Ramazan yaklaştıkça herkesi bir yemek telaşı alıp götürüyor. İftarda ne yiyeceğim düşüncesi herkesi
ayrı düşündürüyor. Hazırlanacak yemeklerin hem pratik hem de lezzetli olması da oldukça önemli.
Tüm gün hiçbir şey yemeyip akşamında ağır yemekler yenmesi de sağlığa zarar veriyor. Bunun için
özel menüler çıkarıp, mutfak alışverişini de ona göre yapmak gerekiyor.
İftar menüsünde ne yapacağını düşünenler için Lezzet.com.tr birbirinden farklı ve sağlıklı tarifler
sunuyor. Başlangıçlar, ana menüler ve tatlılar da dâhil olmak üzere iftarda ne yapacağım
düşüncesinden kurtulacaksınız. Yapacağınız menüleri kabataslak da olsa belirleyerek mutfak
alışverişinizi de ona göre yapabilirsiniz.
İlk defa bu tarifleri deneyecekler için fotoğraflı anlatımların bulunması da yemek yapımını daha da
kolaylaştırıyor. Ayrıca listede yer alan tüm tariflerin denenmiş tarifler olduğunu görebiliyorsunuz.
İftara misafir davet ettiğinizde özel bir menü hazırlamak istiyorsanız ancak aklınıza hiçbir fikir
gelmiyorsa yine Lezzet’in yemek tarifleri sayfasından yardım alabilirsiniz. Kategoriler arasından iftar
yemeklerini seçiyorsunuz ve seçtiğiniz bu kategoriye ait tüm alt başlıklara hızlıca ulaşabiliyorsunuz.
Adım adım ilerlemek isterseniz çorbaları, pilavları, kebapları, türlü türlü tatlıları inceleyebilirsiniz.
Hem görünüşleri ile sofranıza renk katacak olan bu yemekler misafirlerinizin de oldukça keyif alacağı
bir iftar menüsü haline gelecek. Denediğiniz farklı yemekler ile her akşam farklı bir iftar yemeği
vermek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü klasik anlayışın dışında farklı tatları bir araya getirerek deneyimli
kişilerce hazırlanan iftar yemekleri tarifleri ile ramazan ayında bile en özel sofraları siz
hazırlayacaksınız.
Kadayıf dolması, Kemalpaşa tatlısı, tarhana çorbası gibi klasik yemeklerin tariflerinin yanı sıra şalgam
dolması, Mardin güveci, şıhıl mahşı gibi oldukça değişik seçeneklerle de karşılaşabilirsiniz. Yemeklerin
isimleri sizleri korkutmasın, hepsi evde rahatlıkla yapabileceğiniz yemekler arasında yer alıyor.
Ramazan ayında enerjinizin düşmemesini sağlamak ve bir yandan da sağlıklı beslenmek için iftar ve
sahur öğünlerine oldukça dikkat etmeniz gerekiyor. Bunu sağlamanız için de Lezzet ustaları sizlere
özel hazırladığı tarifleri ile her an yanınızda oluyor ve deneyimleri ile sizlere yol gösteriyor.
17 Mayıs 2016 Salı
13 Mayıs 2016 Cuma
Okuma Bayramı
Aslında çok şaşırmadık,
ezberi kuvvetli, kelimeleri telaffuzu görece düzgün bir çocuktur bizim cüce. Doğdu
beridir bu kadar kitap okunan, bu kadar kelimelerle haşır neşir olan bir çocuk
için gerçekten şaşırtıcı bir karar değil.
Gel gör ki, bizim Arca
yalnız olmayacaktı. Naz adında bir kız çocuğu ile birlikte sunacaklardı
programı. Ezberlerden sorumlu devlet bakanı muhteremle ilk soru işaretimiz
kıyafet oldu. Hatta öğretmenine sorduk, papyonlu gömlekli temiz düzgün bir
kıyafet önerdi. Tabii bilmiyor Arca’nın özel yaşamındaki kıyafet tercihlerini.
Bizim oğlan kıçına
eşofman altından gayrı bir alt giymez. Kot bile giymez, rahat değilmiş, gol
atamıyormuş. Üst dersen artık dikişleri atan LCW gömleği var, ekoseli, onu
giyerim diye tutturdu. Zira Arca’nın umursama alanı saçları, giyimi değil.
Saçlarını nasıl yapacağına karar vermesi yeterli. Babası ile internetten saç
modelleri araştırdılar, hatta kuaförle istişarelerde bulundular. Modelde karar
kılındı.
12 Mayıs 2016 Perşembe
Dağıldım, toparlanıp dönücem
Kelimenin tam anlamıyla
dağıldığımı hissediyorum.
Hani nereden tutarsan tut
elinde kalır ya öyle bir şey işte.
Üstelik derleyip
toplayanım da çok ama neden böyle oluyor bilmiyorum.
