21 Aralık 2014 Pazar

And the winner is....

Asla tahmin edemeyeceğim kadar çok katılımın olduğu (şükür final count down 23) hediye çekilişinin sonucunu açıklayacağım ama önce bir şey anlatmam lazım.

Yorumlar üçer beşer geliyor, allaahhh nasıl seviniyorum. Güzel sözler, gülümseten cümleler. Derken Pelin'in yorumu geldi, koptum gülmekten. Hafiften fırça atıyordu bana, niye İlker'den bahsetmiyorsun diyordu. Aha işte yorum da burada:

18 Aralık 2014 Perşembe

Dumur diyalog #136

--- Çekilişle ilgili bir şeyler yazacağım ama sonra... Pazar günü de haber ederim, pazartesi günü bana kazanan arkadaş adresini gönderir. Hemen kargolamak istiyorum, Tea&Pot'un çaylarının yanında Arca'nın kurabiyelerini taze taze yiyebilirsiniz:) (Çaylar Tea&Pot'tan kurabiyeler Arca'dan, ne yapıyorsun Yeliz? Ben bu ara yüzümde salak bir gülümsemeyle dolanıyorum:P) 

Şimdilik sadece çok teşekkürler ... ----

Diyaloglar birikmiş aman yazayım İlker kızıyor (sadece diyalogları okuduğu için. Pis:P)

Piyano dersi sonrası yeni bir alışkanlık edindik, çıkartma alıyoruz. Bu ara sticker takıntısı var, odasındaki dolabın üzerine yapıştırıyor ve benim Arca'nın sanat anlayışına aklım ermiyor, henüz onun seviyesine erişemedim. Cumartesi Tea&Pot'a uğradık, malum hediye meselesini konuşacağız. Yanında da kırtasiye dükkanı var, Arca durmadı tabii sticker standının önündeyiz. İki taneden fazla alması yasak zira dükkanı satın alsan haftaya yine isteyecek. Zaten yanımda da ikisine yetecek kadar para var.
Y: Olmaz Arca bu üçü arasından ikisini seç bak bu 4 lira öbürü de 2,5 lira tamam işte. Bu 2,5 liralık iki tanesinden birini seçebilirsin mesela.

16 Aralık 2014 Salı

Varlığım varlığına armağan olsun:)

An itibariyle uçağımı öne alamamanın efkarını bira patates suçlusuyla dağıtıyorum.( suçlu tabii sen bu menü kaç kalori biliyor musun!) Ah ulen alırım diyordum olmadı. Neredeyse emindim. Neyse...

Yoğun ötesi iki gündü. Yo, hayır detaylara girmeyeceğim. Aklımda başka şeyler var. Mesela blog:) bugün işten başka bir arkadaşım tesadüfen blogumu bulduğunu ve çok beğendiğini söyledi, sevindirik oldum. Sonra instagramda Ahucum dört gündür yazmıyorsun, çok mu yoğunsun demiş, yerim:) hatta her ne kadar Arca "niye telefon etmiyorsunuz" dese de blog sayesinde yılbaşı kartı tebrikleşmesi yapacağım iki arkadaşım var... Yani işte bu blog kimine göre garipsenecek bir şey gibi görünebilir ama benim için önemli.

12 Aralık 2014 Cuma

Çocuklarla konuşarak iletişim

Öküz değiliz elbet, konuşuyoruz yavrularımızla. Ama kast ettiğim o değil. Örnek versem olur mu? 

Geçen hafta sonu güzel bir yağmur vardı. Arca'nın yağmur botlarını atmıştım sırt çantasına, bir kat da yedek aldım. Aslında yağmurlu bir günse en azında altlardan iki üç yedek olmalı. Bu çocuklu ev gezmelerinde arca için atleti ve t-shirt'ü iki üç yedeklemek gibi bir şey. Ama bot almayı akıl eden ben, onu düşünemedim. 

Bizim evin genel geçer kuralı "yağmur çizmesi giyildiyse şapşap yapılır"ın her daim geçerli olduğunu düşünen Arca, tabii ki şapşap yapmakta bir sakınca görmedi. Alsancak sokaklarında anırırcasına bağıran anne bendim, ne oldu diye sormadan söyleyeyim. Arca "n'oluyo ya" bakışı attı. Harbiden niye bağırıyordum, n'oldu ki şapşap yapıyor çocuk!

