6 Haziran 2014 Cuma

Dumur diyalog #123

Kuzenimin oğlunun sünnet düğününde oryantal Asena sanatını icra ederken Arca koşar gelir babasının telefonunu ister ve Asena'nın her saç sallayışı, her göbek atışı kare kare telefona kaydedilir. Program biter, anası evladına sorar;
Y: Nasıldı Arca dans gösterisini beğendin galiba?
A: Annem biliyor musun o kız çok güzel dans etti, hem de topuklu ayakkabılarla hiç düşmedi biliyor musun?
............

İ: Hadi babacım bak anne yorgun gel beraber uyuyalım bu akşam
A: Düşüneceğim
İ: Ne kadar sürer düşünmen?
A:  5 gün filan sürer.
Beraber uyuma klişesi bitmeyecek hiç bitmeyecek!

3 Haziran 2014 Salı

Chocolate chip cookies - Nestle orijinal

Arca cücesinin babaannesi sağlıklı beslenme gurusu gibi bi' şeydir.
Envai çeşit ot yer, o otlardan acayip yemekler kavurmalar filan yapar.
Tek düsturu vardır, sağlıklı olacak!
Mutfakta sağlıkla ilgili okur, uygular, aktarır. Hatta İlker'e sorsan sağlık uğruna lezzetten ödün bile verir. 
Ama biz bu hafta, ailecek korkunç sağlıksız bir kurabiye ile onu yoldan çıkardık.
Buna kısaca "babaanneyi yoldan çıkaran kurabiye" diyebiliriz, pek kısa olmadı ama doğru!
Şöyle anlatayım, üç tepsinin bir tepsisini yazlığa götürdük, yemediklerimizi eve geri götürecektik, akşam çayının yanına ister mi diye sordum, "sizin evde daha varsa, sen onların hepsini koy bana, kırıntılarını bile koyabilirsin, yerim" dedi. 
Lezzet anlamında daha da söyleyecek laf kalmamıştır. 

2 Haziran 2014 Pazartesi

of çok pis yamuldum

zaten nane mollaydım, günlerdir burnum akıyordu, sinüzite çevirmesin diye dua ediyordum.
Derken cuma akşamı sünnet düğünü. Bostanlıda 19:30'da. Arkadaş kim evine cuma akşamı 19:30'da varabiliyor ki düğüne yetişecek?
Gerçi bana dert değil.

30 Mayıs 2014 Cuma

Pırlatanlar değil ama kurallar bir annenin en iyi arkadaşlarıdır

Arca ile alışverişte bir gün…

“Dükkanda beğendiği ayakkabıyı almayacağımızı söyledim;
A: lütfen dışarı çıkabilir miyiz? Dışarıda konuşmak istiyorum burada insanların duymasını istemiyorum!
Çıktık.
Y: evet dinliyorum
A: o ayakkabıyı almayacağız demekle beni ne kadar üzdüğünün farkında değil misin?!”

Bu diyalogu blogda paylaştığımda Ceren, alışverişte bir şeyi alamayacağımızı nasıl açıkladığımızı sormuştu.

"Ben genelde kısaca “almayacağım” diyorum:) Ve Arca da “tamam” diyor" sanıyorsanız, hayır yanılmıyorsunuz. Gerçekten çoğu zaman “tamam” diyor. Bu tabii ki hep böyle değildi. Ağlamalar, sızlamalar, tutturmalar oldu zaman zaman… Ama aşıldı.

Hep derim…

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Benim için #gezi

Devrim bir "an"dır
O "an" bence bu fotoğraftır. 
#gezi be deseler çok konuşmaya gerek yok koy bunu önüne yeter.
Direnişin yaşgünü kutlu olsun!
Hatırla!

27 Mayıs 2014 Salı

Bisikletle ulaşım tatbikatı hem de şehirde!

Dünkü yazı öyle “azzz sonnnnraaa” yazısı değildi tabii. Sadece oku oku baymasın diye yarısı ertelendi.

“porsiyonları azalt hareketi artır” düsturuyla birlikte algılarım “nasıl spor yaparım”a açıldı. Türlü beyin fırtınaları kopardım zihnimde. Boşa koydum olmadı doluya koydum almadı.

Yine en başa gittim, ta çocukluğuma. Çocukken de pire gibiydim. Peki en çok ne oynamayı seviyordum? BİSİKLET! Tabii ya! İlk bisikletim dört tekerlekliydi, kırmızıydı. Arca kadarken alıştırma tekerleklerini çıkarmıştık. Çıkarış o çıkarış… Yayından fırlamış ok gibi çıkmış, bir daha eve girmemiştim. Bisiklet çetemiz vardı, her sokak komşu siteler keşfedilirdi. 4-5 çocuk bütün yaz bisikletin tepesinden inmezdik. Burnumun üzerindeki çiller o günlerin güneş yanıklarından kalma.

Sonra kırmızı bir Pinokyom oldu. (üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun:P) Zaten o yıllar ya BMX ya Pinokyo. Pinokyo daha bir evladiyelik görünmüştü gözümüze. Nitekim öyle de oldu, benden sonra kuzenlerim, babamın ustalarının çocukları bindi, belki sonra onların da kuzenleri binmiştir. Aynı gün ablama alınan Bisan’a ise Pinokyodan sonra el koydum, hala da onu kullanıyorum yazlıkta. Arca ile yarış yapıyoruz. Neredeyse 30 senelik… hey gidi…


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Porsiyonları azalt, hareketi artır

Yıllık “bikini mevsimi başlıyor, götüm göbeem büyüdü, tüh Allah kahretsin” yazısı yazmak isterdim ancak yüzüm yok. Instagramda midye dolmaları, Cunda mezelerini, rakıyı, birayı, çerezi, kumruyu, makarnaları ve deli soslarını paylaş sonra da ay diyet yapmam lazım de! Yuh yani, adama yuh derler.

