9 Nisan 2018 Pazartesi

Konfor alanı

Belçika'ya taşınmaya karar verdiğimizde çevremizden duyduğumuz olumsuz tarafların başında "konfor alanı" geliyordu.

Öncelikle bizim Almancısı bol eski şirketten arkadaşlar, "aman" diyordu, "bir saçını kestirmek 50 euro'dan başlıyor hem üstelik iyi de kesmiyorlar!" Bir başkası, "yok" diyordu "senin röfleden röfleye Türkiye'ye gelmen lazım altından kalkamazsın!"

1 Nisan 2018 Pazar

"Je suis fatigue*"

Haftanın en dingin saati.

Arca ve İlker GS-Trabzonspor maçını izliyorlar. Az önce yanlarına gittiğimde ve "gol olacak" dediğimde olduğu için, beni yanlarında istiyorlar ama ben yazmayı tercih ettim, düşün artık nasıl kıymetlisin blog.

Kıymetlisin çünkü çok ama çok şey borçluyum sana. Bana iyi insanlar kazandırdın, beni iyi insanlara kazandırdın. Belçika vizesi yazısı sebebi ile bana ulaşıp akıl danışanlara, geçen yıl bu zamanlar bana yine bu blog aracılığı ile yardımcı olmuş insanlar gibi, ben de aklım tecrübem yettiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Hayatın tatlı tesadüflerinden biri daha, bana, bizim şirkette işe başlamak üzere olan bir arkadaşı bu blog aracılığı ile getirdi, umarım yardımcı olabilmişimdir.

Hayat tüm hızıyla hatta biraz da fazla hızlı akıyor burada. Allah biliyor ya bazen çok yoruluyorum.

Yorgun demişken...

28 Mart 2018 Çarşamba

"Siyah" taksi Uber'e karşı

Milano'daki fuardan dönüşüm biraz sıkıntılı oldu.

Gün içinde 20.000 adım atmışım, o yorgunluğun üzerine bir de uçak rötar yapmasın mı? Yaptı.

Bitmedi. Ablamların bavulları greve takıldı beridir, bagaja bavul vermek benim için bir tür travma,  bir de gecenin o vakti, kabinde yer kalmayınca valizimi bagaja sepetlemesinler mi? Sepetlediler.

Neyse ki kaybolmadan, greve filan kurban gitmeden aldım bavulumu, atladım taksiye. Taksiciye adresi verdim, ringi önerdi. Şehrin içinden git, gece vakti ne trafik olacak diyecektim ki, vazgeçtim. Belli ki adam yolu uzatıp yolunu bulma derdinde, benimse şirketin parasını gözetecek halim yok, he dedim, ringten gidelim.

26 Mart 2018 Pazartesi

Dumur diyalog #169

Evin sokağındaki bütün ağaçları kestiler. O yemyeşil yamaçlar çıplak kaldı, keyfimiz kaçtı.
Ailenin gündemine oturan bu meseleyi İlker ve Arca aralarında konuşuyorlar.
İ: N'apacaklar acaba buraya Arca, ne diyorsun?

17 Mart 2018 Cumartesi

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.25

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" serisinden şahane dizi olur. Evet belki bir Fi, belki bir Ufak Tefek Cinayetler ligine giremez ama Gülse Birsel'in bir dal "ay ilahi Yeliz"ini alırım kanımca. Jet Sosyete'yi izliyor musunuz bu arada? Ben bayılıyorum, Gülse Birsel'den ötürü.


Salaklık derken, katiyen abartmadığımı serinin takipçileri iyi bilirler. Gurur duymuyorum, utanmıyorum, neysem o. Maksat bu diyardan göçüp gider isem - ki çivi çakacak değiliz hiçbirimiz - , benden geride kalanlara bir hoş seda olsun diyerekten kaleme (klavyeye) almak, ha bir de okuyanların yüzünde bir tebessüm aşk etmek... ağız dolusu kahkahaya da hayır demem!

Herkes hazırsa başlıyorum.

11 Mart 2018 Pazar

Brüksel ve İzmir ya da Türkiye ve Belçika arasındak farklar - karşılaştırmalı tam liste Vol.2

Bu Vol.2'nin tamamını okul ve eğitim sistemine ayırsam, Vol.2.1 - Vol2.2... diye uzar gider aslında.