Seveceğimi herkesin bildiği bir romanın öyküsü

Süt kaynatıyordum. Süt sevmem hem de hiç. Annem hep “ah size bir süt içme alışkanlığı edindiremedim” diye üzülür, vallahi hala üzülüyor. N’olacak be gülüm. Hatta iyi bile yapmışsın, boş ver. Bugün süt için pek iyimser bir tablo çizilmiyor. Sen bize onun yerine üstü tarçınlı anne pudingleri (bak ne zaman tarçın koklasam o pudingler aklıma gelir) sonracığıma mis gibi yoğurtlar (patates kızartmasının üzerine bile dökerdik mis) yedirdi be yavrum, ötesi var mı? O gün sıcak çikolata içmek istedim. Çikolata krizini hafif atlatma çabaları bir-kii…

10 Aralık 2014 Çarşamba

Çavdar tarlasında çocuklar

Birkaç yıl önce bir roman yazmaya başlamıştım. -Güleni çok pis tepelerim- Aklımda yazıyordum. Arabayla otobanda giderken yüksek sesle hikayeyi kendime anlatıyor, gözümde canlandırıyordum. (trafik canavarını uzakta aramayın) Bir kısmını da bilgisayara aktardım, allah için tembellik etmedim. Yazmaya bir süre ara verip araya da birçok başka mesele girince, roman ikinci plana atıldı ve sonunda yazdıklarım, bilgisayardakiler yani silindi. Evet, salağım ben sildim. Şimdi gülmek serbest! Tepelemeyeceğim, söz!

9 Aralık 2014 Salı

Şuşu, Can ve Dörtteker

Arca çok soru sorar, her çocuk gibi. Çocukların bu kadar meraklı olması algılarımızı nasıl da açıyor, hiç fark ettin mi?

Mesela metroyla bir yerden bir yere giderken;
"o küçük sarı tırtıklar var?"
Ya da kaldırımda yürürken;
"kaldırımlardaki sarı şerit ne için?" ... "Rampaları neden yapmışlar?"
Veya karşıdan karşıya geçerken;
"neden trafik ışıklarında yeşil yanarken kronometre gibi ses çıkıyor?"
gibi sorularla karşılaşabilirsin.

(İzmir Belediyesi'ni son zamanlarda çok eleştirmeme rağmen engelli hemşerilerimizin sokağa çıkmasını, hayata karışmasını sağlamaya yönelik çabaları konusunda takdir ediyorum. Tabii bu benim mıntıkamda böyle, şehrin geneline yayılabildi mi, bilmiyorum, umarım)

Ve böylece düşünüyorsun... ve böylece anlatıyorsun, bu dünyada farklı gereksinimleri olan çok sayıda insan olduğunu...

8 Aralık 2014 Pazartesi

#dolapbuluşması : Bir dolap kitap, Dünyalı Dergi ve diğerleri...

Cumartesi sabahları Arca’nın piyano dersi var. Tamam, Arca piyano seviyor, bunda öğretmenini çok sevmesinin ve kurumun sahibinin halasının olmasının verdiği bir “buralar benim” havalarının etkisi var biliyorum ama seviyor mu seviyor arkadaş: ) Kimse ondan bir sanatçı çıkacağına inanmıyor (mütevazılık değil, hadi gerçekçi olalım, bu çocukta benim genlerim de var) ama piyano, beynin sağ sol bölümlerini kullanmasına müthiş faydalı. Ayrıca hey müzik aleti öğrenmek bence bir insanın kendisi için yapacağı en iyi yatırımlardan biri!

Cumartesileri Arca’nın sevmesinin başka bir sebebi de anne Arca günü olması. İlker’in bazı sabahlar bizi metro istasyonuna bırakmasına bile tahammülü yok, birlikte yürüyecekmişiz. Desrten çıkınca da hemen eve dönmüyoruz, Kemeraltı, Alsancak, bazen anneanneye, artık canımız nereyi çekerse gidiyoruz. Yoğun ama ağırlıklı olarak dışarıda geçirdiğimiz cumartesileri ikimiz de seviyoruz. (Bundan sebep Pazar günleri Arca’yı kapının önüne parka bile çıkaramıyorsun, babasıyla evde miskinlik yapmayı seviyormuş, eh bütün cumartesi it gibi dolaşırsan sokaklarda…)

Bu hafta cumartesi etkinliğimiz belliydi, birdolapkitap.com’un sevgili dolap kapakları Yıldıray ve Banu ile tanışacaktık. Dünyalı dergisi, çocuk kitapları ve hemen her şey hakkında konuşacaktık, ah işte tam benim sevdiğim konular.

5 Aralık 2014 Cuma

Tarihte dün

Arca bir sene evvel, okuma öğrenmek istediğini söylemişti. Okuyan arkadaşları filan varsa demek özendi dedik, üzerinde durmadık. Ama çok sıkıştırdı. Ben de öğretmenini aradım. Öğretmeyin, biz öğretmiyoruz ama tabu haline de getirmeyin, sorarsa söylersiniz, diye görüş bildirdi. Peki… Arca soru sordu. Hem de çok. Biz de cevap verdik. Bir ara kitapları heceleyerek okuttu, okuduk. Yani gel otur yanıma öğreteceğiz demedik, o da demedi. Süreç bir oyun gibi, soru cevap gibi gelişti. Hatta öyle yavaş gelişti ki nasıl bir anda kelimeleri okumaya başladığını anlamadık. Hatta bir ara ukalalık yapıyordu, kendi öğrenmişmiş.