O yüzden hiç o “şöyle yapacağım, şu kadar spor yapacağım, sağlıklı yiyeceğim, hayvanlaşmayacağım” tantanalarına girmeyeceğim. Ben kendimi biliyorum. Diğer taraftan "sağlık beslenme ve spor" benim fıtratımda yokmuş, n’apalım da demek istemiyorum. Arkadaş yaş kemale eriyor, otuz beşin bitişi itibariyle "kırkına merdiven dayadı" tabiri rahatlıkla kullanılabilir şahsım için.

Geçenlerde çok yesem de kilo almasam yok mu bunun bir oluru demiş, aldığım bir cevapla "evet ya işte bu" narasını patlatıvermiştim.

23 Mayıs 2014 Cuma

Dumur diyalog #122

Yine bir insanın öldürüldüğü bir güne uyandık.
Uyuyor uyanıyoruz ve bitmiyor, bir yas bitmeden diğeri başlıyor.
Normal hayatımızı yaşamak için insan üstü bir çaba göstermek zorundayız ne acı...
Biraz gündemden kopmak için, biraz gülümsemek için, dumur diyalog yayında.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

“Tebessümü yakalayacak farkındalıkların çok olsun”*

Kabuğuna çekilmiş öfkelenirken bir şeylere, ağlarken için için ve küfrederken alayına, bir de bakmışsın ikilemde kalmışsın. Bir tarafın “unutursan yüreğin kurusun” diyor, bir tarafın “ulan şerefsizler Soma’nın konuşulacağı gün meclise gelmemiş” , “bağışlar devletin ödemesi zorunlu meblağdan düşülecekmiş, rezilliğe bak, hem öldür vatandaşını hem diğerlerine ödet!” diye isyanın dibine vurup "yeter ulen hayat devam ediyor" demek istiyor.

Seni bilmem ama bana artık cidden bu ülkenin yükü ağır geliyor bacım, benim zaten iş, ev, hayat mücadelesinden çökmüş omuzlarım bir de bu üzüntülerle yerle yeksan oluyor. Yaşamdan soğutuyor. Halbuki yaşamak her canlının içgüdüsüdür.

Arca, mikropların neden bizi hasta etmek istediğini anlamıyor. Her canlıya duyduğu o saf şefkatten mikroplar da nasibini alıyor ve onları neden öldürmemiz gerektiğini ya da onların bize neden zarar vermek isteyebileceğine bir türlü aklı ermiyor. 

20 Mayıs 2014 Salı

Benim artık yapabileceğim bir şey yoktur.

Başta maden ocaklarının denetimini elinde tutan (eh artık onun kim olduğunu biliyoruz) olmak üzere devletin alayı yüzlerce vatandaşımızın ölümünden sorumludur. Bir kişi karşıma çıkıp da aksini anlatmaya çalışırsa çok ağır karşılık görür, haberi ola! Nasıl biat edenleri ikna edemiyoruz abicim bu adamların katil, hırsız olduğuna; kimse de beni bundan gayrı olmadıklarına ikna edemez.

Soma'da insanların her türlü yardıma ihtiyacı var, aklına ne gelirse. Üstelik bir defalık vicdan tatminine değil, sürekliliğe...

Ama asıl...

16 Mayıs 2014 Cuma

Biz bunu hak edecek ne yaptık?

Yapmamıştır dedi, İlker, o kadarını yapamaz, olur mu canım?

Açtı videoyu kendi gözleriyle gördü, ben de gözlerindeki dehşeti gördüm.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Tezer Özlü

Kitap kulübünde Türk yazarlara öncelik vermek istediğimiz bir dönem geçiriyoruz. Leyla Erbil’den sonra bir süre ara verip Ayfer Tunç ile kaldığımız yerden devam etmiştik. Mayıs ayı Tezer Özlü buluşmasıydı. Bildiğimizden değil, hiçbirimizin evvelden okumadığı ilk kitaptı sanırım. 


YKY’den çıkan kitapları arasında ikilemde kaldık,  ilk romanı  “Çocukluğun soğuk geceleri” mi olsun, ödüllü “Yaşamın ucuna yolculuk” mu olsun derken bir de baktık, ikisini de (hatta “kalanlar”la birlikte üçünü de) okumaya karar vermişiz. Daha doğrusu bizim derdimiz bir kitabını okumaktan çok Tezer Özlü’nin kendisini, kişiliğini okumaya çalışmaktı. Hangisini okursak okuyalım, tartışacağımız kitabın kendisinden ziyade Tezer Özlü’yü tartışmak olacaktı. Bunun için seçtiklerimizden başka kitaplar da, özellikle Leyla Erbil’e mektuplarını, Ferit Edgü ile mektuplarını da okumamız gerektiğini ancak toplantıdan sonra fark ettik.

Kaçamak mı yapacaksınız? Cunda’ya kaçın!

Ömrünün yarısını birisiyle geçirince doğum günü hediyesi bulmak zorlaşıyor. İlker hediye almasını hiç bilmez. Bilir de daha çok organizasyonların adamıdır, hediye paketlerinin değil! Masaj hediye eder mesela ya da bir üyelik filan. Haklı ama bir saati on küsur sene kullanan, mücevher filan takmayan bir insanım. Bu sene kaçamak hediye etti: ) Cunda’ya kaçtık.

9 Mayıs 2014 Cuma

“Annelik” elbisesi

Evvelden demiştim, “süper anne? Yok be gülüm hikaye”… öyle ama hatta devir süper olmamanın devri biliyor musun? Hatta şimdi trend anti mükemmeliyetçilik! Hmm bak onu da demiştim. 

