20 Ekim 2018 Cumartesi

Görüşmeyeli

Fark ettim ki, benim için hangi platformda yazdığım, ne yazdığım, nasıl yazdığım önemli değil, önemli olan yazmak. Sadece yazmaktan uzak kaldığımda rahatsızlık hissediyorum.

Yo, hayır, blogu bırakıyor değilim.

Tam tersi! 

Sadece epeydir blogda yazı yayınlamamış olduğumu ama yine de yoksunluk çekmediğimi fark edince, sebebini düşündüm ve buldum! Blog benim için amaç değil, araç. Yazmak için, yazdıklarımı paylaşmak ve dostlara ulaşmak için bir araç. Blogdan ayrı kaldığım bu kısa dönemde, yokluğunu hissettiğim tek şey, burayı okuyanların paylaştığı yorumlar oldu. Yazmak ise, hep vardı.

Ulen var ya, bu iki paragrafı okuyan da roman yazıyorum sanacak. Yok ya! Ne yazdığımı bilseniz ... Ama onu başka bir yazıya bırakacağım, evet bu kadar da pisliğim.

24 Eylül 2018 Pazartesi

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.26

Bazı hatalar bir defa bilemedin iki defa yapılır, her defasında aynı hataya düşüyorsan, sen çok affedersin, salaksın!... derler adama. Yine yeni yeniden gözlüklerimi bulmadan lenslerimi çıkardım, sonra evin içinde dört dönüyorum. Benim ve evladımın gözlüklerimi aramaya ayırdığımız zamanda atom filan parçalanabilirdi. Kaç defa tekrar lenslerimi takıp gözlüklerimi bulup lenslerimi tekrar çıkardım, biliyor musun? Ben de bilmiyorum, çünkü saymadım!

Bugün salaklıklarımın en salağını yazmak için klavye başındayım sayın seyirciler.

23 Eylül 2018 Pazar

İnce Hayat

Hangisi daha kötü bilmiyorum. Çıtkırıldım bir insanla yaşamak mı, çektiklerini hafife alan bir koca mı? Galiba bilmiyorum, zira çıtkırıldım birisi ile yaşamadım. Benim muhterem acı eşiği yüksek, doktora gitmekten nefret eden, çektiklerini hafife alanlardan.

Perşembe öğleye doğru aradı. Çok değil, bir iki saat evvel Arca'yı okula, beni işe bırakmıştı, marketten alınacakları soracak herhalde dedim. Hayır, kaza geçirmişti. Bisiklet kazası. Hızla yokuş aşağı giderken tekerleği tramvay rayının arasına girmiş, bu da onu ve bisikleti fırlatmıştı. Sürüklenmişti. Bileği ve dirseğinde yaralanma, kolunda paralanma vardı, üstelik başını da feci çarpmıştı. Şükürler olsun ki, kask korumuştu. Yoksa, muhtemelen ölürdüm, dedi. Öylece rahatlıkla söyledi bunu! O halde eve dönmüş, buz tedavisi uyguluyormuş. Bana da psikolojik tedavi uygulaması lazım.

17 Eylül 2018 Pazartesi

"Acımasız ve kusursuz bir okur kitlesidir çocuklar"

"Acımasız ve kusursuz bir okur kitlesidir çocuklar"
... Daha başlarken iyi okurdur çocuk. Çevresindeki büyükler kendi yeteneklerini ispatlamak yerine onun coşkusunu besler, ezberlenecek ödevlerini belletmeden önce öğrenme arzusunu uyarır, yolun sonunda beklemekle yetinmeyip gayretlerine eşlik eder, sürekli kendilerine zaman kazanmak yerine akşamlarını kaybetmeye razı olur, şimdiki zamanı heyecanla doldururken gelecek korkusuna boğmaz, zevkle yaptığı bir şey sıkıcı hale getirmekten kaçınır, o zevki kendine görev bilene kadar zevk aşılamaya devam eder, bu görevi her türlü kültürel öğrenmenin bedelsizliği üzerine oturtur ve kendileri de bu bedelsizliğin zevkine varırlarsa, iyi bir okur olmayı sürdürecektir ...