Hiç böbürlenme Arca, her çocuk, her kafasına koyduğu, ilgi duyduğu alanda başarı gösterebilir, yeter ki, istesin, yeter ki sevsin ve üzerinde emek harcasın.

Yüz vermiyoruz ama hoşumuza da gitti ha, otu boku bize okutturuyordu, artık "a kendin okuyuver" diyorduk.

4 Aralık 2014 Perşembe

Barış Bıçakçı - Bizim büyük çaresizliğimiz

İlkokuldayken bayram tatilleri bahara denk gelirdi. Seyahat için güzel bir mevsim. Annemler o dönem bizler için, her bayram tatilinde bir şehrin tarihi ve turistik yerlerine gezi düzenlemeye karar verdiler. Hayatımın en güzel tatilleriydi. İlk İstanbul’u gezmiştik. Arabayla seyahat harikaydı. Üstelik yolu da epey uzatmıştık, Çanakkale üzerinden gitmiştik. O vakitler seyahat yazarı olmayı düşlüyordum. (ben zaten ne ara mühendis oldum hala anlamıyorum!) O seyahat için bir defter almıştım ve araba seyir halindeyken bile yazıyordum. Çok etkilenmiştim İstanbul’dan ama Ankara kadar değil.

Başka bir tatilde Ankara’daydık, üstelik 23 Nisan’a denk gelmişti. Hayal meyal hatırlıyorum ama bayılmıştım. Bir süre sonra detaylar silinir ama hisler baki kalır. Nezih insanları, düzenli planıyla ne güzel yaşanır bu şehirde demiştim. İzmir'den ne kadar farklıydı. Hatta üniversite seçerken birkaç tercih yapmak istemiştim. Ama babam kimimiz kimsemiz yok, yavrum sen İstanbul’u yaz boşver demişti. Ankara öylece kaldı…

6 yaşa doğru Arcatomi

6 yaşa doğru Arcatomik yapıdaki enerji patlaması dikkat çekicidir.
Akşam mercimek yemeği üzerine köfte makarna ve üzerine pasta yiyebilmekte, sabah kalktığında ilk lafı "acıktım" olabilmektedir. Biz de hiç pisboğaz değiliz kime çekti bilmem:)

6 yaşa doğru Arcatomi, sanat ile spor arasında gelgitler yaşamaktadır. Canhıraş çizmekte olduğu resmine ara verip koşar adımlarla ekran karşısındaki yerini alır, maç başlamıştır. Hangi maç mı? Fark etmez. GS, FB, BJK ve hatta Mersin İdman Yurdu maçları aynı şevkle izlenir. Hatta maçın futbol maçı olması bile gerekmez. Tenisten hentbole geniş bir yelpazede sporun her dalına ilgi duyar. Hatta "ilgi duymak" tam anlamını vermedi bak, Arca'nın spor müsabakalarına gösterdiği tepki ilgi duymak gibi sıradan bir şekilde tarif edilemez. Hatta hiç tarif edilemez.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Şükür vesilesi üçer üçer bebeyim!

Akşam yemek yiyoruz, “ben yemekten sonra bi’ manava gideyim” dedim, İlker “niye ki” der gibi baktı yüzüme. Diyete başlayan kocama destek olmak için pazara gidememişim zaten bir sebze alıvereyim çok mu? Hem yürümüş olurum, dedim ama işin aslı başka. Canı çekmesin diye söylemedim, ben bugün ofiste tam üç tabak kısır üstüne de koca bir dilim tiramisu götürdüm. Evet ben! Öğle yemeği yememiş olmam yediğim haltın ciddiyetini hafifletmiyor. Ama bir de güzel olmuş şerefsiz, bir de özlemişim o kısır denen Türk mutfağının on numara beş yıldız yemeğini, var ya kısır dolu bir küvete balıklama dalsam bu kadar yiyebilirdim. Öküzüm demiş miydim?

2 Aralık 2014 Salı

Mevsimi geçmeden Girit kabağı

Girit kabağı diyorlar değil mi?
O leziz koyu yeşil minik kabaklar, körpe.
Pazarda gördüm mü almadan geçemiyorum ki ben o pirinçli kabak yemeğini sevmem.
Dolmasını da pek sevmem. Ancak mücver olacak ya da acılı kavurma, yanına yoğurtla.

