12 Mart 2012 Pazartesi

Bir hafta ara ile, pazar ve minik elmalar

"Diğer ikisi ile birlikte aynı akibete uğrayan küçük elma"sanatsal çalışması.


Bu küçük sulu, lezzetli elmalar için sonun başlangıcı Nadire ablanın bize bıraktığı aşağıdaki nottu. Bunlar küçüktü ve Arca tarafından keyifle yeniyordu. Pazara gidilirse mutlaka alınsındı. Ah ulen benim bebem yiyecek ben almaz mıyım!

11 Mart 2012 Pazar

Övünmek gibi olmasın...

Korkulur benden :P

Sabahtan beri son derece aktif takılan cüce, ne dediysem öğle uykusuna razı gelmedi. Hoş, ben de  bayılmıyorum, paşa gönlü istemezse uyumasın  da... adım gibi biliyorum assoliste bağlayacak günün kalanında. Zaten son kırk sekiz saat evde başbaşa takılıyoruz, hiç çekemem asabiyet filan.

9 Mart 2012 Cuma

Utanç içindeyim

Yine yeni yeniden güneş gözlüğüm kayıp! (ben senede bir gözlük kaybetmek zorunda mıyım?)

Geçen hafta öğle tatilinde Kipa’ya gitmiştim, sonra ofise döndüm, akşam da eve gittim. Ertesi gün evden çıkarken gözlüğümü bir türlü bulamadım. Ofiste bıraktım herhalde dedim, bütün hafta sonumu gözlüksüz geçirdim.


Pazartesi ofiste gözlüğümü bulamadığımdan beri hummalı bir arayış içindeyim. Her yere ama her yere baktım, yok! Ay delireceğim.

“Ne olacak mesele ettiğin şeye bak” diyene dalarım zira güneşin 8 ay tepemizde olduğu İzmir’de güneş gözlüğü hayati kardeşim, sokağa donsuz çıkarım onsuz çıkmam, işte o kadar!

Kitap okuma ritüelleri - mim tadında

Bir dolap kitap sormuş, yoruma yazmaya kalksam çok uazayacaktı.
Tam postluk bir konu, en azından benim için:)

Kitap okuma ritüelleri...

Aslında hem var hem yok.

Arca tarafından rahatsız edilmeyeceksem, mekan ve eşlikçilerim mutlaka olur.

Mesela gün içinde koltukta, köşeli koltuk özellikle, Arca’nın öğle uykusu zamanı o odaya güneş gelir, kış güneşi sıcacık yapar içerisini. Eşlikçim umumiyetle kahve, atıştırmalık. (koltuk için tık)

8 Mart 2012 Perşembe

“Bu seni kızdırıyor mu?”


Geçen hafta sonu, en sevdiği yemekle oynamak suretiyle (bir et parçasını 45 dakika yanağı ile dişleri arasında tuttu, yutmadı) anasını ziyadesiyle yoran bebeme kararımı uygulayacağımı bildirdim: “yatıncaya kadar hiçbir şey yemek yok. Süt yok.” Ayrıca yemeğini bitirmemiş olduğu için Mamutlu filmi (Ice Age) izlemek yok.


Misilleme konusunda gecikmedi ve küçük çantamı elinde sallayıp fırlatarak kararıma karşılık verdi. Birkaç defa uyardım, dinlemedi. (oynaması sorun değil de metal bir aksesuarı var kafasını gözünü yaracak cücenin haberi yok!)

Konvoy halinde, sabah trafiğinde, dur kalk yaparken...

... biri gelip arkadan çarparsa (ya da kaza işte siz de çarpabilirsiniz, insanlık hali), yapılacak şey kolaydır. Trafiği aksatmayacak bir yere çekilir, arkadan çarpanın hatalı olduğu bellidir, sürücüler aralarında tutanak tutar, hasar varsa arkadan çarpan arabanın trafik sigortasından veya kaskosundan bedeli karşılanır.


Bu sabah bunu yaşadım. Değerli (!) bir abimiz arkadan çarptı. İndik. Tutanak tutalım dedim. Kenara çektik. Abimiz hafiften kodaman altında Jeep, benim miniş Corsa’ya güya “dokandı” ama kuvvetle muhtemel tampon değişecek. Abim, “bir şey yok ablacım”da ısrarlı, ben, tutanak tutturmakta.

