8 Aralık 2011 Perşembe

Bacılar! Analar ! toplaşın, mühim izahatlarım var! Vol.2

Serinin ilk ayağında "farkındalık", "sonuca değil sürece", "algısı açık" konularına değinmiştik. Kaçıranlar buraya bir tıklayıversin, nadide bilgilerden mahrum kalmasın.

"Analara faydalı bilgiler kılavuzu" zamane analarını bilinçlendirmeye devam ediyor.
(Kılavuzunuz karga burnunuz bokta:P)

Bu dersimizi biraz daha genişletiyoruz ve yeni kavramlarla tanışıyoruz.

Bacılar! Analar ! toplaşın, mühim izahatlarım var!

Günün çorbası hiçbir fedakarlıktan kaçmayarak taze analara inanılmaz bir hizmet sunuyor.
  • Entel ortamlarda nasıl konuşacağınızı bilmiyor musunuz?  
  • Didaktik söylemlere cevap verirken altta kalmak canınızı mı sıkıyor?  
  • Sanal alemdeki bilge anaların yazılarına kafanız basmıyor mu?  
  • Bebeniz hakkında beyanat verirken “vay be” diye ışıldayan gözler üzerinize çevrilsin mi istiyorsunuz?  
  • Çok okumuş, çok araştırmış, çokbilmiş bir ana profili mi çizmek istiyorsunuz?
Tamamen anlaşılır, hayata uyarlanmış cümle içinde kullanılmış süper düper entel dantel lügat! kısacası ihtiyacınız olan her şey bu seride!

7 Aralık 2011 Çarşamba

Dumur diyalog #31

A: Annem halamın evinde doğum günü partisi yapabiliriz.


Y: Nereden anladın?

Hazzın ertelenmesi

Arca sanırım henüz bir yaşını filan bitirmişti. Bir doktor kontrolü sırasında artık onun bir birey olduğundan, çocuk eğitiminden, sınırlardan bahsetmiştik. Arca’dan söz ederken birinci çoğul şahıs yerine üçüncü tekil şahıs ile cümle kurmaya başlamam o günlere rastlar. Üç yaşındaki çocuğu hakkında bilgi verirken “artık çişimizi tuvalete yapıyoruz” diyen anneye, doktorun “sizin adınıza çok sevindim, demek bu yaşta hala bezliydiniz” esprisine o gün epey gülmüştüm. Hadi üç yaş neyse de ben ilkokula giden çocuğu ile ilgili “sınavı kazandık” gibi bir cümle kurulduğuna şahit oldum, çok antipatik!


Neyse konuyu dağıttım. Doktor o gün bana bir soru sormuştu. “Pastanın neresini seversiniz?” “kekini” “peki önce pastanın neresini yersiniz? Kekini mi? Kremasını mı?” “kekini sona bırakırım” demiştim.

6 Aralık 2011 Salı

İlgili makamlardan taleplerim


Haftalık çalışma günlerinin 3 gün ile sınırlandırılması ve çıkış saatinin 17:00 olmasını talep ediyorum.

Geçen hafta pazartesi izin almıştım, Cuma Deniz doğunca artık öğleden sonra ofise dönmedim. Dolayısı ile üç gün çalıştım. Son derece verimli bir üç gündü. İzin günlerimde Arca’yı okuldan ben aldım, lokum gibiydi. Ben bu üç günün tadına vardım, katiyen bırakmam, yasal düzenleme istiyorum!

Okulun tiyatro etkinliklerini mümkünse Arca’nın pek vakıf olmadığı oyunlardan yana tercih etmesini talep ediyorum. Baştan sona bildiği Pamuk Prensesin tiyatrosu sırasında “Yedi cüceler nerede? Kötü kalpli kraliçe nerede? Cadı zehirli elmayı verecek mi?” gibi sorularla çevreyi bunalttığı yetmiyormuş gibi, bütün hafta sonu biz de detaylardan nasibimizi aldık!

Bu kadar değil tabii ki!

Kürk Mantolu Madonna'nın hafta sonu etkileri

İnsan okuduğu kitaptan etkilenebilir, kitaptan sahneler gözünde canlanabilir, kitabın kahramanı ile kendisini özdeşleştirebilir ve hatta ağlayabilir… Ben hemen her kitapta hemen hepsini yaşarım.


Peki ya dilini diline dolamak ne oluyor? O kelimeleri kullanmak, hayatına eski Türkçe’den yeni kelimeler eklemek? İşte bu benim başıma ilk defa geliyor.

Nasıl mı?

5 Aralık 2011 Pazartesi

Agora Kuralları


Agora İzmirlilerin çok iyi bildiği çok kalabalık bir alışveriş merkezidir. Hatta orası AVM ötesi bir şeydir.. Hava yağışlıysa, bayramsa, hava güzelse, hafta sonuysa… Sanki yapılacak başka hiçbir iş yok gibi bütün İzmirliler buraya akın eder. Özellikle cumartesi öğleden sonra gitmeye kalkarsan Kemeraltından beter olur, omuz omuza yürürsün. Ne yediğinden ne gezdiğinden bir şey anlarsın.