Var ya, yakında konuşmayacağım, sorulan soruları blogdan link vermek suretiyle yanıtlayacağım, o denli gevezelik etmişim vaktiyle…

Ama elimden geleni yapıyorum. Bak bir tane daha.

Hhahah vurun lan beni! Süper düper hüper bir anne olmadığımı daha nasıl haykırayım allahsızlar!

Süper olmadığımda hemfikirsek devam edelim.

8 Mayıs 2014 Perşembe

5 yaş çocuğu için evde oyun önerileri

Arca’nın uyuyakalma halleri instagram hesabımda hashtag oldu. Niye? Çünkü çok var.

Öyle zamanlar yaşıyoruz ki uyku ritüellerimizi özlüyorum. Kitap okuyalım, bir günün sohbetini yapıp öpüş kokuş uyuyalım istiyorum gel gör ki bazı günler bırak dişini fırçalamayı, kefiri içemeden uyumuş oluyor.  Bir futbol maçı, bir ayak masajı kafi.

6 Mayıs 2014 Salı

Sakın kımıldama

Bazı kitaplarla hemen samimi olamazsın. Hayır bu sadece kendinle özdeşleştirmekle ilgili bir durum değil. Bazı tuğlalar eksik kalır. Ama bazı kitaplar senden ne kadar uzak görünseler de içine işler.

"Sakın kımıldama"nın kitaplıktaki ikamet süresi yıllarla ifade edilir. Yazarın okuduğum ilk ve bir okur olarak ağzımı burnumu dağıtan kitabı "Sen dünyaya gelmeden önce" öyle sarsmıştı ki, derhal diğer kitapları da alınmalıydı. Alındı ama uzun süre diğer kitapların arkasına atıldı. 

Beyin travması geçiren on beş yaşındaki kızı, çalıştığı hastaneye getirilmiş bir doktorun anlatacaklarını dinlemek için kendimi bir türlü hazır hissedememiştim. Sonra bir gün bir aşk hikayesi okumak istedim ve çok düşünmeden "Sakın kımıldama"ya başladım. Ve bitirdim. İçime işledi. Ağlattı. 

5 Mayıs 2014 Pazartesi

MOMO'nun duman adamları

Mutfaktan salona geçtim. Kanepeye uzanmış muhterem kocamla göz göze geldik. Gülümsedim. Hani o yapmacık kibar gülümsemem değil, gözlerimin içiyle birlikte gülümsediğim gülümsemem.... Herkes bilmez nadiren gözlerimin içi güler. Eskiden çok eskiden heyecanlı bir filmi anlatırken hatta sınavda çıkacak sorulardan arkadaşlarıma bahsederken bile gözlerimin içi gülerdi şimdi dediğim gibi nadide bir parça.

"Nutella yemişsin!" dedi. Hasssss yemiştim. Ne yediğini gözünden anlayan bir kocanın olması sakat bir durum ama bir taraftan da seni senden iyi tanıyan biri... Hmmm yine sakat abicim.

bu kadar yazdığım bu kadar....

Ne yazacaktım? Hatırlamıyorum! Bunları yazdıktan sonra yan koltukta uzanan İlker bir şey söyledi. Sonra benim gözlerim hafiften kapandı ve kaydedip çıktım blogger uygulamasından. Ve bu iki paragraf taslak olarak kaldı. Hatta "senin hakkında bir şeyler yazıyordum ama uykum geldi" diye itiraf bile ettim. Öküz müyüm neyim?

29 Nisan 2014 Salı

Dumur diyalog #121

Y: -ilkerle konuşuyoruz- üf ya silmekten burnum tahriş oldu
A: annem al kolonya sür burnuna
Y: acır annem yakar burnumu

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kılıçla oynayan çocuklar saldırganlaşır mı?

Mert Kaan’ın doğum günüydü ve Poyraz’a da küçük bir hediye almaya karar vermiştik. Arca’nın dudak "hani bana" diyerek büküldü. Evet doğru ona da alınacaktı bir oyuncak. Bir cumartesi akşamüzeri saatleri Göztepe’ye indik, yürüyüş yapıp oyuncakçıya girdik. 2-4-5 yaşları için oyuncak. Hiç kolay değil. Arca’ya bütçeyi aşmayacak bir oyuncak seçmesi tembihlendi bu çerçevede oldukça pahalı ilk birkaç oyuncak reddedilince istediği oyuncağın fiyatını direkt satış görevlisine sormaya başladı zaten.

Bence çok ama çok uzun bir zaman sonra iki çocuğa hediyeler belirlenmişti. Bir tek Arca kalmıştı geriye. Fiyatı bütçeye uygun oyuncakları gösterdi, kılıç, korsan kostümü baltalı bıçaklı, oyuncak tabanca…vs…

Bundan birkaç sene evvel olsaydı, bu talepler karşısında dehşete düşerdim. Gel gör ki aştım artık bu işleri. Daha doğrusu çocuğa silah ya da kılıç almakla kendisini bir katile dönüştürmeyeceğimi biliyorum en azından. Zaten sen o oyuncağı alsan da almasan da o bir şekilde eline geçirdiği her şeyi silaha, kılıca çeviriyor zaten. Bakınız iki sene önce yaşananlar…

Kaldı ki dozu saçma bir boyuta varmadığı sürece çocukların yaratıcılığının gelişmesi bakımından faydalı olduğu bile söylenebilir.

25 Nisan 2014 Cuma

Selfie’sinin iyi çıkıp çıkmayacağına endişe eden genç kızın tedirginliğinden ver cümlemize yarabbim!

