laf salatası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
laf salatası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2014 Çarşamba

Kapanış

Ecnebilerin “closure” dedikleri bir şey var. Kapanış mı demeli? Nasıl çevrilir? Hesapları tamamen temizlemek, o işle, kişiyle alacağın vereceğin kalmaması, zihninden tamamen çıkması da denebilir sanırım. Denemiyorsa da ben bu anlamda kullanıyorum “closure”ı.

Wish list mi? O da ne? Bundan böyle mücadele, hedef vesaire...

Her yıl geçmiş yılın bir muhasebesi yapılır, gelecek yıla dair planlar, projeler sıralanır. Benim de oluyor öyle. Her yıl önce sağlık, afiyet sonra da kıldan tüyden listeler. Yani olsa da olur olmazsa da olur türden dilek listeleri. Zaten çoğu da olmuyor. 

Geçen yıl biterken baktım, liste bile yapmamışım. Sadece 50 kitap okuma mücadelesine girmişim, 46 adet ile seneyi bitireceğim. Hmm fena değil. Son 80 günde 80 şükür vesilesi ile hayatıma olumlama getireceğim demişim, bugün son on adetlik liste ile bunu da tamamlayacağım. Başka? Yok.

Sanırım "wish list" kavramını hayatımdan çıkarıp "challenge" kavramına yoğunlaşmalıyım. Demek ki mücadele hedefim olmadan dilek listeleri dilek olarak kalıyor...

21 Kasım 2014 Cuma

Mazhar

Küçüktüm, Arca kadardım sanırım… “Mazhar’la evleneceğim” diyordum. Büyüyünce Mazhar’la evlenecektim. Evli çoluklu çocuklu babam yaşında koca adam olmasının benim nazarımda bir ehemmiyeti yoktu. Özkan ve Uğur da bize akşam oturmasına gelebilirlerdi. Ama ben Mazhar’la evlenecektim. O yaşta kız çocukları babalarıyla evlenmek isterler ya benimki de o psikoloji herhalde. Oyuncak gitarım vardı ve aynı onlarınki gibi bol kesim bir pantolonum, tüm gün didaydidaydayyy şarkısını ezberlemiştim, MFÖ’nün dördüncü üyesi bendim ama onlar bile bilmiyordu bunu.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Ne kadar adaletsiz değil mi? BİR BİRA DAHA LÜTFEN!

Bugün bir takside kahverengi (burada siyah daha havalı dururdu ama gözlüklerim kahverengi) kalın camlı gözlüklerimin ardında ağladım. Öylesine boş boş ağladım. O anda ne düşünmekte olduğumu gayet iyi hatırlıyorum. Hayatıma dokunan kadınların lafları dönüp duruyordu kafamda.

19 Eylül 2014 Cuma

Daha çok belgesel izlemeliyim

Geçen akşam erkenden sızmışım, daha doğrusu İlker bir ara balkona çıktı, bir kanepede ben bir kanepede Arca güya sohbet ediyorduk, sonra ne oldu anlamadım, uyuyakalmışız. İlker'in balkondan içeri girdiği ve her ikimizi uyur halde gördüğü andaki surat ifadesini görebilmek için o an orada bir kamera olmasını nasıl da isterdim. İlker Arca’yı yatağına yatırmış, beni dürtmüş, bir iki silkinmeye çalışmışım yok olmamış, gitmiş yatağıma yatmışım. Artık nasıl yorulduysam.

18 Eylül 2014 Perşembe

Bir evi sevmek için insan neye gereksinim duyar?

Bilinmeyen yanım dedim bıraktım, devam...
Pinterest'te gizli panolar oluşturmak.
Sapıkça değil de utanıyorum yav...
Bak anlatayım.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Şükür

O an orada bulunmak istemediğiniz bir yerde bulunduğunuz oldu mu hiç? Benim çok oldu. Ofiste sıkıcı bir işi yapmakta iken aslında evde çay içip kitap okumak istediğim çok oldu. Ya da… sohbetinden hoşlanmadığım biri ile konuşurken kendimi bahçe sularken hayal ettiğim anların sayısı azımsanmayacak kadar çok… “Ben burada ne yapıyorum, ben aslında…” şeklinde çok cümlem var benim. Ama o gün o an olmak istediğim başka bir yer yoktu, olamazdı.

Sosyal medya camiasından haller haberler

Efendim gelelim son günlerdeki sosyal medya camiasından hallere haberlere...

