16 Kasım 2015 Pazartesi

Korkunç bir günün sonlarından bildiriyorum.

Yasal uyarı: Aşağıdaki yazı çok gıcık bir ruh haliyle yazılmıştır, ağır şikayet ve mutsuzluk içerir! Sonra yok uyarmadın yok ben seni böyle bilmezdim, yok bilmem ne... istemiyorum, peşinen uyarıyorum, şikayet istemiyorum!

13 Kasım 2015 Cuma

#2015te15yenikeşif : Jou Jou Parti ve Aktivite Merkezi

Okul öncesi dönemde sadece birdefa bir oyun grubu tecrübesi yaşadık, ondan da pek hoşlanmadım. Bizim oğlan o vakitler şimdiki gibi dış dönük değil tabii, beni de oyun alanında bulunmaya mecbur etmiş, oyun ablalarıyla birlikte çocuklarla takılmıştık ki hiç oyun filan tarzım değil. Benim oğlanın da şanssızlığı benim işte. Hatta geçen gün kazık kadar olmuş bana oynayalım dedi, bana! Eskiden olsa kıvırır iki takla atardım, o gün aldım karşıma konuştum. “Bak evladım, ben oyun oynamayı sevmiyorum, çocukken fazlasıyla oynadım, özellikle de kız çocuğu oyunları, yani sana hitap etmem. Sen gel, bunu kabullen biz de paşa paşa gezelim, yemek yapalım, sohbet edelim, kitap okuyalım ama illa oyun diyorsan, yaşıtlarınla takılacaksın benden pas!” Neyse ki öküz değil anladı. Ama tabii henüz kreşe bile gitmezken anlamıyordu, ben de saçma sapan oynamaya çalışıyordum.

Arca ile günler

Not: bu yazıyı yazalı epey oluyor. Yayınlayıp yayınlamama konusunda tereddüt ettim. Bana sanki biraz "ben böyleyim, ben şöyleyim bıkbık" yazısı gibi geldi. Ama sonra bir daha okudum ve dedim ki; böyle durumlarda kaybolan insanlar (anne-baba) olabilir, ben nasıl ihtiyaç duyuyorsam (özellikle ebeveynlik konusunda) başka insanlar da başka bakış açılarına ihtiyaç duyabilir, en iyisi yayınlayayım gitsin. Şahsıma gıcık olmak serbest (ben bile bazen gıcık oluyorum:P) 

Akşama doğru biraz hava alalım dedik, Arca ile Hatay caddesinde yürüyeceğiz, ıhlamur çorap bir de istediği stickerlardan alacağız. Üç tane alabilirsin dedim. Önce anlaşır gibi olduk. Kırtasiyeye girdiğimizde işin rengi değişti, üç tane çok azmış, dörtmüş. Son derece manasız bir şeyi, aman hadi dört oluversin diyeceğim bir şeyi, “ben kararımdan dönmem” anafikirli derse dönüştürmek gibi kötü bir huyum var. Ama öyle… Bugün buna izin verir gevşersin yarın başka talepleri olur.

“Kararımı verdim, değiştirmeyeceğim, istersen hiç almayabilirsin ama ben üç tane için izin veriyorum” dedim, gerçi kendisi “hiç iyi kararlar vermiyorsun” şeklinde bir eleştiri getirdi ama çok da tın!

11 Kasım 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #150

Y: Legoland var İstanbulda, bir gün gidelim olur mu?
A: İstanbula gitmeye çekiniyorum.
Y: A, niye ki?
A: Orada insanları gazlıyorlar!

......................

6 Kasım 2015 Cuma

Sağlıklı yaşamın sırrı

Lafı döndürmüyorum, derhal açıklıyorum: tasarruf

Devir tasarruf devri. Şimdi yavrum gülüm iktidar, cehapenin geçen seçimlerdeki vaatlerinden iyisini vereceğim diye bol keseden attı ya, hah onlar için kaynak ne biliyor musun? Yok la bakınma etrafına, Arap şeyhlerinde bile para kalmadı, sen, ben, bir de bizim kayınço:))) biziz lan biz, halk! Yani yavrucuğum tasarruflu yaşamaya hiç olmadığımız kadar muhtacız. Şimdiden alışsak iyi olur.

Alışsak ve hatta iyi taraflarını görmeye başlasak… Üstelik sağlıklı yaşam için tasarrufun bizlere ne kadar fayda sağlayacağını düşündükçe yavrum gülüm iktidara şükredesi bile gelir insanın! Hamdolsun…

Kalamar ve karides soslu makarna

Akşama yemek yok dedim, "kasap Aydın abiye uğra da biraz kıyma al, kıymalı makarna patlatalım!"