Cep telefonunun görgüsüzlük olduğunu düşünüp yemek yediği lokantada masa üzerine koymaya imtina eden, her zil sesinde benimki mi lan diye çantasını kulağına yapıştıran bir kuşaktan geldiğime göre her mekanda selfie çekmeye çalışan gençleri garipsemem kadar doğal bir şey olamaz herhalde.

Halbuki hayat zor bacım, senin saçını bir o yana bir bu yana savuruvererek çekmeye çalıştığın belki sekizinci pozundan daha zor. Üstelik hayatta filtre uygulaması da yok maalesef. Neysen o!

Her şey bulaşık makinemizin üretim tarihinin, üretim hatası ihtimali olan ürünlerin üretim tarihine denk düşmesiyle başladı. 

Anlamadıysan iki kere oku, cümlede hata yok abicim!

24 Nisan 2014 Perşembe

Kitap nereden alınır?

Aslında tabii ki kitapçıdan alınır.
Hayalkurdum Çocuk kitapçısı henüz mevcudiyetini sürdürüyorken Arca’ya kitapları oradan alıyorduk. Bir yerde kitabın kargocu tarafından satıldığını düşünmesini istemeyiz değil mi? Kitapları incelesin, koklasın, kitapçıda vakit geçirmenin tadını alsın…

22 Nisan 2014 Salı

Okudum izlerim de vallaha!!

Benim bir kitabı okuyup da filmi dizisi çekilsin diye dua ettiğim görülmemiştir. Tercihimi umumiyetle kitaptan yana kullanırım ve kendi filmimi kafamda çektiğim için başka bir yönetmenin çalışmasına, kitapla arasında kuvvetli bağ kuran her okur gibi burun kıvırırım.

Bir kitap diziye mi çekildi, hmm yok, ben kitabı tercih ederim. Misal Masumiyet diye çok başarılı bir dizi var ama ben uyarlandığı Kahperengi kitabını ödünç aldım Elvan’dan, okuyacağım. Zinhar dizi takip edemiyorum. Kurt Seyid ve Shura gibi başarılı başka bir uyarlama dizi de benzer bir karara kurban gitti.

Olağan sayıklamalar

Bölünmek çok yoruyor.
Bir iş hayatın var, bir de ailen.

İşle ilgili oldukça yoğun ve stresli olduğum zamanlarda evi çok ihmal ettiğimi fark ediyorum. Çok basit şeyleri… Mesela bir ödeme, internet sağlayıcısı değişikliği, bulaşık makinesi tamiri… Arcayı hiç saymıyorum. Öyle günlerde Arcayla geçirdiğim vakitte aklımı işten alamadığımı biliyorum. Ya da evde acayip önemli bir şey varsa Arca hastaysa mesela, işte her şey allak bullak oluyor. Defalarca kontrol ederek yaptığım bir çalışmayı hatırlamıyor ve tekrar tekrar kontrol ediyorum. Motivasyon düşüyor, işler hiçbir zaman yetişmiyor. Bu arada muhterem mütemadiyen kaynıyor, yakında su kaynatacağız.

Bazı zamanlar hayat farklı olsa nasıl olurdu diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Yaptığım iş bu kadar önemli olmasa (puhahah bilmeyen de hayat kurtarıyoruz sanacak:P)

21 Nisan 2014 Pazartesi

Barış Bıçakçı. Sinek ısırıklarının müellifi

Eğer objektif bir kitap eleştirmeni olsaydım, Barış Bıçakçının  “Sinek ısırıklarının müellifi” isimli eserini yere göğe sığdıramazdım. Ancak ben ne kitap eleştirmeniyim ne de objektifim.

18 Nisan 2014 Cuma

Gabriel Garcia Marquez

Gabriel Garcia Marquez’in ölümü tüm sosyal medyada, alıntılarla twitter’da, görsellerle instagram’da ve iç- dış temsilciliklerde yer aldı, bu çatlak ihtiyar anıldı.

Twitter’da biri ay gına getirecekler adamdan dedi. Katılmıyorum. Ölümü vesilesiyle bile olsa henüz tanışmamış kitapseverlerin ilgisini çeker ve bir kitabı olsun okunursa kardır. Marquez her okura zenginlik katacak özel bir yazar. Dolayısıyla biz de kitap kulübünde Haziran ayını Marquez’e ayırdık. Tezer Özlü’nün Mayıs hüznünden sonra Marquez iyi gelecek eminim.

17 Nisan 2014 Perşembe

Bir çocuk istismarı olarak olarak "alay etme"

Şöyle bir sahne hayal et, işe yarayacağını düşünüyorsan gözlerini kapatıp divana uzanabilirsin:P

Çok değer verdiğin hatta gözünde tanrılaştırdığın insanlar, seninle alay ediyor, sana gülüyor, hatta seni ağlatıyor. Ağlayınca da “aman ne var canım bunda ağlayacak, şaka yapıyoruz, üf sen de hiç şakadan anlamıyorsun!” diyor.

Ne hissedersin? Bok gibi değil mi? Aptal gibi? Peki ya aldatılmış gibi? Hepsi mi? Daha bile fazlası değil mi?
İşte çocuklarıyla alay eden anne babaların çocuklarına ettiği de budur! Bu belki bir dayak, Allah korusun bir tecavüz, taciz değildir ama yine de kötü muameledir!

Hay sirk gibi....

Geçen hafta
"Annem sirk olacakmış okulda."
"Hiç sevmem annecim sirkleri bence çok yanlış."
"Niye?"
"Çünkü hayvanlar gösteri yapsınlar diye onları kırbaçlıyorlar, yapamayınca kötü davranıyorlar. Bir de ben küçükken sirke gitmiştim kaplanlar suratıma işemişti."
"İşemiş miydi puhahahah"

Bu hafta bir gün...
"Bilmemkim arkadaşım burnuna kaşık sokacakmış."
"Niye be?!"

