23 Ağustos 2016 Salı

Dumur diyalog #161

Ipad oynarlarken, artık İlker bir zombiyi mi yakaladı ne yaptıysa;
"VAY BE! Baba dediğin böyle olur!"
...........

22 Ağustos 2016 Pazartesi

günler

Yazılarımın seyrekleştiğini düşünenler yanılmıyorlar. Hayat yorgunu hissediyor insan bazen ve elini, eteğini, paçasını ve her şeyini çekiyor hayattan. Eh serde ayrıklık var, bir çemberin içinde yer alamıyorsun diğerleri gibi, ötekilik baki.

19 Ağustos 2016 Cuma

Dumur diyalog #160

Arca, Duru ve Yeliz denizden dönerken Ege üniversitesi kampının önünden geçerler.
D: Burası ne için kullanılıyor?
Y: biz çocukken sadece öğrenciler gelirdi bu kampa. İzmir'den otobüslerle öğrencileri getirirlerdi, on gün kadar kalır, tatil yaparlardı. Şimdi pek öğrenci gelmiyor galiba, personel aileleri geliyor.
A: Nasıl yani öğrenciler anne babaları olmadan mı geliyordu?
Y: Evet arkadaşlarıyla tatil yapıyorlardı.
A: Ne saçma şey! İnsan hiç annesiz babasız tatil yapar mı, hıh!

12 Ağustos 2016 Cuma

Çocukluğum

"Sanatçının Yolu" kitabı daha doğrusu kitabın en baba görevi olan sabah sayfaları sayesinde kendimle ilgili hiç bilmediğim noktalara ulaşıyorum. Genel olarak ruh halim çelişkili. Yani sürekli bir ikilemdeyim. Şöyle olsun ama böyle mi olsun. Analizden beynim mıncıklandı.

Daha fenası ortaya çıkardığım bazı düşüncelerimden utandığımı itiraf etmem gerekir. Olumlu baktığımı sandığım, ya da en azından olumsuz düşünmemeye çalıştığım birçok şeyde aslında çok kötü fikirlere sahip olduğum yazarken ortaya çıkıyor. Hayır, asla burada anlatmam, herkesin bir özeli var, o kadar da değil:)

Kendimle ilgili hoşlanmadıklarım kadar hatta daha fazla sevdiğim şeyler var. Özellikle çocuklukla ilgili. Geçen haftanın görevlerinden biri 8 yaşındaki halimizle ilgili sevdiğimiz şeylerdi. Ne çok madde yazdım listeye inanamazsın.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Neyse

Ruh halim karışık dönemlerdeyim.
Beni tam olarak neyin etkilediğinden de emin değilim, okuyamamak? Bak o benim dengemi bozdu. Yaratıcılığıma zerre katkısı olduğuna inanmıyorum, bu sabahki sabah sayfalarında yazara ağzıma ne gelirse yazdım. Kısıtlanmış olmak hoşuma gitmedi. Önceki yazıdaki böğürmelerimde son derece samimiyim, sözlerimin de arkasındayım. Hani bir şey olur, okuyamazsın, olur yani, işler yoğundur, hastasındır, canın istemez, malum bizim gündem bazen bizi epey silkeliyor, ama böyle bu hafta okumak yok koşulunu sevmedim. Rutinimin bozulması bana yeni kapılar açmadı, beni daha da gerdi ve kilitledi.

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Okuma Yoksunluğu "Sanatçının Yolu" Kitap yorumu

#okumakiptiladır diye bir hashtag vardır, şu son üç-dört gündür katıldığım kadar başka hiçbir zaman bu söyleme, bu kadar katılmamıştım. Arkadaş okuyamamak ne fena yav, kafayı yiyeceğim. Bundan sebep bloga sardım, yazık lan size! Ben şimdi ha boyna yazar kafanızı mikerim.

Zıııttt! tamam baştan alıyorum! Hani geçenlerde anlatmıştım, biz kitap kulübü kadınları, birbirimize kitaplar öneririz, hatta toplantılara getirir oku mutlaka deriz filan... Hah  bizim Sıla, hani düş masalcısı, Sanatçının Yolu isimli kitabı okumamı salık verdi. Derhal sipariş ettim, elime geçer geçmez de okumaya başladım.

Bildiğiniz kitaplardan değil, baştan söyleyeyim. Yaratıcılığınızı geliştireceğini, sanatçı tıkanıklığı denen o kilitlenmişliği aşacağınızı vaat ediyor. Tamam buraya kadar bir kişisel gelişim kitabı ile baş başa olduğunuzu idrak edebiliyorsunuz, fakat işin aslı başka. Kitap 12 haftalık bir çalışma alıştırma kitabı aslında. Her hafta için görevleriniz var, sabah sayfalarınız ve hazırlamanız gereken raporlar var. Yani iş yükü ağır bir kitap.