4 Mayıs 2016 Çarşamba
Cesur Yanınızı Kucaklayın, Brene Brown
İncinebilirlik.
Hayatımda duyduğum en insani kelimelerden biri.
Yaralar alacağını bilmene rağmen kendini ortaya koyarak,
duygusal risk alma cesaretini gösterebilmek.
3 Mayıs 2016 Salı
Nisan mimozaları, mor salkımlar, park dutları, Mayıs gülleri
Sabah caddeye indiğim patika üzerine birkaç tane mimoza ağacı var. Daha bir hafta öncesine kadar bunlar sapsarı, top top çiçekliydi. Bugün baktım hepsi dökmüş çiçeğini. Ama giderken dut ağaçlarına ve mayıs güllerine terk etmiş sahneyi. Bizim parkta dut ağaçları da var, dalları önce göğe yükseliyor sonra salkım söğüt gibi toprağa meylediyor. Her kış o dallar kupkuru ve baharla yeşillenip mayısla meyveleniyor. Biz de iki dal bitki gördüğümüze seviniyoruz avanaklar gibi. Mor salkımlar da bitti galiba, pek görmüyorum. Ama mayıs gülleri her yerde, yıkılıyor dallar. Lazım o dallar bize, Hıdrellez’e hazır olsunlar, dileklerimizi yazıp asacağız dallarına, tez olacak tüm isteklerimiz, inşallah…
Dumur diyalog #158
Tabağına peynir koydum. Çeçil peynirinden iki parça gibi görünüyor ama bitişik birbirine ayırmayıverdim. Hemen pazarlığa başladı: "İki peynir koymuşsun, bir tane yiyecektim?"
Y: Onlar tek parça Arca bak bitişik.
İkna oldu gibi...
Y: Onlar tek parça Arca bak bitişik.
İkna oldu gibi...
1 Mayıs 2016 Pazar
Yaşın hep ...
Diyet
etkinlikleri kapsamında, muhterem bir gün eve bir tartı ile geldi. Birkaç hafta
oluyor. Evdeki basküle artık güvenmediği için değil, bunun başkaca tespitleri
var. Mesela vücut yağ, su, kas oranlarını filan söylüyor. Yani sen kilo
veriyorsun ya, dıııtttt dur bakalım orada, nasıl kilo veriyorsun, nereden
veriyorsun? Yağından mı, kasından mı, yoksa su mu kaybediyor vücut? Aman allah
göstermesin. Yağdan vereceksin. Yağdan verip vermediğini de işte bu mucize
baskülden öğreneceksin. Mühim bir icat, gavur yapmış, biz de kullanıyoruz.
29 Nisan 2016 Cuma
Aynı otobüsün yolcuları
Her sabah en geç yedi buçuk civarı evden çıkıyorum. Caddeye inen ağaçlı bir patika var, şanslıysam sokak köpekleri çetesine rastlamadan metroya kadar bir beş dakika kadar yürüyorum.
Her sabah ablamların evinin önünden geçiyorum, çoktan işin okulun yolunu tuttuklarını bilmeme rağmen pencerelerine bir bakmadan geçmiyorum. Bazen şanslıysam Mustafa’yı görüyorum, enişteyle ablamlara selam gönderiyorum.
Her sabah çantamdan kent kartımı çıkarırken gişenin önündeki saate bakıyorum, 07:40’ı geçmediyse, tamam, aktarma otobüsüne muhtemelen yetişirim.
26 Nisan 2016 Salı
An itibariyle
Sabah kalkıp işe gitmek, işte işten başka hiçbir şeyle ilgilenmemek ve müthiş konsantrasyon gerektiren bir şeylerle uğraşmak, tüm günün yorgunluğu üzerine eve gelir gelmez birkaç lokma atıştırıp sızmak... Sabaha karşı tuvalete kalktığımda saati özellikle altıya kurdum. Böylece kendime bir kahve yapıp aheste kahvaltının tadını çıkaracaktım. Nerde? Bir ara bizim yatağa sıvışmış cüceyi yanımda bulunca boşvermişim kahveye, uykuya devam. Ama pişman oldum. Sanki iş ile uyku arası hiç yaşamamış gibi hissettim kendimi. Üzerine okuldan okuma bayramı kıyafet parasını haber veren kağıdı okumak ve hatta daha yeni siyah ayakkabı almışken bayrama beyaz ayakkabı istendiğini öğrenmek hiç hoş olmadı söyleyeyim. Bir çocuğun kaç farklı renk ayakkabısı olacağını düşünüyorlar acaba? Hepi topu birkaç ay giyeceği bir ayakkabıdan birkaç renk kim alır?
