Birkaç yıl önce bir roman yazmaya başlamıştım. -Güleni çok pis tepelerim- Aklımda yazıyordum. Arabayla otobanda giderken yüksek sesle hikayeyi kendime anlatıyor, gözümde canlandırıyordum. (trafik canavarını uzakta aramayın) Bir kısmını da bilgisayara aktardım, allah için tembellik etmedim. Yazmaya bir süre ara verip araya da birçok başka mesele girince, roman ikinci plana atıldı ve sonunda yazdıklarım, bilgisayardakiler yani silindi. Evet, salağım ben sildim. Şimdi gülmek serbest! Tepelemeyeceğim, söz!
Yelizin kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yelizin kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Aralık 2014 Çarşamba
4 Aralık 2014 Perşembe
Barış Bıçakçı - Bizim büyük çaresizliğimiz
İlkokuldayken bayram tatilleri bahara denk gelirdi. Seyahat için güzel bir mevsim. Annemler o dönem bizler için, her bayram tatilinde bir şehrin tarihi ve turistik yerlerine gezi düzenlemeye karar verdiler. Hayatımın en güzel tatilleriydi. İlk İstanbul’u gezmiştik. Arabayla seyahat harikaydı. Üstelik yolu da epey uzatmıştık, Çanakkale üzerinden gitmiştik. O vakitler seyahat yazarı olmayı düşlüyordum. (ben zaten ne ara mühendis oldum hala anlamıyorum!) O seyahat için bir defter almıştım ve araba seyir halindeyken bile yazıyordum. Çok etkilenmiştim İstanbul’dan ama Ankara kadar değil.
Başka bir tatilde Ankara’daydık, üstelik 23 Nisan’a denk gelmişti. Hayal meyal hatırlıyorum ama bayılmıştım. Bir süre sonra detaylar silinir ama hisler baki kalır. Nezih insanları, düzenli planıyla ne güzel yaşanır bu şehirde demiştim. İzmir'den ne kadar farklıydı. Hatta üniversite seçerken birkaç tercih yapmak istemiştim. Ama babam kimimiz kimsemiz yok, yavrum sen İstanbul’u yaz boşver demişti. Ankara öylece kaldı…
29 Kasım 2014 Cumartesi
Ağlamak güzeldir, birlikte ağlamak daha güzeldir...
İlker'in askerde olduğu dönemdi. Annem İstanbul'daydı, birlikte Carousel'e sinemaya gittik. Babam ve oğlum. Film bu. O zamanlar Çağan Irmak'ın seyirciyi ağlatma konusundaki üstün yeteneğinden filan haberdar değiliz, giyindik süslendik ana kız film izleyeceğiz.
Sonuç belli tabii, ağla ağla içimiz çıktı. Şimdi ben Cars filmindeki o Şimşek Mcqueen'in kazadan sonra Kral'ı iterek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede böğüre böğüre ağlamış bir insanım, "babam ve oğlum" filminin üzerimdeki etkisini düşün, düşün yav o kadar hayal gücünün sınırlarına dayanmasına gerek yok.
23 Ekim 2014 Perşembe
“Beni asla bırakma”
Baştan uyarayım, ağır spoiler içeren bir
yazı olacak. Sonra ne ettin, niye sonunu tartıştın, bıkbık istemiyorum. Hem
zaten bunu yapan ben değilim ki, yazar da maşallah daha kitabın başından sermiş
malını ortalığa… Yani bacım/abicim bu postu ister oku ister okuma, canın sağ
olsun ama kitabı oku. Bak filmi izle demiyorum, hatta izleme diyorum ama kitabı
oku.
...............................
Evet şimdi etik bir davranış
sergileyerek terbiyeli bir giriş paragrafı zikrettikten sonra kitaba direkt
dalabiliriz.
10 Ekim 2014 Cuma
Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi
Kitap kulübü toplantılarından birindeyiz… Henüz Virginia
Woolf tartışmaya başlamamışız, trafik malum, herkes aynı saatte gelemiyor.
Pidelerimizi götürürken birbirimize verdiğimiz ödünç kitaplardan konuşuyoruz. Tartışmayı
gerekli görmediğimiz ama okunsa iyi olur dediğimiz kitapları aramızda
döndürüyoruz. Deliduman, Dublörün Dilemması gibi… Tam da benim Sırça Fanus’u
isteyen olur belki diye yanımda götürdüğüm gündü, hatta sohbet Virginia üzerine
Sylvia bir de üstüne Kafka okumamın sorgulatıcı etkilerine kadar geldi. Evet bu
ara sorgulamanın boku çıktı biliyorum…
“Oh yo”, dedim, “önlemimi aldım. Bunların üzerine kafayı
dağıtacak bir kitap okuyorum, hem öyle dağıtıyor ki parçalarını toparlayacakken
bir daha dağıtıyor.” Kitabın adı öyle uzun ki telaffuz edeceğime çıkardım
koydum masaya. Selda hemen “o nefis bir kitap ve karnavalesk türünün ülkemizde
ilk örneği” dedi. Ayfer Tunç’u önceden okumuşluğumuz vardı, elbette ki başka
yazarlarla devam edecektik okumalarımıza ama Selda’nın verdiği bilgiler
herkeste merak uyandırdı. Ama özellikle bende… Boş durmadım – Allah boş duranı
sevmez – araştırdım.