Belçika eğitim sistemi hakkında çok derin bilgilere sahip değilim. Dilini daha kolay öğrenir düşüncesiyle Flamanca eğitim veren bir okula yazdırmak için epey uğraştım. İyi mi kötü mü oldu zaman gösterecek. Zira pratikte ve okuldaki öğrenciler tarafından Fransızca konuşulan bir muhitte Flamanca eğitim cesurca bir karar aslında, şimdi fark ediyorum. Ama sanırım başa dönsem yine Flamanca eğitim veren bir okula gitmesini isterdim. Çünkü öğrendiğime göre Flaman hükümeti eğitime daha fazla bütçe ayırıyormuş. Böylece sınıflar daha az kişilik, eğitim olanakları daha fazla oluyormuş. Arca'nın Flamanca öğretmeni dediydi. Doğru aslında, bak mesela Arca'lar 14 kişilik bir sınıfta eğitim görüyorlar. İzmir'de yılda 35.000 TL civarı bir okulda okurken sınıf 23 kişilikti. Lego kursuna gitmesi için fazladan ücret ödememiz gerekirdi, bunların şimdi kocaman bir lego sınıfları var. Geçen dönem futbol oynarken bisiklet binen çocukları rahatsız ediyorlar diye hemen bir futbol sahası ayarlanmış.

Okulla ilgili bize hala garip gelen birçok nokta var.

7 Mart 2018 Çarşamba

Haller haberler'de bugün: Yuvarlanıp gidiyoz

"N'abıyonuz? Ay oldu sesin soluğun çıkmıyor bacım, n'ettiniz?" diye soranlara gelsin: Yuvarlanıp gidiyoz.

Son yazımın üzerine üç dört tane yazı yazmış taslağa atmışım. Yazıp yazıp yayınlamamamın sebebi hiçbirini okuyanların beğenisine sunmaya layık görmediğimdendi. Ya da aslında şiddetle layık görüp olgunlaşmaları için demlendirmemdendi. Olsun, gün gelir okursunuz, günler çuvala mı girdi?

Eften püften püfürükten bir post yazacağımı daha şimdiden biliyorum, size de söyleyeyim, okumak zorunda değilsiniz. Dün Stuttgart'tan araba ile dönerken maillerime bakıyordum, içimden de ne vakittir bloga birkaç kelam yazamadım, ayıp lan diyordum. O vakit Serap'ın maili düştü, neredesin, diyordu. Ah nerede olacağım buradayım ama gel gör ki, feci yoğunum. Bak şimdi İlker ve Arca bir maç izlemeye daldılar da, attım kendimi klavyenin başına.

12 Şubat 2018 Pazartesi

Blog 10 yaşında! Mutlu yıllar blog :)

Canım blog 10 yaşında!

Bu gece kutlamak için güzel bir şarap açtım ve blog arşivinden rastgele yazılarımı tıklayarak zamanda yolculuk yaptım. Kişisel tarihime...

Önce ilk yazılarımı okudum. Neden bilmem, hiç öyle blog yazmaya başlıyorum, diye bir girizgah yapmamışım, direkt iş için gittiğim Kore'yi anlatmışım. Galiba başlangıcı olanın sonunun da olacağını düşünmemdi sebep, belirsizden gelip sonsuza gitsin istemişim belki, belki de vedalara olduğu kadar merhabalara da mesafemdendir.

Görkemden uzak bir başlangıç, görkemden uzak, benim gibi...

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kitap yorumu: Mutfağın Hatıra Defteri

"Buralar dutluktu" diye bir başlarsam roman olur şerefsizim!
Ama öyleydi. Yüzlerini hiç görmediğimiz insanları, yazıları ile sevdiğimiz zamanlar vardı.
Sonra?

Sonra soruyoruz : İçerik öldü mü?

Öldü tabii, helvasını bile yedik cümleten, ruhuna El-fatiha.

8 Şubat 2018 Perşembe

Ofis feministliğinin tatlışlığı

Geçen haftaydı, öğlen yemeğine biraz geç indim. İşe yemek götürmediğim ve yarım sandviç ile çorbaya talim ettiğim bir gündü. Masalar hemen hemen boşalmış. Bizim ofisten Belçikalıların ağırlıklı olduğu grubun yanına oturduk. Masadakilerin elinde bir telefon, bana dönüp uzaktan gösterdiler, yarım yamalak Torino'daki eventten bir sahne olduğunu seçtim, beni de sahnede mi paylaşmışlar acaba dedim. Yok ya bana bayağı kızmış gibiydiler. Niye ya n'oldu? Sahnedeki modelleri gösteriyorlarmış meğer. Ben de tebrik edecekler sandım, saf mıyım salak mıyım?

4 Şubat 2018 Pazar

Özledin mi beni blog?