Sıla önerdiyse, vazgeçmem, yan çizmem, denerim dedim ve hafta hafta uygulamaya başladım.

5 Ağustos 2016 Cuma

Çevrimdışı kalma hakkı

Fransa'daki yeni iş kanunu içeriğinde böyle bir hak varmış: Tatilde, mesai saati dışında çevrimdışı kalma hakkı. Yani tatile çıktın, maillerine bakmamak gibi, soruları, telefonları cevaplamamak gibi bir hakkın olacakmış. Vay be...

Geçenlerde bunu Gülçin'e anlatıyordum, "bizde de tatildeysen aramazlar, maillerine bakmazsın, zaten tatildeyken iş ile ilgilenirsen iyi gözle bakmazlar, tatil yap, kafanı boşalt, tazelenmiş olarak gel, derler" dedi. Demek medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar değilmiş, tatilin tam olarak anlamını bilirlermiş. 

Biz?

2 Ağustos 2016 Salı

Kitap yorumu: Gülüşün ve Unutuşun Kitabı

Kitap kulübü, şahane kadınların yanı sıra şahane kitaplarla tanışmama da vesile oldu/oluyor. Sadece okumaya karar verdiklerimiz değil, bu kitaplar.

Kimi zaman ileride okuyacağımız kitap listelerini konuşurken, ortaya çıkıyor. “hmm ilginçmiş, alayım ben bunu” diyor, yazıyorsun şahsi okunacaklar listesine.

Kimi zaman “bunu okudum arkadaşlar, kulüpte tartışılmaz ama çok keyifli döndürelim aramızda” diyerek toplantılara getirdiğimiz kulüp harici kitaplar, oluyor.

Kimi zaman kulüp vesilesiyle bir yazarla tanışıyor, bir kitabını tartışıyorsun, derken yazarı çok seviyor ve diğer tüm kitaplarını da okuyorsun.

Senin kulüp haricinde okuduğun kitapları takip eden arkadaşların, hemen öneriyor; “Yeliz sen fantastik seversin, …. Getirdim, oku mutlaka!”

Kişisel gelişime merak sardığımı fark edenler, evvelden okuyup faydalandıkları kitapları anlatıyorlar…

İşte böyle böyle genişliyorsun, paylaşa paylaşa çoğaltıyorsun…

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Bütün yazını yazlıkta geçiren biri olmak

Metro markette dolanırken Crocs’ları gördük. İlker daha önce bana almak istemişti. Deniz terliğine ihtiyacım var biliyor. Piyasaya göre epey ucuz ama yine de elim varmadı. Dedim ki, hepi topu hafta sonları giyiyorum, şimdi dünya kadar para vermeye ne gerek var, bütün yazımı yazlıkta geçiren biri olsaydım ama, mutlaka alırdım.

Bir anda “bütün yazımı yazlıkta geçiren biri olmak” kulağıma müthiş iyi geldi. Sanki asla gerçek olamayacak bir düş gibi. Düşünsene her hafta sonu haldur huldur gittiğin evde en az iki üç ay yaşayacaksın. Evet yav yaşayacaksın!

28 Temmuz 2016 Perşembe

Özel okul ücretleri, hayat şartları vs...

Geçen akşam iş çıkışı İlker geldi, Arca yazlıktayken eve gidesimiz yok. O bit kadar boyuyla nasıl da dolduruyor evi, o yokken duvarlar üzerimize geliyor sanki.
Biraz Forum’da dolandık. Mothercare’de indirim varmış, adet olduğu üzere indirimden seneye giyebileceği bir şeyler var mı diye bakındık. Her şey bana pahalı geldi. Hem de indirimde! E, biz geçen yıla kadar en azından indirimde buradan alışveriş yapabiliyorduk? Ne ara bu kadar pahalı gelmeye başladı?
İlker'e demiştim ama, daha hafta başı maliyet çalışmaları yaparken üç yıl önceki projenin dosyalarını buldum, o vakitler dolar 1,80’miş, notlarımda görünce şok oldum, diye… Nasıl enflasyon yok? Mümkün mü olmaması? Kur artışı elbet her ürüne yansıyacak.
Neyse, elimiz boş çıktık dükkandan. Karnımızı da IKEA’dan ucuz yollu doyurup çay içmeye Zeynep’lere uğradık. Güller de geldi, balkonda muhabbetin dibi… Çaylar bitti, biralara devam edildi… Laf döndü dolaştı hayat şartlarına geldi.

