14 Ağustos 2011 Pazar

Dumur Diyalog #16

Geçenlerde bir akşam davulcu kapıya dayandı. Ben de yarı çıplak dolaşıyorum evde, İlker koltukta sızmış, kapıyı açmamayı tercih ettim. Adam da nasıl ısrarlı. Bu arada Arca ile oyun oynuyoruz, huzursuzlanıyor, "kim geldi? kim geldi?"

Kucağıma aldım, fısıltı ile, çok önemli bir sır verir gibi; dedim ki:"baba uyuyor, davulcuyu tanımıyorum, açmak istemiyorum, şşş, sen de hiç sesini çıkarma, bizim sırrımız olsun" Kikirdedik ikimiz de oyuna devam.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Garip takıntılarım var

Her seyahate bir dolu kitap ile giderim. Sanki hızlı okuma kursuna gitmişim de bir gecede kitap bitirebiliyormuşum gibi. Seyahat ne kadar uzunsa kitap kalabalığı o kadar fazladır. Hani kitapsız kalacağım da okuyacak bir şey bulamayacağım korkusu sarar her yanımı. O boşluk hissi çok fenadır.

12 Ağustos 2011 Cuma

Dumur diyalog # özel seans

Ben temizliğe kafayı yormam. Yoracak olursam kendim yaparım, çok da hastalıklı bir karar olur bu ailemiz için. İlk evlendiğim zamanlarda cumartesilerim boştu, İlker de yoktu, kendimi temizliğe vermiştim. Fayans arasındaki derzleri bile tuzruhu ile ovmuşluğum var. Zehirleniyordum nerdeyse. Elvan bana “manyak mısın” çekmese duvarları da silecektim.

Arca’dan sonra pek bir rehavet çöktü üzerime, ohh. Şimdi yerleri süpürmek için Arca’nın çoraplarının altına bakıyorum. Kararıyorsa, tamam temizlik zamanı gelmiş.

Paylaşalım, paylaşasın, paylaşasıcalar!

Bahsetmedim değil mi? Arca okula başladı. Evin yakınındaki bilimum tanıdığın referans olduğu, eski okulda karara varmıştık.

Önce sadece gün aşırı iki saatten başlattık. Oyun grubu şeklinde. Arca ağlıyordu, “Umidini” istiyordu sürekli. Konuşmalar kar etmiyordu. Derken okulun müdürü, her gün gelsin, gerekirse bir saat kalsın dönsün, her gün gelineceğine alışsın, dedi. Her güne çevirdik. Isınma turlarındayız daha. Şimdilik fena değil.

Okul deyince, geçen gün koptuğum bir karikatürü yapıştırayım, çok iyi ya.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Bugün...

Sabahın köründe Ümit ablanın telefonu ile uyandım. Hastaymış, doktora gidecekmiş.

Geçmiş olsun. Tabii bize de. Annem yazlıkta İlker'in annesi misafirlikte, İlker aldı eline sazı, daha doğrusu Arca'yı, Agora senin ofis benim geziyorlar. En kötü ben yıllık iznimin bir bölümünü kullanacaktım.

Dumur diyalog #15: köy yumurtası

Akşam bizim mandıradan köy yumurtası ve yoğurt aldım.
Eve gelince Arca'ya reklamını yaptım.

Neyse.. akşam yemek yiyoruz.
Y: Arca taze yoğurt var, yemek ister misin? 

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Somali'li korsanları hatırlıyor musunuz?

Önce son günlerdeki açlık vuruyor hepimizi.

Açlıktan ölen onbinlerce çocuk...

Bir konu daha var halbuki bizi ilgilendiren. Somali'li korsanların 11 ay önce kaçırdıkları ve içinde 3 Türk'ün de bulunduğu gemi.

Bloğun "İzle" butonuna tıklayan 200. Kişiyi….

Öpüjem!

