İnsan okuduğu kitaptan etkilenebilir, kitaptan sahneler gözünde canlanabilir, kitabın kahramanı ile kendisini özdeşleştirebilir ve hatta ağlayabilir… Ben hemen her kitapta hemen hepsini yaşarım.
Peki ya dilini diline dolamak ne oluyor? O kelimeleri kullanmak, hayatına eski Türkçe’den yeni kelimeler eklemek? İşte bu benim başıma ilk defa geliyor.
Nasıl mı?
6 Aralık 2011 Salı
5 Aralık 2011 Pazartesi
Agora Kuralları
Agora İzmirlilerin çok iyi bildiği çok kalabalık bir alışveriş merkezidir. Hatta orası AVM ötesi bir şeydir.. Hava yağışlıysa, bayramsa, hava güzelse, hafta sonuysa… Sanki yapılacak başka hiçbir iş yok gibi bütün İzmirliler buraya akın eder. Özellikle cumartesi öğleden sonra gitmeye kalkarsan Kemeraltından beter olur, omuz omuza yürürsün. Ne yediğinden ne gezdiğinden bir şey anlarsın.
4 Aralık 2011 Pazar
Deniz Kaptan & Arca
Arca'nın çoook uzun zamandır, ne zaman çıkacak diye sorduğu Deniz Kaptan aramıza katıldı! Yeay!!
Fotoğraflar pek yakında burada :)
Bir yerlerden aklımda kalmış, derler ki bizim cüce kadar veletlerin yeni kardeşleri doğunca ona bir hediye verilmeli, bunu sana kardeşin hediye getirdi denmeliymiş. Böylece aralarında güzel bir ilişkinin başlangıcı olurmuş. Deniz'in doğduğu gün tesadüfen kargo geldi. Kitaplardan biri Arca'nın son zamanlarda yediği içtiği ayrı gitmeyen serinin -bence - en eğlenceli kitabı : Aferin, Küçük Ayı!
Fotoğraflar pek yakında burada :)
Bir yerlerden aklımda kalmış, derler ki bizim cüce kadar veletlerin yeni kardeşleri doğunca ona bir hediye verilmeli, bunu sana kardeşin hediye getirdi denmeliymiş. Böylece aralarında güzel bir ilişkinin başlangıcı olurmuş. Deniz'in doğduğu gün tesadüfen kargo geldi. Kitaplardan biri Arca'nın son zamanlarda yediği içtiği ayrı gitmeyen serinin -bence - en eğlenceli kitabı : Aferin, Küçük Ayı!
2 Aralık 2011 Cuma
Arca diyor ki...
Geçenlerde annem aldı benim okuldan. Pek duygusalmışım o gün, Sevcan ağladığımı anlattı anneme. Annem de “Ümit teyzesi ayrılıyor diye olabilir, bu aralar böyle” dedi. Hey allam size ne yav benim ruh halimden! Kardeşim bi rahat verin doya doya acımı yaşayayım.
Evet Umidim gitti. Dün akşam o kuşlu lokantaya gittik. Söylemesi ayıp götürdüm etleri, fabrika ayarlarına dönmüşüm annem öyle diyor. Umidime hediyesini verdim, çok şaşırdı, çok sevindi. Her geldiğinde görüşeceğiz, ben de İstanbul’a gideceğim. O Ege denen veledi gözüm tutmamıştı bak ne işler açtı başıma! Güzelimi Umidimi aldı pis velet.
1 Aralık 2011 Perşembe
Bizim bildiğimiz başka bir Madonna vardı eskilerden...["like a prayer" geyiğine girmeyeceğim, korkmayın okuyun]
Bu D.I.Y. meselesi çok acayip, insanın kanına bir şekilde girdi mi evdeki her türlü çer çöpe DIY'acak bir şeymiş gözü ile bakar oluyorsun.
Arca ile Ümit abla için el emeği göz nuru fotoğraf kutusu hazırladık demiştim ya, aynı gece o kitap yastığını yaptım. Yetmedi bir de kitap ayracı yaptım. Allahım sana geliyorum kim tutacak beni?
"Umidimizin" son günü
Dündü. Yanında ayrılma olayını konuşmuyorum bile, hemen ağlamaya başlıyor ve bizim gözler doluyor. İki buçuk seneye ne çok sığmış. Ayaküstü olmaz dedik, akşam beraber yemeğe çıkıyoruz, veda yemeği.
30 Kasım 2011 Çarşamba
DIY'dık DIY'madık demeyin! Peynir ekmek yemeyin!
Bu gözler D.I.Y. (Do it yourself : Türkçe meali "elin armut mu topluyor, bir dünya para vereceğine kendin yap!") da gördü ya blogta artık ölsem de gam yemem!