30 Eylül 2014 Salı
Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü : "Dönüşüm"
Bu yaşıma kadar hakkında o kadar çok şey duydum okudum ki
kitabı hiç okumadan da hakkında birkaç kelam edecek birikimi edinmiştim. Daha
doğrusu öyle sanıyordum. Ama bir halt edinmemişim, okuyunca anladım.
Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü.
Değişim, metamorfoz gibi isimlerle çevrilmiş dilimize. Ama sanırım en doğrusu “Dönüşüm”
olmuş. Almanca öğrenmeyi niçin bıraktım, Allah beni n’apsın dedirten başka bir “Almanca
okunursa daha iyi olur” hissiyatı veren eser.
“ Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında
kendini yatağında ev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”
26 Eylül 2014 Cuma
Sırça Fanus, Sylvia Plath
Cüretkar? Kışkırtıcı? Düşündürücü? Yalın?
Hayır, hiçbiri, evet hepsi.
“Sırça Fanus”u tek kelime ifade etmek mümkün olsaydı, bu
kelime ZAMANSIZ olurdu. Moda için kullanılan en moda tabirlerden biridir
aslında zamansız. Hani gardırobuna bir trençkot, küçük siyah elbise
eklemelisindir, zamansız parçalardır, yıllarca giyersin. Sylvia Plath’ın “Sırça
Fanus”unu da basımının 50. Yılında hala günceli yakalayabiliyor, zamansız bir
parça.
17 Eylül 2014 Çarşamba
Şükür
O an orada bulunmak istemediğiniz bir yerde bulunduğunuz
oldu mu hiç? Benim çok oldu. Ofiste sıkıcı bir işi yapmakta iken aslında evde
çay içip kitap okumak istediğim çok oldu. Ya da… sohbetinden hoşlanmadığım biri
ile konuşurken kendimi bahçe sularken hayal ettiğim anların sayısı
azımsanmayacak kadar çok… “Ben burada ne yapıyorum, ben aslında…” şeklinde çok
cümlem var benim. Ama o gün o an olmak istediğim başka bir yer yoktu, olamazdı.
13 Eylül 2014 Cumartesi
Bu yaz hangi kitapları okudum?
Özlem tatilde okuduğu kitapları yazmış, vayyy süper dedim
ama sonra düşündüm, ben de tatil kitabı olarak belirlediğim hemen tüm kitapları
ve hatta biraz fazlasını okudum bile.
“Kahperengi” ile başladı yaz.
Sonra Tezer Özlü’nün iki kitabı, ikisi de dostlarıyla
mektuplaşmaları. Öyle iyi geldi ki o mektuplar bana. Mektuplaşmanın çok kişisel
olduğunu düşünürdüm, iki kişi arasındaki mektuplaşmayı niye merak edeyim
derdim, değilmiş.
4 Eylül 2014 Perşembe
Erteler misin? Savsaklar mısın? Gel yamacıma :)
Haziran ayıydı sanırım, evet haziran olmalı. Twitter’a
bakarken bir link dikkatimi çekti, algıda seçicilik, klimalarla ilgili bir
yazı. Teknolojikanneler.com’da yayınlanmış. Yazı gayet güzel ama ufak tefek
eleştirilerim oldu, teknolojik annelerden Derya ile yazıştık, derken Derya sen
de bir yazı yazsana dedi. A neden olmasın? Yazarım tabii… Allah seni inandırsın
üç ay sonra yazıyı gönderdim. Ertele babam ertele… Ama sanma ki tamamen
aklımdan uçup gitti, bu süreçte konu ile ilgili yeni yönetmelikleri anlatan bir
makale bile yazdım, sayısız kaynak okudum, araştırma ve derleme yaptım.. Bu
arada birçok blog yazısını ve diğer tüm işlerimi hiç anlatmıyorum bile. Sezon
bitti, kimsenin klima filan alacağı kalmadı, ben o makaleyi sadeleştirerek
Derya’ya gönderdim. Bravo bana!