Heyecan yok, en sanalından öpüjem! Ya napacaktım : )

Hediye verebilirim bak, seçkin okur kitlemden şanslı bir kişi en sevdiği blog postumu çıktı alsın getirsin imzalayayım : ))

9 Ağustos 2011 Salı

Ben bugün...

Öğlen Forum'a kaçtım. Güya Kipa'ya gidip sabah tıkındığın Nesfit'ten alacaktım, güya:)

Bütün mağazaları bir güzel gezdim. Ve indirimler 70% rakamı ile telaffuz edilirken tek parça almadan döndüm.

Kelebek etkisi

“Ne sürüyorsun?” diye bence garip bir soru soran İlker’e “oje görmüyor musun?” dedim. “Rengi yok” dedi, ne gördüğünü söyledi evet cila sürüyordum sadece.

33 yaşıma geldim, üç (sayı ile 3) defa kırmızı veya renkli bir oje sürdüğüm görülmemiştir. En afili manikürüm Fransız olanıdır. Süse pek Fransız bir kadının kocasının da oje konusunda algıda seçiciliği olmaması çok doğal, niye garip bulduysam sorusunu : )

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Ben bugün ilk defa...

Ofise kitap getirdim ve bir kitabın finalini kaçak göçek ofiste yaptım iyi mi!

Dün gece İlker'e bu kitabı bitireceğim dediğimde, yat zıbar işin mi yok demişti. Ben onun lafını dinlemeyip kitabı yatağa aldım. Sonra Arca'nın ateşi çıktı ve tüm geceyi ayakta, onun yatağında ve mızırdanmalar eşliğinde geçirdim.

Dumur diyalog #14

Arca okulda arkadaşının kamyonunu ödünç alır, oynar ama geri vermek istemez.
ÜT: Arca artık eve gidiyoruz, arkadaşının kamyonunu geri verir misin?
A: Vermiycem, ağlasın! Eve götürelim!
ÜT: Evde çok fazla kamyonun var
A: Evdeki kamyonlara arkadaş olsun bu, bizimle gelsin !

--------------------------------------------------------

“aa bak bu short ve t-shirt takımmış, hadi gel takımlarını giyelim” diyerek ilgisini çekmiş ve üzerini giydirebilmiştik.

İşte bahsettiğim böyle bir takım



Kasap Aydın abiye gittik, sohbet ediyoruz, şike vs mevzuları yine.

Aydın abi : Arca sen hangi takımı tutuyorsun?
Arca (üzerindeki short ve t-shirt’ü tutarak) : bu takımı!

--------------------------------------------------------

Sabahın körü daha uyanmamışım bile...
A: Çikootalı puding istiyorum!
Y: Annecim ben ev pudingi yapmayı bilmiyorum, Ümit teyzen gelince yapar. Nasıl yapıldığını bilmiyorum.
A: Süt koyuyosun, tuz koyuyosun, kakao, sonra böyle karıştırıyorsun, ocağa koyuyorsun. sen de ocağa koy!

--------------------------------------------------------

Geçenlerde bir akşam balkonu buz gibi yıkamışım, patates kızartmışım hep beraber yiyoruz. Buz gibi bira açtım yanına oh keyif…

Arca bana : “bira kokuyorsun” dedi.
Ben: Peki güzel mi? Kötü mü koku? (bence çok güzel bir kokudur:P)
Arca: Kötü!
Ben: 15 yaşına geldiğinde “anne gel birer bira açalım” dediğinde kötü kokuyor diye içirtmeyeceğim yanımda! Oh olsun!
Arca: Cadı anne!
İlker: Vallaha ben söylemedim.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

hmmm, görürsem söylerim!

Hatırla !! Hatırla!!
Önce numaralı gözlük bulunacak sonra lensler çıkacak!