Önce "tamam" dedi baktım sonra arıyor, bizim Ümit ablanın damadı Zeki, hani balıkçı, Jumbo karides geldi demiş, en güzellerinden ayırmış. Gel kıymalı makarnadan vazgeçelim, kalamarlı karidesli makarna yapalım dedi. Olur muydu olmaz mıydı, tariflere internetten bakalımdı, derken akşam oldu. Karidesleri almış, kalamarları çözdürmüş. Arca ile ödevler yapılmış, metro çıkışında beni bekliyorlar. Öyle spagettiyle olmaz fettucine alalımmış, hem mahalledeki markette permasan yokmuş, Göztepeye inelimmiş. İndik de o permasanın bir avucu 40 liraya satılıyor. Hadi len dedim, eski kaşara razı olduk.

3 Kasım 2015 Salı

kısa #10: Nurella

Dün akşam Nurella’nın fonda çalan müzikle mest olmuş şekilde oturduğu yerden mimikleriyle çektiği klibini izledim. Ellerini kıvırıyor, manikürlü parmaklarını bir sevgiliye bakar gibi özlemle seyrediyor, seyrettikçe kendinden geçiyordu. Bir belgeselde hiç tanımadığım kürklü fokların çiftleşme mevsimine denk geldiğimde, nasıl merakla bakıyorsam, büktüm boynumu, öyle baktım ekrana. İlker’in soran gözleriyle karşılaştığımda, dedim ki bundan gayrı sadece kitap okuyup, sadece kendim gibi insanlarla takılmayacağım, türk insanı gerçeğini anlamaya çalışacağım. Bu demek değil ki, eskiden küçümsüyordum, şimdi halkın seviyesine indim, katiyen! Kim altta kim üstte ona ben karar veremem! Hali hazırda kendimi korumak için, bir sonraki seçimde dumura uğramamak, bu kadar şaşırmamak, bu kadar üzülmemek için hazırlıklı olmalıyım. Çünkü bu insanlar, bu programları izleyenler, bu ülkenin gerçeği. Bunlar hayatından hoşnut, bunlar kazandı.

Kitap Yorumu: Yalnız Kadınlar Arasında

Ekim ayında çok kitap okudum demiştim, değil mi?

Bunlardan biri de Cesare Pavese’den Yalnız Kadınlar Arasında idi. Ben şiir sevmem, daha doğrusu pek anlamam. Kendimi bu dala yakın hissetmediğim için de okumuyorum. Pavese’yi de şair olarak tanıdım ama romanını okumayı tercih ettim. Ve tabii ki Tezer Özlü sayesinde tanıdım. Okuyanlar bilir, Yaşamın Ucuna Yolculuk romanı aslında bir Pavese arayışıdır.

2 Kasım 2015 Pazartesi

An itibariyle

Üçüncü biramı açsam mı açmasam mı? Derken aklıma geliyor; muhtereme artık şu evde bira yapımı aparatını denesek diyorum, malum rejim bu değişti mi ne edeceğiz? 

Okuyoruum diyorum, millet amma çok okuyorsun diyor.  Peki, gündemden ülke gerçeğinden kaçmanın başka bir yolu var mı? Varsa önerileri alayım. 

Sabah pazarda tezgaha nöbetçi bırakıp oy kullanmaya giden pazarcılar kalbime umut tohumları serpmişti, nasıl da unutmuşum bu ülke gerçeğini? Daha geçen gün blogcuanne elife döşenen yorumları görüp kendi izolasyonumdan dem vurmamış mıydım? Umut ne hafifmeşrep bir mizaca sahip ki, birden oynaşmaya başlıyor ruhumuzda ve en küçük zorda terk edip gidiyor bizi, gösteriyor ama elletmiyor? Umut! Mümkünse bir süre semtime uğrama çok pis küfrederim!

Seçim sonuçlarını izlerken ütü yapayım dedim, allah seni inandırsın bir hırslanmışım, bizim oğlanı komşulara, ütülenecek gömlek almaya gönderecektim, "anam hırsını ütüden çıkarıyor da..." Diye açıklama yapacaktı. Neyse ki sonuçlar daha ütüler bitmeden tamamlandı. Hani bu kadar gelişmiş bir seçim sonucu açıklama sistemi... İnsan gurur duyuyor haliyle... 

Üçüncü biradan vazgeçtim, gidip kitap filan okuyacağım, okurken sızacağım ama bugün ruh halim kısaca bu! 


1 Kasım 2015 Pazar

Kasım’da ne yapmalı?

1 Kasım itibariyle tabii ki oy kullanmalı! Kullandınız mı oyunuzu?

Sonra, ablamın doğum gününü kutlamalı, 41 kere maşallah demeli :P Kasım bana hep ablamın doğum günlerini ve yağmuru anımsatır. Ne yağardı be yağmur biz çocukken? Şimdi küresel ısınma b.kuna azaldı tabii.