22 Nisan 2016 Cuma
6 dakika: Yaralı
yaralı bir yanım var, kırık kanat gibi. Yarama ulaşamıyorum, göremiyorum ama biliyorum orada. Romatizmanın yağmur öncesi sızım sızlaması gibi, sızlıyor inceden. hissettiriyor kendini, buradayım diyor, hey, unutma beni. Unutmam ne mümkün? Unutmayı denemediğimden değil hani, allah biliyor ya çok denedim. Lakin unutamadım, unutturmadılar. Tam unutmaya muvaffak olacağım, bastılar üzerine acıttılar. Gözyaşlarımı içime akıtırsam dindiririm sızımı dedim, olmadı. Gözyaşlarım yaramı onarmadı, dağladı. Yaralı bir yanım var, ne vakit sokakta ağlayan hırpani birçocuk görsem sızlar, yağmur öncesi romatizmalı eklemlerim gibi, inceden.
21 Nisan 2016 Perşembe
Dumur diyalog #157
Y: Yarın akşam yokum Arca, kitap kulübüm var, geç gelirim.
A: Gitmesen olmaz mı? Okuduğun kitabın fotoğrafını instagrama koy paylaşmış olursun.
------------------------
A: Gitmesen olmaz mı? Okuduğun kitabın fotoğrafını instagrama koy paylaşmış olursun.
------------------------
6 dakika: Gitsek
"Gitsek" diyorum, "yav deli misin otur oturduğun yerde nereye?" diyorsun.
"Şu karşıki dağlara uzansak, kaybolsak, gideceksek birlikte gitsek" diyorum, "iyiyz böyle" diyorsun. "sen iyisin, ben değil, sen rahatsın ben değil. Benim gitmelerim geldi, benim kaçmalarım var şimdi aklımda, kolumdan tutsan da kalamam ki, gitmem lazım, gitmek lazım. Uzamak uzaklara, bilinmeze uzanmak lazım. Aramadan bilemezsin neyi bulacağını, bulmak için gitmek lazım. Nefesler dar geliyor, mekanlar sıkıyor, kalk gidelim! kalmalar bize göre değil" demek istiyorum. Demiyorum, diyemiyor, susuyorum. Bir sözcük çıkıyor iki dudağımın arasıından cılız: Gitsek?
20 Nisan 2016 Çarşamba
Etkili bir silah: Muhterem
Bizim evde
çok tehlikeli bir şahıs var: muhterem.
Kocam diye
demiyorum, bir sesi var…
Tamam, baştan
başlıyorum, toplaşın anlatacağım.
Geçtiğimiz
günlerde, “dünya liderine :P” terörist diyen bir grup protestocuyu ABD
sokaklarında PHUSFMSDKAFM şeklinde bastırmaya çalışan korumalar, bir tür geri
püskürtme silahını sahada mı deniyorlar diye şüphe ederken, benim muhteremin
sesinin de benzer bir silaha dönüşebileceği geldi aklıma.
Hayır, benim
muhterem öküz değil, böğürmüyor, onun silahı daha etkili.
19 Nisan 2016 Salı
Hafta sonu, kitap fuarı ve başka şeyler
Senelerdir (10 seneden fazla oldu) blog yazarım, yorum kısmı denetimsizdir, gelişine sallayabilirsin yani.
Şimdiye kadar küfür de yazıldı, laf da edildi yorumlarda, Allah biliyor ya bir tarafıma sallamadım, cevap yazmaya tenezzül bile etmedim.
Düne kadar. Dün maillerimi açtım bir baktım bloga yorum gelmiş, seneler evvelki bir yazıya.
Bana kendince had bildiriyor. Beni ettiğim laf konusunda terbiye edecek aklı sıra.
Hayatımda ilk kez çemkirdim. Oh be.
15 Nisan 2016 Cuma
6 dakika: Fotoğraf
Bir bankta oturmuş sohbet ediyorduk. Altıncı sınıfların rehberlik dersinde küçüklerin sınıflarına gelip öğretmenlik yaptıklarını anlatıyordu, boyamalarına yardım ediyorlarmış mesela ya da Almanca konuşuyorlarmış onlarla. “Siz küçükken okulunuzda var mıydı böyle yapıyor muydu büyükler?” Pek hatırlamadığımı söyledim, belli ki bu uygulama hoşuna gitmişti, sordum, evet dedi, onayladı, eğlenceli oluyormuş. Birlikte parkın içinden geçenleri izledik bir süre. Sonra baktım gözlerini kapatmış. “N’oldu uykun mu geldi?” diye sordum, o yokuşu çıkmak yedi yaşında bir çocuk için kolay değil biliyorum. Hayır, dedi. "Fotoğraf çekiyorum, bu anın fotoğrafını çekiyorum, sonra birlikte bakarız."