Evet ben Yeliz, ben bir sistematik erteleyiciyim…
21 Temmuz 2014 Pazartesi
#deliduman
Bazı kitaplar çok merak uyandırır, tavsiyesine güvendiklerinden iyi eleştiriler duymuşsundur, günceldir, önemsediğin kalemler “oku” buyuruyordur. Okursun, diğer tüm kitaplar sırasını bekleyedursun…
Kenarda köşede kıyıda kalmış bir sahil kasabasında başlıyor öykü. Kasaba tam bir Türkiye gerçeği, sanki merceği tutmuşsun o küçük yüzölçümüne ve Türkiye’yi seyrediyorsun.
Her bir karakter o kadar tanıdık o kadar bizden ki…
15 Temmuz 2014 Salı
Pencereme aşk kondu
Her yaz başı yaz kitapları listesi yaparım. "Yaz kitabı ne
lan, kitabın mevsimi mi olur" diyene de teessüflerimi sunarım. Olmaz mı yav?
Misal kitap kulübünde Eylül için Virginia Woolf’tan “kendine ait bir oda”yı seçtik.
Eylül o kitaba yakıştırdım ben. Okudun mu desen okuduğum ettiğim yok da öyle
işte hissiyat de geç…
10 Temmuz 2014 Perşembe
Middlesex
Çok karakterli
romanın merkezindeki karakter bir hermafrodit yani çift cinsiyetli bir insan. Bu
genetik bir farklılık aslında. Ve hepimizin aşina olduğu homoseksüellik,
travestilik veya transeksüellikten çok farklı bir şey. Dişi olarak doğup
hayatının belli bir dönemi kız çocuk olarak yaşadıktan sonra erkek oluyor kahramanımız.
Ama tam erkek oluyor diyebilir miyiz?
Hayır! Bence hayır. O tam anlamıyla bir
üçüncü cins. Ne dişi ne erkek…ve üremesi mümkün değil. Aslında bu cins oldukça
nadide bir tür. Belki de böyle olması, doğa ananının bize bir uyarısı. “Bak
yavrum akraba evliliği yapmayın, yoksa çekinik olan bu gen açığa çıkar ve çift cinsiyetli
çocuklarınız olur. Bu çocuklar üreyemez ve neslinizin devam etmesi mümkün olmaz”
diyor. Aman ha neslimiz kurumasın : )
30 Haziran 2014 Pazartesi
Alper Canıgüz candır!
Ve tabii ki acar dedektif Alper Kamu veledi!
Kahramanın ismini Albert Camus'tan alıp almadığını düşündüm önce ama sanırım değil. Enterasan bir velet. Bünye beş yaşında ancak zeka uzay. Çokbilmişliklerinde tam bir roman kahramanın gerçek üstülüğü var Alper Kamu'nun.
İlk kitabını birkaç sene önce okumuştum, "oğullar ve rencide ruhlar", yaz kitabı arayışına girdiğimde ve eğlenceli ne okunabilir dediğimde ilk aklıma gelenlerden biri Alper Canıgüz oldu.
26 Haziran 2014 Perşembe
Kinyas ve Kayra
Güzel laflar ve gülümseten tespitler.
Kinyas ve Kayra dediklerinde bunlar gelecek aklıma şimdiden biliyorum. Bir de okurken canımın sürekli bira çektiği. O niye, bak hala çözemedim:)
Sondan başlamıştım Hakan Günday'a. DAHA. Ve çok sevmiştim. Yazarların ilk romanlarını okumak gibi bir takıntım var. Hasta ruhlu muyum lan ben? Ama merak ediyorum işte? İlk romanı...
Elvan'la kitaplardan bahsettiğimiz o akşam "al oku" dediğinde tereddütsüz almıştım. İyi ki almışım. Kitap kulübünün temmuz kitabı oldu.
Eğer yirmili yaşlarda olsaydım, kesinlikle hastası olurdum, çünkü tam da o yaşlarıma hitap eden bir kitap. Ama bunda Hakan Günday'ın bir suçu yok elbette, adam benim yirmili yaşlarıma yetiştirmiş romanı lakin ben geç kalmışım.
Eğer yirmili yaşlarda olsaydım, kesinlikle hastası olurdum, çünkü tam da o yaşlarıma hitap eden bir kitap. Ama bunda Hakan Günday'ın bir suçu yok elbette, adam benim yirmili yaşlarıma yetiştirmiş romanı lakin ben geç kalmışım.
12 Mayıs 2014 Pazartesi
Tezer Özlü
Kitap kulübünde Türk yazarlara öncelik vermek istediğimiz
bir dönem geçiriyoruz. Leyla Erbil’den sonra bir süre ara verip Ayfer Tunç ile
kaldığımız yerden devam etmiştik. Mayıs ayı Tezer Özlü buluşmasıydı.
Bildiğimizden değil, hiçbirimizin evvelden okumadığı ilk kitaptı sanırım.