Neyse… Kasım diyordum. Ne yapmalı?

31 Ekim 2015 Cumartesi

Cep telefonu çıktı, mertlik bozuldu

Okulun kaynaşma brunch şeysindeyiz… Dediğim gibi biz muhteremle pek kaynaşamadık. Zaten bakma buradan böyle car car konuştuğuma ben biraz asosyal bir tipimdir. İlker desen az bildiği ortamlarda az konuşur. O etkinliğe gittik, oturduk, bizim oğlan zaten top tepmeye gitti, biz kafa kafaya muhabbet ettik birbirimizle. Millet evvelden kaynaşmış zaten. Bunlar çocuğunu okuldan alan, aldıktan sonra da birlikte Agora’ya filan geçip takılan anneler, çoğu zaten çalışmadığı için çay kahveye gidiyorlar birbirilerine, yani muhabbetleri zaten var. Ben insanların yüzlerini bile aklımda tutamıyorum. Allahtan ablamın ortaokul arkadaşı İnci var, Arca’nın sınıf arkadaşının annesi, bir de kitap kulübünden Hümeyra, o kadar. Neyse biz de etkinliklere katılım gösterdik, ben totomla balon patlattım, İlker dalgasını geçti, o halat çekme ekibindeydi, bizim sınıf kazandı, filan…

30 Ekim 2015 Cuma

Kitap yorumu: Bir Dönem İki Kadın

Bazı akşamlar Arca’ya kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum. Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Bir dönem iki kadın

Yine bir gün uykum kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında” romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki, tekrar elime alayım…

Ekim biterken...

“Uzun zamandır buralara uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum, gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır, yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak bahsetmiyorum puhahahah)

Biz blogla eski dostlar gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da budur – benim blogla olayım da o hesap.

Neyse şükür kavuşturana…

Ekim tam da tahmin ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)

Şöyle bir dönüp baktım da Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı, kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.

23 Ekim 2015 Cuma

Çığlık

İlişkilerde çalkantıyı sevmem. Öyle inişli çıkışlı, şiddetli insan ilişkileri bana göre değil. Mantıksızlıklar, gelgitler, dengemi bozan çıkışlarla baş edemem. Polemik sevmiyorum, kavga gürültü, yok almayayım kalsın.

21 Ekim 2015 Çarşamba

Bir kontrol manyağından ahkam kesme yazısı

Çalışırken bir arkadaşım telefon etti, bilmem ne projesi için özel fiyat almış mıydın diye sordu. Bir anda resetlendim ve hemen cevap veremedim. Halbuki ben o projeyi diğerleriyle birleştirmiş, daha iyi fiyat alabilmek için üreticiye ne diller dökmüştüm. Bunlar bir anda aklıma gelmedi, halbuki defterime bile tek tek not almıştım. Halbuki…

Konuya hakimiyet sıfır, otur! Aslında bunu da diyemem, çünkü konuya hakimim, notlarıma bir bakınca tüm çalışma film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden ama o ilk anda araba farı görmüş tavşan halimi üzerimden atamadım. Böyle oluyor. Aslında yapıyorum ama bitirince rafa kaldırıp unutuyorum. Her şey için notlarıma bakmam lazım. Bu kafa yorgunluğunun unutkanlığın çözümü ne? Bilmiyorum. B12 vitamini?

Sadece iş değil. Ben artık özel hayatımda da not almadan hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Hemen her gün öğlen yemeğinden sonra defterimi açıp başlıyorum yazmaya;

BUGÜN YAPILACAKLAR

19 Ekim 2015 Pazartesi

Kahkaha atmak ister misiniz?

Bu ara hafta sonları acayip bir maraton halinde geçiyor.
Cumartesi sabah, piyano dersine gidiyoruz. Arca, kavramada iyi, tekrar ve evde pekiştirmede kötü bir öğrenci. Böyle giderse, yakında zorlanacak. Olsun, anın tadını çıkarıyor, piyanoyu sevdiğini söylüyor, ne yapalım bir Fazıl Say da yetiştirmeyiverelim :)

Piyanodan çıkıp basketbol kursuna gidiyoruz, gör dötüm yollar!

Benim vakti zamanında “ay çocuklara boş zaman bırakın, bırakınız sıkılsınlar, ay o kurs senin bu kurs benim gezdiriyor musunuz, bıyyy iğrençsiniz” çerçevesinde dönen sayıklamalarımı (ne sayıklaması yav çarşaf çarşaf yazmışım, inkar edersem suratıma tükür:P) hatırlayanlara, peşinen söyleyeyim, annelik macerasında yaladığım ilk tükürük bu değil. Ben daha neler yaladım. Zaten artık yalama olduğum için hiç de utanmıyorum, çocuk gideceğim diyor ayol ben n’apayım?

