız bir dönemdi, Mine Söğüt’ün hikayeleri ile başlamıştık, Leyla Erbil’in Tuhaf bir Kadın kitabını çok sevmiştik. Evet Elif Şafak’tan, Ayşe Kulin’den  başka kadın yazarlarımız da var onları da tanımalıydık.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Daha

Hakan Günday'ın okuduğum ilk kitabı son kitabı yani "daha".

Oldukça gerçek dışı bir hikaye oldukça gerçekçi anlatılıyor hem de bizzat kahramanın kendisi tarafından. Fena halde dağıtan bölümler var özellikle çocuk tecavüzü. Etkilenmemek mümkün değil. Ama açık konuşmak gerekirse beni en etkileyen kısım dünyanın en güzel kızı kısmıydı. 

3 Ocak 2014 Cuma

Aile Çay bahçesi

Muhteşem bir çocuktan sonra “ay biz bu işi iyi yapıyoruz bir tane daha yapalım” diyerekten ortaya çıkan bir hayal kırıklığıyım ben. Yok lan o kadar değil tabii ama ben öyle olduğumu düşünürdüm. Ablam prenses, hanım hanımcık bir kız çocuğuydu, benim gibi peruk kafalı bir cadı beklentileri pek karşılamamıştır kanımca.


Babababak illa taklit edeceğim kızın oturuşunu, duruşunu... ama tabii serde asalet olmayınca benim gibi bir şebek çıkıyor ortaya.

2 Ocak 2014 Perşembe

Okumak güzeldir.

Hani hobilerini sorarlar ve başlarsın “sinemaya gitmek, kitap okumak …” DITTTTTTTT

Hayır yavrum evladım okumak bir hobi değildir bir yaşam biçimidir. 

18 Aralık 2013 Çarşamba

Kim lan büyücü?

Şu sol taraftaki Goodreads şeysini ihmal etmiş değilim. Hatırı sayılır bir süredir “Büyücü” isimli kitabı okuyordum. (Yazar: John Fowles Ayrıntı yayınları) 670 sayfa yav!
Aslında her şeyi ama her şeyi anlatmak istiyorum ama okumayanlar için çok büyük pislik olur, insan olup susacağım. Ama okuyun yani, korkmadan…
Şu kadarını söyleyeceğim, yazar ilk ağızdan yazmış ve ben okurken kendimi bu kişi ile özdeşleştirdim. Ki o salak herifle hiçbir ortak yönüm yok, yazarın başarısı diyelim, saygıda kusur etmeyelim. Dolayısı ile başına gelenler benim başıma gelmiş gibi sürekli bir beyin jimnastiği içine girerek çözmeye çalıştım. Sürmenaj olacaktım şerefsizim.
Kitabın bitmesini hem istiyorum, insanım merak ediyorum sonuçta hem de istemiyorum, zira bu çapta bir beyin mıncıklamasını tedarik edecek başka bir kitap bulabilir miyim, bilmiyorum. Öyle deli manyak bir hal içerisindeyken…
Allahıma şükürler olsun ki, edebiyatta aradığımı gündemde buldum.

3 Aralık 2013 Salı

Nietzsche ağladığında : AMOR FATİ

“Bir kitap okudum hayatım değişti” klişesiyle bir girizgâh yapmak pek yerinde bir tercih olmayacak. Zira “Nietzsche ağladığında” daha çok kendimle ilgili sorgulamalarımın saygı duyulacak bir dehayla kurgulanmış bir eserin satır aralarında vücut bulmuş haliydi.

19 Kasım 2013 Salı

Düşün düşün boktur işin

Kafayı yiyeceğim, yav! Nerede okumuştum ben onu?
Hani şu insanların baş edemeyecekleri şeyleri unutma, yok sayma eğilimleri ile ilgili olan tespit.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Siddhartha

… Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak…

31 Ekim 2013 Perşembe

Gurur ve Önyargı ve/veya Aşk ve Gurur… istediğin gibi…

İlk ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum, ya da kaç defa okuduğumu ama kitap kulübünden “hafiften aşka dalalım, biraz da klasiklerden gidelim, Jane Austen nasıldır, okuyalım mı” gibi sesler yükseldiğinde akan sular durdu. Tabiri caizse atladım. Defalarca okuduğumdan karar verilen çeviriyi edinmeye bile gerek görmedim.

4 Ekim 2013 Cuma

O zaman Carpe Diem bebeyim!

Kitap kulübü toplantısı…
Leyla Erbil’den Tuhaf Bir Kadın… Mekan ORA LAHMACUN
(Güleni tepelerim! Hayır, biz böyle kitap kulübü edebiyat tartışması, Tea&Pot’ta bitki çayı demlenmeleri filan… entel mi görünüyoruz oradan? Hayır, bacım seni temin ederim ki değiliz, katiyen değiliz! İşten çıkmış karnı aç bir avuç kadınız.)

2 Ekim 2013 Çarşamba

Türkiye'yi izlediniz.