Her akşam aynı şey. Arca uyuduktan sonra lenslerimi çıkarıyorum ve kör olduğum için bir türlü numaralı gözlüklerimi bulamıyorum. İlker varsa sorun yok, sağ olsun o buluyor. Ama geçen akşam İlker Tufanlara PES oynamaya gitti, ve ben gözlüklerimi bulabilmek için, on dakika arandıktan sonra tekrar lenslerimi taktım, gözlüğümü buldum ve lenslerimi tekrar çıkardım. Ya da gözlükte bir alarm olsa mesela… Çok muzdaripim çok çekiyorum bu körlükten.

Lastikleri gevşeyen bütün donlarımı pazara gideceğim planıyla çöpe attım! Giyecek donum yok desem kimse inanmaz, lakin yok! Üstelik sürekli unutuyorum, bir bakmışım Perşembe geçmiş, gelecek haftanın pazarına kalmış. Hatırla Yeliz hatırla! don alınacak!

Dört tane ajanda tutuyorum ama yine hafta sonu röfleye gideceğimi unutup plan yapıyorum. Bu hafta yazlık planını yaparken aklım neredeydi acaba. Anneme geliriz derken aynaya baktım dört ay geçmiş benim saçlar konsomatristen hallice olmuş. Fön çektiremez oldum, iyice ayyuka çıkacak diye.
Hatırla! Röfle !! Hatırla!

Unutkanlığın sebebi bulunmuş, öğrendim rahatladım. Radyoda söylüyordu, bir araştırma yapmışlar. Eğer karanlıkta, kesintisiz uykunuzu 22:00 – 06:00 saatleri arasında alırsanız, unutkanlık filan çekmiyormuşsunuz. Bingo!

Oldu canım iki senedir, üst üste iki gece böyle bir uyku çektin mi diye sor bakalım önce. Gazı bitti, dişi başladı, dişi bitti çişi, kabusu başladı.

Gül de hamileymiş, yeay!! Daha geçen gün annem sordu, düşünüyorlar mı diye. Yok demiştim, biraz aklı varsa Poyraz (13 ay) ve Arca(2,5 yaş)’yı görüp uzun bir süre erteler. Anlattım Gül’e hatırlattım o Arca’nın kriz akşamını, hatırladı, ama iş işten geçmişti. Bundan sonra zaten sürekli unutacak bir şeyleri, geçmiş ola!

22:00 ila 06:00 arası kesintisiz uyku, hmmm, görürsem söylerim!

5 Ağustos 2011 Cuma

Dumur diyalog #13 : Dap daba daba dababaaa…

Arca’nın hemen hiçbir tarafı bana benzemez. Elinden ayağından tut da yastığa sarılarak ve üstü açık uyumasına, soğuk duş, soğuk su sevmesine, açlığa dirençsizliğine, sabahları müthiş neşeli olmasına, yemek alışkanlıklarına kadar İlker’e benzer. Arca babasının çocukluk fotoğraflarına bakar, kendisi sanar.

Baktım doğuştan bana benzemiyor, bari sonradan kendi özelliklerimi enjekte edeyim bünyesine dedim.

Çok iyi politika yaparım, polemiğe girmeyi sevmem, çok damarıma basılmadıkça insanların suyuna gitme konusunda azimliyimdir. Öyle ki Arca’yı ben ağlatırım, sonra “vah evladım kimler ağlattı seni, noldu sana?” der, Arca’nın kendisinin de şaşırmasını sağlarım, çocuğumla bile polemiğe girmem, altından girer üstünden çıkar, krizi imkanlarım ölçüsünde pasifize ederim.

Arca çok pis politikacı oldu son zamanlarda,bunu iyi bir öğrenci olmasına bağlıyorum.