Bilmeyen de beni sosyal medya gurusu sanacak:)

Aklımdakileri paylaşayım, bilmeyen de bilsin öğrensin, yegane amacım topluma faydalı bir birey olmak...

Başlıyorum 1:

10 Eylül 2014 Çarşamba

Instagram'da takipçi kaçıran hareketler, aman diyim:P

Şimdi en yeni en sevilen en bir kolay sosyal mecra instagram.

Aslına bakarsan hiyeroglife geri döndük. Artık kelime oyunlarına, edebiyat patlatmalarına, tasvirlere filan hiç gerek yok. Ne uğraşacaksın, çek halini, koy instagrama. Hem bir de filtre filan, sanırsın herkesler fotoğraf sanatçısı. Ama nerden baksan bunun da boku çıkıyor. Yok o "sayfama beklerim" "takipleşelim" leri filan demiyorum, onların iyice suyu çıktı, benim dediğim o fotoğraflarına altına yazdıklarımız ve tekrarlanan klişelerle "ay içim şişti, bırakacağım takibi" diye canhıraş kaçırdıklarımız. "mız" diyorum zira bende o klişelerden ne çok varmış tahmin bile edemezsin.

Buyur yavrum, üstüne alınmıyorsan tadını çıkar, alınıyorsan aman diyeyim, dikkat et :)

3 Eylül 2014 Çarşamba

Sonbahar sizin olsun.

Akşam rüzgarlarının serinliği geçicidir dedim ama yok geçmiyor, Eylül 1 dedik bizim pencereler birer birer kapanmaya başladı. Sonbahara direniyorum.  Bu yaz çabuk mu geçti ne? Üstelik öyle iyi filan da geçmedi. Biz kendimize şükür nefesleri bahşettik, o da hepi topu birkaç güzel an… Gerçi mutluluk dediğin an değil de nedir?

22 Temmuz 2014 Salı

Kokmayın kardeşim! Sabahın köründe kokmayın!

Toplum tarafından kabul görüldüğü şekliyle bakımsızlığa lafım yok.

Bakınız gençler, bakımsızlık konusundaki genel geçer kriter, açık ayakkabıya ojeli parmak, yaz sıcağında bir kalıp makyaj, kılsız kol, fönlü kafadır. O parmaklar pislik içinde olabilir ama hayır ojeli olacak. Sıcaktan rimelin akabilir ama o fondöten sürülecek, kıl mevzusuna girmeyeceğim, ama o kafa üç gündür yıkanmıyor bile olsa fönlü olacak. Budur yani…

Biraz daha abartıp giyim kuşama girersen, benim takım elbisemle kombinleyerek sırtıma taktığım laptop çantam bile kimine göre banal görülebilir. “Iyy Avrupa görmedin mi bacım sen?! Orada kadınlı erkekli takım elbiseli tipler sırtlarında çantalarıyla işe gidip geliyor”, demem, ezikemem, açıklama filan yapmam. Ben takarım, rahatıma bakarım. Laf aramızda harbi rahat yav!

Sen bana bakma benim zaten bir günüm bir günüme denk değil. Bir gün spor ayakkabı ile işe giderim, bir gün kalem etek yüksek topuk ayakkabıyla. Bu ara favorim, her gün elbise altına sandalet, oh be püfür püfür… Makyaj filan da yapmıyorum, ne lan bu sıcakta!

Dediğim gibi senin makyajsız olman, ayağının çirkin olması filan umurumda bile değil!

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez

Önceki üç yılı saymazsak 2008’den beri blogger’da 1510 yayın, 9860 yorum ve 962.254+ sayfa görüntüleme (milyona az kalmış) … Günün çorbasının bugün itibariyle istatistiksel verileri… 

13 Haziran 2014 Cuma

Allah gönül yarası vermesin

Bugün bisikletle metroya bindiğimi, Bornova’da inip bir güzel Işıkkent’e pedalladığımı anlatacaktım ama al işte boktan yaralanma hadisesi “bisikletle metroda nasıl seyahat edilir” başlıklı bilgilendirici paylaşımdan rol çaldı, pis!

Üstelik hiç de cool bir kaza değildi, hatta kaza bile denemez.