14 Nisan 2016 Perşembe
Farkındalığın da farkında olmak
Blogda arama kısmı var, sağ sütunda, “farkındalık”
kelimesini arattığınızda onlarca defa tanımlamış, cümle içinde kullanmış, güya
içselleştirmişim bu kelimeyi. Günlük yaşamımda da kullanıyorum, yani “blogda
neysem yaşamda da oyum” mesajını alınız lütfen.
Derhal birkaç örnek
sunuyorum, aralarında çok eğlenceli yazılar varmış, yazdığımı bile unutmuşum,
epey eğlendim okurken:) (“siz de okuyun!” mesajını alınız lütfen:P)
Burada analık mertebesinden tanım yapmışım;
Burada farkındalığa çok pis sövmüşüm:
Burada da ahkam kesmişim:
Ve daha onlarca defa yazmışım ama sorun şu ki; ben bu
kelimeyi tam anlamamışım.
6 dakika: Doğarım
Ben her sabah yeniden doğarım, küllerimden.
Her gece tüm dertlerimi rüyalara yükler, her sabah güneşe doğarım.
Her uykuda ölür zihnim her sabah doğumumla canlanır, yeniden hem ruhum hem bedenim.
Yüzüme çarptığım bir avuç su cansuyum olur, ensemden süzülür damlalar.
Damla damla tekrar doğarım, her sabah ve her sabah ömrümün kalanının ilk gününe doğarım.
Her gece ne kadar sancılıysa yok oluşum, o kadar huzurlu olur sabaha doğuşum, sancısız, sükunetle her sabah yeni bir zihne doğarım.
12 Nisan 2016 Salı
Napoli Romanları serisi
Bazı günler kitapların etkisinden çıkmam zor oluyor. Kitap bittiğinde, düşsel bir bulutun puf diye kaybolduğunu ve atmosfere dağıldığını hissediyorum. Düşsel bulutun arkasında kalan şey ise gerçeklik. Daha doğrusu bizim adına gerçek dünya dediğimiz farklı bir düzlem. Bazı günler, ne okuyor olursam olayım, bir polisiye, bir aşk, bir kişisel gelişim ya da teorik bir öğreti kitabı fark etmez, bu düşsel bulut dağılması çok uzun sürüyor ve samimi olmak gerekirse, hiç bitmesin istiyorum.
Napoli Romanları serisi denen 4 cilt kitabı bitirdiğimde de benzer bir bulut tarafından uzunca bir süre sarmalandığımı fark ettim.
8 Nisan 2016 Cuma
6 dakika: RUHUM
Babam telefon etti. Tahta bavulunu anlattığım yazıyı kahkahalarla okumuşlar sabah, paylaşmak istemiş. Sen nasıl yazıyorsun öyle dedi, nasıl zaman buluyorsun ve birkaç satır değil ki cidden uzun uzun yazıyorsun dedi. (Bir mühendisin, bir teknik adamın yazmaya yaklaşımını okudunuz:) )
Cevap veremedim. Cevap veremezsin. Yazmak yaşamsal ihtiyaçlarından biri ise, cevap veremezsin.
Yazmanın benim için bir terapi olduğunu unutmuşum. Bir süredir yazılarımın seyrekleştiğini ve değiştiğini fark eden sevgili Ahu’nun, “hayırdır, neyin var” diye sorduğu mailine cevap yazarken fark ettim. Önce yoğunluk, iş güç dedim ama ben bundan bile daha yoğun olduğum zamanlarda birkaç satır olsun yazmayı ihmal etmemiştim. Sonra fark ettim ki, gündem beni çok yaraladı, çok ağır geldi bana. Bombaların ardından bomba gibi düşen çocuk tecavüzlerinden çok etkilendim. Her zamankinden daha fazla. Bu ister istemez her şeyime, yazılarıma bile bir şekilde yansıdı.
Halbuki yazmak benim için terapi ve bu blog bir özgürlük alanı. Yazdıklarımın beğenilip beğenilmeyeceği kaygısını duymadan yazıyorum ve koyuyorum, beğenen payına düşeni alıyor, beğenmeyenin canı sağ oluyor. Galiba benim özgürlüğüm burada başlıyor, kimse için değil kendi iyiliğim için yazmakta başlıyor, en büyük özgürlük başkaları ne düşünür kaygısında sıyrılmakmış meğer.
5 Nisan 2016 Salı
Hangi nesil daha şanslı?
“On bir yaşımda elimde tahta bavul, ayağımda lastik ayakkabılarla İstanbul’a okumaya gittim, sene 1956…”
Babamı tanıyan herkes, hayatında en az bir defa bu cümleyi kendisinden duymuştur. Ben, defalarca… Ve sadece bu cümleyi değil, Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkılmayan günleri, İnönü Stadında kaşar ekmek satarak maçları izlediğini de çok defalar dinledim. Hayatta en sevdiğim anılar, sanırım babamın İstanbul anılarıdır. "Eski zamanlar ne güzelmiş" dedirtir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)