7 Mart 2018 Çarşamba

Haller haberler'de bugün: Yuvarlanıp gidiyoz

"N'abıyonuz? Ay oldu sesin soluğun çıkmıyor bacım, n'ettiniz?" diye soranlara gelsin: Yuvarlanıp gidiyoz.

Son yazımın üzerine üç dört tane yazı yazmış taslağa atmışım. Yazıp yazıp yayınlamamamın sebebi hiçbirini okuyanların beğenisine sunmaya layık görmediğimdendi. Ya da aslında şiddetle layık görüp olgunlaşmaları için demlendirmemdendi. Olsun, gün gelir okursunuz, günler çuvala mı girdi?

Eften püften püfürükten bir post yazacağımı daha şimdiden biliyorum, size de söyleyeyim, okumak zorunda değilsiniz. Dün Stuttgart'tan araba ile dönerken maillerime bakıyordum, içimden de ne vakittir bloga birkaç kelam yazamadım, ayıp lan diyordum. O vakit Serap'ın maili düştü, neredesin, diyordu. Ah nerede olacağım buradayım ama gel gör ki, feci yoğunum. Bak şimdi İlker ve Arca bir maç izlemeye daldılar da, attım kendimi klavyenin başına.

12 Şubat 2018 Pazartesi

Blog 10 yaşında! Mutlu yıllar blog :)

Canım blog 10 yaşında!

Bu gece kutlamak için güzel bir şarap açtım ve blog arşivinden rastgele yazılarımı tıklayarak zamanda yolculuk yaptım. Kişisel tarihime...

Önce ilk yazılarımı okudum. Neden bilmem, hiç öyle blog yazmaya başlıyorum, diye bir girizgah yapmamışım, direkt iş için gittiğim Kore'yi anlatmışım. Galiba başlangıcı olanın sonunun da olacağını düşünmemdi sebep, belirsizden gelip sonsuza gitsin istemişim belki, belki de vedalara olduğu kadar merhabalara da mesafemdendir.

Görkemden uzak bir başlangıç, görkemden uzak, benim gibi...

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kitap yorumu: Mutfağın Hatıra Defteri

"Buralar dutluktu" diye bir başlarsam roman olur şerefsizim!
Ama öyleydi. Yüzlerini hiç görmediğimiz insanları, yazıları ile sevdiğimiz zamanlar vardı.
Sonra?

Sonra soruyoruz : İçerik öldü mü?

Öldü tabii, helvasını bile yedik cümleten, ruhuna El-fatiha.

8 Şubat 2018 Perşembe

Ofis feministliğinin tatlışlığı

Geçen haftaydı, öğlen yemeğine biraz geç indim. İşe yemek götürmediğim ve yarım sandviç ile çorbaya talim ettiğim bir gündü. Masalar hemen hemen boşalmış. Bizim ofisten Belçikalıların ağırlıklı olduğu grubun yanına oturduk. Masadakilerin elinde bir telefon, bana dönüp uzaktan gösterdiler, yarım yamalak Torino'daki eventten bir sahne olduğunu seçtim, beni de sahnede mi paylaşmışlar acaba dedim. Yok ya bana bayağı kızmış gibiydiler. Niye ya n'oldu? Sahnedeki modelleri gösteriyorlarmış meğer. Ben de tebrik edecekler sandım, saf mıyım salak mıyım?

4 Şubat 2018 Pazar

Özledin mi beni blog?

Allah biliyor ya ben seni özledim, daha doğrusu yazmayı. Her gün klavye döven parmaklarım, blogspot dashboardını görünce yeminle coştu. Ayrı kaldığımız günlerde takipçilerim artmış. Sahi o nasıl oluyor? Hala bloglar okunuyor mu? Allah seni inandırsın, sanıyorum ki, bir sen, bir ben, bir de bizim birkaç yorumcan okuyor. Ve inanmazsın, bu da insana başka bir özgürlük bahşediyor, şükür. Kendim için yazmanın özgürlüğü hiçbir şeyde yok. Varacağın noktanın stresini değil, sürdüğün yolculuğun tadını çıkarmak gibi ... Anladın sen onu:)

Efendim, sebeb-i yokluğum tamamen iş. Allah başka vesile ile ayrılık vermesin. Torino'da bir ürün lansmanı vardı ve benim de, ikincisi sürpriz yumurta gibi son anda çıkmak suretiyle, iki önemli görevim. Projenin ortasında işe başladığımdan anca ucundan kıyısından dahil olduğum klimanın eventi.

