Geçen haftaydı, önce BBC'nin sitesinde okuduk (bunlar hep ingilizce biliyorum havaları:P), İtalya'da ve Avrupa'da palm yağı kullandığı için süpermarketlerin Nutellaları raftan indirmesi ile ilgili bir haberdi. Ben evdeki diğer iki nutella canavarına durumu anlattım, moraller biraz bozuldu. PMS dönemi olsaydı en çok ben isyan ederdim, o nutella kavanozlarının dibini kim kaşıklıyor sanıyorsun?
Aradan birkaç gün geçti, haber bizim sitelere de düştü. Nutella'nın üreticisi, yok kalite düşer demiş de, palm yağından vazgeçmek istememiş de... Gıda mühendisi değiliz tabii ki çok anlamıyoruz ama meselenin Bilalcesi şu; bu palm yağı normalde zararlı değil fakat gıdalarda katkı maddesi olarak kullanılması için bazı işlemlerden geçirilip rafine edilirken kanser yapan bir maddeye dönüşüyor.
Evdeki nutella tüketicisinden küçük olanını yanıma kattım, ipadi açıp haberi okuttum. Bilimsel filan deyince seninkinin bir dötü tutuştu. Hemen bizim raftakinin içeriğine baktık (berikinin hala içinde bir umut belki bizim kavanozda yoktur, henüz seri üretime kafa basmıyor) palm yağı!
18 Ocak 2017 Çarşamba
Challenge #1 ve #2
Bloglamanın en eski geleneklerinden biri mimlemek ya da bir challenge davetine icabet etmek.
İçinden geliyorsa tabii, zorlama yok.
Ben canım Leylak dalı'nın yazısında gördüm, içimden geldi katılıyorum. Sorular da hoşuma gitti, biraz beni bana, biraz beni okuyana anlatacak sorular.
14 Ocak 2017 Cumartesi
Gerçek
"Tüm mutlu anılarımızın bir köşesinde bir gıdanın olması ne ilginç değil mi?"
İlker de ben söyleyince fark etti, "a sahi" der gibi gülümsedi.
Akşam pişirdiği etlerden payıma düşenin bir kısmını ertesi güne neden bırakacağımı Arca'ya anlatıyordum. İlker'in özenle pişirdiği etler ve benim soslu spagettimden oluşan tipik bir cumartesi sofrasındaydık. Arca'nın kendisini hem dışlanmış hissettiği hem de deli gibi merakla dinlediği üniversite yılları anılarımız sofranın sohbet konusuydu.
13 Ocak 2017 Cuma
kısa #18
Geçtiğimiz haftalarda İlker'e dolar alalım diyorum, hani pasaport filan aldılar, belki ufak bir tatil yapacak oluruz, kenarda dursun. İlker, yok dedi deli misin hesabında yastığının altında doları olanı vatan haini ilan ederler, aman diyeyim. Yok artık daha neler dedim, espri yaptı sanıyorum.
Meğer benim muhterem ileri görüşlü bir zat imiş, bilememişim.
Zaytung haberi değil, gerçek:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/659164/Erdogan_elinde_dolari_olani_terorist_ilan_etti.html
Meğer benim muhterem ileri görüşlü bir zat imiş, bilememişim.
Zaytung haberi değil, gerçek:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/659164/Erdogan_elinde_dolari_olani_terorist_ilan_etti.html
11 Ocak 2017 Çarşamba
bir bebek gece neden çığlıklarla uyanır ve ağlar?
Bir bebek gece neden çığlıklarla uyanır ve ağlar? sorusuna cevabı merak ederek bu bloga tıklayan sayın internet kullanıcısı, hoş geldiniz.
Yeni anayasa, egemenliği milletten, milleti yönetme yetkisini meclisten alıyor
ve tek bir insana – kim olduğu önemli değil, Ayşe Fatma Ali Veli – o TEK İNSANA
veriyor. Ya o tek insan çok kötü bir insan ise? Bir bebek gece çığlıklarla
uyanıp ağlıyorsa, bil ki, geleceğinden duyduğu endişedendir. Bil ki, sayın
anne, bugün bebeğinin bir gece vakti ağlayarak uyanmasından, sen, endişe duyarak
buraya geldiysen, bebeğin gelecekte de ağlamasın diye iş sana düşüyor.