29 Kasım 2011 Salı
Anarşizm
Dün sabah evden işe gider gibi çıkmıştım, kuaföre bir gün önceden tembihlemiştim, “erken gel!” Gün kısa iş çok! Bir pazartesi sabahı kimse saçını yaptırmadığından bütün kuaför halkı etrafımdaydı. Full faça düzeltme iki saatte bitti. Yeni manikürcü kıza pek yüz vermedim. Çünkü biliyorum, aynen şöyle başlıyor her şey; “tırnaklarınızı kendiniz mi kesiyorsunuz?” Toynak olmuş kızım onlar, manikürcü elinden çıkmışa benziyor mu! Tabii ki kendim kesiyorum. Dört ayda bir uğruyorum kuaföre tırnak bekler mi!
Eğer “hhmm evet” deyip geçiştirirsem, bu defa da sohbeti genişletmenin diğer yöntemi “tırnaklarınız güçsüzleşmiş, vitamin takviyesi yapın” Eğer havamdaysam ve sohbet edersem işte o zaman yeni peeling ürünleri ile saç serumu pazarlanmaya başlıyor. Havamda değilsem, duvardaki televizyonu seyredermiş gibi yapıyorum. Aslında bu yeni kızı çok sevdim, çok kibar ve gıdıklamadan dolayısı ile karnına tekme yemeden günü atlattı.
Eğer “hhmm evet” deyip geçiştirirsem, bu defa da sohbeti genişletmenin diğer yöntemi “tırnaklarınız güçsüzleşmiş, vitamin takviyesi yapın” Eğer havamdaysam ve sohbet edersem işte o zaman yeni peeling ürünleri ile saç serumu pazarlanmaya başlıyor. Havamda değilsem, duvardaki televizyonu seyredermiş gibi yapıyorum. Aslında bu yeni kızı çok sevdim, çok kibar ve gıdıklamadan dolayısı ile karnına tekme yemeden günü atlattı.
Çocuk yapın!
Hayatınızın tekdüzeliğinden sıkıldınız mı? Kaşınıyor musunuz?
Geceleri ne kadar sıklıkla kalkabilirim, potansiyelim nedir? Gibi sorulara cevap mı arıyorsunuz?
Dağınık eviniz için artık bahane üretemiyor musunuz?
Geceleri ne kadar sıklıkla kalkabilirim, potansiyelim nedir? Gibi sorulara cevap mı arıyorsunuz?
Dağınık eviniz için artık bahane üretemiyor musunuz?
28 Kasım 2011 Pazartesi
Erer miyim acep?
Balkonda ereceklermiş. Öyle dedi pazardaki güzel yüzlü köylü teyze. Birazını mutlaka böyle ermemişlerinden al, lezzeti hiçbir şeyde yok dedi.
Çoktan ermiş birkaç tanesini daha dünden indirdim mideye. Ben yazın ortasında böyle lezzetli domates yememiştim.
Bakalım bizim bol güneşli balkonumuzda erecekler mi? Aynı lezzete erecekler mi?
Onlar balkonda güneşlenedursun ben bugünümü şehrimin muhtelif semtlerinde, umumiyetle yüzümü güneşe karşı çevirerek geçirdim. Erer miyim ben de domatesler gibi?
26 Kasım 2011 Cumartesi
Günün çorbası iftiharla sunar: Ev işlerinde pratik bilgiler
Tabii ki mail kutusundan arak! ama faydalı görünüyor, hadi bu kıyağımı da unutmayın:P
* Ütü yapmayı sevmiyorsanız daha kısa sürmesini sağlamak çok kolay. Ütü masası kılıfının altına alüminyum folyo serin. Folyo ısıyı geri yansıtır ve ütü yapma süresi kısalır.
* Ütü yapmayı sevmiyorsanız daha kısa sürmesini sağlamak çok kolay. Ütü masası kılıfının altına alüminyum folyo serin. Folyo ısıyı geri yansıtır ve ütü yapma süresi kısalır.
25 Kasım 2011 Cuma
Bu aralar...
Bu bloga çok gülüyorum. Aslında çok önemli bilgiler veriyor kendisi, lütfen dikkate alalım. Eğer evlenmemiş olsaydım muhtemelen bu blogu ben yazıyor olurdum. Şimdi işte veletti kocaydı antin kuntin işler peşindeyim ama Müjde gerçekten çok önemli bilgiler veriyor.
Eğer bu satırları okuyorsa, yorum ayarlarını pop up pencere olarak değiştirmesini rica ediyorum, zira puhahahhah şeklinde yorum bırakasım var teknik aksaklıklar izin vermiyor.
Bu aralar...