Kitaplardan alıntı yapmayı pek sevmem. Hele bir bölümü alıp lönk diye blog postuna nakşetmeyi hiç sevmem lakin bu pasajın tarafımdan izahı başka türlü olamazdı. 

16 Eylül 2018 Pazar

Türkiye ve Belçika arasındaki farklar, tespitler Vol.6 => Trafik özel

Belçika'ya geldiniz, hoş geldiniz, ehliyetinizi değiştirmeniz gerektiğini biliyor musunuz?

Ben bilmiyordum, daha doğrusu mevcut ehliyetimizi, Türkiye'deyken yeni ehliyetle değiştirdiğimizde ki bu beni dehşete düşürecek kadar kolay olmuştu, bunu uluslararası ehliyete dönüştüğü için Avrupa'da kullanabileceğimizi sanıyordum. Hatta Belçika'ya geldiğimde gururla arkadaşlarıma göstermiştim, hayır tabii ki değiştirmeme gerek kalmayacaktı. Nah kalmayacaktı! Neyse uzatmayayım detayları burada.

Çay, kahve, suşi, çiğ balık ve "limonları sık!"

Kahvaltıyı müteakip elime aldığım keyif çayımı, blogumla baş başa biraz zaman geçirirken içecektim, bu kararımı da ev halkına bildirirken aslında bana fazla bulaşmamalarını alt mesaj olarak iletmekteydim. Lakin İlker bu girişimimi fırsata çevirmek aruzusuyla, "cüceyi de al, öğretmenine mail yazacaktı, birlikte yazın" dedi. Paralel kitap okumalarımız gibi birbirini rahatsız etmeden ara sıra öpüşe koklaşa saatler geçiririz sandım, büyük yanılmışım.

9 Eylül 2018 Pazar

Rüyanın öte yakası

"...Ve Tanrı kadını yarattı!" Adını da Ursula K. LeGuin koydu.

Çok alakasız ama Rüyanın Öte Yakasını okurken aynen bunu düşündüm. Ursula bana hayal gücünün sınırsızlığını bu kitapta bir defa daha gösterdi, şapka çıkarmamak elde değil.

6 Eylül 2018 Perşembe

Kitap yorumu: Roman gibi

Blogcu anne'nin yazısını okuduktan sanırım 5 dakika sonra bu kitabı sipariş ettim. Tabii elime geçmesi ve okumam bugünü buldu.

Toplantı için Pilsen'deki fabrikaya giderken yanıma almakla isabetli bir karar vermişim, zira gidiş dönüş iki günde silip süpürdüm kitabı, yolculuk için şahane bir seçimmiş.

Ve okurken gülümsedim, kitapta ceket seçerken ceplerinin kitap sığdırmaya yetecek büyüklükte olmasına dikkat edenlerden bahsediyordu, ben de asla kitap girmeyecek boyutta bir çanta almam!

Kendimden bulduğum öyle çok benzerlik var ki kitapta...

5 Eylül 2018 Çarşamba

Ben, kendim...

Yalnızlıktan sıkılan ve mutsuz olan insanları anlamıyorum.

Ki daha geçen gün arkadaşıma, kocam oğlum gelsin ben bu yalnız yaşama olayını sevmiyorum, diye dudak büküyordum. Evet aile olmayı, evde kalabalık olmayı, çocuğumu kocamı ve onlarla yaptığımız her şeyi seviyorum ama bir gerçek var ki, ben, beni, kendimi, kendimle başbaşa olmayı da seviyorum. Yalnızlık benim katiyen sıkıldığım bir şey değil, kendimle bir muhabbetim var benim!

Evet bu işte! İnsanın kendisiyle muhabbeti olacak arkadaş. Kendiyle vakit geçirmeyi sevecek.

Bunun adı yalnızlık olmamalı.

4 Eylül 2018 Salı

Kitap yorumu: Sybil

Kitap kulübü dostlarım, bana çok şey kazadırıyorlar, en çok da muhteşem kitap tavsiyeleri:)

Belki de okuma zevklerimizin paralelliğinden, belki de birlikte okumanın bizi eriştirdiği o bambaşka düzeyden bilemiyorum, onlardan aldığım hemen her tavsiye, bende başka bir boyuta yolculuğu garantiliyor.

Sybil böyle mesela...

2 Eylül 2018 Pazar

Belçika'da ne yenir?