Katıldığım bir SEO eğitiminde ilk paragrafta
anahtar sözcükler bulunursa daha fazla tıklanma alır, gibi bir öneri aklımda
kalmış. Ben o eğitimi aldım ama derdim bloğuma milyon tıklanma gelsin olmadığı
için hiç dikkat etmiyorum önerilere, içimden geldiği gibi yazıyorum, okuyanlar
biliyor zaten.
Bir süredir, gündemle
ilgili eleştiri yazıları yazmamayı tercih ediyordum.
9 Ocak 2017 Pazartesi
İsyan!
Arca
hasta. Cumadan başlayan nanemollalık dün gece itibariyle kırka yaklaşan ateş
ile alevlendi, hane halkının tamamını silkeledi. Epeydir hasta olmuyordu, iyi
gidiyor diyorduk, ateş nöbetlerini, uykusuz geceleri unutmuşuz. İki saatte bir
kalkmak bünyeyi paçavraya çeviriyor.
Bu cüce hasta diye İzmir
çevresindeki kar alan yöreleri de ziyaret edemedik maalesef. Arabamızın
kaputuna bir kar adam yapamadan, bir kartopu oynayamadan, dötümüzün altına bir
poşet koymak suretiyle ranpalardan kayamadan hafta sonunu, bunları
yapabilenlerin fotoğraflarına iç geçirerek elimiz böğrümüzde noktaladık.
Neyse ki her akşam
misafirimiz vardı da eve tıkılmışlığın o hasta edici ruh halinden
sıyrılabildik. Ne güzel oldu…
6 Ocak 2017 Cuma
Kahramansın !
Autocad kullanmayalı
paslanmışım, bir de bizim program Almanca artık ikonlarla ne kadar kotarabilirsem
tırmalıyorum. Ofiste akşamüzeri saatlerim görece sakin geçiyor, zaten sabahın
yoğunluğuyla o kadar yoruluyorum ki öğleden sonra üçe kadar pilim bitmiş
oluyor, ben de ıvır zıvır işlerimi toparlıyorum o vakitte.
İşte böyle ufak tefek
işlerimi hallettiğim, birkaç branşman çizeceğim diye bilgisayar karşısında
debelendiğim saatlerde İlker aradı. Daha yeni konuşmuştuk, dişçiden çıkmıştı
şarjı bitmek üzereydi, filan…
Adliyenin yakında çalışan
Orçun haber vermiş, patlama diye.
Aynı anda whatsapp’tan
mesajlar yağmaya başladı. Telefonlar kilit. Bir taraftan twitter… Çatışma
haberleri geliyor ama canlı bomba refleksi olunca açıkçası ben hiç ihtimal
vermedim önce. Tek düşündüğüm o saatte adliyede canını kaybetmiş olabilecek
onlarca vatandaş. Nereden bileceğim, cesur bir polis elindeki beylik tabancasıyla
kalaşnikoflu iki teröristin üzerine ateş açtığını, kendini onlarca insan için
feda ettiğini.
Fethi Sekin.
Kahramansın. İzmir sana minnettar.
Sen olmasaydın…
4 Ocak 2017 Çarşamba
Tencere yemeği
Çalışan kadının
kurtarıcısı önceki akşamdan pişirilip buzdolabına konmuş tencere yemeğidir. Akşamın yedisinde eve bir ekmek bir yoğurtla girdiğinde o
tencereleri ocağa koyabiliyorsan, senden rahatı yok. Ertesi güne bir öğün daha
çıkarsa ne ala. Çıkmazsa, tencerenin dibindekini saklama kabıyla işe götürürsün
mis gibi ev yemeğin öğlene garanti. Sofradan kalkarken de bir sonraki akşamın
yemeğini hazırlayabilirsen, şahane, yarına da rahatsın.
Ne yapalım anamızdan böyle
gördük.
2 Ocak 2017 Pazartesi
ışık
Geçen hafta bir akşam Jim Carrey'nin filmine denk geldim. The Majestic. Belki müthiş bir film değildi ama insana dokunan filmlerdendi. Hani izlediğinizde duygularınız ve göz pınarlarınız gıdıklanır, benim gibi yalnız izleyenleriniz de belki biraz ağlar. İşte öyle bir filmdi.