Arca babasının göğsü ile göbeği arasına yatmaya bayılır. Ölmek üzereyken tam da oraya yatmaya alışmış oğlanın babasının tabutuna yine öyle kafasını koyması... Çok hazırlıksız yakalandığım bir sahneydi. Yerin altında ilerlerken metronun diğer yolcuları gözyaşlarımı görmesin diye güneş gözlüklerimi taktım. Çenemden süzüldü, gören oldu mu bilmem. 

30 Eylül 2013 Pazartesi

Güzel Harabeler

Bazen bedel ödemek gerekir. O kitabı bitirmek istiyordum ve öz evladımın nöronlarından birkaç yüz tanesinin ruhuna elfatiha okumakta tereddüt etmedim. Elindeki ipad ile aşk yaşayan Arca "annecim sen biraz daha oynar mısın ben bunu bitirmek istiyorum da" dediğimde gözlerini gözlerime dikti, bakışlarında "dalga mı geçiyon be anne" sorgulayışı vardı ama toparlanması uzun sürmedi. "A e ım benim de şu çiftlik oyununa bakmam lazım" diyerek vicdanımı rahatlatıp nadiren eline geçirdiği fırsatın tadını çıkarmak üzere koltuğa daha da gömüldü.

Bir cumartesi öğle öncesi bizim evin halleri:)

20 Eylül 2013 Cuma

Okumaya nasıl vakit ayırıyorsun?

Sabahları metro durağında beklerken ayakta birkaç dakika, metroda en az yirmi dakika, sonra aktarma otobüsünü beklerken durakta 5-10 dakika, otobüste oturabilirsem bir on dakika da otobüste. Ayakta okumayı da denedim ama belediyenin otobüslerini şoförler değil ralliciler kullanıyor kanımca, vallahi kolum çıkıyordu. Ayaktaysam yeltenmiyorum artık: )

18 Eylül 2013 Çarşamba

Tesadüfün böylesi... 1984

Hemen her yerde, evinde, en mahreminde bile izleniyorsun. Her şeyin kayıt altında.
Hayatının her noktasına müdahale ediliyor, çocuk yapmak / yapmamak konusunda bile senden başka söz sahibi olanlar var.
Tek tip giyinmen gerekiyor, tek tip düşünmen.
Düşünmüyorsan sende bir sorun var, hemen düzeltilmelisin.

13 Eylül 2013 Cuma

Topuklu ayakkabılı Raif Efendi

--- yazıyı mümkünse Lisa Ekdahl'ın "I don't mind" isimli eseri fonda çalarken okuyalım bacım ki tadı çıksın. Hadi hep beraber "I don't mind I don't mind ... How could I mind? ..." ---
Bundan böyle topuklu ayakkabı giyenin taaaaa!Bütün gün ayakta duracağın belli, senin neyine topuklu ayakkabı giymek?
Herkes bu iş hayatında mış gibi yapıyor ve ben onları seyrederken çok eğleniyorum. Yüksek kademedekiler önemli insanlarmış gibi yapıyor, orta kademedekiler müşterileriyle arım balım peteğim ilişkisindeymiş, daha alt kademedekiler ise hiç olmadıkları halde olayın bir parçasıymış gibi yapıyorlar.
Ben?

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Cehennem

Tatil kitaplarının biri de Cehennem’di. Çok zaman önce Dan Brown okumamaya karar vermiştim. Sebebini hatırlamıyorum, bir overdose durumu mevzubahisti muhtemelen. Sonuçta pek aklımda değilken onu kitaplığa nasıl dahil ettiğimi hepimiz biliyoruz.

13 Ağustos 2013 Salı

Yaz kitabı diye bir şey var.

Akşamlardan bir akşam çekirdek aile olarak Çeşme merkeze indik. Miskin yer cücesini dondurma vaadiyle kandırmıştık, evde yayamayıp yürüyüşe çıkarmamıza gıcık olmuştu, suratı beş karış yürüyordu önümüzde.
Ben çocuklar gibi şendim. Bayılırım sahil kasabalarının çarşılarına. Henüz yazlığımızın olmadığı yıllar Kuşadası’nda Yetiş Motel’e giderdik. Arka kapısından girersin, öyle görevli filan yok, önüne çıkana sordun mu seni odana yerleştiriverirler. U biçiminde sıralanmış odaların kapıları, içinde envai çeşit bitki olan bir orta bahçeye (daha doğrusu çiçekliğe) açılır. Odalar karanlıktır ve dolayısı ile acayip serindir. Masalarında kutu oyunlarının, tavla ve satranç tahtalarının olduğu lobiden aşağı denize inersin. Çocukluğumun nefis mercimek çorbasını, çorbanın içindeki tereyağlı kıtırları ilk o motelde yediğimi hatırlıyorum. Hala duruyor mu bilmem ama o günlerin en sevdiğim ritüellerinden biri de yemekten sonra Kuşadası çarşısına gitmekti. Annem, ablamla beni tertemiz giydirirdi. Maraş usülü dondurmayı dondurmacı şakasıyla kapar yerdik. Ufak tefek hatıralar alırdı babam bize, bir deri kolye, belki sandalet… Ne zaman bir sahil kasabasının çarşısına insem çocukluğum aklıma gelir, çocuklaşasım gelir.