17 Ekim 2014 Cuma

Mehmet Pişkin

Mehmet Pişkin’in bir veda videosu yayınladıktan sonra intihar ettiğini öğrenmiştim ama videoyu izlememiştim, çok da bilgim yoktu açıkçası…

Akşam servis Arca’yı annemlere bıraktı, İlker de beni aldı ve oraya gittik, gitmişken yemek de yedik birlikte. Konuyu açtım, İlker videoyu izlemiş, biraz anlattı. Kullandığı kelimeler “gayet sakin, ne yaptığını bilen ve tükenmiş..” sanırım böyleydi.

Sordum, neden video ve neden facebook? Yani ailesine bir intihar mektubu bırakır ve gidersin, selametle… Neden viral bir yayılım? Bir mesajı mı var? Bir mesajı olmalı, illa “çocuklarınızı uyuşturucudan uzak tutun” ya da “örselenmiş bir çocukluk geçirdim, çocuklarınıza daha sıkı sarılın” şeklinde gözüne sokulan cinsinden olmasa da… Olmalı!

Yok, dedi…

Mevsiminde

Sizin yaşadığınız şehri bilmem ama biz burada İzmir’de hala son yaz yaşıyoruz. Yapraklar kurudu, ayaklarımızın dibine düştü, sabahları ise, insan üzerine ince bir mont olsun, almak istiyor. Gel gör ki hala gün içinde ve hatta akşamları hala sıcak. Dilim sonbahar geldi demeye varmıyor. İnsan bir ürperti, bir battaniye sıcaklığı arıyor önce…

Mevsim güze dönerken sebze-meyveler de dönüşüyor. Sevenler tezgahlarda kereviz görünce gülümsüyorlardır, eminim. Aman söyleyeyim henüz soğuk yemedi kerevizler, kış aylarındaki gibi olmaz. Bugünlerde coşkuyla aramıza katılanlar olduğu kadar sessizce aramızdan ayrılanlar da var… Semizotu, taze fasulye, bamya…

Geçen fark ettim ki, bu devir teslim törenleri sırasında ben geçmiş ayların gıdalarıyla ilgili derin bir muhasebeye giriyorum. Hayır, tabii ki, kendimle ilgili değil. Arca ile ilgili…

16 Ekim 2014 Perşembe

#80şükürvesilesi Nr 4 ve Nr 5

Hiçbir şeyi planlamamıştım. Sadece bir poğaça alıp, otobüse binecek ve erkenden ofise gidecektim. Saate baktım, yedi buçuk. Sadece on dakikalık yolum var ve mesainin başlamasına bir saat. Hayır manyak değilim sadece bundan bir yarım saat kadar geç çıktığımda resmen yollarda sefil oluyorum ve küfrede küfrede işe gidiyorum. Belediyeye gönderdiğim ağır tahrik ve taciz içeren dilekçelerimden de artık bıktıklarını düşünüyorum. Pes ettim. Onlar bana yarım saat erken kalk kadın, demeden ben yarım saat erken kalkıyorum. Sabah yogamı da yapamıyorum ama sorun değil, düşünsene sen güneşi selamlıyorsun sonra tıkış tepiş metroda o meditasyonun hükmü kalmıyor ettiğin küfürlerden!

15 Ekim 2014 Çarşamba

Koku: #80şükürvesilesi Nr 3

Beş günlük tatilin ardından ofise döndüm ve masamda bir şeyler ararken en alt çekmeceyi açmış bulundum. Bitki çaylarımın, kuru meyvelerimin ve ara öğün bisküvilerin durduğu çekmece. Birden bir kokuyla irkildim. Zira burnum beni önceki güne uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarmıştı.

Tatilin son günüydü. Arca da dahil olmak üzere çok dikkat etmemize rağmen sabah kahvaltısında yine alerjinin nüksettiğini görmüş, çok sıkılmıştım. İlker, balıktaydı. Fotoğraflarını çekip gönderince o da, doktor da alerji konusunda hemfikir oldular. Şurup içti, biraz geçer gibi olasıya kadar benim canım hiçbir şey yapmak istemedi. Tatilin son gününe has o “yarın iş/okul var böhüü” psikolojisinden Arca da ben de nasibimizi almıştık, tahammülsüzdük. Bir de alerji tuz biber ekti. Ama kitap okuyarak çizgi film izleyerek gün geçmiyor. Bisiklet alıştırmalarına ise hiçbirimizin sabrı yok. 