İlker'le film izlerken şöyle bir hönkürerek ağlayamıyorum. Dalga geçiyor. En son galiba Cars animasyon filminde Şimşek McQueen'in Kral'ı itekleyerek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede ağlayınca, biraz abarttığımı fark etmiş olacağım, yanımda insanlar varken ağlamamaya çalışıyorum. Halbuki ben ancak filmlerde kana kana ağlayabiliyorum, öyle de iyi geliyor ki.
İlker'le film izlerken şöyle bir hönkürerek ağlayamıyorum. Dalga geçiyor. En son galiba Cars animasyon filminde Şimşek McQueen'in Kral'ı itekleyerek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede ağlayınca, biraz abarttığımı fark etmiş olacağım, yanımda insanlar varken ağlamamaya çalışıyorum. Halbuki ben ancak filmlerde kana kana ağlayabiliyorum, öyle de iyi geliyor ki.
30 Aralık 2016 Cuma
Hayatın küçük mucizeleri
Kitap
kulübünde bir arkadaşım var, Özlem. Ama başkanım Özlem değil, hani hep bizi bir
araya getiren, toparlayan, organize eden Özlem değil. Özlem Kara. Kara müthiş
bir okuyucudur, okumak derken müthiş işte, benim gevezeliğim bile yetmiyor.
Fakat hemen hiç konuşmaz. Toplantılarda başkanım Özlem’in çok okuyan ama az konuşan
Özlem’i “sen de konuş bir şeyler söyle” diye dürttüğü, uzman psikolog Deniz’in
de mesleki sorumluluğu gereği bu dürtmelere tepki gösterdiği çok olmuştur. Kara
ancak ciddi baskılar altında konuşur. Başkanım Özlem bile artık dürtmekten
vazgeçmiştir. Bazı toplantılarda Kara’yı konuşturmayı atladığımız bile oluyor,
ama onun varlığı yeter.
Ursula K.LeGuin özel
buluşmalarından Lavinia toplantısında Özlem Kara, rahatsızdı, erken kalkacaktı.
Bu sebepten onu uzun zamandır ilk defa konuşması için sıkıştırdık. Lavinia, tek
tek her birimizin bayıldığı bir kitap olmuştu, Kara da iki çift laf etmek
istemez miydi? Hepimizin gözü kulağı Özlem’deydi.
29 Aralık 2016 Perşembe
Tercih meselesi
İstanbula tam zamanında gidip
dönmüşüm. Bugün bakıyorum fırtına başlamış, toplantım bir gün sonra olsa
rezilim çıkmıştı. Gerçi sabahın dördünde kalkıp akşama kadar aralıksız toplantı
yapıp İzmir geri dönmek de benzer şekilde rezilimi çıkarıyor ama buna da şükür.
Havaalanındaki yarım saatlik
fazladan zamanımı milli piyango bileti alarak ve kitap okurken serin serin
biramı yudumlayarak değerlendirdim. Ritüeller hoşuma gidiyor. Hiç çıkmasa da her
sene İstanbul’dan bilet almak mesela, yılbaşında ağaç süslemek, eve kokina
almak, ışıklarla donatmak evi…
Blogda da yıl sonu yazı
ritüellerim vardı. Vardı diyorum, zira bu yıl hiç dokunmamışım, şurada kaldı
iki gün. Yeni yıla hedeflerle, planlarla başlamak, geçen yılı şöyle bir düşünmek…
Geçen yılı kimse düşünmek istemiyor, daha çok 2016’nın kıçına tekmeyi vurma
hissiyatı hakim. Eh kimseyi suçlayamayız. Yedek
kulübesinden hakeme “bitir şu maçı artık” diye bağıran teknik direktörler
gibiyiz.
26 Aralık 2016 Pazartesi
Güneş ışığı
Allah’ın
bildiğini kuldan saklayacak değilim, depresif bir ruh hali içindeyim. Aslına
bakarsan şahsi hayatımla ilgili ciddi bir sorunum yok çok şükür. Benim, ailemin
sağlığı, huzurumuz, düzenimiz yerinde. Gel gör ki, mutlu olacak şükredecek çok
sebebimiz olmasına rağmen en küçük bir olumsuzlukta – ki bu bizim ülkemizde
hemen her gün oluyor – bir el boğazıma sarılıyormuş gibi hissediyorum. İç
dünyamı dengelemekte zorlanıyorum.
Burada bile defalarca
anlattığım gibi kendimce kuyruğu dik tutma gibi önlemlerim var. Bu önlemlerin
en sonuncusu sosyal medyada denk geldiğim bir aldatma ve linç etme olayıydı.