7 Mart 2012 Çarşamba

4-4-4? Anlayan beri gelsin!

4-4-2, illa bir şey yaratacağına kasan Almanların hepi topu on beş senelik mazisi olan 3-5-2’sinden iyidir abicim. Öyle yok forvette uzun adama gerek yok, yok kanatlardan değil ortadan hücum filan… gereksiz. Bence bekteki adamlar sap gibi durmak zorunda kalıyor, yaptıkları tek şey defans oluyor bu durumda. Halbuki 4-4-2 dedin mi bekten iki adamınla da hücuma destek verebilirsin. Bir bakmışsın hücumda sekiz adamın birden var. Hey yavrum hey!


4-4-2 İngiliz ekolüdür, senelerdir denenmiştir, sağlam bir temeldir ve üzerine bir şeyler ekleyebilir, takımının koşullarına göre düzenleyebilirsin. Yoksa bayılmıyorum soğuk İngilizlere. Bırak futbolu her şeyin devşirmesine karşıyım.

Katıksız bir futbol cahili olarak iki satır internet karıştırdım, 4-4-2 neymiş, 3-5-2 neymiş şıp diye anladım.

Günlerdir okuyorum, şu yeni eğitim sistemini bir türlü anlamadım, mankafa mıyım neyim?

4-4-4 diyorum…

6 Mart 2012 Salı

Mim

Kuzumun anası mimlemiş, cevaplar gelsin!!

En sevdiğin nelerdir , nelerden hoşlanırsın ?


İyi yemek, iyi içki, iyi kahve, iyi kitap …

Fotoğraf çekmek, yemek pişirmek, dostlarla vakit geçirmek

Bir de İlker’le Arca’yı severim: )

5 Mart 2012 Pazartesi

Var mı tanıdık bir exorcist* ?

Cuma çok keyifli geçti, balonları şişirdik, kendi çapımızda bir parti havası yarattık evde. Sonra annemler geldi, hem ablamların hem kendilerinin hediyelerini getirdiler. Arca pek tabii eğlencenin dibine vurdu. Gece kaşıntılar ateş biraz silkeledi. Cumartesi fazla koşup oynamasın diye film izledik birlikte. Ice Age yeni favorimiz. Arca piyasada yokken izlemiş bayılmıştık, onunla izlemesi daha eğlenceli. Kaşıntılar tavan yaptı. O kaşınmayı önleyici krem pek işe yaramıyor bence. Hatta rahatlasın diye duşa soktum, daha iyi geldi sanki.

Hafta sonunun ...

En çok çalışan ev aleti : Arca bir kaç defa kustu, sadece ben üç dört defa baştan aşağı değiştim. Bir de su çiçeğinde her gün çamaşır değişsin öğüdünü tutunca makina hemen hemen hiç durmadı.

2 Mart 2012 Cuma

"aa kahve mi içiyorsun?" diye soranı çok pis tepelerim!

Blogun adını değiştiriyorum.
Hayır "özhakiki günün çorbası" değil, o var zaten wordpress'te.

Yeni blog adı : BAHTSIZ BEDEVİ AİLESİ

Bizim oğlanın doğum günü ile ilgili bir gudubetlik var ama henüz bunu çözecek bir bilim dalı yok. Dolayısı ile gülüyoruz, sadece gülüyoruz.

Bahtsız bedevi şeklinde çöllerde kutup ayımızı arıyoruz. Sahi niye arıyoruz ki, o bizi zaten buluyor!

1 Mart 2012 Perşembe

3 yaş anasının anatomisi ve babasının babatomisi karşılaştırmalı özel sayı

Biz sihirli 3 yaşın bebemize kuş kondurmasını umaduralım, ana-baba da kendini geliştirmekte.


3 yaş itibari ile cinsiyet farkındalığının yanı sıra ana-babanın da anatomi ve babatomisi tamamen ayrışmakta.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Yapılır mı lan bu bana! yapılır mı be!

Halil Sezai olmuyor yav... söz yazdım yolladım filan...
sen "ay"ladıkça ben kendime "ay"lıyorum.
İlk kez klibini izliyorum an itibariyle... Resmen "Yalan dünya"daki Orçun'a benziyor yav, şimdi ekrandan fırlayıp bana "öpüşsek geçer bence.." diyecek yeminlen!

