Geçtiğimiz aylarda Arca’nın okulundan bir arkadaşının doğum
günü partisindeydik. Pek concon bir partiydi, parti evindeydi, çocuklar
içerinde çılgınlar gibi eğlenirken, anneler (ve bir tane de baba vardı) başka
bir salonda izzeti ikram ağırlanıyorlardı. Mahalle kreşinden ağzımız yanınca
daha kurumsal bir okula verdik ya cüceyi, verdiğimiz şube tam da sosyetenin
çocuklarının gittiği şube. İlker her gün Arca’yı almaya gidiyor da oradan
biliyor, arabalar son modelmiş, yok efendim şoförler alıyormuş çocukları vs… Ben
meseleye o partide aydım. Farklı bir gezegenden geliyordu anneler. Bana uzak
bir gezegenden. Neyse konumuz o değil, konumuz başka.
13 Ağustos 2014 Çarşamba
Hay dilimi eşek arıları soksun!
Metro Üçkuyulara kadar açıldı. Hatta Pazar günü pazara
gitmek için kullandım, gayet güzel. 5 TL otoparka vereceğime, 2 TL kentkartımla
paşalar gibi gider gelirim, mazot neyim de harcamam, park yerine gir çıkla
uğraşmam. Hafta içi de biliyordum, kalabalıklaşacaktı, üçüncü durak olacaktım.
Ama diyordum ki yolcu sayısı artacağına göre, herhalde sefer sayılarını
sıklaştırırlar ya da vagonları artırırlar. Nerdeee… Bir de yeni düzenleme geldi
ki bu da insanların metroya yüklenmesine sebep oldu.
Aziz Amca, maşallah yemedi içmedi, ilk icraat olarak toplu
taşımanın içine etti!
12 Ağustos 2014 Salı
bugün bir an önce eve gitmek istiyorum
Sabah UPS'çiler geldi ve tüm çalışma şevkimin içine ettiler. Bir de UPS prizinin nasıl bir priz olduğunu kalın kafasına bir türlü bilgi girmeyecekmiş birine anlatır gibi anlattılar. Sen kimsin bana anlayış gösteren tebessümle yaklaşıyorsun diyecek oldum, amaaann boşver dedim. Uğraşamayacağım. Robin Williams ölmüş zaten!
Benim için ışıldayan gözlerini gördüğümde gülümsediğim bir insandı. Hafta sonu babam televizyonda bir filmini izliyordu, "aa ne severim, ne harika bir oyuncudur" dediydim, elimi attığımı kurutuyorum. Çok bencilim, ölmesine bencilce bozuldum. Her gidenin gidişine bencilce bozuluyorum ve ölenlerin ardından kendimi daha yalnız hissediyorum ve daha olgun, daha yaşlanmış... Çünkü gidenler giderken geçmişin anılarını yanlarında götürmüyorlar, özlemini çekelim diye koynumuza bırakıp gidiyorlar. Gidene değil, kalana zor.
Benim için ışıldayan gözlerini gördüğümde gülümsediğim bir insandı. Hafta sonu babam televizyonda bir filmini izliyordu, "aa ne severim, ne harika bir oyuncudur" dediydim, elimi attığımı kurutuyorum. Çok bencilim, ölmesine bencilce bozuldum. Her gidenin gidişine bencilce bozuluyorum ve ölenlerin ardından kendimi daha yalnız hissediyorum ve daha olgun, daha yaşlanmış... Çünkü gidenler giderken geçmişin anılarını yanlarında götürmüyorlar, özlemini çekelim diye koynumuza bırakıp gidiyorlar. Gidene değil, kalana zor.
11 Ağustos 2014 Pazartesi
Dumur diyalog #128
Blog tasarımına katkılarınız için teşekkür eder, gelmiş geçmiş en uzun dumur diyalog serisini beğenilerinize sunarım:) Hala katkıda bulunmayanlar da okuyabilir ama sonra dönün yorum yazın malum yazıya adamı hasta etmeyin!
...........
Arca, gündeme hakimdir, takip eder...
Demirtaş mitingde konuşuyor:
...........
Arca, gündeme hakimdir, takip eder...
Demirtaş mitingde konuşuyor:
"Cumhurbaşkanı hırsız olmayacakkk!"
Arca: bak doğru söylüyor cumhurbaşkanı hiç hırsız olur mu? Olmaz!
................
Arca, biraz bazen kelimeleri birbirine karıştırır :)
Arca, biraz bazen kelimeleri birbirine karıştırır :)
Tatil eğlenceleri kitabında yunus gösterisi sayfası var.