Bu büyüklükteki bir bardaktan buz gibi bira içesim var, Kordonda gün batımına karşı mümkünse kafa dengi bir şahıs ile. Mümkünse Arca mevzubahis olmasın. İşten güçten hayattan kitaplardan konuşalım.
Eğer bu satırları okuyorsa, yorum ayarlarını pop up pencere olarak değiştirmesini rica ediyorum, zira puhahahhah şeklinde yorum bırakasım var teknik aksaklıklar izin vermiyor.
Bu aralar...
Bu büyüklükteki bir bardaktan buz gibi bira içesim var, Kordonda gün batımına karşı mümkünse kafa dengi bir şahıs ile. Mümkünse Arca mevzubahis olmasın. İşten güçten hayattan kitaplardan konuşalım.
Al benden de o kadar!
Son bir haftadır ofise asla zamanında gelemedim. Sebep? Tabii ki Arca.
Son haftalarda Arca kendi kendine bir veda ritüeli hazırladı. Şöyle ki, benim iş için evden çıkmama yakın Ümit abla geliyor. Kapıyı Arca açmak istiyor ancak Arca mutlaka benim kucağımda olacak. Sonra Umidine bir hıh yapıyor ve biz birlikte salona gidip oturuyoruz.
Bu ritüel her gün eskizsiz tekrarlanıyor, eksik bir done olduğunda ev yıkılıyor.
İşin kötüsü son bir haftadır alışma süreci için yeni bakıcımız Nadire abla da geliyor. Aynı ritüel ona da yapılıyor. Tek fark anne son bir haftadır katiyen işe salınmıyor.
Diller döküyoruz, anlatıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz, yok! Gören de Nadire çocuğa zulmediyor sanır. Halbuki süper anlaşıyorlar. Kanımca Ümit ablanın gidecek olması gerginliği tırmandırıyor. Bir de sabah evde üç kadın küçük beyin peşindeyiz (harem kurdu şerefsiz!) ya iyice şımarıyor.
(Ah ulen hastalıktı Ümit ablaydı derken hassas ruh haline ilişmiyorum, öyle bir tersime gelecek ki feleğini şaşacak ya neyse…)
Son haftalarda Arca kendi kendine bir veda ritüeli hazırladı. Şöyle ki, benim iş için evden çıkmama yakın Ümit abla geliyor. Kapıyı Arca açmak istiyor ancak Arca mutlaka benim kucağımda olacak. Sonra Umidine bir hıh yapıyor ve biz birlikte salona gidip oturuyoruz.
Bu ritüel her gün eskizsiz tekrarlanıyor, eksik bir done olduğunda ev yıkılıyor.
İşin kötüsü son bir haftadır alışma süreci için yeni bakıcımız Nadire abla da geliyor. Aynı ritüel ona da yapılıyor. Tek fark anne son bir haftadır katiyen işe salınmıyor.
Diller döküyoruz, anlatıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz, yok! Gören de Nadire çocuğa zulmediyor sanır. Halbuki süper anlaşıyorlar. Kanımca Ümit ablanın gidecek olması gerginliği tırmandırıyor. Bir de sabah evde üç kadın küçük beyin peşindeyiz (harem kurdu şerefsiz!) ya iyice şımarıyor.
(Ah ulen hastalıktı Ümit ablaydı derken hassas ruh haline ilişmiyorum, öyle bir tersime gelecek ki feleğini şaşacak ya neyse…)
24 Kasım 2011 Perşembe
Köy Enstitüleri masalı
Bir varmış bir yokmuş…
Yoklukların savaşların içinden bağımsız bir millet çıkmış.
Yazık ki savaş yeni başlıyormuş. Ülkenin büyük çoğunluğu köylerde yaşıyormuş ama bütün ülkenin sadece çok küçük bir kesimi okuma yazma biliyormuş. Eğitimli şehirli gençler de köylere gitmek istemiyormuş.
Demişler ki bu köylerde yaşayan zeki çocuklar var, biz bunları eğitelim onlar da kendi köylerindeki çocukları eğitsinler, böylece ülke kalkınsın. İşte bu kadar basit. Bir nevi saadet zinciri. Ülkenin kendi gerçeklerine ve ihtiyaçlarına ve pek tabii imkanlarına dayalı bir sistem.
Demişler ki, öyle kitaplara gömülmesin bu gençler. Köylerinden geldikleri gibi girsinler işin içine, ekmek pişirsinler, duvar örsünler, tamir yapsınlar, ekip biçsinler, bunları modern yöntemlerle yapmayı öğrensinler. Bir taraftan da okuma yazma öğrensinler, klasikleri okusunlar ve mutlaka bir enstrüman çalsınlar.