16 Nisan 2014 Çarşamba

Köpek severken dikkat edilecek noktalar

Geçtiğimiz haftalarda Alsancak'ta olduğumuz bir cumartesi Hülya ve iki bebesiyle denk getirdik, buluştuk.

Arca da tam arkadaşsızlıktan kafayı yemek üzereydi, sanki bütün hafta okulda arkadaşlarıyla takılmıyormuş gibi bir de hafta sonları arkadaş diye tutturmuyor mu ay bayıltacak yeminle. Benimle birlikte gezmek, parka gitmek filan artık tatmin etmiyormuş cüceyi, akran istermiş. En azından kuzen Deniz filan olmalıymış. Neyse ki o cumartesi Tuna vardı da didişmekten kurtulduk.

“Evladından şikayetler” programını dinlediniz, esen kalın…
Yok lan kalmayın, şikayet bitti, hani bitmez de şimdilik bitti.

Ne diyordum?

15 Nisan 2014 Salı

Annelikle beslenme arasındaki yadsınamaz bağ

Var hem de feci bir organik bağ var. Hem de ta bir beden olunan, gebelik denen o en mutlu aylardan itibaren göbek bağı ile kuruluyor bu bağ. 

En “saldım çayıra mevlam kayıra”cı ana profili bile en azından bir muz ile çocuğunun açlığını dindirmekle kalmaz, “evladımı doyurdum” psikolojisiyle serotonin hormonu salgılar.

Bir de şu ecnebi analar gibi “yersen yersin yemezsen odana” ekolünden gelenlerin yavrusu bir yemek seçmeye görsün, bir faydalı gıdalara burun kıvırmaya görsün, o ekol yerle yeksan olur. Hayır, ekolün bayrak sallayanlarından olarak başıma geldi, oradan biliyorum. Ahkam kesiyorsam laf değil yani.

11 Nisan 2014 Cuma

Çocuklarımızın güvenliği için 14 temel kural

Arca kadardım, eminim zira o eve yeni taşındığımız yazdı.

Bebeklikten beri arkadaşım olan Sinem’le apartmanın arkasındaki sokakta oynuyorduk. Bir kadın geldi yanımıza. Hamile miydi neydi tam hatırlamıyorum. Siyah saçlı ve beyaz tenli olduğu aklımda kalmış. Bize “gelin size bebek göstereceğim” dedi. 

İki salak ama salağız yani, gittik peşinden. İki sokak aşağıya indik. Kadın Sinem’in kolundaki altın bileziği çok beğendiğini söyledi, bir bakayım dedi, çekti aldı bileğinden. Hoşlanmadık. Kızıma gösterip getireceğim dedi, gitti. Gelmedi. 

Haydaaa… Sinem bileziğini beklemeye karar verdi, ben de bari gideyim annemlere söyleyeyim dedim, ev gittim. O zamanlar şimdiki gibi değilim demek ki yön duygum pek bir gelişmiş, hemen buldum evi. Annemlere anlattım, gör sen yaygarayı. Aldım anneleri, götüreceğim Sinem’in yanına, bir baktık, Sinem de beklemekten sıkılmış sokağın başına kadar gelmiş.

O gün olayın ciddiyetini anlamamıştım. Hala daha bu anlattıklarımın ne kadarını doğru hatırladığımı bilmiyorum geçmiş üzerinden otuz sene. Ama ne kadar korkutucu sonuçları olabileceğini çok sonra kavradım tabii.

Aklıma gelmesinin sebebi Arca. Çünkü bana geçen akşam durduk yere bir arkadaşının ona anlattıklarını aktardı. Televizyonda görmüş arkadaşı, annesinin elini bırakan dokuz yaşındaki bir çocuğu hırsızlar kaçırmış ve öldürüp çöpe atmışlar. Doğru muymuş?

10 Nisan 2014 Perşembe

Üçkuyular semt pazarını kaldırıp Türkiye'nin en büyük İstinye Park'ıyapıyorlarmış gereksizliğin daniskası!

Üşenmişim, semt manavından halledivermişim, boşvermişim derken pazara gitmeyeli haftalar olmuş. Yer cücesiyle babası beni pazara bırakıp parka gitmeyi teklif edince fazla mazeretim kalmamıştı. Yeşillikler için fuardan arakladığım bez torbalarım, ağır malzemeler için Pazar arabam ve sadece bozuklukları doldurduğum küçük çantam, tamam.

Pazara girdim, mis gibi sebze kokuları karşıladı beni.

Üçkuyular pazarını seviyorum ben, satıcılarla bir aşinalığım, hoşbeşim sohbetim var.

9 Nisan 2014 Çarşamba

Dağınıklık bir sorun mu, ciddi misin?

Son derece dağınık bir yetişkin olarak bizim evdeki küçük insanın dağınıklığına azami tahammül göstermem gerekiyor aslında. Çocuk bu, ne görüyor ki ne uygulamasını bekliyorsun. Düzenli olmasını istiyorsan sen düzenli ol, değil mi? Değil, yani ben düzenli değilim. Bekliyor muyum? Evet bazen en azından dağınıklığını toplamasının kendi işi olduğunun bilincinde olmasını istiyorum. Ve ara sıra yardım edip "hadi beraber toplayalım" desem de çoğu zaman onun toplamasını bekliyorum. Vallahi işime de geliyor beklemek, sabrım sonsuz zira ben kendi totomu toplamaktan acizim. 