4 Aralık 2011 Pazar

Deniz Kaptan & Arca

Arca'nın çoook uzun zamandır, ne zaman çıkacak diye sorduğu Deniz Kaptan aramıza katıldı! Yeay!!
Fotoğraflar pek yakında burada :)

Bir yerlerden aklımda kalmış, derler ki bizim cüce kadar veletlerin yeni kardeşleri doğunca ona bir hediye verilmeli, bunu sana kardeşin hediye getirdi denmeliymiş. Böylece aralarında güzel bir ilişkinin başlangıcı olurmuş. Deniz'in doğduğu gün tesadüfen kargo geldi. Kitaplardan biri Arca'nın son zamanlarda yediği içtiği ayrı gitmeyen serinin -bence - en eğlenceli kitabı : Aferin, Küçük Ayı!

2 Aralık 2011 Cuma

Çeyiz

Bloglarda iç geçirdiğim o güllü dallı fincanlardan anneme bahsetsem kızar “ayol senin çeyizinde alası var, sen de çek fotoğrafını koy bloguna sanal alemden eksikli kalma evladım” der. Vallahi der: ) Çünkü benim çeyizimin haddi hesabı yoktur.

Arca diyor ki...

Geçenlerde annem aldı benim okuldan. Pek duygusalmışım o gün, Sevcan ağladığımı anlattı anneme. Annem de “Ümit teyzesi ayrılıyor diye olabilir, bu aralar böyle” dedi. Hey allam size ne yav benim ruh halimden! Kardeşim bi rahat verin doya doya acımı yaşayayım.



Evet Umidim gitti. Dün akşam o kuşlu lokantaya gittik. Söylemesi ayıp götürdüm etleri, fabrika ayarlarına dönmüşüm annem öyle diyor. Umidime hediyesini verdim, çok şaşırdı, çok sevindi. Her geldiğinde görüşeceğiz, ben de İstanbul’a gideceğim. O Ege denen veledi gözüm tutmamıştı bak ne işler açtı başıma! Güzelimi Umidimi aldı pis velet.

1 Aralık 2011 Perşembe

Bizim bildiğimiz başka bir Madonna vardı eskilerden...["like a prayer" geyiğine girmeyeceğim, korkmayın okuyun]

Bu D.I.Y. meselesi çok acayip, insanın kanına bir şekilde girdi mi evdeki her türlü çer çöpe DIY'acak bir şeymiş gözü ile bakar oluyorsun.

Arca ile Ümit abla için el emeği göz nuru fotoğraf kutusu hazırladık demiştim ya, aynı gece o kitap yastığını yaptım. Yetmedi bir de kitap ayracı yaptım. Allahım sana geliyorum kim tutacak beni?

"Umidimizin" son günü


Dündü. Yanında ayrılma olayını konuşmuyorum bile, hemen ağlamaya başlıyor ve bizim gözler doluyor. İki buçuk seneye ne çok sığmış. Ayaküstü olmaz dedik, akşam beraber yemeğe çıkıyoruz, veda yemeği.

30 Kasım 2011 Çarşamba

DIY'dık DIY'madık demeyin! Peynir ekmek yemeyin!


Bu gözler D.I.Y. (Do it yourself : Türkçe meali "elin armut mu topluyor, bir dünya para vereceğine kendin yap!") da gördü ya blogta artık ölsem de gam yemem!

29 Kasım 2011 Salı

Anarşizm

Dün sabah evden işe gider gibi çıkmıştım, kuaföre bir gün önceden tembihlemiştim, “erken gel!” Gün kısa iş çok! Bir pazartesi sabahı kimse saçını yaptırmadığından bütün kuaför halkı etrafımdaydı. Full faça düzeltme iki saatte bitti. Yeni manikürcü kıza pek yüz vermedim. Çünkü biliyorum, aynen şöyle başlıyor her şey; “tırnaklarınızı kendiniz mi kesiyorsunuz?” Toynak olmuş kızım onlar, manikürcü elinden çıkmışa benziyor mu! Tabii ki kendim kesiyorum. Dört ayda bir uğruyorum kuaföre tırnak bekler mi!


Eğer “hhmm evet” deyip geçiştirirsem, bu defa da sohbeti genişletmenin diğer yöntemi “tırnaklarınız güçsüzleşmiş, vitamin takviyesi yapın” Eğer havamdaysam ve sohbet edersem işte o zaman yeni peeling ürünleri ile saç serumu pazarlanmaya başlıyor. Havamda değilsem, duvardaki televizyonu seyredermiş gibi yapıyorum. Aslında bu yeni kızı çok sevdim, çok kibar ve gıdıklamadan dolayısı ile karnına tekme yemeden günü atlattı.

Çocuk yapın!

Hayatınızın tekdüzeliğinden sıkıldınız mı? Kaşınıyor musunuz?