Alıp karşına konuşmak istersin, lafı değiştirir. Bir şey sorarsın lafı değiştirir. Ona terslenmeni bir şekilde bertaraf eder.
Nasıl mı?
Kendince bir yol bulmuş, diyelim ki, kızacağım bir hareketi oldu, hop hemen yüz ifadesi değişir: “Dap daba daba dababaaa…”

“Oğlum … yiyecek misin?” misal “Dap daba daba dababaaa…”

“Arca hadi çıkıyoruz…” “Dap daba daba dababaaa…”

“Arca işe gidiyorum, hoşça kal de, öpüşelim” “Dap daba daba dababaaa…”

“Arca hadi arkanda sıra oldu, kay çocuğum kaydıraktan” “Dap daba daba dababaaa…”

En son geçen akşam dumur etti yine;
A: Bugün okulda ağladım
Y: Aa şaşırdım, ağlamıyordun ne zamandır? Neden ağladığını sorabilir miyim?
A: Sor!
Y: Neden ağladın?
Cevap:

Untitled from yeliz minareci on Vimeo.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Komik insan manzaraları

İnternetten kitap siparişi verirken aklıma geldi. Bizimkilerin yazlığın orada bir sosyete pazarı kurulmuş. Cidden sosyete lafta değil!

Son günlerin populer kitaplarından birini okuyası geldi İlkerin - ki bu çok nadir olur, ben böyle bir kitap aşkı ile 15 senede 3 defa karşılaşmadım o kadar diyeyim - , gaza geldim, korsan morsan hemen alalım dedim, sosyete pazarındaki kitapçıya daldım. Bandrol filan hikaye. Kitabın üzerindeki fiyat 20 TL, bu kitapçılar yarı fiyatından kapı açıyor, hadi internetten gelişini beklemeyelim dedim, fiyatını sordum. 20 dedi, başladı anlatmaya, yok son günlerin liste başıymış yok çok güzel kitapmış. Tipine bak, sor değil gazete, poşete girmiş yetişkin dergisi bile okumamıştır. Polemiğe girmedim, gerisin geri koydum yerine, İlker'e baktım kaşlarımı kaldırdım, anladı.

Satıcı peşimizi bırakmıyor. "Bu fiyattan aşağısına bulamazsın piyasada hiç arama" diyor.

Kitap D&R'ın web sitesinden sepette, 15 TL bile değil. Hataya düşüp söylüyorum.

"Yok yav mümkün değil, dikkat et korsan olmasın" diyor.

Hey allahım!! Ben durup internetten kitap alışverişinin ne kadar ucuza geldiğini anlatmaya hazırlanmışken İlker tutup kolumdan kurtarıyor beni.

Manzaranın önünü kesiyor, yoksa bizim korsan kitapçıyla diyaloğumuzdan ne biçim malzeme çıkardı!

Bir komik manzara da benden.

Geçen gün çok pis tongaya düştüm. Elfana ile Evren’i Yavrusu’yu görelim istiyoruz, dönecekler bir türlü göremeyeceğiz diye endişeleniyoruz. Neyse ki İzmir’e geldiler vesile oldu. En yakın yer Forum, sözleştik, geç geleceğimi İlker’e haber verdim, biz de gelelim dedi. Aaa süper fikir! Gel gör ki çocuksuz katılacağım diye sabah işe gelirken ayakkabıyı topukludan yana seçme konusunda sakınca görmemiştim.

Hiçbir yerde yazılmayan ama anayasanın değişmez maddesi gibi belleklerimize kazınan “ortamda ben varsam, Arca ile ben ilgilenirim” kanunu devreye girdi. Arca tırmanmaması gereken, koşmaması gereken yerlere tırmanırken arkasından koşan 10 puntoluk topuklu ayakkabıları ile bendenizi gören gözler epey şenlendi kanımca. Forum Midpoint’in önünde bir ara artan kalabalığın sebebini şimdi şimdi anlıyorum. Bahse varım, düşecek mi düşmeyecek mi diye bahse girmiştir seyirci milleti.

Neyse ki kolyemle, kıvırcık sarı saçlarımla Yavrusu beni sevdi ve kendisi gelip öpmeyi teklif etti. İlker buna feci halde içerledi. Zira tanıdık tanımadık tüm kız çocuklarının kendisine hayran olmasına alışkın, bu durum egosunu zedeledi. Bizim Arca oğlanı bıraktı, Yavrusu’ya kendini sevdirme çalışmalarına başladı.