Laf aramızda Legoya da gitmek istedi, artık çüş dedik. Basketbol için şikayet ettiğime bakma, - anaokulundaki psikolog da bu yıl sınıf öğretmeni de çok ama çok hareketli olan Arca’nın enerjisini atması gerektiğini vurgulamışlardı – benim de aslında seçmesi hoşuma gitti. Zira Arca bu yaz aşırı kilo aldı, sonra lego, satranç, piyano, puzzle, resim gibi umumiyetle fiziksel aktivitesi kısıtlı ilgi alanları var. Biraz hareket, sınıftaki hareketliliğini de sönümler diye düşünüyordum.

Lafı dolandırmanın manası yok, kurslara bıkbıklıyordum, şimdi kendim elimle götürüp getiriyorum, bahaneler, kınamalar, tuh rezil kadın, bıkbıklayacağına önce kendi çocuğuna serbest zaman ver diyenler, diyeceklerini dedilerse, dağılabiliriz.

Yok dur dağılmayalım, daha anlatacaklarım var.

16 Ekim 2015 Cuma

Ev düzeni nasıl gidiyor? Merak edenlere…

Evi derleme toparlama günleriydi. Taşınacaktık, yılların çöpü, kullanılmayanları, istifi evdeydi. Taşınmak, arınmak ve sadeleşmek için iyi bir vesile. İlker’in her şeyi attığını, benimse arkasından çöpleri eşeleyip geri tıktığımı anlattığım yazımı okuyunca, Özlem bir mesaj attı ve hayatını değiştiren bir kitabı önerdi. Türkçesi var mı bilmiyordu, neyse ki vardı. Bir kitabın, özellikle de kişisel gelişim vaat eden bir kitabın bir insanın hayatını değiştirmesi fikri biraz iddialı gelmiş olsa da kitabı hemen sipariş ettim. Çünkü ben kitap tavsiyelerine asla hayır diyemem. İyi ki de görmezden gelmeyi seçmemişim. İyi ki de kitabı alıp hemen okumuşum.

Zaten uzun uzun öncesini sonrasını anlatmıştım. Kitabın en önemli kısmının “atmak” olduğundan ve tek tek neler yaptığımdan bahsetmiştim.

Peki sonra ne oldu? Artık düzenli miyim? Marie Kondo’nun yöntemlerini uyguladıktan sonra devam ettirebildim mi? Şimdi durum ne? … Diye merak edenler için gelsin bu yazı. Merak etmeyenler ekranın sağ üst köşesindeki çarpı işaretini tıklamak suretiyle aramızdan ayrılabilir, kalanlarla devam edelim:

15 Ekim 2015 Perşembe

Yorgunuz lan biz!

Sadece benim sanıyordum, yanılıyormuşum.

Geçen gün Arca’nın okulunda bir veli öğretmen görüşmesi vardı. Randevu saati ne akşamüzeri ne sabah, günün ofise git gel yapılmayacak kadar kötü bir zamanı. Sabahtan yarım gün yıllık izin aldım. Arca’yı uğurladık. Yıllardır ilk defa sabah çayımı bitirebildim, hatta ikinciyi içtim. Kahvaltıdan sonra giyinmek için kalkar, yanıma da çay bardağımı alırım, bir odadan diğerine elimde çay bardağıyla dolanırım. O bardaktaki o çay hiç bitmez. Genellikle de evin girişindeki sehpaya bırakır, çıkarım. Her akşam eve geldiğimde o yarısı dolu çay bardağı karşılar beni ve ben her sabah şu çayımı da bir keyifle içeyim de öyle çıkayım diye söz veririm kendime, nafile bir çaba…

14 Ekim 2015 Çarşamba

Yeryüzüne dayanabilmek için

İnsan eli eteğini dünyadan çekmek istiyor. İçine kapanmak ve içinde yaşamak. Kabuğundan bir koza örmek ve küçük kozasına kimseleri davet etmemek istiyor. Bu zamanlar, işte o zamanlar…

Dış etkenlerden korumak istiyor insan kendini. Çünkü insan en çok kendini sever, sevmelidir de... En basitinden, twitter’da okuduğun bir şeyden, mesela başbakanın ellerinde canlı bomba listesi olduğunu ve hiçbir şey yapmadıklarını söylediğini okumaktan, ya da kafan dağılsın diye izlediğin bir maçın seyircilerinin insanlık dışı saygısızlığından korunmak istiyorsun ama işte bir şekilde gündem yine seni gelip buluyor, bir haberin satırlarında, televizyondan gelen bir küçük seste buluyor.

Kaçacak delik yok.

Tezer Özlü’ye “neden edebiyat?” diye sormuşlar, “yeryüzüne dayanabilmek için” demiş.