YKY’den çıkan kitapları arasında ikilemde kaldık, ilk romanı “Çocukluğun soğuk geceleri” mi olsun, ödüllü “Yaşamın
ucuna yolculuk” mu olsun derken bir de baktık, ikisini de (hatta “kalanlar”la
birlikte üçünü de) okumaya karar vermişiz. Daha doğrusu bizim derdimiz bir
kitabını okumaktan çok Tezer Özlü’nin kendisini, kişiliğini okumaya çalışmaktı.
Hangisini okursak okuyalım, tartışacağımız kitabın kendisinden ziyade Tezer
Özlü’yü tartışmak olacaktı. Bunun için seçtiklerimizden başka kitaplar da,
özellikle Leyla Erbil’e mektuplarını, Ferit Edgü ile mektuplarını da okumamız
gerektiğini ancak toplantıdan sonra fark ettik.
6 Mayıs 2014 Salı
Sakın kımıldama
Bazı kitaplarla hemen samimi olamazsın. Hayır bu sadece kendinle özdeşleştirmekle ilgili bir durum değil. Bazı tuğlalar eksik kalır. Ama bazı kitaplar senden ne kadar uzak görünseler de içine işler.
"Sakın kımıldama"nın kitaplıktaki ikamet süresi yıllarla ifade edilir. Yazarın okuduğum ilk ve bir okur olarak ağzımı burnumu dağıtan kitabı "Sen dünyaya gelmeden önce" öyle sarsmıştı ki, derhal diğer kitapları da alınmalıydı. Alındı ama uzun süre diğer kitapların arkasına atıldı.
Beyin travması geçiren on beş yaşındaki kızı, çalıştığı hastaneye getirilmiş bir doktorun anlatacaklarını dinlemek için kendimi bir türlü hazır hissedememiştim. Sonra bir gün bir aşk hikayesi okumak istedim ve çok düşünmeden "Sakın kımıldama"ya başladım. Ve bitirdim. İçime işledi. Ağlattı.
"Sakın kımıldama"nın kitaplıktaki ikamet süresi yıllarla ifade edilir. Yazarın okuduğum ilk ve bir okur olarak ağzımı burnumu dağıtan kitabı "Sen dünyaya gelmeden önce" öyle sarsmıştı ki, derhal diğer kitapları da alınmalıydı. Alındı ama uzun süre diğer kitapların arkasına atıldı.
Beyin travması geçiren on beş yaşındaki kızı, çalıştığı hastaneye getirilmiş bir doktorun anlatacaklarını dinlemek için kendimi bir türlü hazır hissedememiştim. Sonra bir gün bir aşk hikayesi okumak istedim ve çok düşünmeden "Sakın kımıldama"ya başladım. Ve bitirdim. İçime işledi. Ağlattı.
22 Nisan 2014 Salı
Okudum izlerim de vallaha!!
Benim bir kitabı okuyup da filmi dizisi çekilsin diye dua
ettiğim görülmemiştir. Tercihimi umumiyetle kitaptan yana kullanırım ve kendi
filmimi kafamda çektiğim için başka bir yönetmenin çalışmasına, kitapla arasında
kuvvetli bağ kuran her okur gibi burun kıvırırım.
Bir kitap diziye mi çekildi, hmm yok, ben kitabı tercih
ederim. Misal Masumiyet diye çok başarılı bir dizi var ama ben uyarlandığı
Kahperengi kitabını ödünç aldım Elvan’dan, okuyacağım. Zinhar dizi takip
edemiyorum. Kurt Seyid ve Shura gibi başarılı başka bir uyarlama dizi de benzer
bir karara kurban gitti.
21 Nisan 2014 Pazartesi
Barış Bıçakçı. Sinek ısırıklarının müellifi
Eğer objektif bir kitap eleştirmeni olsaydım, Barış
Bıçakçının “Sinek ısırıklarının müellifi”
isimli eserini yere göğe sığdıramazdım. Ancak ben ne kitap eleştirmeniyim ne de
objektifim.
18 Nisan 2014 Cuma
Gabriel Garcia Marquez
Gabriel Garcia Marquez’in ölümü tüm sosyal medyada,
alıntılarla twitter’da, görsellerle instagram’da ve iç- dış temsilciliklerde
yer aldı, bu çatlak ihtiyar anıldı.
Twitter’da biri ay gına getirecekler adamdan dedi.
Katılmıyorum. Ölümü vesilesiyle bile olsa henüz tanışmamış kitapseverlerin
ilgisini çeker ve bir kitabı olsun okunursa kardır. Marquez her okura zenginlik
katacak özel bir yazar. Dolayısıyla biz de kitap kulübünde Haziran ayını
Marquez’e ayırdık. Tezer Özlü’nün Mayıs hüznünden sonra Marquez iyi gelecek
eminim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)