Manzara demişken, bir tane de bizim evden ...

Yavrusu’nun hediyeleri için sabahı bekledik, gördüğünde Arca’nın kalp atışlarının sesini biz bile duyduk. Eşi benzeri görülmemiş bir vuslat manzarası yaşandı evde!

Türkiye’de hiçbir yerde bulamadığımız ve yurtdışından sipariş etmeyi planladığımız küçük cars karakterleri.

“Ramon! Ramon!”
“Noldu Arca?”
“Flo Ramon’u arıyo!”



Flo Ramon’a kavuştu…
Ve Arca Kırmızı’ya ve Sheriff’e…

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir çizgiyi aşmak

İlker “Yüzüklerin Efendisi”ne kaptırmıştı kendini, itiraf ediyorum, fırsatçılık yaptım.

Hafta sonu suratımda salak bir gülümseme ile izlediğim “Before Sunrise”dan sonra aldığım yorumlarla dokuz sene sonra çevrilen devam filmini ikinci kez izlemek için yanıp tutuşuyordum.

Dokuz senelik evliliğimizde İlker’le hiç ayrı odalarda TV izlememiştik! Dün akşama kadar …

Kendimi bir çizgiyi aşmış gibi hissediyorum. Bu kararı almak kolay olmadı, kendimi çok kötü hissettim ama kendimce belirlediğim kanunlarımı bir defa delmekten bir şey olmaz diye çıktım yola.

Öncesinde direndim, çok samimiyim. “Bilgisayarı alırım kucağıma, kulaklıklarımı takarım, şu köşeye kıvrılır izlerim”, dedim. Güya TV izlemek istemediğimde önceden yaptığım gibi yine aynı odada oturacak başka bir şeyle meşgul olacaktım, aynı havayı soluyacaktık.

“Manyak mısın!” dedi, beni öbür odaya sepetledi, “rahat rahat izle”, dedi.

Dört adet televizyonu olan dört kişilik bir ailede büyüdüm ben. Ne kadar televizyon o kadar ayrışma… Buna rağmen alışkanlığım yok, her sene edindiğim bir dizim ve filmler, nadiren haber.

Meğer kural koymuşum kendime, ayrı odada televizyon izleyince bir garip oldum önce ama “Yüzüklerin Efendisi” o kadar çok reklam almış ki, İlker benim filmin yarısı benimle izledi, tekrardan. Sürekli yokladı beni, dalaştı, eski günlerimizi aratmadı.

İtiraf ediyorum, ayrı odalarda televizyon izleyen çifte dönüşme korkumu atamadım üzerimden. Allah başka zeval vermesin: )

Before Sunset

Dediğim gibi bizimkiler dokuz sene sonra tekrar bir araya geliyorlar. Bazı diyalogları başa alıp tekrar dinledim. Dalıp gittim… Tek bir öpüşme sahnesi olmayan bir aşk filmine…

Nina Simone…

“Uçağını kaçıracaksın bebeğim”
“biliyorum”

Cümleler hala kulağımda ve sahneler aklımda


Unutmadan...
Julie Delpy'yi, filmdeki siyah bluzuna benzeyen uzun zamandır giymediğim bir gömleğimi giyerek selamladım bugün.

Metroda kitap okurken gülümsüyordum.

2 Ağustos 2011 Salı

Arca'yı kullanma kılavuzu

Üniversiteden ilk mezun olduğum yıllarda kamyoncuydum. Kamyon fabrikasında çalışırdım. Teknik kadro. İşlerimden biri de talimat yazmaktı. İşçi neyi nereye nasıl monte etsindi kısaca. (Şimdi düşünüyorum da şu an çalıştığım neşesiz iç karatıcı boş ofise bile gelmeye can atan bir bebem var, hala orada çalışıyor olsaydım Arca’ya fabrikada kadro açmamız gerekirdi)

Neyse … şimdiki işimin de bir parçası kullanma kılavuzu hazırlamak. Yani kılavuz konusunda nerden baksan on seneyi aşkın bir tecrübe!