İlker buna taktıydı geçen sabah telefondan üç defa üst üste dinletmişti. Bak yine "ay"lıyor...
Ay içime fenalık geldi.

Sahi seviyor muyum ben bu şarkıyı sevmiyor muyum hala karar veremedim ve veremeden şarkı bitti yine...

O değil de , içim yanıyor, a dostlar!

28 Şubat 2012 Salı

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı..." Vol.9

O akşam sekiz buçukta İbufen içirdim Arca’ya sonra salona döndüm. Deniz’in gözlerinin mavi olduğuna ve öyle kalacağına dair spekülasyonlar üzerinden pediatrik sohbetler yapıyoruz. Bu arada ben sandalye tepelerinde Denizin maviş fotoğraflarını çekiyorum…

Derken İlker bir hışımla salona girdi, sandalyenin tepesinden düşüyordum.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Ballı lokma tatlısı

Zaman : cumartesi öğleye doğru Yer: Göztepe, bir vitrinin önü
Ana fikir: Mis gibi yeni dökülmüş lokmaya kıçını dönmüş cüce



Hava pek güzelken yürüyüş yapalım dedik. Peynirciye giderken kaldırımda lokma tezgahı hazırlanıyordu. Tamam dedim, dönüşte mutlaka alalım. Arca geleneksel lezzetlerimizle tanışsın.

Gelmiş geçmiş en sevilen meraklı minik

Şu gıcık Cars var ya... evet o Cars dergilerinden her ay giriyor bizim eve.
Gıcık oluyorum çünkü benim için okuması ne kadar sıkıcıysa, Arca için okutması o kadar eğlenceli. Cılkı çıkıyor, dergilerin kopan sayfları defalarca elden geçiyor ve Arca katiyen onlardan vazgeçmiyor.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Bir iyi haber daha...


Hemen hemen bütün arkadaşları bu ay doğduğundan doğum günü partilerine yeni katılmıştı, kendi pastasını kesecekti. Haftaya artık ne yapalım:)

24 Şubat 2012 Cuma

3

Önce kötü haber(ler)i vereyim (hastalık detaylarından içi bayılan okumasın)

Ateş dün gece de yüksekti, sabah doktora gittik.
Sol kulakta da enfeksiyon var.
Tedavi hafta sonu devam edecek, cevap vermezse pazartesi başka bir antibiyotik.
(bu demek oluyor ki, İlker'in de umumiyetle evde olmayacağı hafta sonu yine uykusuz, yine diken üstünde, yine berbat geçecek)

23 Şubat 2012 Perşembe

Bir başka ZAZ vakası : Can Bonomo

Kafa binbeşyüz tabii, dün geceki televizyon aktivitemizden bahsederken (bu arada TV ve aktivite pek çelişki oldu aynı cümlede) Eurovision şarkı yarışmasında Türkiye'yi temsil edecek şarkıyı da dinlediğimizi söylemeyi unutmuşum.

Kim bu çocuk filan derken yeni bir ZAZ vakası ile karşı karşıya olduğumuzu anladık! Hani bir heyecanla yeni(!) keşfimi anlatmıştım, sonra Emre bir güzel dalgasını geçmişti, kısaca "ah anam sizden geçmiş" demişti....

Cinayet!

Dün akşam öküzün trene baktığı gibi baktım televizyona. Sahi insan ne kadar güzel vakit öldürüyor şu meretin karşısında? Ciddi anlamda bir cinayetten bahsediyorum. Vakitsizlikten yakınan insanların (mesela ben) alenen vaktini katletmesi bu oluyormuş, test ettim onayladım. Gerçi pek çoğuna göre günün yorgunluğunu atmanın bir yolu ama benim için ateş nöbetinde uyanık kalma amaçlı kullanıldığından öyle bir gevşeme rahatlama, günün sorunlarından uzaklaşma gibi görevleri yoktu. Zaten koltuğa bile oturmadım, yemek masasının kenarına iliştim, sandalyenin tepesinden inmedim, zira tekli koltukta bile sızma potansiyelim vardı.