Ama bir şeyler döküldüğünde ya da çok ama çok yorgun olduğumda tahammülüm düşüyor.

Geçen yorgunluktan koltuğa yığılıp kaldığım gün, Arca salon halısına bir bardak sütü döktü. Söylene söylene, bağıra sinirlene temizledim halıyı. Gerginlik geçince geldi yanıma; "Sen neden benim işimi yapıyorsun annem? Benim temizlemem gerekirdi sütü" dedi. Nihohhahaha öğretmişim demek ki diye içten içe sevindiğimi inkar edemeyeceğim. 

Geçtiğimiz aylarda İzmirli annelerden bir uzman arkadaşım dağınıklık konusunda kısa bir bilgilendirme yazısını paylaştı bizimle. Bence oldukça faydalı, kendisinin izniyle paylaşıyorum ben de... 

8 Nisan 2014 Salı

Ben bu hallere düşecek kadın mıydım?

Blog yazmayacak, yazacak vakit bulamayacak kadın mıydım ben be?! NE hallere düştüm! Ben ki günde üç posta yazı yazmadan duramayan ben, ben ki “yazamıyorum” diye girizgah yapan bloggerlara burun kıvıran ben? Ah ulen ne hallere düştük peh!

Bu aralar halim nicedir anlatayım bacım kendime not bile verdim, 

Çorbacının durum değerlendirmesi Vol.4382479236479

2 Nisan 2014 Çarşamba

Sinyal

Bugünler çok çalışmaktan başka bir şey düşünmemekle geçiyor. Yetişmiyor, daha doğrusu bir şeyler yetişirken başka birçok iş yarım kalıyor. Yarım işleri seven şeytandan ve şahsıma musallat olan "kafamayo kaşıyamo"dan nefret ediyorum. Ev canavarı yav hani şu sürekli çalışmakla hayatını zindana çeviren iğrenç yaratık.

Hayat bu çalışmak denen hapishaneden kurtulmana müsaade etmese de ara sıra pencereler açıyor nefes alabilmen için... Mahalle esnafına alışverişe giderken bir anda karşına çıkan morsalkımlar gibi...

28 Mart 2014 Cuma

Enerji

“Ay Yeliz hanım ne kadar harika bir enerjiniz var vallahi güne iyi başladık”

Dün sabah İstanbul ofisteki arkadaşım ona sarıldığımda böyle dedi bana. Ve bunu ilk defa duymuyorum. Bir ay kadar önce merkez ofise gittiğimde yeni işe başlayan genel müdür sekreterimiz de aynı şeyi söylemişti. Aynı sabah ilk yardım eğitiminde öğrendiklerimden heimlich menevrasını gösterdiğim diğer arkadaşlarım da bana kahkahalarla gülmüşlerdi. Uçak seyahatleri mi beni manyaklaştırıyor vallahi bilmiyorum.

Hoşuma gidiyor tabii ki, yani insanlar İstanbul’da öyle bitkin öyle keyifsiz, mutsuz sakin görünüyorlar ki…
İzmirliliğime bağlayan çok…

Kimine göre İzmir’de biz her gece rakı balık deniz börülcesi, kordonda bira, bir tarafına sallamıyoruz ya dünyanın, ondan bir rahatlık var üzerimizde… Kimine göre yılın on ayını güneşli geçirmenin verdiği bir D vitamini fazlamız ve bir fotovoltaik filan doldurabilecek enerjimiz var.

Hayır iyi bir şey mi onu da bilmiyorum. Bence değil. Zira “sıcakkanlı” “soğukkanlı”nın aslında tam karşıt anlamlısı değil ama yazık ki bende sıcakkanlılık böyle bir etki yapıyor.

Yani şöyle bir şey…

26 Mart 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #120

Bu aralar tapelerden dinlediklerimiz karşısında o kadar dumur oluyoruz ki bizim cücenin dumurlarını ihmal etmişiz.
Uzun bir dumur diyalogla seriye devam:)

22 Mart 2014 Cumartesi

Albert Camus*, Yabancı : Gelmiş geçmiş en “mutlaka okunmalı”kategorisine layık kitap

Bu kitabın okunması gerektiğini biliyordum, hani şu otoritelerin “Ölmeden önce” listelerinde vardı. Ama bu kadar vurucu bir kitap olduğundan kimse bahsetmemişti bana. 

Hmm tamam aslında kitap kulübünden arkadaşım Deniz bahsetmişti. Yani ben ilk elli sayfalık bölümü  “sade ve yalın anlatım” gibi klişe birkaç sözcükle yorumladığımda Deniz"hey hop o son derece kült bir kitaptır " diyerek beni şöyle bir silkelemişti. Çok geçmeden o kült çizgiye vardım. Özellikle Arap’ı öldürdükten sonraki kısım.

Söylemesi ayıp ben safranlı risottomu tıkınırken bizim memlekettedelinin biri...


An itibariyle manzaram budur. Daha doğrusu bu satırları yazarken… Osurmaya bile bok gibi para alan İtalyanlar wireless konusunda da kendileri gösterdiler ve geceliği dudak uçuklatan cinsinden bir meblağa kaldığımız otelin wirelessı pek tabii ki ücrete dahil değildi. Bundan sebep blog yazımı worde yazıyorum, eh haliyle geç yayınlıyorum. Ama Allah için Centrale di bilmem ne manzaralı odam var, Allah için… Aldıkları paranın sebebi buysa, ben bu manzaraya bakarım. 

