15 Eylül 2011 Perşembe

Kemeraltı

OSHO der ki;

"Zeki insanların tüm hayatları boyunca aklından çıkaramadığı şey, çocuğun deneyimleridir. Onu yeniden isterler; aynı masumiyet, aynı güzellik, aynı merak.

O şimdi çok uzaktaki bir yankıdır ; onu sanki rüyanda görmüşsün gibi gelir.

Zeki olmayanlar, geri zekâlılar onu tamamen unutur. Ancak zeki, duyarlı, yaratıcı olanlar bir zamanlar bildikleri ve artık silik bir anı olan, kendileriyle birlikte kalmış, muazzam cennet tarafından hiç rahat bırakılmazlar. Onlar yeniden onu aramaya başlar. "

Zeka küpü değilim ama son zamanlarda çok fazla çocukluğuma dönüyorum. Sadece Arca ile olduğum zamanlar değil, bir mekan, bir insan, bir koku, bir tat… geçmişe yolculukta kılavuz oluyor.

Dün göz doktoruna gittim. Kemeraltı’nda. Kemeraltı demek benim çocukluğum demek.

Biri Kemeraltı’nda bana bir yer tarif etsin, imkan yok anlamam ama oraya gittim mi elimle koymuş gibi bulurum sokakların arasında!

Benim çocukluğumda alışveriş merkezi yoktu, super hiper duper market yoktu. Hatta semtlerde bile fazla dükkan olmazdı. Dolayısı ile haftanın birkaç günü Kemeraltı’na inilirdi. Annem her köşesini her yerini o kadar iyi bilir ki.

Üniversiteye kadar bütün çantalarımı, okul ihtiyaçlarımı Kemeraltından karşıladım ben. Kiloyla defter alır, kaplardık, tertemiz bir sayfa açardık yeni döneme.

Annemler hala peyniri Meşhur Peynircilikten alır, Göztepeye şube açtılar ama hala Kemeraltına inerler peynir için. Benim folklor kıyafetlerim, çantalar, bale tütülerim, gitarım, çocuk gelinliklerim hep Kemerlatından alınırdı.

Küçükken Kemeraltı’ndan bıktığımı hatırlıyorum, biraz büyüdükçe kumaş seçmeye gideceksek annemin peşine gönüllü takıldığımızı. Biz seçerdik kumaşı annem olurluğunu kontrol ederdi.

Dün şaşırtıcı bir şey oldu ve İlker katıldı bana. Doktordan çıkınca hemen köşeden limonatamızı içtik. Nefis!! Kimi karadut da içer ama limonatanın keyfi hiç bir şeyde yok.

Çocukluğumuzda bir geyik vardı : “Kemeraltı’ndan limonata içtin mi?”(*) diye birbirimize sorar, sorar “evet” derse kikir kikir gülerdik.

Mesela şimdi zincir dükkanları olan Özsüt, bizim çocukluğumuzda Kemeraltı’nda küçücük bir dükkandı, kazandibi yemeğe giderdik.

Kumaş alacağım ya, yolumuzun üzerindeki ilk kumaşçıya girdik.

Ama bizim o bildiğimiz kumaşçı mağaza olmuş, ayakkabılar, kıyafetler, çok katlı mağaza. Çıtı pıtı tezgahtar kızlar çalışıyor, kımıl kımıl içerisi. Önce kumaş olayını kaldırmışlar herhalde dedik. Meğer tek kata toplayıvermişler. Babam yaşında bir tezgahtar amcaya rastlayınca oh çektim. Ölçtü biçti beni, güzelce anlattı, anladı. Alt tarafı mevsimlik siyah kumaş dersin ya yok ben vuruldum kumaşa. Hazır giyimdeki kumaşlar gibi değil, o kadar kaliteli ki… Kumaştan çok anlamana da gerek yok, dokunman yeter. Fiyatını bile sormadım, başka kumaşçıya bile gitmek istemedim. Bir eteklik bir de elbiselik çıkacak kadar kumaşım olmuştu bile.