Konuya özne bilmemnemom kişisini tanımıyorum, hatta varlığından bile haberdar
değildim ta ki bir sosyal medya hesabında bahsini okuyana kadar. Sonra bile
isteye, olayın içine daldım. Evet bu benim için ilginç bir durum zira mümkün
mertebe sosyal medyanın bu gibi tuzaklarına düşmem. Ne var ki, gündemin ağır
gerçeklerinden kaçmak için, sosyolog mu psikolog mu neyse, bir diploma sorununu
incelemek cazip geldi. Bir süreliğine kafayı düzelttim. Bana böyle gündemlerle gelin!
22 Aralık 2016 Perşembe
"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.24
Arca okumaya başladı
beridir, bu seriyi refleks olarak sınırlandırdığımı fark ettim. Halbuki benim
salaklıklarım sınır ötesi. (Birazdan anlatacağım) Ve benim salaklıklarımı
okumasına gerek yok evladımın, zira bizzat şahit oluyor (onu da anlatacağım)
ama gel gör ki anasıyım, atsan atılmaz satsan satılmaz. (Şimdi Arca bu cümleyi
okuyor olsa, Letgo ile satılır derdi, ıyyy neyse ki benden aldığı tek kötü
özellik salaklığım değil, espride yeteneksizliğim)
Parantezler yazıda arttı
mı anla ki, gevezeliğim üzerimde. Okumaya niyetlenenlerin işi zor fakat bu
yazıda en azından küçük bir kahkaha vaat ediyorum, pişman olmayacaksınız.
20 Aralık 2016 Salı
Küçük sevinçleri ve küçük kederleriyle, herhangi bir günü daha bitirmek dileğiyle…
Dün akşam
bütün hafta sonu yıkanan ve kuruyan çamaşırların ütü günüydü. Ütüde bir Türk
dizisi ne bileyim bir romantik komedi film arıyor gözler. Genelde Perşembe akşamlarına
sallamamın sebebi bu aslında. Ama bu defa İlker çalışacaktı, benim de yapacak
daha iyi bir işim yoktu, ütü masasını televizyonun karşısına koyuverdim. Dizi
bulamadım, film kanallarına geçtim. Epey dandik bir Noel filmine denk geldim.
Bu ay konsept bu. Arca da arkamdaki sehpada yılbaşı kartı hazırlıyor, hummalı
bir çalışma var evde, herkes kendi halinde.
Tutunmaya çalışanların hafta sonu kişisel gündemleri
Arca geçen haftanın
ortalarından itibaren bir sirk gösterisine gitmek isteyip duruyordu. Okuldan
davetiye dağıtmışlar, illa gidelimmiş.
Küçükken ailecek
gittiğimiz sirkte sahnedeki kaplanın biri suratıma işemişti. Akabinde burnumun
üzerinde çıkan çilleri de o sidiğe yormuşlardı. Ben böyle hatırlıyorum ama
tabii geniş hayalgücümün bir saçmalaması olabilir. (Bilginin doğruluğunu anneme
teyit ettiremeyeceğim, he deyin geçin) Çillerimin sidikle ilgisi yoktu bence, o
yaz güneşin altında çok kalmıştım bütün yüzüm soyulmuştu ve çiller şahsıma
sevimli bir hava veriyordu. Uzun lafın kısası, benim sirklere mesafem hayvan
hakları savunucularının ateşli muhalefetinden evveline dayanıyor.
Yine sallamaya çalıştım,
alternatif etkinlikler sundum ama hayır. Sirk de aslında öyle çok gösterişli
bir şey değil, illüzyonist var, cimnastikçi bir kız var, lastik gibi, yılanlı
bir gösteri, palyaço filan… Neyse gittik.
13 Aralık 2016 Salı
Kötülük bizim normalimiz
Bazı
sabahlar metroda uzun süre ayakta dikilmek zorunda kalırım. Bazı sabahlar
ayazda aktarma otobüsünü eklerim dakikalarca, sırtıma buzlar sürülür. Ama bugün
o sabahlardan biri değildi, şanslıydım.
Şanslı olduğumu düşünmek
için acele ettiğimi çok yakında anlayacaktım ama o an, o an için şanslıydım.
Metroda iki durak sonra
oturmuştum, kitabımı okumuş, hatta birkaç duraklık sürede kestirmiştim.