14 Ekim 2014 Salı

Dumur diyalog #133

Poyraz ve Arca sohbet ediyorlar.
A: Poyraz, babamın telefonunda oyun oynayalım mı?
P: Ben artık ipad’de oyun oynuyorum.
A: hıh ben de! Ama etrafta ipad yoksa babamın telefonuna dadanıyorum.
…..

Julie ve Julia : #80şükürvesilesi Nr 2

Aslında bu şükür nesnesini zor zamanlar için saklıyordum. Ama sonra dedim ki aynı nesne farklı sebeplerle ve farklı zamanlarda şükür vesilesi olabilir. Neden olmasın? (bu etiketi “arzu nesnesi”nden devşirdim, nesne yerine vesile mi diyeydim, daha mı iyi olurdu yav? – tam da şu anda aklıma geldi ve hop 3 günlük bir anket koydum sağ tarafa)

Mesela önümüzdeki seksen gün içerisinde sizi kusasıya kadar Arca denen şükür nesnesiyle muhatap edeceğim. Şükretmek için çocuktan daha ala bir vesile olabilir mi? Mutsuz toplumların nüfus yoğunluğunun bu kadar çok olmasının sebebi bu mu acaba? Hmmm…

Ama bugünkü çıkış noktamız bir film. Adı Julie ve Julia. Konusunu pek bilmiyordum, tamam Julia Child denen bir kadın varmış ve yemek denince hazır gıdadan başka bir şey anlamayan Amerikalılara Fransız mutfağını ve yemek yapmayı öğretmiş, bunu biliyordum. Bildiğim diğer şey ise bu karakteri Meryl Streep oynamış. Evet tüm bildiklerim bunlar. Ve sizi bilmem ama, bazı filmleri izlemek için bu kadının rol alıyor olması bence yeterli.

13 Ekim 2014 Pazartesi

"Hepimiz tatil için çalışıyoruz"

Annemle babam Ekim ayının ve bayram sonrasının sakinliğinde küçük bir tatil yapmak istediler. Bayramda bir aradayken  de otel araştıralım dediler. Tam onların isteyeceği gibi bir otel bulduk, odayı satın aldık, rezervasyon bilgilerini de benim e-mail adresine gönderttik.

Buraya kadar her şey güzel…

#80şükürvesilesi Nr 1

Az önce balkona çıktım, saçlarım ıslak, ama kocaman bir şalım var benim. Elvan’ın annesi örmüştü, beni iki tur sarabiliyor, başıma örttüm ve bedenimi, ayaklarımı altıma topladığımda bacaklarımı bile örtüyor, nefis bir şey! Bir sigara yaktım, İlkerin o bir dünya para bayıldığı sigaralarından bir tanesini paketten çektim ve ucunu yaktım. On yıldır ilk defa diyerek demogoji yapmak isterdim ama yapmayacağım, zira on senedir pek çok kereler yaktım. Çok tepem attığında, çok alkol aldığımda, çok düşündüğümde… Nikotinin zihni açan bir tarafı var ve ağlamayı durduruyor. Tekrar başlamıyorum başlar mıyım, salak mıyım bırakmışım o kadar! İçine çekmeyip dumanını atmosfere püfledin mi bir şeycik olmuyor. Püflediğim duman gökyüzünde belli belirsiz bir iz bırakırken ay ilişti gözüme, yarım yamalaktı, hiç sevmem! Karaktersiz bir manzara. Bir hilal değil, bir dolunay hiç değil, bir adı bile yok.

Her kadın kendi döngüsü içinde “hayat – ölüm – hayat”ı yaşar. Menstrual siklus diye bir şey var. Çektiğin sancıların akabinde, yitirdiğin döllenmemiş yumurtalarının yerine yenilerinin gelmesi, yeniden doğmak ve yeni bir hayat döngüsüne girmek değil de ne?