Belçikalı arkadaşlarla sohbet sırasında itiraf ettim: "Biz buraya gelmeden evvel ne yiyeceğiz diye kara kara düşünüyorduk. Sizin burada bu kadar sebze meyvenizin olduğundan haberimiz yoktu."

Bunlar şok! "Ne yiyoruz sanıyordunuz ki?"
Ben bira çekinerek, "Patates filan. Belki biraz konserve?"

Evet, hay bizim cahilliğimize.

28 Ağustos 2018 Salı

Kitap yorumu: İkigai

Bir gün bizim cüce ve yeğenim Duru ile yüzüyoruz, sahilde babamın bir kitap karıştırdığını gördüm. Sonra çıkınca ben de baktım kitaba, ilginçti gerçekten. Duru okuyordu, adı İkigai. "Alma sana ödünç veririm" dedi ama Belçika'ya dönecektim çocuğun kitabına çökmek istemedim, sipariş ettim.

Fakat sipariş ettiğim kitabın Duru'nunkinden farklı olduğuna çok sonra aydım. Benimki Ken Mogi'ye aitti, onunki daha çok basım yapmış mavi kapaklı olan. Pişman oldum zira onunkinden birkaç sayfa okumuştum, tam bir kişisel gelişim kitabıydı, yöntemler, adım adım anlatılıyor, madde madde şemalarla açıklanıyordu. Benimki, nasıl desem, biraz hikaye gibi...

Okudukça fark ettim ki, benim kitap İkigai'yi Japon kültürü üzerinden hikayelerle ve örneklerle aktarıyor. Daha çok hoşuma gitti.

26 Ağustos 2018 Pazar

#21gündedönüşüyorum: Yeliz'in sefer tası harekatı

Babam, yemek konusunda seçicidir, bir boğa burcu olarak pisboğazlık yaptığı görülmemiştir. Her zaman az yer, öğünlerini muntazam yer ve mümkün mertebe dışarıda yemek yemez. Şimdi değil, hep böyleydi. Kendi işi olduğu için öğlen dışarıdan pide, kebap söylemek kolay olurdu muhtemelen ama en fazla gevrek ya da kaşarlı tost yerdi, o da evden götürecek bir şey yoksa.

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Çünkü kokuların bizi anılara ışınlamak gibi bir büyüsü var.

Bu sabah kocaman peynirli bir tostu tıkınıp kahvemi her zamanki gibi balkonda içmeye meylettim. O da ne? Sonbahar gelmiş, estiriyor. Gerisin geri içeri kaçtım. Biraz kitaba daldım. Sybil. Her kadının içinden başka kimlikler doğduğunu düşündüğüm çok oldu. Her dönemecimizde yeni bir kadın oluyoruz. Kadının erkekten en büyük farkı bu bence. Kendi kimliğini bile üretme. Sybil özel. Kitabı daha bitirmedim ama kişilik bölünmesi, bir tür rahatsızlık olabilir, mutlaka tıpta bir tanımı vardır ve Sybil vakası elbette çok uç bir örnek. Lakin bence hemen her kadında az ya da çok kişilik bölünmesi var.

Ya siz bana bakmayın, ben Tutunamayanlar'ı okurken de kendime bir Olric edinmiştim, olur öyle, sonra geçer...

19 Ağustos 2018 Pazar

#21gündedönüşüyorum #12: Ne?! Yoksa balkabağına mı?

Dün kendimden beklenmeyecek şeyler yaptım.
Dexter'ın beni koklamasına izin verdim mesela. Onu biliyorsunuz.

Sonra kaslarımdan kırk yılın acısını çıkardım.

Sabahın köründe kalkıp belediyenin havuzuna gittim. Gerçi tabii öyle kalkıp gitmedim, her yeni deneyeceğim şeyde olduğu gibi ön araştırmalarım, gerekli alışverişlerim ve ön keşfim sayesinde gayet hazırlıklıydım. Önce zaten Gülnur bana siteden Fransızca çevirisini yapmıştı, suyunu nasıl temizlediklerine kadar her şeyi öğrenmiş, aklıma da iyice yatınca mayoydu, boneydi edinivermiştim. Sonra evvelden tecrübe etmiş olan Gökçe bana almam gerekenleri filan anlattı. Sağlık raporu istemiyorlarmış mesela, hop git, kafana boneni üzerine mayonu giy yüz bu kadar.