26 Temmuz 2016 Salı

Kitap yorumu: Gökkuşağı Günleri

Okyanusun öte yakasında boylamasına bir ülke Şili.
Şili'yi çocukluğumun unutulmaz programı "7'den 77'ye"de Barış Manço'nun "bu ülkenin haritası böyle açılıyor" deyip boylamasına haritayı açtığı sahneyle hatırlıyorum. (Ne harika bir programdı bu arada, hala ekvator çizgisini anlattığı bölüm hatırımda.)

19 Temmuz 2016 Salı

Uruguay mı Yunanistan mı?

Felaket gündemi bizim gibi henüz çok içinde yaşamayan (allah da yaşatmasın) fakat her anını iliklerine kadar hissedenler için hep aynı döngüde seyrediyor.

Rutin hayat  => Bir bomba, bir eylem haberi, ölen yüzlerce insan haberi  =>  Her biri ile, her birinin ailesiyle ölmek ama ölmeyi başaramadığı için kendini suçlamak  =>  Binlerce satır haber, analiz okumak  =>  Sosyal medyadaki ağır söylemlere maruz kalmak =>  Hiçbir şeye konsantre olamamak  =>  Çocuğunun gözlerinin içine bakıp “hayatıma devam etmeliyim” demek ve bir dizi içsel kişisel önlem çabasına girmek (kitap okumak, alakasız komedi filmleri izlemek…) =>  Hayatı sıradan rutinine çekmeye çalışmak  =>  Rutin hayata dönmek (tabii her olayda biraz daha eksilerek, biraz daha ruhumuzu yitirerek…)

Darbe girişimi, halkın galeyana getirilmesi ve peşi sıra yaşananlardan sonra da benzer bir döngüye gireceğimi düşünüyordum.

Ancak olmadı.

18 Temmuz 2016 Pazartesi

korku

Arca anneanne, dede ve Duru’suyla birlikte Özdere’deydi. İlker, güzel deniz havasını kaçırmak istemedi, arabayı bana bırakıp Çeşmeden balığa çıktı. Hafta sonunu o balıkta ben annemlerde geçireceğim ve Pazar öğlen gibi Çeşme’ye geçeceğiz Arca’yla, plan bu. İşten kaçarcasına çıktım ve hızlıca cücenin yanına vardım. Hazırdılar, bisiklet turu yapılacaktı, acil hazırlanmalıydım. Tamam dedim, ama denize gireceğim, bir girip çıkacağım. Giyindik yollandık sahile. Hareketli bir sayfiyenin akşam saatleri. Güneş iyice inmiş, yürüyüş yapanlar, bisiklete binenler, sandalyesini sahile atmış, akşam birası yudumlayanlar, sahil cafelerinde hafiften başlayan akşam hareketlenmeleri, kamp yerinde yemek hazırlıkları…

Bir sayfiyenin huzur veren Cuma akşamı rutini…

15 Temmuz 2016 Cuma

Film önerisi: About Time

Hayatın sıradanlığının ne kadar değerli ve ne kadar büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu bazen unutuyoruz. Günlük dertlerimiz içinde yoğurulup giderken, küçük anların değerinin farkına varamıyoruz. Dilimize dolanmış bir "farkındalık" meselesi var ya, kimi çok satan kitaplarda bıktırasıya kadar önümüze servis edilen "farkındalık" hani, işte oradaki gibi "bir meseleye aymak" değil farkındalık. 

Farkındalık dediğin bir küçük anın, bir küçük huzur kaynağının bilincinde olmak... 

Hayatta ıskaladığımız bu işte...

14 Temmuz 2016 Perşembe

Alışveriş sorunsalı

Giyim kuşam ihtiyaçlarınızı nasıl tedarik edersiniz? Ben mümkünse hep internetten tedarik edeyim. Zira geçen akşam yaşadığım indirim günleri AVM fiyaskosundan sonra daha da mağazalara gitmem.

Tamam baştan alıyorum.

Her şey Arca’nın kankası Poyraz’ın sünnet düğünü kararı ile başladı. (Sünnet düğünlerine olan muhalefetim hakkında burada fikir beyan etmeyeceğim, anasına bizzat düşüncelerimi aktardım.)

12 Temmuz 2016 Salı

Arca'nın tatil anıları

Gülçin’ce Gülçin, bizim yazlıktan komşu, vallahi bak, bisikletle beş dakika:) Bayramda geleceğim deyince, o göbeği canlı canlı görmek için ne yaptım ettim, çoluğu çocuğu sattım, vardım yanına. Ne güzel sohbet ettik, ne tatlı bir salıncak keyfi yaptık… Blogdan konuştuk. Zor dedik, uzun uzadıya yazamıyoruz, güzel resimler koyamıyoruz artık diye dert yandık. Ve aslında blogların eskisinden daha kıymetli olduğuna karar verdik. Yok ya sosyal medya dediğin mecra duygunu anlatmaya yetmiyor ki… Bir de ben şahsen blog okumayı seviyorum ve blog yazmasa da keyifle blog okuyanlar olduğunu biliyorum, bu da beni çok mutlu ediyor.