Bu körpe kabaklar ise en güzel salata oluyor. Aslında kolay ve bence herkes biliyor. E kadın ne demeye yazıyorsun diyebilirsin.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Aralık olmuş 1, şükür kalmış 29.

İnanmıyorsan say ama bence üşenirsin boşver!

Kasım ayını kabus gibi bitirdikten sonra Aralık’ın ilaç gibi geleceğine inanmak istiyorum. Gelecek değil mi? Bizi şaşırtacak değil mi Aralık? Yeni yıla yeni umutlarla gireceğiz değil mi? İnanmak istiyorum.

Kağıt bebekler, bir Julia Donaldson klasiği olmaktan çok öte bir kitap

---- Kağıt bebekler, Julia Donaldson, İş Bankası Yayınları, 5+ yaş* ----

Bir çocuk kitabını satın almam için onu Julia Donaldson'ın yazmış olması oldukça geçerli bir sebep. Sanırım Mağara Bebeği isimli kitabı dışında bizde hepsi mevcut. Kendisine hayranlığımın boyutlarını anlatabilmenin bir yolu olsaydı, emin ol denerdim ama benim gibi bir gevezenin bile söyleyecek kelime bulamaması, evet hayal etmesi güç biliyorum, gibi korkunç bir gerçekle karışı karşıyayız sayın seyirciler. (ve o gevezenin söyleyecek kelime bulamamasını anlatmak için bile onlarca kelime tüketmiş olduğu da gözlerden kaçmadı)

Kağıt bebekler
Kağıt Bebekler, Julia Donaldson
Julia Donaldson'ın dilimize çevrilen son kitabı. Ve ben ilginçtir, hemen almadım. O her "kız çocuğu kitabı mıdır" tereddüdüne düştüm Halbuki Arca'nın hiç o taraklarda bezi yok. Henüz hiçbir kitaba "bu kız kitabı bıyyy" dediğini duymadım. Düşün yani ana karakteri kız çocuğu olan kitaplara bayılıyor, misal Kıpır Kıpır. Neyse oyalanmanın alemi yoktu, Julia Donaldson yazdıysa alınacak, küçük bir ihtimal de olsa, Arca beğenmese, tarafımdan bizzat keyifle okunacaktı.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Şükürlerden bir demet..

Üzerimizden olumsuzluklar geçer, bazen teğet geçer bazen deler de geçer, değil mi Olric:))

Ağlamak güzeldir, birlikte ağlamak daha güzeldir...

İlker'in askerde olduğu dönemdi. Annem İstanbul'daydı, birlikte Carousel'e sinemaya gittik. Babam ve oğlum. Film bu. O zamanlar Çağan Irmak'ın seyirciyi ağlatma konusundaki üstün yeteneğinden filan haberdar değiliz, giyindik süslendik ana kız film izleyeceğiz.

Sonuç belli tabii, ağla ağla içimiz çıktı. Şimdi ben Cars filmindeki o Şimşek Mcqueen'in kazadan sonra Kral'ı iterek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede böğüre böğüre ağlamış bir insanım, "babam ve oğlum" filminin üzerimdeki etkisini düşün, düşün yav o kadar hayal gücünün sınırlarına dayanmasına gerek yok.

27 Kasım 2014 Perşembe

Zamansızlık mı o da ne?

İki çiziktirip gideceğim.
Şimdi bizim genel merkez bir yarışma düzenliyor.
Yenilik kategorisinde de bizim ekip yarışmaya giriyor.

25 Kasım 2014 Salı

Dumanı üstünde şükürler hmmm misss

İlker, dün sabah 10:00 uçağı ile İstanbul’a gitti. Arkadaşı ile birlikte birkaç işi vardı, biraz da gezdi, rakı balık, derken gece 23:55 uçağı ile döndü. Sabah tabii kendisiyle görüşmedim, uyuyordu, saatini kurdum, çıktım. Sonradan beni aradı ve "TAKDİR EDİYORUM" dedi. Eder, kocam diye demiyorum, beni her zaman takdir eder. Niye lan, dedim. (hayır yani bileyim, bu defa niye)

24 Kasım 2014 Pazartesi

İlk öğretmenim

Benim ilk öğretmenim, Leman Hanım’dı.

Kulak hizasında aynı boy kesimli dümdüz simsiyah saçlarını hatırlıyorum, zarif bir hanımefendiydi.

Aslında kendisi annemin ilkokul öğretmeniydi. Emekli olduktan sonra İzmir’e taşınmıştı, oğlu, gelini ve torunlarıyla yaşıyordu. Akhisar’da hemen herkesler birbirinin akrabası olduğundan sanırım onlar da bizimkilerin çok uzaktan akrabasıydı. Sık sık akşam gezmelerine gider gelirdik. Arca kadar olduğumu tahmin ediyorum zira ilkokula başlamamış olduğuma eminim.