Gel gör ki şu Arca’nın kullanma talimatlarını bir türlü tamamlayamamıştım.

Üf tamam biliyoruz, o bir birey, onu bir makine gibi kullanamayız, bık bık bık… Ama ruhumuzu çıkarırsak hepimiz birer makine değil miyiz? Öyle ya da böyle, kullanma şartlarına göre çalıştırıldığımızda maksimum verim, uzun ömür, sağlıklı işleyiş, sıfır arıza ile huzura kavuşmuyor muyuz? Ben sorunları önce basite indirir, parçalar böler, öyle çözerim arkadaş! Yoksa biz de biliyoruz yer cücesinin eşref ve eşek saatlerine dikkat etmedin mi boyunun ölçüsünü alacağını : )

Arca seyirciye oynar bi kere! Kullanıcı buna dikkat edecek! Etrafta çekirdek aile haricinde biri var mı, yazar, yönetir ve oynar, öyle güzel oynar ki “…and the Oscar goes toooo…” diyesin gelir. Geçen hafta yazlık tatilindeyken sanat yaşamının zirvesindeydi, öyle inandırıcıydı ki hani tanımasam ben bile yiyecektim!

Lakin evde baş başa geçirilen bu hafta sonu noldu? Aynı arıza potansiyellerine rağmen Arca lokum oldu! Baktı seyircisiz sahada oynuyor, hemen maçı bitirmeyi tercih etti, ee hiç zevki yok tabii : ) Demek ki tribünlere oynayacağını anladığın an, tenhada yalnız kıstıracaksın cüceyi, bak bakalım, arıza yapıyor mu?

Annemle Arca’nın notunu verdik geçen hafta, aç kalmayacak. Midesi dolu oldu mu ondan şekeri yok, kan şekeri mi düşüyor ne, huysuzluğuyla başa çıkamıyor. İşlere de dahil ettin mi senden iyisi yok!

Cumartesi günü birlikte kahvaltı hazırladık, birlikte kahvaltı yaptık. İlker’i işe postaladık, bütün günü birlikte geçirdik. Birlikte lazanya pişirdik, Arca tek soğuk malzeme olan kaşardan sorumluydu. Vıcık vıcık yaptı kaşarları, elleriyle hamur gibi yoğurdu, kaşarlar gevşedi, Arca gevşedi. Gerçi defalarca yıkanmasına rağmen kaşar kokusu elinden çıkmadı ama olsun!

Baktım lazanya ağzını sulandırıyor, kıymalı malzemesinden haşladığım makarnanın üzerine koydum, kendinden geçti. Karnı tok, altı kuru! Üstüne iki saat uyku.
Dellendi mi verdim suyu önüne battı çıktı, rahatladı. Yazlıkta da böyleydi, suya girdi mi gevşedi, huzuru suda buldu.

Fiziksel bir çocuk değil Arca. Zaten görece geç emekledi, geç yürüdü. Şimdi şimdi hareketlendiyse de aslında umumiyetle tembelliği seviyor. Fiziksel aktiviteler rutininin dışına çıktı mı, arıza kodu veriyor, başa çıkamıyor. Yazlıkta uyku öncesi arızalarının sebebi buydu. Bu cumartesi zaten o kadar sıcaktı ki, akşama kadar evden burnumuzu çıkarmadık.



Akşam lazanyayı eritmek için sahile indik, yürüyüş yaptık. Yazlıkçıların bize bıraktığı şehrin tadını çıkardık. Püfür püfür esti sahil, önümüzde koşan Arca’nın peşi sıra sohbet ettik İlker’le. İki lafın arası “oh iyi ettik de çıktık” oldu. Gelata Roma’dan dondurmamızı attık çantamıza, Arca uykuya biz sefaya.