Y: hiç hoşuma gitmedi!
A: aa neden annem?
Y: yunus gösterilerine prensip olarak karşıyım!
A: prens mi? Prens ne?!
yazmayayım diyorum yok duramıyorum
En son ne zaman umut etmiştim? Sanırım yerel seçimlerdi.
Çok pis oyunu düşürecektik, çok fena bozum edecektik.
Edecektik değil mi?
He canım he gülüm he…
7 Ağustos 2014 Perşembe
Her değişiklik arayan kadın saçıyla oynayacak değil ya?!
Geçen bir okuyucu (adı yoktu da o yüzden okuyucu dedim) fark etmiş, niçin blog listesini kaldırdın demiş. Böyle böyle eksile eksile blog kendini imha edecek haberiniz yok : ) Hehe tabii ki ondan değil. Blog listesini kaldırıyorum arkadaş! Ne gerek var? Sanki millet blog mu yazıyor? (sık yazanlar alınganlık yapmasın!) Yazmıyor tabii… Bir bloga bakayım diyorsun en son dört ay önce içerik üretmiş. Sen blog yazıyorum deme. (Bak nasıl da profesyonel blogger’lar gibi “içerik üretmek” terimlerini kullanıyorum, allahım sana geliyorum!)
Izgara kalamar dolması
Tatil mevzusu sebebiyle kazanmış olduğum antipatiyi nefrete dönüştürmeden tarifi vereyim bu tekneydi denizdi, kalamardı meselesi kapansın aramızda.
Tarif kısaca İlker – Yeliz ortak
dötten uydurması.
Ama yok o kadar da haksızlık etmeyelim. Önce bir yerde bir
yemeği yiyoruz (mesela bunu Cunda’da yemiştik), yerken hoşumuza gittiyse zaten
tarifi o an oluşturmaya başlıyoruz.
“Hmm nasıl yapmış bunu?”
“Peynir fazla erimemiş bak.”
“Evet kaşar olsa bak akar, akmayacak ızgarada.”
“Permasan?”
“Yok lan ağır olur. Sepet peyniri bu…”
“Sosunda bir ekşilik var, nar ekşisi değil de soya sosu ya
da balsamik bu”
“Ben pişiririm sos senin işin, karışmam!”
Karışmadı. Ama sosa, yoksa tutmaktan temizlemeye,
pişirmekten servisine kadar en ince ayrıntısına kadar muhteremin ellerinden
çıktı kalamar ızgara.
6 Ağustos 2014 Çarşamba
Yeni yepyeni bir şeyi çocuğunuzla tecrübe ettiniz mi hiç?
Çocukla tekrar çocuk olma şansın var. Çünkü onların kahkahasındaki saf mutluluk ve neşe, başka hiçbir şeyde yok. Çocuklar belki de kendi çocukluğumuza dönmemizi sağladıkları için bu kadar seviliyorlar. Yoksa mesela benimki bazen çekilecek bok değil!
Keyfimin kaçtığı bir akşamdı. Olur öyle arada. Kaçar, sonra bir yemek yaparım, yanına güzel bir şarap açarım, hatta yemeği yaparken şaraba başlarsam daha bile güzel olur. Zira kokusuyla yemeğin, tadıyla şarabın, terapi başlamıştır.
Terapi dediğin şeyi bir yoga merkezinde, bir dağ başı meditasyonunda araman manasız.
Terapi, yaparken dünyadan koptuğumuz şeylerin bütünüdür ve bu kişiden kişiye değişir.
5 Ağustos 2014 Salı
Kafasına edeni bulmaya çalışan küçük köstebeğin hikayesi
Emrin başım üstüne majesteleri! Neymiş efendim, o aldıklarım
öğreticiymiş, şöyle yap böyle yap diyormuş.
Nerde o önüne her koyduğuma gömülen
çocuk nerde?