21 Mart 2014 Cuma

Özgürlüğümüz kısıtlanamaz

Bu bir ortak yayındır. Bu konuya duyarlı birçok blogda bugün bu yazıyı göreceksiniz.
***
Özgürlüğümüz kısıtlanamaz
#TwitterBlockedinTurkey
#TwitterBlockedinTurkey
T.C. Anayasası
VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.
Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.
T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter’e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye’den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter’a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.
Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.
Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış,farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.
Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.
Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız.
Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.
Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.
Blogger Anne ve Babalar

19 Mart 2014 Çarşamba

Kefir mucizesi


Bu yazıyı yazmak için Arca’nın hasta olmasını bekledim. Daha doğrusu ana babasından en az birinin aklının ucundan dilinin ucundan “ne zamandır hasta olmuyor” lafının geçmesini. Sağ olsun benim dilimi ısırmadan aklımdan bile geçirmeyeceğim bu sihirli şom cümleyi İlker söyledi, “senin kefir işe yarıyor galiba” diye de ekledi, “ay İlkerrr” dememe kalmadı, Arca ateşlendi. Büyü bozulduğuna göre özgürce yazabilirim.

Ocak ayıydı sanırım, İstanbul’dayım. Arca’nın ateşinin katiyen düşmediği o hastalık, muhtemelen gripti. İlker’in ardından Arca da hastalanmış ve ben günübirlik gidip dönecekken ilave bir toplantı sebebi ile bir gece kalmak zorunda kalmışım. Aklım Arca’da ama en azından Elvan’da kalıyorum, arkadaşımı göreceğim tesellisi var. Elvan’a vardığımda annesiyle telefonda konuşuyordu, selamlar, sevgiler… Nurgül teyze Elvan’a tembihliyordu, “o kefirden ver Yeliz’e, içirsin Arca’ya” diyordu.

17 Mart 2014 Pazartesi

Gündemle başa çıkma yolları

Kolay değil. Hemen her gece bir tape bir rezillik bir pislikle karşı karşıyayız aylardır. Bu memleketin sülalesini.... Ben diyemiyorum desem de inanma. Çok ağır küfrediyorum, allahıma bin şükür küfür bakımından fukaralığımız yok. Akıl, muhakeme bakımından da yok...

Bugün İzmir seçim turistlerini ağırladı. Seçmen taşımacılığı yeni bir sektör olmuş, şahane! Ankara'dan Melih Gökçek bayraklarıyla katılan yurdum insanı vardı, Beylikdüzü belediyesinin otobüslerine teşekkürler. İki kilometre araç kuyruğu oldu İzmir girişinde. Buyur geldin hoşgeldin, bir biramızı iç bir midyemizi kumrumuzu ye, denize nazır hatıra fotoğrafı çektir ama evlerinden tencere tava çalanlara "Yunan tohumu, ortalık o...." diye haykırma İzmirlilere, ayıptır.

Binali Yıldırım, miting alanındakilere "İzmir'e hoşgeldiniz" diyerek zaten İzmir mitinginde İzmirli olmadığını cümle aleme ilan etmiş oldu. Gel gör ki kalabalık yeterli bulunmamış olacak, twitter'da İzmir yerine Rod Steward'ın Cobacabana konserinin fotoğrafları paylaşıldı.

Hayır, Rod Steward İzmir BBB adayıydı da biz mi anlamamıştık?
Onu bırak Menderes Aydın'lı değil miydi ne ara İzmirli oldu rahmetli?
Bir de İzmir Manisa arası zaten 15 dakika, nasıl 15 dakikaya indireceksin?
Onu geçtim 45 dakikalık Çeşme İzmir arasını 3 saat daha kısaltmak? İzmir havası mı çarptı, bu neyin kafası?

Otobüslerle uzak diyarlardan gelenler ne der bilmem ama biz İzmirliler ayçekirdeğine çiğdem, simite gevrek, koyun sürüsüne koyun sürüsü, hırsıza hırsız, katile katil der, kurabiyeyi adama yediririz.

Gündemle başa çıkma yollarının ilkini okudunuz. Gülmezseniz, gülemezseniz zor çünkü.

Mesela Berkin'in, üstüne Burak'ın ve polis memurunun ölümleri kilitledi. Gülmek ne kelime? Çocuğumuza sarılırken utanır olduk. Yaşamaktan utanır olduk günlerce.

15 Mart 2014 Cumartesi

SiyAh beyAz #KurabiYe

1,5 su bardağı un, yarım su bardağı pudra şekeri, 125 gr tereyağı, 1 yumurta, 1 paket vanilya, 1 paket vanilya 80 gr bitter çikolata ve can hıraş "kurabiye" hamuru yoğurmayı seven bir gençlik yeterli:)

İyice yoğurulan hamuru bir saat buzdolabında dinlendirip un serpilmiş tezgahta merdaneyle açıyoruz, istediğimiz kalıplarla kalıbını çıkarıyoruz. Arca çeşit seviyor, her kalıba sokuyor kurabiyeleri, biz de 180 C 'ye ayarladığımız fırına veriyoruz. 

BeyAzın yanına siyAh yakışır, bitter çikolatayı benmari usülü eritiyoruz.

11 Mart 2014 Salı

Sıcak ekmek gibi...

Sabah saatleri dün...
Arca tuvalete kalkmış üşümüş yanımıza girivermiş. 
Isınınca bir keyiflendi ki sorma!
"Annem yorganın altı sıcacıkmış sıcak ekmek gibi!" Pek hoşuma gitti bu benzetme. En sevdiğimiz şeylere benzetiriz değil mi hoşumuza giden şeyleri?

Bu sabah aklıma geldi bu anı. Dondu kaldı gülümsemem. 

Bundan sonra o anı aklıma geldikçe ekmek almaya çıkan çocukların öldürüldüğü bir ülkede yaşamanın utancıyla suskunlaşacağım. 

Onlar utanacak mı? Başını öne eğecek mi emri verenler? 