Talimatlarına uygun kullandın mı, Arca lokum, biraz hayatın ritmine o ayak uyduracak, biraz hayat ona ayak uyduracak.

Haa ne demeye Pazar gecesi kabusuna boynunu kurban verdin diyecek olan olursa, içimden “yürü git!” demek gelse de terbiyeli kadın çizgimi koruyacağım. Olay tamamen kullanıcı hatalarından kaynaklanıyordu bence. Hemen her üretici gibi, kullanma kılavuzunun altına minik harflerle dip not şeklinde "kullanıcı hataları garanti kapsamı dışındadır" yazıp sorumluluk kabul etmeyeceğim : )

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Muscoril

Acıların çocuğu Emrah gibiyim. Boyun hafif sağa doğru bükülü, sol tarafın ağrısından kaşlar yukarı doğru dışbükey bir şekil almış. Gözler çekilen sıkıntının ağırlığı ile hafif buğulu, hani dokunsalar ağlayacak, sel olup akacak. Temkinsiz bir harekette çıkan “aah” sesi, karşıki dağları inletiyor. Nefes almaya korkan ürkek bir ceylan gibiyim.

Var ya o Arca cücesini çok fena yapacağım. Ulen haftaya böyle başlanır mı?

Dün gece işeteyim diye yanına vardığımda ortalığı bir inletti. Uykuda krize çözüm yok, uyanık olsa savaştığın şeyi, istediği her ne ise anlarsın. Rüya mı gördü? Bir yeri mi acıdı? Bir şeyden mi korktu? Yok! O bir metreye ulaşmamış boyuyla geceyi inletiyor, biz uykulu serkeş iki yetişkin şaşkın şaşkın bakıyoruz.

Çıplak yatmak ister, annesi yanında yatsın ister, suyunu soğuk ister, yatağının yanına park ettiği arabaları bıraktığı gibi dursun ister, ayısını ister…. Her isteği yerine gelir, çişim yok der, sonra ben sabaha karşı dört sularında çiş sesi ile uyanırım. Üst baş, yatak, şilte, ılık ılık yıkanırız. Çarşaf değişir ve boynumun tutulduğunun farkına varırım. Artık o saatten sonra yatağıma gitmenin faydası kalmamıştır.

Sabah hala gece krizinin sebebini bilmiyorduk. Ümit abla pazartesi sendromu olabileceğini söyledi. Ne be Pazar gecesinden mi başlayacak artık! Sabah diğer günlerden daha kötü değildi, ayrılığımız... bilemiyorum.

Ama haberini aldım düdüğün! Ben muscorilden medet umarken, arabada yan aynalara göz ucu ile bile bakamaz, dikiz aynasıyla arkamı görmeye çalışırken, o cüce babasını işe öpücüklerle yollamış, okula gitmiş, dün gece hiç yaşanmamış gibi davranmaktaymış. Ah ulen yaktın beni, ahhh!

31 Temmuz 2011 Pazar

Gün doğmadan...

"Neler doğar" diye devam etmeyeceğim.

Bir film ismi bu. Bugün Arca uyurken günün doğuşunu izledim, keyifle.

Before Sunrise

İki genç insanın Avrupa'da bir trende tanışıp gün doğuncaya kadar Viyana sokaklarında turlamaları ve sürekli sürekli konuşmaları üzerine kurulu çok ama çok keyifli bir film.



Unutmadan bu filmin 9 sene sonra devamı da çekilmiş, meğer 6 ay sonra buluşacaklarına dair sözü tutamamışlar. Ama 9 sene sonra tekrar bir araya geliyor, daha olgun daha keyifli bir buluşma...

Son olarak, bu filmde o serseri sokak şairi olmayı çok istediğimi fark ettim. Hani "kim olmayı isterseniz" diye bir soru gelse, direkt bu filmin bu sahnesini adres gösteririm. Diyor ki "bana para vermeyin bir kelime verin ve ben sizin için bir şiir yazayım, içinde bu kelime geçsin, beğenirseniz para verirsiniz". Milkshake... Şiiri de güzeldi de dilenme tarzı çok tarzdı be!!