Aklıma geldikçe, birilerinin tavsiyesinde gördükçe favori
listesine eklediklerimi açtım önüme. Ciddi ciddi araştırdım, hangisi komik,
hangisi hayvanlı…
4 Ağustos 2014 Pazartesi
Haller haberler
Bloga tek satır yazmamışsam da internet detoksu filan yapmış
değilim. Tekneden boy boy fotoğraflarımı, şaraplarımı, kitaplarımı, yer
cücesini, balıkları kalamarları ve daha nicelerini instagram’da paylaştım. Blogun
pabucunu dama filan atmadım, instagramın tatil fesatlıklarımı göze sokmanın
daha iyi bir yolu olduğunu düşündüm. Puhahahha kılım yav, harbi kılım! Son günboynumun tutulmasını hak ettim kanımca, milletin gözüne sokarsan…
Bizimkilerle geçirdiğimiz bol kahkahalı iki günün haricinde
bu tatil umumiyetle Çeşme’de ikamet ettik. Zira İlker teknesiyle haşır neşir
olmak, balık tutmak, karadan ziyade denizde vakit geçirmek istedi. Bunca yıllık
kocamı kıracak değildim ya…(istemem yan cebime:P)
Bu tatilde çok yeni kararlar aldım. Hayır, istifa edip
sayfiyeye taşınmıyorum (keşke:P)
25 Temmuz 2014 Cuma
Hep mi aptaldı bu ülke? yoksa ben yeni mi aydım meseleye?
Aziz Nesin, aptal olduğumuzu söylediğinde ve bir oran
verdiğinde, %60 mı demişti, “ya tamam da o kadar değil ya”, demiştim. Pembe
bulutların üzerindeymişim meğer.
Ülkenin büyük çoğunluğunun aptal olduğunu görmek için
twitter’da biraz vakit geçirmek kafi.
Bir tatlı hanım kardeşimiz ne demiş?
24 Temmuz 2014 Perşembe
İnternetten alışveriş nasıl yapılır?
Benim gibi zamanınız yoksa eşek gibi yapılır!
Yok yav işin geyiği filan değil. Eskiden yani araba ile işe gidip geliyorken haftada bir Forum’a kaçar, özellikle indirim zamanı tozunu attırırdım mağazaların. Ay bilmeyen de beni alışveriş manyağı sanacak. Evet manyak ama senin bildiğin anlamda değil. Ben manyakların satın almakta zorlanan cinsiyim. “Bunun ederi bu” yaklaşımım ve cimri kişiliğimle alışverişten eli boş döndüğüm günler, satın alma yaptığım günlerden daha çoktur.
Neyse o günler geride kaldı.
23 Temmuz 2014 Çarşamba
Beni entel edenler utansın!
Geçen akşam İlker ve Arca hafıza kartı oynuyorlar halının
üzerinde. Ben ise hayretle bakıyorum bu ikisine. Hayret edilecek durum şu ki;
bu ikisi güya oyun oynuyorlar ama tepelerinde bangır bangır televizyon açık.
Televizyonda da belgesel filan yok hani çocuk iki hayvan yüzü
görsün.
Memetali beeeyy var.
Memetali beeeyy var.
22 Temmuz 2014 Salı
Benden sosyal medya fenomeni olmaz! Neden mi?
Bu aşağıdaki fotoğraf gibilerini paylaşıyorum mesela, yetmez mi:))
Tamam tamam sulandırmayacağım.
Kokmayın kardeşim! Sabahın köründe kokmayın!
Toplum tarafından kabul görüldüğü şekliyle bakımsızlığa
lafım yok.
Bakınız gençler, bakımsızlık konusundaki genel geçer kriter,
açık ayakkabıya ojeli parmak, yaz sıcağında bir kalıp makyaj, kılsız kol, fönlü
kafadır. O parmaklar pislik içinde olabilir ama hayır ojeli olacak. Sıcaktan
rimelin akabilir ama o fondöten sürülecek, kıl mevzusuna girmeyeceğim, ama o
kafa üç gündür yıkanmıyor bile olsa fönlü olacak. Budur yani…
Biraz daha abartıp giyim kuşama girersen, benim takım
elbisemle kombinleyerek sırtıma taktığım laptop çantam bile kimine göre banal
görülebilir. “Iyy Avrupa görmedin mi bacım sen?! Orada kadınlı erkekli takım
elbiseli tipler sırtlarında çantalarıyla işe gidip geliyor”, demem, ezikemem, açıklama
filan yapmam. Ben takarım, rahatıma bakarım. Laf aramızda harbi rahat yav!
Sen bana bakma benim zaten bir günüm bir günüme denk değil.
Bir gün spor ayakkabı ile işe giderim, bir gün kalem etek yüksek topuk
ayakkabıyla. Bu ara favorim, her gün elbise altına sandalet, oh be püfür püfür…
Makyaj filan da yapmıyorum, ne lan bu sıcakta!
Dediğim gibi senin makyajsız olman, ayağının çirkin olması
filan umurumda bile değil!