Bir de anılar… Yıllar önce yazdıklarıma bir yorum aldığımda, sayfa sayfa eskiye dönmek çok keyifli… Neler yazmış, neler paylaşmışım, nasıl bir emek… Gülçin bana iyi ki yazmışsın diyor (hafta hafta gebelik, ay ay Arca bebek gelişimi:))) şimdi dönüp okuduğumda birilerine bir faydam olduğunu hissetmek bile yeter…

İşte bu sebepten tam da Arca’nın resmi yaz tatili başlayalı bir ay olmuşken, yine benzer bir anı derleme yazısı ile karşınızdayım sayın blogseverler:) Maksat yıllar sonrasına hatırlanası anılar bırakmak…

1 Temmuz 2016 Cuma

#kısa : Tam toparlayacağım...

Öncelikle yorumlara ve emaillere her şeye en çok da orada bir yerlerde yazdıklarımı okuyan ve orada olduklarını hissettiren herkese, hepinize teşekkürler, iyi ki varsınız. İyi ki...

Düştüğün yerden kalkmaya çalışıyorsun ama olaylara en uzak olanımızın bile takati yok. Çünkü biliyoruz ki bugün uzak olabilirsin, yarın o bombalardan birinin sana isabet etmeyeceğinin garantisi yok.

Bayram öncesi işleri toparlamaya çalışıyorum, tek derdim, tatil süresince telefon mail trafiğiyle uğraşmak zorunda kalmadan kafamı dinlemek. Bu boğuşma gündemin biraz uzağına düşmek için iyi bile geliyor. Ama sonra Çin'deki arkadaşlardan bir mesaj geliyor, taziye mesajı... Boğazıma bir yumru oturuyor. Çok uzaktalar ve beni işle ilgili bazen geriyorlar ama küçük insanlara sarılmak istiyorum o an...

29 Haziran 2016 Çarşamba

Kabus

Kabus gibi bir gündü. Sabahına keyifli uyanmış olmam, başıma gelen her kötü şeyi daha da felaket hissettiriyordu. Öyle işte, en neşeli anlarımız, hızlıca en incinebilir anlarımıza dönüşebiliyor.

Sabah neşeliydim çünkü güzel rüyalar görmüştüm. Anneannemin bize bıraktığı bir çuval altını paylaşıyorduk, nasıl da gerçekti, Allah hayra çıkarsın diyerek yola çıktım. Ofiste de keyifsiz değildim, işlerimi planladığım gibi yoluna koyabilirsem güzel bir dokuz günlük tatil ayarlaması bile yapmıştım, motivasyon tavan. Arca ile konuştum, yazlığa gelirken orgunu getirmemi istiyordu. Hay hay... Bir de listeye ipad ekleyebilir miydim? Eyvallah...

24 Haziran 2016 Cuma

Mükemmel olmamanın hediyeleri

Aynaya iyice yaklaştım, başımı biraz eğdim ve röflelerimin dibinden ne kadar kumral saç çıktığını görmeye çalıştım. Umduğumdan hızlı uzuyor saçlarım. Kuaför koltuğundan nefret eden birisi için kötü bir özellik. Yine en az iki parmak uzamış. Henüz karşıdan bakıldığında fark edilecek kadar değil ama yazı bu kafayla atlatabileceğimi sanmıyorum. Tam gözümü aynadan ayırıyordum ki, onu gördüm. Beyaz tel. Tek bir tane. Mağrur ve dimdik saç derimden fırlamış. Başta muhterem olmak üzere, yaşıtlarımın saçları beyazlayalı çok oluyor. Ama bu ırsi bir şey annem de babam da o beyaz saç olayına çok geç girdiler. Annemin beyazları hala röfle gibi durur. Madam sarı kafa:) Bu sebepten henüz beklemiyordum, sürpriz oldu.

23 Haziran 2016 Perşembe

Kaybolmak ve bulmak üzerine

Bir ara doktor olmak istiyordum, kan tutan, küçük bir kesikte bayılan biri için ilginç bir seçim. Ama sanırım bizim yazlığın yakınındaki üniversite yaz kampına gelenlere duyduğum derin hayranlıktı buna sebep. Annem boğulma tehlikesi atlattığında tıp öğrencileri yardım etmişti. Allahım ne kadar önemliydiler gözümde. Bir de sanırım ablamın arkadaşlarından tıp okuyanları gözüme kestirmiştim. Hiç bilmiyorum. Tıp fakültesine girmek için fen lisesi okuyayım bari dedim. Allahtan o dönem doktorluğun bana uzak olduğunu fark ettim.