BAL’ın önündeki kavşaktan geçtim, hadi dedim mis gibi kaldırım var, kaldırımdan gideyim, bam! Yav bu bisikletin gidonu çok hassas. Tamam bunu biliyorum, katlanan bisikletlerde hızlı bir yön değiştirme sağlıyor, yani kötü bir şey değil ama arkadaş, işte kaldırıma çıkarken gidonun hakimiyetini kaybet sen, denge yalan olsun sonra pat! Dizimin üstüne düştüm, pedal da epey paraladı bacağı. Bu arada bir türlü katlayamadığım pedalların katlanabilir olduğunu öğrenmiş oldum. Direkt bana katlandı diyeyim, sen anla!

27 Mayıs 2014 Salı

Bisikletle ulaşım tatbikatı hem de şehirde!

Dünkü yazı öyle “azzz sonnnnraaa” yazısı değildi tabii. Sadece oku oku baymasın diye yarısı ertelendi.

“porsiyonları azalt hareketi artır” düsturuyla birlikte algılarım “nasıl spor yaparım”a açıldı. Türlü beyin fırtınaları kopardım zihnimde. Boşa koydum olmadı doluya koydum almadı.

Yine en başa gittim, ta çocukluğuma. Çocukken de pire gibiydim. Peki en çok ne oynamayı seviyordum? BİSİKLET! Tabii ya! İlk bisikletim dört tekerlekliydi, kırmızıydı. Arca kadarken alıştırma tekerleklerini çıkarmıştık. Çıkarış o çıkarış… Yayından fırlamış ok gibi çıkmış, bir daha eve girmemiştim. Bisiklet çetemiz vardı, her sokak komşu siteler keşfedilirdi. 4-5 çocuk bütün yaz bisikletin tepesinden inmezdik. Burnumun üzerindeki çiller o günlerin güneş yanıklarından kalma.

Sonra kırmızı bir Pinokyom oldu. (üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun:P) Zaten o yıllar ya BMX ya Pinokyo. Pinokyo daha bir evladiyelik görünmüştü gözümüze. Nitekim öyle de oldu, benden sonra kuzenlerim, babamın ustalarının çocukları bindi, belki sonra onların da kuzenleri binmiştir. Aynı gün ablama alınan Bisan’a ise Pinokyodan sonra el koydum, hala da onu kullanıyorum yazlıkta. Arca ile yarış yapıyoruz. Neredeyse 30 senelik… hey gidi…


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Porsiyonları azalt, hareketi artır

Yıllık “bikini mevsimi başlıyor, götüm göbeem büyüdü, tüh Allah kahretsin” yazısı yazmak isterdim ancak yüzüm yok. Instagramda midye dolmaları, Cunda mezelerini, rakıyı, birayı, çerezi, kumruyu, makarnaları ve deli soslarını paylaş sonra da ay diyet yapmam lazım de! Yuh yani, adama yuh derler.

O yüzden hiç o “şöyle yapacağım, şu kadar spor yapacağım, sağlıklı yiyeceğim, hayvanlaşmayacağım” tantanalarına girmeyeceğim. Ben kendimi biliyorum. Diğer taraftan "sağlık beslenme ve spor" benim fıtratımda yokmuş, n’apalım da demek istemiyorum. Arkadaş yaş kemale eriyor, otuz beşin bitişi itibariyle "kırkına merdiven dayadı" tabiri rahatlıkla kullanılabilir şahsım için.

Geçenlerde çok yesem de kilo almasam yok mu bunun bir oluru demiş, aldığım bir cevapla "evet ya işte bu" narasını patlatıvermiştim.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

“Tebessümü yakalayacak farkındalıkların çok olsun”*

Kabuğuna çekilmiş öfkelenirken bir şeylere, ağlarken için için ve küfrederken alayına, bir de bakmışsın ikilemde kalmışsın. Bir tarafın “unutursan yüreğin kurusun” diyor, bir tarafın “ulan şerefsizler Soma’nın konuşulacağı gün meclise gelmemiş” , “bağışlar devletin ödemesi zorunlu meblağdan düşülecekmiş, rezilliğe bak, hem öldür vatandaşını hem diğerlerine ödet!” diye isyanın dibine vurup "yeter ulen hayat devam ediyor" demek istiyor.

Seni bilmem ama bana artık cidden bu ülkenin yükü ağır geliyor bacım, benim zaten iş, ev, hayat mücadelesinden çökmüş omuzlarım bir de bu üzüntülerle yerle yeksan oluyor. Yaşamdan soğutuyor. Halbuki yaşamak her canlının içgüdüsüdür.