Şanslıydım, öyle ki, ofise götürecek aktarma otobüsüne son anda yetiştim ve
önümdeki çocuk üç durak sonra inince de oturabildim. Tıngır mıngır giderken,
bir anda bam diye bir ses ve sarsıldık.
Kaza.
12 Aralık 2016 Pazartesi
"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" reçetesi
Balığa giden İlker’in
yerine annemler Arca’yı servisten aldılar, ben de hem özlemişim bahaneyle görmüş oldum hem de mis
gibi anne yemeğiyle karnımı doyurdum. Aile, psikolojiye bire bir!
7 Aralık 2016 Çarşamba
"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" listesi
Bu akşam kitap kulübünde Lolita akşamıydı. Kitabı okumakta ne kadar zorlandıysam, duygularımı anlatmakta da o kadar zorlandım, hatta anlatmadım, anlatmamayı tercih ettim. Konuşmaktan ziyade yazarak kendini ifade edenlerden olduğum için belki de... Yok ya ondan değil normalde her toplantının gevezesi cıvıtanı olurum, bu defa düşüncelerimi toparlamakta zorlandım, lafı evirip çevirmenin manası yok.
Roman, hastalıklı bir ruhun bir çocuğa aşkıydı, bu kadar aslında. Nefis bir anlatım, harika tasvirler, aklında canlandırması bile içinin daralmasına sebep olurken okumadan edemiyorsun. Bu kadar. Nabokov, bir dahi. Lolita ise bir dahinin elinden çıkma bir şaheser. Kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız? Okunmalıydı, okunurken anlatımın "mürekkep yalamış" damaklarda tat bıraktığı kabul edilmeliydi. Okundu, kabul edildi.
Roman, hastalıklı bir ruhun bir çocuğa aşkıydı, bu kadar aslında. Nefis bir anlatım, harika tasvirler, aklında canlandırması bile içinin daralmasına sebep olurken okumadan edemiyorsun. Bu kadar. Nabokov, bir dahi. Lolita ise bir dahinin elinden çıkma bir şaheser. Kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız? Okunmalıydı, okunurken anlatımın "mürekkep yalamış" damaklarda tat bıraktığı kabul edilmeliydi. Okundu, kabul edildi.
6 Aralık 2016 Salı
Osurmak aşkı öldürür mü?
İsmini burada ifşa etmeyeceğim bir arkadaşımın, eşinin yanında asla osurmadığını öğrendiğimde kulaklarıma inanamamıştım. Yanında yapmayınca, eşin senin o işi hiç yapmayan biri olduğunu mu sanıyor? Ne yanılgı.
Şahsen ben de tuvalette rahat bırakılmanın önemine inananlardanım, dolayısı ile kendimle baş başa kalabildiğim o nadir anların bir cüce veya babası tarafından bölünmemesi için son derece katı olabilirim. Ama osurmak öyle mi ya?
5 Aralık 2016 Pazartesi
Nadas
Kadınların beyinleri aynı zamanda birçok şeyi düşünebilme özelliğine sahiptir. Şimdi kaynağını hatırlamadığım birkaç yazıdan ama en çok da kendimden biliyorum ve bu blog benim şahsi sallama alanım olduğu için rahatlıkla genelleştirebilirim. Ben taş atayım da, dileyen çıkarmaya uğraşsın.
Bu, aynı anda çok şey düşünebilme özelliğinden daha evvel bahsetmiştim, tekrar aynı detaylara girmeyeceğim, multitasking hakkında merakı cezbolan kimseler bunu ve şunu tıklamak suretiyle bilgilerini tazeleyebilirler.
Yazıları adam akıllı okuyanların da rahatlıkla anlayabileceği gibi, bu özellik iyi değil, kötü hatta lanet bir özelliktir, yani kadın olduğumuz için övünmenin manası yok, saçmalamayalım.
Lanet derken?
Bu, aynı anda çok şey düşünebilme özelliğinden daha evvel bahsetmiştim, tekrar aynı detaylara girmeyeceğim, multitasking hakkında merakı cezbolan kimseler bunu ve şunu tıklamak suretiyle bilgilerini tazeleyebilirler.
Yazıları adam akıllı okuyanların da rahatlıkla anlayabileceği gibi, bu özellik iyi değil, kötü hatta lanet bir özelliktir, yani kadın olduğumuz için övünmenin manası yok, saçmalamayalım.
Lanet derken?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)