Çalarken bile dilinizden düşürmediğiniz allahınızdan bulun, o arkasına sığındığınız sandık mezarınız olsun. 

8 Mart 2014 Cumartesi

Çocuklara cinsellik nasıl anlatılır?

"Anne bebekler nasıl oluyor?"
Tataaamm işte beklenen yok yav beklenmeyen soru! Hazırlıksız yakalayan saçmalatan konu.

Bizim model tam da kendisinden bekleneceği gibi tam zamanında beş yaşını henüz birkaç gün geçmişken sordu. Ve nasıl olduysa ben hazırlıksız hissettim kendimi. Alelade bir günün önemsiz bir zamanında mutfakta alakasız bir takım işlerle meşgulken. Allahtan salaklaşmadım. Süre istedim. Bu konu hakkında sana daha düzgün bilgi vermek için kitaplar getireceğim, dedim. 

Emekçi kadınlar günü

Bugün "emekçi" kadınlar günü yanlış olmasın. Evinde işinde hayatın her alanında emeğiyle var olan kadınların günü. Çok ağır konuşasım var, son on yılda yüzde binlerle ifade edilen kadın katliamı artışından, cinskırımdan bahsedebilirim ama yok hayır bugün canım çemkirmek istemiyor. Bugün annemden sonra, ablamdan sonra, bağda bahçede iki büklüm çalışan anneannemden sonra bana emeğiyle çalışkanlığı ile örnek bir kadından bahsetmek istiyorum. İlkerin annesi. Kör enstitülerinden mezun bir öğretmen annenin öğretmen kızı.

7 Mart 2014 Cuma

“EEE NİYE İŞE GİDİYORSUN O ZAMAN?”

Arca ile meslekler hakkında sohbet ediyorduk.

Ne olmak istediğine karar veremiyordu. Tamirci olmak istemişti bir süre. Sorgulayan gözlerini gözlerime dikerek tepkimi ölçmüştü. Umumiyetle tepkim aynıdır, tamirciye de, itfaiyeciye de, astronota da… “Ne istersen onu olabilirsin!”

Bu aralar tamircilikten vazgeçmiş durumda. Ancak hala bir kararsızlık var üzerinde. Metro şoförü olmayı çok istiyormuş ama metroyu o kadar hızlı kullanabilmeyi başaracağından emin olamıyormuş. Sanırım şu anda hemen gidip şoför olabileceğini sanıyor, büyümesi gerektiğine aklı ermiyor.

6 Mart 2014 Perşembe

Nerden başlasam nasıl anlatsam.... Hmm tamam "Malafrena"dan!

Böyle yazmaya bir ara verince bünye, refleks olarak yazılmamış ama zihinde dönüp durmuş satırların özetini çıkarmak istiyor. Benim bünye biraz böyle boşver sen...

Yazmayalı okuyordum. Yazmayalı demek haksızlık aslında birkaç günden fazla ara vermişliğim yok. Lakin benim yazma hızımda bir blogger için duraklama dönemine girdiğimizi inkar edecek değilim. Nerde o günde üç posta post girmeler... hey gidi...

Parmaklarım klavyeye değdi mi, hep sakıncalı şeyler yazmak geliy

4 Mart 2014 Salı

Dumur diyalog #119

Arca ile annesi yolda yürümektedirler, Arca durduk yere, "Carlos ruiz zafon"
Y: Ha!?!
A: Yazar
Y: Ha?!?
A: Rüzgarın gölgesi

(ezberlemiş bana satıyor, çakma entellektüel)

--------------------

2 Mart 2014 Pazar

Yalnız yapayalnız

Bilgisayarın şarjı bitti iki parmak daktilo yazar gibi ipadden yazıyorum, hani git şarja tak aleti adam gibi yaz değil mi? Değil... Bu da böyle üşengeçliğin anormalitesi.

Geçtiğimiz haftalarda Litvanya'dan misafirler vardı. Adamlar dört günlerini İstanbul'a ayırmışlar. Boşver dedik toplantı dediğin bir günde biter. Ne yaptılar ne ettiler üç gece kaldılar. İstanbulu da vesileyle gezdiler. Vay be .... Ben Bratislava'ya utanmasam günübirliğine gidip gelecektim. Bir de maşallah acayip iştahlı adamlar. Öğlen antep lokantasındaki son çiğ köfte savaşı o kadar hoşumuza gitti ki aldık bir de balığa götürdük. Allah seni inandırsın indirim almak için yırtındığım Çinlileri bi yere götürmek içimden gelmiyor, yemiyorlar iştahsız tipler, rakıdan da anlamıyorlar peh! Neyse bu Litvanyalılar bir container mal bile almayacaklar ama yemekten anlıyorlar dedik, rakıyı bizden çok içeceklerini hiç düşünmemiştik. Sohbetleri de süper! "Baltık yolu"nu anlattılar. Biliyon mu bacım? Yok ben bilmiyordum. Ne?! Şaşırdın mı? Genel kültürde zirveye oynadığımı hiç söylemedim. Sonradan sonradan öğreniyoruz işte.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Burç magazini

Arkadaş ben bu oğlan balık burcu olmasaydı yav, ıyk mıyk diye senelerdir atıp tutuyorum da…

Balık burcu olup da okuyanlar… alınmaca gücenmece yook. Iyk yani.

Bir öyle bir böyle. Adam saniyenin onda biri kadar bir süre halet-i ruhiyesini değiştirebiliyor. Dakikada sekiz ayrı mimik icra edebiliyor. İnadın babasını yapıyor. Ve çok pis kıvırıyor. Yani bu çocuk benden olamaz dedirtecek her türlü meziyet bunda!