Annemler,
üniversiteye kayıt için İstanbul’a gittiğimde yanımdalardı. Fakültenin
bahçesindeki vakıf yurduna da kaydettirmişler, bir banka hesabı açtırmışlar,
dualarını üzerimden eksik etmemişlerdi. Okula başladım. Hem yalnızdım, ailemden
ilk defa ayrılmıştım, hem değildim, pek çok arkadaşım vardı. Ama ne kadar
donanımlı da olsan o yalnızlığı hissediyorsun.
O yıllar bu grip aşıları
yeni çıkıyor, yurt köşelerinde, soğuk İstanbul’da gripten cılkım çıkmasın diye
aşı olayım diyorum. Bir boş dersimde tek başıma Taksim ilkyardıma gidiyorum.
Salağım biraz evet, ama daha çok safım ve kırılganım. Bir memur bana carlıyor, hatırlamıyorum
şimdi, aptalca bir soru sormuşumdur belki. Oradan oraya koşmuşum bir işi
halledememişim, bir de azarlanmışım. Bir banka oturdum ve tüm kırılganlığımla
içli içli ağladım. Ağlarım ben içim açılır ağladıkça, iyi gelir gözyaşları…
Orta yaşlı bir kadın oturdu
yanıma. “Ağır hastan mı var kızım?” diye sordu. Yok, dedim, ağlıyorum ama hala.
O anlattı, çıkmaz dedikleri hastası varmış. Günlerdir gidip geliyorlarmış ama
nafile… Anlatamadım, o kadına, utandım, ağladığıma da saçma sapan gözyaşı
döktüğüme de utandım, kendime kızdım, bu defa da kadın için ağlaya ağlaya okula döndüm.