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Bizi aile yapan şeyler

Karne aldıkları gün Arca'nın okuluna toplantıya gitmiştik. İlker'le okul çıkışlarında keyifli sohbetlerini müteakip iyice ahbap oldukları ve muhterem için "superstar dad" diyen spor öğretmeni ile ayak üstü sohbet ettik ve yaz tatili planlarımızdan bahsettik.

Yazıktı bana, bu iki oğlan tatil yaparken ben tatil süresinin çoğunu çalışarak geçirecektim ve o ikisini feci özleyecektim. O da uzak mesafe bir ilişki yaşıyordu (sevgilisi sanırım Almanya'da) ve özlemin ne demek olduğunu biliyordu.

Öğretmen o an içimi ısıtan bir şey söyledi. Tam kelimesi kelimesine anlatamam, üzerinden neredeyse iki ay geçti ama en azından bende bıraktıklarını, zira tam olarak bizi anlatıyordu, ifade edebilirim...

16 Ağustos 2018 Perşembe

"Belçika'da en sevdiğin şey?"

Belçika'ya geleli şaka maka bir yılı geçti. Bu birinci yıl vesilesi ile İnsan Kaynakları departmanı yüz yüze bir toplantı talep etti. Maksat, nasıl gidiyor, her şey yolunda mı, yaramazlık var mı öğrenmek. Hala kimden kaynaklandığından emin olamadığım bir mesai fazlalığından rahatsız olduğumu belirtmek dışında, işle ilgili bir sıkıntım yok, hatta meslek hayatımda zorlnmama rağmen ilk defa yaptığım işten epey keyif aldığımı söylemeliyim.

15 Ağustos 2018 Çarşamba

#21gündedönüşüyorum #8: Çaba sürecini mutluluk haline getirmek

Sağlıklı yaşam, diyet işte ne nersen de, kesinlikle meşakkatli bir iş. Özellikle mutfakta özel bir çaba gerektiriyor.

Sağlıklı yaşam ve sağlıklı kilo vermekle ilgili eski bilgilerimi derlerken, karşıma Sassy Su çıktı.
Sassy su, “Düz Bir Karın ve İnce Bir Bel” kitabının yazarı Diyetisyen Cynthia Sass’in bir icadı ve yolu bir defa zayıflama çabasına düşmüş hemen her kadın için bilinen bir tarif.

12 Ağustos 2018 Pazar

#21gündedönüşüyorum #5: Nasıl gidiyor?

Vallahi iyi diyelim iyi olsun. 

Tartının rakamlarından memnunum. Hafta sonu atılan toplam 30.000 adım, az  ve sağlıklı gıdanın da payını hesaba katarsak, metabolizma yaşımın 27'ye kilomun -2 civarında seyretmesini light peynir ve 33 cc Trappist bira ile kutlamayı abes bulmuyorum. (Bu bünye öküz gibi cips ve çerez tüketimine alışkın olduğu için bu kutlama hali hazırda diyet kategorisine giriyor)

#21gündedönüşüyorum #4: iyi hissettiren aktiviteler

Klasik Belçika ofis muhabbeti: Hafta sonu ne yapacaksın?
Genelde cuma gibi sorulan bu soru, şahsıma özel olarak çarşambadan sorulmaya başlayınca (ailesinden ayrı zavallı Yeliz) beni bir telaş aldı. Harbiden ne yapacaktım bu hafta sonu?

- İlker görmesin - darmadağınık olmuş evi düzenlemeyi, hafta içi için alışveriş ve yemek yapmayı zaten planlamıştım. Havuzu da denemek istiyordum, bizim belediyenin havuzu Brüksel'in en iyilerindenmiş, temizlik sertifikası filan. Ama tabii önce mayo, bone filan almak lazım.

Arabayla yakındakine gitmektense, tramvay inşaatı yüzünden birkaç araç değiştirmem gereken toplu taşımayı ve tabanvayı seçtim ve merkezdeki Decathlon'a gittim. Türkiye'deki Decathlon'dan çok daha fazla çeşit var, adamlar spor için yaşıyor, ya ne olacaktı?