Arca, mikropların neden bizi hasta etmek istediğini anlamıyor. Her canlıya duyduğu o saf şefkatten mikroplar da nasibini alıyor ve onları neden öldürmemiz gerektiğini ya da onların bize neden zarar vermek isteyebileceğine bir türlü aklı ermiyor. 

5 Mayıs 2014 Pazartesi

MOMO'nun duman adamları

Mutfaktan salona geçtim. Kanepeye uzanmış muhterem kocamla göz göze geldik. Gülümsedim. Hani o yapmacık kibar gülümsemem değil, gözlerimin içiyle birlikte gülümsediğim gülümsemem.... Herkes bilmez nadiren gözlerimin içi güler. Eskiden çok eskiden heyecanlı bir filmi anlatırken hatta sınavda çıkacak sorulardan arkadaşlarıma bahsederken bile gözlerimin içi gülerdi şimdi dediğim gibi nadide bir parça.

"Nutella yemişsin!" dedi. Hasssss yemiştim. Ne yediğini gözünden anlayan bir kocanın olması sakat bir durum ama bir taraftan da seni senden iyi tanıyan biri... Hmmm yine sakat abicim.

bu kadar yazdığım bu kadar....

Ne yazacaktım? Hatırlamıyorum! Bunları yazdıktan sonra yan koltukta uzanan İlker bir şey söyledi. Sonra benim gözlerim hafiften kapandı ve kaydedip çıktım blogger uygulamasından. Ve bu iki paragraf taslak olarak kaldı. Hatta "senin hakkında bir şeyler yazıyordum ama uykum geldi" diye itiraf bile ettim. Öküz müyüm neyim?

25 Nisan 2014 Cuma

Selfie’sinin iyi çıkıp çıkmayacağına endişe eden genç kızın tedirginliğinden ver cümlemize yarabbim!

Cep telefonunun görgüsüzlük olduğunu düşünüp yemek yediği lokantada masa üzerine koymaya imtina eden, her zil sesinde benimki mi lan diye çantasını kulağına yapıştıran bir kuşaktan geldiğime göre her mekanda selfie çekmeye çalışan gençleri garipsemem kadar doğal bir şey olamaz herhalde.

Halbuki hayat zor bacım, senin saçını bir o yana bir bu yana savuruvererek çekmeye çalıştığın belki sekizinci pozundan daha zor. Üstelik hayatta filtre uygulaması da yok maalesef. Neysen o!

Her şey bulaşık makinemizin üretim tarihinin, üretim hatası ihtimali olan ürünlerin üretim tarihine denk düşmesiyle başladı. 

Anlamadıysan iki kere oku, cümlede hata yok abicim!

24 Nisan 2014 Perşembe

Kitap nereden alınır?

Aslında tabii ki kitapçıdan alınır.
Hayalkurdum Çocuk kitapçısı henüz mevcudiyetini sürdürüyorken Arca’ya kitapları oradan alıyorduk. Bir yerde kitabın kargocu tarafından satıldığını düşünmesini istemeyiz değil mi? Kitapları incelesin, koklasın, kitapçıda vakit geçirmenin tadını alsın…

22 Nisan 2014 Salı

Olağan sayıklamalar

Bölünmek çok yoruyor.
Bir iş hayatın var, bir de ailen.

İşle ilgili oldukça yoğun ve stresli olduğum zamanlarda evi çok ihmal ettiğimi fark ediyorum. Çok basit şeyleri… Mesela bir ödeme, internet sağlayıcısı değişikliği, bulaşık makinesi tamiri… Arcayı hiç saymıyorum. Öyle günlerde Arcayla geçirdiğim vakitte aklımı işten alamadığımı biliyorum. Ya da evde acayip önemli bir şey varsa Arca hastaysa mesela, işte her şey allak bullak oluyor. Defalarca kontrol ederek yaptığım bir çalışmayı hatırlamıyor ve tekrar tekrar kontrol ediyorum. Motivasyon düşüyor, işler hiçbir zaman yetişmiyor. Bu arada muhterem mütemadiyen kaynıyor, yakında su kaynatacağız.

Bazı zamanlar hayat farklı olsa nasıl olurdu diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Yaptığım iş bu kadar önemli olmasa (puhahah bilmeyen de hayat kurtarıyoruz sanacak:P)