Yoklukların savaşların içinden bağımsız bir millet çıkmış.
Yazık ki savaş yeni başlıyormuş. Ülkenin büyük çoğunluğu köylerde yaşıyormuş ama bütün ülkenin sadece çok küçük bir kesimi okuma yazma biliyormuş. Eğitimli şehirli gençler de köylere gitmek istemiyormuş.
Demişler ki bu köylerde yaşayan zeki çocuklar var, biz bunları eğitelim onlar da kendi köylerindeki çocukları eğitsinler, böylece ülke kalkınsın. İşte bu kadar basit. Bir nevi saadet zinciri. Ülkenin kendi gerçeklerine ve ihtiyaçlarına ve pek tabii imkanlarına dayalı bir sistem.
Demişler ki, öyle kitaplara gömülmesin bu gençler. Köylerinden geldikleri gibi girsinler işin içine, ekmek pişirsinler, duvar örsünler, tamir yapsınlar, ekip biçsinler, bunları modern yöntemlerle yapmayı öğrensinler. Bir taraftan da okuma yazma öğrensinler, klasikleri okusunlar ve mutlaka bir enstrüman çalsınlar.
Dumur Diyalog #30
Hastalık sonrası mızmızlanan Arca sonunda İlker'i bile çıldırtır.
İ: Ümit abla, Arca kahvaltısını tamamen bitirmeden çizgi film yok bugün!
İ: Ümit abla, Arca kahvaltısını tamamen bitirmeden çizgi film yok bugün!
23 Kasım 2011 Çarşamba
Hain Evlat Arca ile babasının işbirliği #2
Bunlar benim sanat kariyerimi piç ediyorlar. Çok değil birkaç ay önce Arca müsikimizin güzide eserlerini seslendirmemi heyecanla karşılardı. Şimdi şarkı söylerken susturuyor, dans ederken durduruyor.
Ve bu suçun faili meçhul değil! Tabii ki İlker! Kulağına fısıldarken yakaladım geçen gün. “Söyle annene şarkı söylemesin babacım, bu ne be!” diyordu. Tamam sesim kötü, “yeteneksizim Türkiye!” ve bunu anlamak için tek kuple şarkı mırıldanmam yeterli lakin dans konusunda son derece iddialıyım arkadaş!
Ve bu suçun faili meçhul değil! Tabii ki İlker! Kulağına fısıldarken yakaladım geçen gün. “Söyle annene şarkı söylemesin babacım, bu ne be!” diyordu. Tamam sesim kötü, “yeteneksizim Türkiye!” ve bunu anlamak için tek kuple şarkı mırıldanmam yeterli lakin dans konusunda son derece iddialıyım arkadaş!
22 Kasım 2011 Salı
Kaçmak
Allah biliyor ya, hafta sonu dışarı çıkmayı çok istedim. Cuma ateş 40 dereceyken bile İlker’e “yarın hava güzel olacak, biraz oksijen alsın Arca, yürüyüşe çıkarayım” demiştim. Cumartesi balkona bile çıkamadık tabii ki.
Dumur Diyalog #29
Okuldan her gün 50 kuruş göndermemizi, kumbaraya atacaklarını, yılbaşında biriktirdikleri harçlıklarla oyuncak alacaklarını bildirdiler.
21 Kasım 2011 Pazartesi
Günün sebzesi : Brokoli denen sebze
Önce evden haberler: Arca'nın ateşi bugün çıkmamış. Kıçımı kaşıyıp dilimi ısırıyorum daha da çıkmasın diye dua ediyorum.
Geçen hafta pazarda taze soğan alıyorum, - o soğan da neydi be kardeşim, Çeşme soğanı, demetle değil, kiloyla satılıyor, incecik kütür kütür, her yemeğin yanında götür : )- yandaki tezgahta brokoli gördüm. Hiç hazzetmem o saçma sebzeden. Sahi bizim çocukluğumuzda yoktu, bir vitamin deposu pompalamasıyla hayatlarımıza girdi. Concon bir sebze!
İki dal istedim, pazarda az miktar almaya utanıyorum aslında. “şöyle az bi şey ablacım, iki dal ver yeter” diye eğilip bükülüyorum. “Bebek için mi abla?” bozuntuya vermiyorum, “Ha evet ya bebek için, tazelerinden ver ablacım n’olur” Evet bebek, 33 yaşında 78 kilo civarında bir bebek var bizim evde. Günde bir öğün sebze yemeli ancak kış sebzelerinden evir çevir yiyebildiği bir halt yok. Barbunyanın et sınıfında tüketilmesi gerektiğini öğrendiğimizde resmen yıkıldık! Buzluk sebze değeri taşımayan tek öğünlük barbunya paketleriyle dolu!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)