Allah biliyor ya ben seni özledim, daha doğrusu yazmayı. Her gün klavye döven parmaklarım, blogspot dashboardını görünce yeminle coştu. Ayrı kaldığımız günlerde takipçilerim artmış. Sahi o nasıl oluyor? Hala bloglar okunuyor mu? Allah seni inandırsın, sanıyorum ki, bir sen, bir ben, bir de bizim birkaç yorumcan okuyor. Ve inanmazsın, bu da insana başka bir özgürlük bahşediyor, şükür. Kendim için yazmanın özgürlüğü hiçbir şeyde yok. Varacağın noktanın stresini değil, sürdüğün yolculuğun tadını çıkarmak gibi ... Anladın sen onu:)

Efendim, sebeb-i yokluğum tamamen iş. Allah başka vesile ile ayrılık vermesin. Torino'da bir ürün lansmanı vardı ve benim de, ikincisi sürpriz yumurta gibi son anda çıkmak suretiyle, iki önemli görevim. Projenin ortasında işe başladığımdan anca ucundan kıyısından dahil olduğum klimanın eventi.

15 Ocak 2018 Pazartesi

"Eyvah büyüyor!" dediğim anlar

Banyo, her seferinde biraz daha eksilerek dahil olduğum, bana duyulan ihtiyaç azaldıkça üzüldüğüm merasim. Sürece, sadece öncesinde tırnak keserek, sonrasında saç kurutarak dahil oluyor, arada bir de yokluyorum artık. Bugün bir başkası daha ellerimden kayıp gitti: tırnak kesmek. Artık onu da kendi yapıyor. Muhtemelen çok önceden kendisinin yapabileceği bir şeydi ama ben öğretmeye, göstermeye, denemesine hiç çaba göstermemiştim.

Bizde tırnak olayının hassasiyeti var. Doğduğundan beri her zaman tırnaklarını ben kestim. Sonra dört yaş civarı kesemedim, çünkü tırnaklarını yemeye başlamıştı. Sonra bir gün tekrar kestim, o tekrar kesmeye başladığım günü gözyaşları içinde anlatmıştım, hala hatırlayanlarımız vardır. Bugün denemek istedi, makası eline verdim ve bitti. İşte böyle böyle "eyvah büyüyor" dediğim anlar birikiyor.

14 Ocak 2018 Pazar

Brüksel karşılama merasimi

Bugün güneşi gördük. Yolda giderken bulutların arasından şöyle bir görünüverdi. Beş dakika kadar. Bence Brüksel için kayda değer bir süre.

Burası o kadar bulutlu o kadar bulutlu ki, aralık ayı boyunca toplam sadece 2 saat güneş görünmüş. Bu 1934'ten beri bir ilkmiş. İstanbul'a gri fanus dediğim zamanları anıyor ve çok özür diliyorum. Allah benim belamı da böyle veriyor, güzelim İstanbul'a bok atarsan... Brüksel seni böyle karşılar.

Brüksel'in bir karşılama merasimi de benim canım gözüm bisikletimi gasp etmek suretiyle oldu. Evet, yılların takipçileri hatırlar, o bisikleti ben bu bloga aldığım reklamların paralarını denkleştirmiştim de alabilmiştim. Neay!!! Tıklarken helal etmediniz mi len!?

13 Ocak 2018 Cumartesi

Kitap yorumu: Aşık bir adam

Az önce Karl Ove Knausgaard'ın "Aşık bir adam"ını bitirdim. Bu adam bende yazma isteği uyandırıyor, yazık ki, okurken onun yaşamının içinde yaşarken yazmanın yanına yaklaşamıyorum. Bu seriyi bana okutan Tufan'a "senin adamı elimden bırakamıyorum" diye mesaj attığımda, "araya başka kitaplar al" tavsiyesinde bulunmuştu, haklı biraz es vermeli.

4 Ocak 2018 Perşembe

Dumur diyalog #168

Yılbaşı hediyeleri hakkında konuşuyoruz.

A: İki hediye alacaksınız.
İ: O niye?
A: Ne demek niye!? Madem geldik, burada hiç akrabamız yok onların alacağı hediyeler ne olacak? Onların da alacağı hediyeleri alacaksınız!

.....................................................................

Brüksel ve İzmir ya da Türkiye ve Belçika arasındak farklar - karşılaştırmalı tam liste Vol.1

Bu akşam eve erken geldim. Daha doğrusu normal saatte geldim ama genelde fazla çalıştığım için bizimkiler şaşırdılar. Tatil sonrası beş dakika fazla kalamadım. Beş gibi eve damlayınca, kaç gündür salladığım patatesli yumurtayı yapmamak için haliyle kaçamadım. Ama yanına annemin mis gibi tarhanasıyla havuçlu marullu salatayı da kattım ki, kızartmaya dadanmasınlar.