İlker’in annesi ile kalıplara bakacağız, dikerse, içime sinerse daha da hazır almam.

İşimizi halledince, Hisarönüne yürüdük. Adet olduğu üzere meşhur söğüşçüden söğüş yenildi. (Ben? Tabii ki kumpir!) Arkamızda sokak çalgıcıları sanat müziğinden şarkılar çalıp istek parça talep ediyorlardı.

Ben İlker’e her köşe başından çocukluk anılarımı anlattım, o dinledi, sadece.

Yok yok sadece dinlemedi, o da köşe başındaki pastaneden elma şekeri yediğini anlattı. Biz de o pastaneden elma şekeri alırdık, ben sadece şekerini yerdim, bütün suratım kıpkırmızı olurdu. Elması hep bulgur çıkardı, sevmezdim. Çaktırmadan düşürmüş gibi yapar kurtulurdum elmasını yemekten. Sahi biz İlker’le çocukken kesin karşılaşmışızdır o pastanede.

(*) : Limonata çiş benzetmesine neden bu kadar güldüğümüzü hatırlamıyorum ama hem saçma olduğunu bilir hem de gülerdik.


7 yorum:

Cebimdeki renkler dedi ki...

:) Sevgili Yeliz, tesadüfen geldiğim blogundan üç saattir çıkamıyorum. Okumaya doyamadım, kitap yazsan okurum o kadar sevdim kalemini. Tanımış kadar oldum, sanki karşı komşumsun (keşke olsaydın). Hamilelik anılarından Arca' nın şaşırtan diyaloglarına her yazına bayıldım. Günümü aydınlattığın için teşekkürler,

laleninbahcesi dedi ki...

Yeliz cebimde ki renkler o kadar haklı ki...

nil dedi ki...

Aynen aynen cebimdeki renklere katılmamak mümkün değil...Ayrıca kemeraltı demek benim için,döner yemekti...Şimdiki gibi değil ama adam gibi döner,mis gibi döner..bir de anneannem demek kemeraltı...süpersin Yeliz:)

tijen miriam dedi ki...

sevgili yeliz daha absligi gorunce koyuverdim goz yaslarimi,,bir izmirli olarak,cocuklugumun kemeraltisina aldin goturdun beni.cok ozlemisim,simdi senden okuyunca tek tek hatiralar gecti gozumun onunden,tam 12 sene oldu,yurtdisinda oldugum icin hic firsatim olmadi.tesekkurler,hatiralarimi canlandirdigin icin....

yeliz dedi ki...

Cebimdeki renkler,
öyle mutlu oldum ki yorumunu okuyunca:) çok çok teşekkürler

Lale ablacım,
sevgiler

Nil var ya, İlker söğüş istemese ve ben de hadi ayrı gayri yemeyelim demesem döner yiyecektim. Benim için de Kemeraltı biraz da döner :) canımsın

Sevgili Tijen umarım en kısa zamanda İzmir'e tekrar gelirsin, hem yepyeni bir doku var Kemeraltında hem o eski anıları bir şekilde yaşatıyor,
sevgiler

k.i.s.d. dedi ki...

Benim çocukluğum bi İstanbul bi de ilk gençlik İzmir'den ibaret sanki. Arada Diyarbakır, Adana var ki anne-babamın şiddetli geçimsizliğiyle oldukça gri yıllar. Arada anneannemlere kaçtığım yaz tatilleri harika, gerisi buruk. Kemeraltı okuyorum ya, başladım ağlamaya. 16-17-18... yalın ayakla bile yürümüşlüğüm vardır orada. O kadar çok anı var ki. Oturdum ağladım.

yeliz dedi ki...

kübra canım arkadaşım, bir geldiğinde kolkola gezelim kemeraltında.