Ay dur bişey daha diyeyim kapatayım, sabaha kadar sokaklarda sürtmelerinin sebebi çocuğun otel parası olmaması aslında. Ama bütün gece falcılara, dilencilere, sokak dançılarına, iki cafe, bir lunapark, iki bara verdikleri paralarla bir oda tutsalar daha iyiydi: GET A ROOM!! der kaçarım:)

29 Temmuz 2011 Cuma

Veli dedenin torunu

Tatilde Arca umumiyetle ağzıma mıçtı. Huzur karesi hikaye, o ilk günün ve uyku sonrasının rehaveti. Kendisi tüm tatilini planlı ve programlı bir şekilde ;
- seyirciye oynamak
- anane dedenin gözüne girmek ve kendini acındırmak
- her türlü sınırı dibine kadar zorlamak
- katiyen paylaşmamak
konu başlıkları altında topladı.

Kimse bebenden şikayet etme demesin, çok pis dalarım!



Şimdi ben tatil öncesi iki gün İstanbuldaydım ya pek tabii annesiz geçirilen iki günün acısı ziyadesiyle çıkarıldı.

Etrafta çekirdek ailenin haricinde bir kişi görse hemen senaryolar yazıldı ve Oscarlık aktörlere taş çıkaracak şekilde icra edildi.

Sınırları zorlamak oyun haline getirildi.

Ama benim anlatacaklarım başka...

Veli dedenin torunu...

Aslında yok öyle biri, o bir şehir efsanesi, o bir Kayzer Söze...

Veli amca yazlıkta yan komşu. Bahçe kapısından babamla sohbet ederken Arca'yı sevmek ister. Arca'ya sempatik gözüksün diye bizimkiler "Arca bak Veli dedenin de torunu var senin gibi, hadi bir merhaba de" teşvik ederler.

Arca dik dik bakar adamın suratına, sevdirmez ve gerisin geri eve girer.

Üç beş parça oyuncağı tıkıştırır torbanın içine sürükleye sürükleye döner gelir:
"Veli dedenin torunu almasın oyuncaklarımı, paylaşmıycam paylaşmıycam!"

(Pek insancıl pek uysal bir bebe profili:P)

Biz maaile koparız o an ama Veli dedenin torunu efsanesi bütün tatilin konusu olur.

A: İstesin benden
Y: Kim istesin?
A: Veli dedenin torunu
Y: Ne istesin?
A: Oyuncaklarımı istesin
Y: Peki isterse verecek misin?
A: Vermiycem ağlasın!

Arca arıza mı çıkardı, hop Veli dedenin torunu geliyormuş dedik mi, soluğu oyuncaklarının yanında alır, arıza konusu kapanır.

Paylaşmaz! Sadece Veli dedenin torunu değil mesele! Mesele onun temsil ettiğinde!

Aylar önce Cansu'nun dokunduğu tüm oyuncakları teker teker bizim yatağın üzerine yığarak koruma altına almışlığı var.

Ümit ablanın doktorda olduğu gün "Veli dedenin torunu" bizim Duruydu. Duru'nun geleceği önceden kendisine bildirilmişti, evin kapısı çalınınca bir güzel sarıldı oyuncaklarına! Eminim o an daha fazla oyuncağı koruma altına alabilmek için Yavru ahtapot Nino olabilmeyi çok isterdi.Kapıda Umidini görünce vedalaşabildi oyuncaklarıyla.

Poyraz geldiğinde ise biz fark etmeden arabalarını çekmecelere saklıyor. Sonra kendisi de bulamayıp deliye dönüyor, deli işte!

Hani görünürde bu kadar duygusal çocuk nasıl oluyor da iş paylaşmaya gelince bu kadar değişiyor, aklım almıyor, deli mi ne!