10 Ekim 2014 Cuma

Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi

Kitap kulübü toplantılarından birindeyiz… Henüz Virginia Woolf tartışmaya başlamamışız, trafik malum, herkes aynı saatte gelemiyor. Pidelerimizi götürürken birbirimize verdiğimiz ödünç kitaplardan konuşuyoruz. Tartışmayı gerekli görmediğimiz ama okunsa iyi olur dediğimiz kitapları aramızda döndürüyoruz. Deliduman, Dublörün Dilemması gibi… Tam da benim Sırça Fanus’u isteyen olur belki diye yanımda götürdüğüm gündü, hatta sohbet Virginia üzerine Sylvia bir de üstüne Kafka okumamın sorgulatıcı etkilerine kadar geldi. Evet bu ara sorgulamanın boku çıktı biliyorum…

“Oh yo”, dedim, “önlemimi aldım. Bunların üzerine kafayı dağıtacak bir kitap okuyorum, hem öyle dağıtıyor ki parçalarını toparlayacakken bir daha dağıtıyor.” Kitabın adı öyle uzun ki telaffuz edeceğime çıkardım koydum masaya. Selda hemen “o nefis bir kitap ve karnavalesk türünün ülkemizde ilk örneği” dedi. Ayfer Tunç’u önceden okumuşluğumuz vardı, elbette ki başka yazarlarla devam edecektik okumalarımıza ama Selda’nın verdiği bilgiler herkeste merak uyandırdı. Ama özellikle bende… Boş durmadım – Allah boş duranı sevmez – araştırdım.

9 Ekim 2014 Perşembe

Dumur diyalog #132

Arca dil çıkarma alışkanlığı ile anasını sinir eder; Y: “Ay Arca lütfen dilini çıkarma, çok ayıp”
A: Aa annem dil bizim özel yerimiz mi?
……………………….

8 Ekim 2014 Çarşamba

Kader benim oyuncağım

Başımı göğe kaldırdım. Ekim rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutları aradım. Görmek ne mümkün. Tam orada, karşımda dikiliyor, dalları ve yapraklarıyla… Mağrur ve umursamaz göğe yükseliyor. Heybetinden nefesi kesilirken insanın, bulutları görmeye çalışmak nafile bir çabadan öteye gidemiyor.

2 Ekim 2014 Perşembe

Bilim adamlığından taksiciliğe…

Arca ile akşam yemeğinde sohbet ediyoruz. Okulda yüzme dersi olmayabilirmiş. Ama olsa keşke kollukları çıkarsan… diyorum. Evet teknenin altından babam gibi dalarak geçebilirim diyor. Ne güzel işte motivasyonun da var be evladım gir şu yüzme derslerine… Yok geçen sene çocuğun bir su sıçratmışmış, o veledi bi yakalasam kafasını suyun dibine dibine sokacam bak bakalım bi daha benim evladımı yüzme dersinden soğutuyor mu!

1 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #131

A: Baykuş erkek mi? hiç kız yok mu?
Y: Nasıl yani? erkeği dişisi var.
A: onu demiyorum... kız baykuşa "bayankuş" mu diyeceğiz ne diyeceğiz?
-------------------------------

30 Eylül 2014 Salı

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü : "Dönüşüm"

Bu yaşıma kadar hakkında o kadar çok şey duydum okudum ki kitabı hiç okumadan da hakkında birkaç kelam edecek birikimi edinmiştim. Daha doğrusu öyle sanıyordum. Ama bir halt edinmemişim, okuyunca anladım.

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü. Değişim, metamorfoz gibi isimlerle çevrilmiş dilimize. Ama sanırım en doğrusu “Dönüşüm” olmuş. Almanca öğrenmeyi niçin bıraktım, Allah beni n’apsın dedirten başka bir “Almanca okunursa daha iyi olur” hissiyatı veren eser.

“ Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında ev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”

29 Eylül 2014 Pazartesi

Domates

Daha az düşünenlerin neden mutlu olduğunu anlayabiliyorum.Az düşünce, az kuruntu, az yorgunluk (çünkü kafa yorgunluğu hiçbir şeye benzemez…)
Korkunç bir Cuma günüydü. Akşam son yılların en şiddetli mide ağrısı geçmek bilmedi, ben diyeyim reflü sen de gastirit. Ama Cumartesi Arca ile çok keyifli bir gün geçirdik. Piyano dersinden sonra gezdik, alışveriş yaptık, yemek hazırladık, Atlas Çocuk dergisinin verdiği çıkartmalı Türkiye haritasıyla uzun vakit geçirdik. Hangi yörenin nesi meşhurmuş, sor Arca’ya anlatsın. Truva atının hikayesini defalarca anlattırdı. Digiturk’ü tamire gelen abiler de Arca’nın sorularından nasibini aldı, biri Karslıymış, sınır köyünde yaşarlarmış, Ermenistan’ın dibi, iki halk birbirine el sallarmış, düşün o kadar yakın. Arca’nın çok ilgisini çekti.Önünde harita elinde yer küre, hiç bitmeyen sorular, meraklar meraklar… Gezgin mi olacak acaba, ne olacak çok merak ediyorum.
Boktan bir düzende, boktan bir memlekette yaşıyoruz ama insan çocuğu oldu mu, iyi ki doğurmuşum lan diyor! İyi ki…
Çocuk deyince...

26 Eylül 2014 Cuma

Sırça Fanus, Sylvia Plath

Cüretkar? Kışkırtıcı? Düşündürücü? Yalın?

Hayır, hiçbiri, evet hepsi.

“Sırça Fanus”u tek kelime ifade etmek mümkün olsaydı, bu kelime ZAMANSIZ olurdu. Moda için kullanılan en moda tabirlerden biridir aslında zamansız. Hani gardırobuna bir trençkot, küçük siyah elbise eklemelisindir, zamansız parçalardır, yıllarca giyersin. Sylvia Plath’ın “Sırça Fanus”unu da basımının 50. Yılında hala günceli yakalayabiliyor, zamansız bir parça.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Ne kadar adaletsiz değil mi? BİR BİRA DAHA LÜTFEN!

Bugün bir takside kahverengi (burada siyah daha havalı dururdu ama gözlüklerim kahverengi) kalın camlı gözlüklerimin ardında ağladım. Öylesine boş boş ağladım. O anda ne düşünmekte olduğumu gayet iyi hatırlıyorum. Hayatıma dokunan kadınların lafları dönüp duruyordu kafamda.

23 Eylül 2014 Salı

Alerji

Basmane’de metrodan inip doktorun muayenehanesine koşar adım yürüdüm. Aklım hep Arca’da. İçeri girdiğimde, arkadaki odayı gösterdiler, teklifsizce daldım. İlker kahve içiyor, Arca konuşuyordu: “pervaneli olanları istiyorum, helikopterleri değil. Puzzle gerek yok, parçaları kaybolur hastanede”

Neayyy! N’oluyo lan!?

22 Eylül 2014 Pazartesi

Bana bir kadınlık geldi hemşire!

Bak işte şimdi sonbaharın anlam ve önemini konuşabiliriz, zira takvimlerimiz 21 eylül’ü gösterdi ve iş resmiyete bindi. Gerçi İzmir hala otuz derece ve üstü sıcaklıklarda seyrediyor ama ufaktan balkona veda etmeye başladığımıza göre sonbaharı karşılayabilirim.

20 Eylül 2014 Cumartesi

An itibariyle...

Uzun bir günün akşamı. Ayaklarım trampet çalıyor.

Sabah arcanın piyano dersine yetiştik. İlknur bir müzik okulu açtı, yer cücesi piyanoyu tecrübe ediyor. Sevdiğini söylüyor gerisi boş zaten. Dönüşte evde bizi bekleyen babaanneyi aldık kuaföre götürdük. Ameliyat sonrası henüz araba kullanacak durumda değil. Biz de Arca ile pazara gittik. Pazarda fiyatlar semtin gelir düzeyiyle paralel, net! Şöyle söyleyeyim Alaçatı pazarı bizim sosyete manavının fiyatlarını yakalarken Yeşilyurt pazarı benim pazarlarım arasında fiyatta mütevaziliğin zirvesine oynar. Kalitede fark yok. Bugün eylül sonu itibariyle kış hazırlıklarına iyi denk geldi Yeşilyurt:) daha dün üç kilosu on liraya barbunya bulan muhteremi tebrik etmiştim ben bugün dört kilosunu on liraya alarak sezonun en ciddi avantajını yakaladım:) domates ise on iki kilo on lira.