Bir varmış bir yokmuş…
Yoklukların savaşların içinden bağımsız bir millet çıkmış.
Yazık ki savaş yeni başlıyormuş. Ülkenin büyük çoğunluğu köylerde yaşıyormuş ama bütün ülkenin sadece çok küçük bir kesimi okuma yazma biliyormuş. Eğitimli şehirli gençler de köylere gitmek istemiyormuş.
Demişler ki bu köylerde yaşayan zeki çocuklar var, biz bunları eğitelim onlar da kendi köylerindeki çocukları eğitsinler, böylece ülke kalkınsın. İşte bu kadar basit. Bir nevi saadet zinciri. Ülkenin kendi gerçeklerine ve ihtiyaçlarına ve pek tabii imkanlarına dayalı bir sistem.
Demişler ki, öyle kitaplara gömülmesin bu gençler. Köylerinden geldikleri gibi girsinler işin içine, ekmek pişirsinler, duvar örsünler, tamir yapsınlar, ekip biçsinler, bunları modern yöntemlerle yapmayı öğrensinler. Bir taraftan da okuma yazma öğrensinler, klasikleri okusunlar ve mutlaka bir enstrüman çalsınlar.
Köyler, sadece laf kalabalığı yapan değil, sadece ırgat gibi çalıştırılan değil, elinden iş gelen entelektüellerle dolsun. Masal bu ya…
Ve bir mucize olmuş. Köy enstitüleri denilen bu eğitim yuvalarının kısacık ömründe kızlı erkekli binlerce öğrenci ve öğretmen yetişmiş.
Yetişen gençler köylerine dağılmış, kendileri gibi zeki gençler yetiştirmişler, çığ gibi büyümüş, çok başarılı olmuş bu sistem. Çünkü başka milletlerden devşirme yöntemleri ile değil, kendi milletinin içinden gelen bir sistemmiş. En mükemmeli değil, en uygunuymuş.
Yüzler gülmüş, millet kalkınma savaşını kazanmak üzereymiş.
Derken ikinci dünya savaşı sonrası Rusya’dan çekinen hükümet, Amerika’dan yardım istemiş. Hali hazırda bu eğitim atılımından son derece rahatsız olan Amerika, yardımı, ancak komünist bir tehlike olarak gördüğü köy enstitülerinin kapatılması şartı ile kabul etmiş. Muhalefet komünizm ve din malzemeleri ile yüklenmiş, komünistlik yaftasından tırsan yöneticiler oy kaybı kaygısı ile şartı kabul etmiş.
Ülkenin cehalet kaderi de böylece yazılmaya başlamış.
Ülkeye gelen her yeni eğitim bakanı yepisyeni bir devşirme yöntem getirmiş, herkes sistemi değiştirmiş.
Kredili sistem, süper lise, düper lise, ÖYS, ÖSS, YGS, SSSSSSS…
Ama bir türlü cehalete engel olamamışlar, çünkü hepsi ezberi körükleyen, uygulamalı eğitimi kökünden söken concon sistemlermiş. Köylü kalkınamamış, tarım hayvancılık ilerleyememiş, köylü köyünü bırakmış, daha iyi eğitim, daha iyi iş ve daha iyi aş için kentlerin kenarlarına konuşlanmış. Ne köylü olabilmiş ne kentli…
Derler ki… yarım yüzyıldan fazla geçmesine rağmen hala özlemini çekiyorsak köy enstitülerinin, hala hatırlıyorsak, belki hala umudumuz vardır. Belki ülkenin kalkınmasının eğitimden geçtiğini yeniden hatırlayan birileri iktidara gelir ve sadece kendimize ait bir eğitim sistemi yeniden inşa edilir… Evet iyi birer çocuk olursak belki Noel Baba da bize hediye getirir, kim bilir?
Kaynak için buraya tıklayabilirsiniz.
Resimler ise buradan kopyalandı.