Ay bunlar pek fena! Bak yine şikayet edeceğim. Geldiklerinden beri benim moral tavan, bir de muhteremin yemekleri pek şahane olunca kilo aldım yav! Neyse işte sebzeden yana fazla da seçenek olmayınca, böyle çorbaydı, salataydı, derken sağlıklı beslemeye çalışıyorum.

Ne diyordum? Akşam. Yemeği yiyince bana bir miskinlik çöktü, girdim battaniyenin altına, o ikisi PES maçı yaparken uyuklamışım. Tabii şimdi akşamın bu saati cin gibiyim. Söylemesi ayıp bir bira açtım keyfine, Zara'nın online indirimini değerlendirirken Leffe triple yuvarlamışım.

İlginçtir (aslında hayır değildir, zira ülkenin alım gücüne göre aynı mala farklı fiyat uygulaması global şirketler için olağandır) burada bok gibi para ödediğin aynı malı Türkiye'den neredeyse yarı fiyatına alabilirsin. Aldım. Ay sonu gelecek ablamların bagajını biraz şişireceğim artık :)

31 Aralık 2017 Pazar

2018 hedefi

Hyyge üzerine yazdığım yazıya gelen yorumlardan biri, Jardzy'e aitti.
"Itirazim var. mutlu insanlar refah icinde yasar. Mutlu ve güvende olan insanin para ile derdi olmaz. Para ve refah kendiliginden gelir. Bizim ülkemiz de degisecek ve temenni ettigimiz o ulke olacak."

Gerçi açık konuşayım, ay sonunu getiremeyen, asgari ücretin son zamla bile Almanya'daki işsizlik maaşından düşük ve açlık sınırının altında olduğu, emekliliği mezarda göreceğini bilen bir vatandaşımıza gel de hyyge niyetine kestane çizelim, sobaya koyalım (kilosu ekim ayında 70 TL imiş?) yanına çay demleyelim de kaygılarından kurtul, diyelim, kanımca ıslak odunla dayağı yeriz. 

Lakin ben Jardzy'nin neyi kast ettiğini az çok biliyorum ve sonuna kadar katılıyorum, dahası artırıyorum!

AŞMIŞ İNSAN.

28 Aralık 2017 Perşembe

Tatil

Ofis Christmas'ı yeni yıla bağlamış, cillop gibi tatilim var. Sanırım bu şekilde işyeri tatilleri, Avrupa'da oldukça yaygın. Bense iki gün Noel tatili yapacağız derken bir hafta tatili Meksika dalgasıyla karşıladım.

25 Aralık 2017 Pazartesi

İlginç ?

Geçenlerde Yıldıray'ın Blogcu Anne'deki yazısına denk geldim. Gülümseyerek okudum, bizim hayatımızdan izler buldum. Bana oldukça olağan gelen, anne dışarıda çalışırken babanın çocukla evde kalması durumunun aslında pek çoklarına "farklı" geldiğini fark etmemi sağladı. Ve bizim jenerasyonun mahalle ortamında büyümüş erkeklerinden muhtereme bir defa daha saygı duymamı da...

Yurtdışında yaşama kararını İlker'le uzun sohbetlerimizin neticesinde vermiştik. Toparlanıp gidecek değildik. İş bulmamız lazımdı. Kurumsal hayatı on sene evvel İstanbul'da bırakmış olan muhteremin tekstil mühendisliği diplomasıyla iş aramasındansa, hali hazırda global bir şirkette çalışan şahsımın girişimde bulunması daha mantıklıydı.

23 Aralık 2017 Cumartesi

Muhteremin "ölüyü dirilten et suyu" tarifi

Geçenlerde bir akşam iş dönüşü epey yorulmuşum, hani nasıl derler dokunsalar yıkılacağım. Asansöre bindim, kapısı açıldığı anda burnuma enfes bir koku geldi. Hmm birileri nefis bir şey pişirmiş... Üçüncü kata geldiğimde aşağıdaki kokunun sadece bir fragman olduğunu anlamıştım. Sabırsızca anahtarı arandım ve nihayet eve girdim. O koku evet sadece o koku şahsımı diriltmeye yetti. İlker'in pişirdiği sadece ve sadece et suyuymuş. Sadece demek haksızlık oluyor ama öyle...

Muhteremin mutfakta yarattığı harikalara "makarna pişirdi" "et suyu hazırladı" "mantar çorbası yaptı" gibi cümleler sarf etmek de öyle...