21 Temmuz 2014 Pazartesi
#deliduman
Bazı kitaplar çok merak uyandırır, tavsiyesine güvendiklerinden iyi eleştiriler duymuşsundur, günceldir, önemsediğin kalemler “oku” buyuruyordur. Okursun, diğer tüm kitaplar sırasını bekleyedursun…
Kenarda köşede kıyıda kalmış bir sahil kasabasında başlıyor öykü. Kasaba tam bir Türkiye gerçeği, sanki merceği tutmuşsun o küçük yüzölçümüne ve Türkiye’yi seyrediyorsun.
Her bir karakter o kadar tanıdık o kadar bizden ki…
15 Temmuz 2014 Salı
PAPYON: Güven nesnesi mi? Yoksa bir şeylerin eksikliği mi?
Arca ile babası süpermarkete gittiklerinde para atıp oyuncak
yakaladıkları oyunu oynarlar ve bir ayıcık kazanırlar. Arca bu ayıcığı pek
sever. Bir gün sabaha karşı uyumakta olan annesinin yanına kıvrılır ayıcığı ile
ve annesine “bu ayıcığı çok seviyorum, adı ne olsun?” diye sorar. Annesi uyku
sersemi, açık tek gözü ile oyuncağa şöyle bir bakar ve boynundaki papyondan
başka hiçbir ilginç özelliği olmadığı için “papyon” olsun deyiverir. Arca ismi
benimser, öyle çok benimser ki annesi “ayıcığını çek annecim” gibi bir cümle
sarf ettiğinde hiddetle “onun adı ayıcık değil, PAPYON” diyerek ağzının payını
verir. Aynı hiddet, Papyon için “şu” “o” “oyuncak” “hayvan”… gibi kelimeler
kullanıldığında da vukuu bulur.
Pencereme aşk kondu
Her yaz başı yaz kitapları listesi yaparım. "Yaz kitabı ne
lan, kitabın mevsimi mi olur" diyene de teessüflerimi sunarım. Olmaz mı yav?
Misal kitap kulübünde Eylül için Virginia Woolf’tan “kendine ait bir oda”yı seçtik.
Eylül o kitaba yakıştırdım ben. Okudun mu desen okuduğum ettiğim yok da öyle
işte hissiyat de geç…
14 Temmuz 2014 Pazartesi
Dumur diyalog #127
Reklam vs... yayınlıyor, bisikletin parasını bir şekilde çıkarmaya çalışıyor olabilirim ama verdiğim sözleri de tutuyorum, hemen sıcak sıcak pazartesi sendromuna iyi gelecek bir dumur diyalog...
............
Babasıyla yaklaşık yedi kilometre bisiklet bindikten sonra, yemek yemeye bile mecali kalmamıştır. Kafası makarnanın içine düşecekken İlker, Arca'ya takılır.
İ: Arca ya, yemekten sonra bir tur daha atalım mı?
A: Sen tur atabilirsin, Avusturalya'daki evlerin çatısına kadar gidebilirsin.
İ: Sen?
A: BEN BURDAYIM!!
............
Babasıyla yaklaşık yedi kilometre bisiklet bindikten sonra, yemek yemeye bile mecali kalmamıştır. Kafası makarnanın içine düşecekken İlker, Arca'ya takılır.
İ: Arca ya, yemekten sonra bir tur daha atalım mı?
A: Sen tur atabilirsin, Avusturalya'daki evlerin çatısına kadar gidebilirsin.
İ: Sen?
A: BEN BURDAYIM!!
10 Temmuz 2014 Perşembe
Middlesex
Çok karakterli
romanın merkezindeki karakter bir hermafrodit yani çift cinsiyetli bir insan. Bu
genetik bir farklılık aslında. Ve hepimizin aşina olduğu homoseksüellik,
travestilik veya transeksüellikten çok farklı bir şey. Dişi olarak doğup
hayatının belli bir dönemi kız çocuk olarak yaşadıktan sonra erkek oluyor kahramanımız.
Ama tam erkek oluyor diyebilir miyiz?
Hayır! Bence hayır. O tam anlamıyla bir
üçüncü cins. Ne dişi ne erkek…ve üremesi mümkün değil. Aslında bu cins oldukça
nadide bir tür. Belki de böyle olması, doğa ananının bize bir uyarısı. “Bak
yavrum akraba evliliği yapmayın, yoksa çekinik olan bu gen açığa çıkar ve çift cinsiyetli
çocuklarınız olur. Bu çocuklar üreyemez ve neslinizin devam etmesi mümkün olmaz”
diyor. Aman ha neslimiz kurumasın : )
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)