7 yorum:
Babaannem ve dedem köy enstitusu mezunu ogretmenlerdi.. Ellerinden hersey gelirdi, muzikten sanata dopdolu dımagları vardı..Karsılarında kucuk bir cocuk olunca mandolin calar, tekerleme soylerlerdi, azcık buyuduk, cıcek ektik, ekmek yaptık, azcık daha buyuduk, klasikler ve halk ozanlarına ait bir suru sey veriler elimize.. Cocuk aklımla sasırırdim nasıl her daldan bir suru sey bildiklerine..o enstituler gercek, yasanan hayatı ogretiyormus ınsanlara, formuller ve uzay geometrisi hesaplarını degil.. Keske yenıden olsalar keske..
Benim büyükbabam da küçücük bir dağ köyünden çıkıp kızını hukuk fakültesine sokmuş bir köy enstitüsü mezunudur. Köy enstitüleri olmasaydı, büyükbabam o dağ arasında kalmış kıraç köyden çıkıp bir öğretmen olarak yetişemez, kızını üniversiteye gönderemez ve ben de bugünkü ben olamazdım. Çok şey borçluyum Köy Enstitülerine...
Ben de küçükken büyükbabamın her şeyi bildiğini sanırdım. Bahçecilikten anlar, en güzel yediveren gülünü o yetiştirirdi. Dağa çıkar avlanır, kurban bayramında kurbanımızı kendisi keser ve temzilerdi. Elinden her iş gelirdi. Nasıl bir eğitim aldıysa artık!
Ah ah denir buna sadece!
ne güzel anlattın Zeynep, benim pek bilgim yok, sabah radyoda köy enstitüsünde yetiştiğini söyleyen bir adamı dinlerken biraz araştırdım ve içim acıdı.
sahip olduklarımızın kıymetini bilememişiz.
Çok bilmiş, çok haklısın arkadaşım, köydeki insanı eğitmekten geçiyor her şey. ya köyde cahil kalacaktı, ya da göç edecek ancak memleketini bırakan her insan gibi arada kalacak mutsuz olacak aynı bakış çaısına yine de sahip olamayacaktı, yine de eğitimsiz olacaktı, çocuğunu da eğitmeyecekti.
çok güzel bir sistemmiş, içim yandı resmen.
Zeynep hanima katiliyorum . baska soze ne hacet !
Doğadaki Son Çocuk isimli kitabı okurken şaşırarak gördüm ki Dünya'da Köy Enstitüsü'ne benzer sistemde eğitim veren okullar yayılıyormuş hızla. İlk defa dünyanın önün egeçen bir hareket yapmışız (Atatürk devrimleri müstesna olmak üzere), onu da kendi ellerimizle yok etmişiz.
Aaaaa benim okulum!(Tabiki ben giderken adı "Hasanoğlan Atatürk Anadolu Öğretmen Lisesi" idi.)
Ne kadar güzel bir konuya değinmişsin. Evet köy enstitüleri kapanmasaydı ülke olarak çok farklı bir yerde olurduk.
Benim okulumun çok geniş bir arazisi vardı. Eskiden öğrencilerin ektikleri yerlere ağaçlar dikilmişti. Ayrı bir sinema salonu(tamamen ayrı bir bina ve kulisi olan dev bir salon, amfi tiyatrosu, ayrı bir bina olarak müzik bölümü, piyano,keman v.b. müzik aletleri, ayrı bir spor binası ve daha bir sürü harika imkanları olan.) En acısı ise ben liseye başladığımda ise (1992 yılı) kız ve erkek öğrencilerin birbirlerine yaklaşma mesafesini "cm olarak" uygulamaya çalışan (ve daha saçmasapan tutucu kuralları olan)müdür ve müdür yardımcıları olan bir okula dönüşmüş olmasıydı.
Çok acıydı. Ben de zaten o okuldaki öğretmenlerim yüzünden öğretmen olmamaya karar verdim. Okulda bize pedagojik formasyon niteliğinde dersler veriliyordu.Hepsi boşa gitti.Çoğumuz öğretmen olmadık zaten.
Offf çok üzüldüm yine ben bu okulların bu hale getirilmesine ve çok konuştum..
Yorum Gönder