Geceleri ne kadar sıklıkla kalkabilirim, potansiyelim nedir? Gibi sorulara cevap mı arıyorsunuz?

Dağınık eviniz için artık bahane üretemiyor musunuz?

28 Kasım 2011 Pazartesi

Erer miyim acep?


Balkonda ereceklermiş. Öyle dedi pazardaki güzel yüzlü köylü teyze. Birazını mutlaka böyle ermemişlerinden al, lezzeti hiçbir şeyde yok dedi. 
Çoktan ermiş birkaç tanesini daha dünden indirdim mideye. Ben yazın ortasında böyle lezzetli domates yememiştim. 
Bakalım bizim bol güneşli balkonumuzda erecekler mi? Aynı lezzete erecekler mi?
Onlar balkonda güneşlenedursun ben bugünümü şehrimin muhtelif semtlerinde, umumiyetle yüzümü güneşe karşı çevirerek geçirdim. Erer miyim ben de domatesler gibi? 

26 Kasım 2011 Cumartesi

Günün çorbası iftiharla sunar: Ev işlerinde pratik bilgiler

Tabii ki mail kutusundan arak! ama faydalı görünüyor, hadi bu kıyağımı da unutmayın:P
* Ütü yapmayı sevmiyorsanız daha kısa sürmesini sağlamak çok kolay. Ütü masası kılıfının altına alüminyum folyo serin. Folyo ısıyı geri yansıtır ve ütü yapma süresi kısalır.

25 Kasım 2011 Cuma

Bu aralar...

Bu bloga çok gülüyorum. Aslında çok önemli bilgiler veriyor kendisi, lütfen dikkate alalım. Eğer evlenmemiş olsaydım muhtemelen bu blogu ben yazıyor olurdum. Şimdi işte veletti kocaydı antin kuntin işler peşindeyim ama Müjde gerçekten çok önemli bilgiler veriyor.

Eğer bu satırları okuyorsa, yorum ayarlarını pop up pencere olarak değiştirmesini rica ediyorum, zira puhahahhah şeklinde yorum bırakasım var teknik aksaklıklar izin vermiyor.

Bu aralar...

Bu büyüklükteki bir bardaktan buz gibi bira içesim var, Kordonda gün batımına karşı mümkünse kafa dengi bir şahıs ile. Mümkünse Arca mevzubahis olmasın. İşten güçten hayattan kitaplardan konuşalım.

Al benden de o kadar!

Son bir haftadır ofise asla zamanında gelemedim. Sebep? Tabii ki Arca.

Son haftalarda Arca kendi kendine bir veda ritüeli hazırladı. Şöyle ki, benim iş için evden çıkmama yakın Ümit abla geliyor. Kapıyı Arca açmak istiyor ancak Arca mutlaka benim kucağımda olacak. Sonra Umidine bir hıh yapıyor ve biz birlikte salona gidip oturuyoruz.

Bu ritüel her gün eskizsiz tekrarlanıyor, eksik bir done olduğunda ev yıkılıyor.

İşin kötüsü son bir haftadır alışma süreci için yeni bakıcımız Nadire abla da geliyor. Aynı ritüel ona da yapılıyor. Tek fark anne son bir haftadır katiyen işe salınmıyor.

Diller döküyoruz, anlatıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz, yok! Gören de Nadire çocuğa zulmediyor sanır. Halbuki süper anlaşıyorlar. Kanımca Ümit ablanın gidecek olması gerginliği tırmandırıyor. Bir de sabah evde üç kadın küçük beyin peşindeyiz (harem kurdu şerefsiz!) ya iyice şımarıyor.

(Ah ulen hastalıktı Ümit ablaydı derken hassas ruh haline ilişmiyorum, öyle bir tersime gelecek ki feleğini şaşacak ya neyse…)

24 Kasım 2011 Perşembe

Köy Enstitüleri masalı

Bir varmış bir yokmuş…


Yoklukların savaşların içinden bağımsız bir millet çıkmış.

Yazık ki savaş yeni başlıyormuş. Ülkenin büyük çoğunluğu köylerde yaşıyormuş ama bütün ülkenin sadece çok küçük bir kesimi okuma yazma biliyormuş. Eğitimli şehirli gençler de köylere gitmek istemiyormuş.

Demişler ki bu köylerde yaşayan zeki çocuklar var, biz bunları eğitelim onlar da kendi köylerindeki çocukları eğitsinler, böylece ülke kalkınsın. İşte bu kadar basit. Bir nevi saadet zinciri. Ülkenin kendi gerçeklerine ve ihtiyaçlarına ve pek tabii imkanlarına dayalı bir sistem.
Demişler ki, öyle kitaplara gömülmesin bu gençler. Köylerinden geldikleri gibi girsinler işin içine, ekmek pişirsinler, duvar örsünler, tamir yapsınlar, ekip biçsinler, bunları modern yöntemlerle yapmayı öğrensinler. Bir taraftan da okuma yazma öğrensinler, klasikleri okusunlar ve mutlaka bir enstrüman çalsınlar.