15 Ocak 2018 Pazartesi

"Eyvah büyüyor!" dediğim anlar

Banyo, her seferinde biraz daha eksilerek dahil olduğum, bana duyulan ihtiyaç azaldıkça üzüldüğüm merasim. Sürece, sadece öncesinde tırnak keserek, sonrasında saç kurutarak dahil oluyor, arada bir de yokluyorum artık. Bugün bir başkası daha ellerimden kayıp gitti: tırnak kesmek. Artık onu da kendi yapıyor. Muhtemelen çok önceden kendisinin yapabileceği bir şeydi ama ben öğretmeye, göstermeye, denemesine hiç çaba göstermemiştim.

Bizde tırnak olayının hassasiyeti var. Doğduğundan beri her zaman tırnaklarını ben kestim. Sonra dört yaş civarı kesemedim, çünkü tırnaklarını yemeye başlamıştı. Sonra bir gün tekrar kestim, o tekrar kesmeye başladığım günü gözyaşları içinde anlatmıştım, hala hatırlayanlarımız vardır. Bugün denemek istedi, makası eline verdim ve bitti. İşte böyle böyle "eyvah büyüyor" dediğim anlar birikiyor.

14 Ocak 2018 Pazar

Brüksel karşılama merasimi

Bugün güneşi gördük. Yolda giderken bulutların arasından şöyle bir görünüverdi. Beş dakika kadar. Bence Brüksel için kayda değer bir süre.

Burası o kadar bulutlu o kadar bulutlu ki, aralık ayı boyunca toplam sadece 2 saat güneş görünmüş. Bu 1934'ten beri bir ilkmiş. İstanbul'a gri fanus dediğim zamanları anıyor ve çok özür diliyorum. Allah benim belamı da böyle veriyor, güzelim İstanbul'a bok atarsan... Brüksel seni böyle karşılar.

Brüksel'in bir karşılama merasimi de benim canım gözüm bisikletimi gasp etmek suretiyle oldu. Evet, yılların takipçileri hatırlar, o bisikleti ben bu bloga aldığım reklamların paralarını denkleştirmiştim de alabilmiştim. Neay!!! Tıklarken helal etmediniz mi len!?

13 Ocak 2018 Cumartesi

Kitap yorumu: Aşık bir adam

Az önce Karl Ove Knausgaard'ın "Aşık bir adam"ını bitirdim. Bu adam bende yazma isteği uyandırıyor, yazık ki, okurken onun yaşamının içinde yaşarken yazmanın yanına yaklaşamıyorum. Bu seriyi bana okutan Tufan'a "senin adamı elimden bırakamıyorum" diye mesaj attığımda, "araya başka kitaplar al" tavsiyesinde bulunmuştu, haklı biraz es vermeli.

4 Ocak 2018 Perşembe

Dumur diyalog #168

Yılbaşı hediyeleri hakkında konuşuyoruz.

A: İki hediye alacaksınız.
İ: O niye?
A: Ne demek niye!? Madem geldik, burada hiç akrabamız yok onların alacağı hediyeler ne olacak? Onların da alacağı hediyeleri alacaksınız!

.....................................................................

Brüksel ve İzmir ya da Türkiye ve Belçika arasındak farklar - karşılaştırmalı tam liste Vol.1

Bu akşam eve erken geldim. Daha doğrusu normal saatte geldim ama genelde fazla çalıştığım için bizimkiler şaşırdılar. Tatil sonrası beş dakika fazla kalamadım. Beş gibi eve damlayınca, kaç gündür salladığım patatesli yumurtayı yapmamak için haliyle kaçamadım. Ama yanına annemin mis gibi tarhanasıyla havuçlu marullu salatayı da kattım ki, kızartmaya dadanmasınlar.

Ay bunlar pek fena! Bak yine şikayet edeceğim. Geldiklerinden beri benim moral tavan, bir de muhteremin yemekleri pek şahane olunca kilo aldım yav! Neyse işte sebzeden yana fazla da seçenek olmayınca, böyle çorbaydı, salataydı, derken sağlıklı beslemeye çalışıyorum.

Ne diyordum? Akşam. Yemeği yiyince bana bir miskinlik çöktü, girdim battaniyenin altına, o ikisi PES maçı yaparken uyuklamışım. Tabii şimdi akşamın bu saati cin gibiyim. Söylemesi ayıp bir bira açtım keyfine, Zara'nın online indirimini değerlendirirken Leffe triple yuvarlamışım.

İlginçtir (aslında hayır değildir, zira ülkenin alım gücüne göre aynı mala farklı fiyat uygulaması global şirketler için olağandır) burada bok gibi para ödediğin aynı malı Türkiye'den neredeyse yarı fiyatına alabilirsin. Aldım. Ay sonu gelecek ablamların bagajını biraz şişireceğim artık :)

31 Aralık 2017 Pazar

2018 hedefi

Hyyge üzerine yazdığım yazıya gelen yorumlardan biri, Jardzy'e aitti.
"Itirazim var. mutlu insanlar refah icinde yasar. Mutlu ve güvende olan insanin para ile derdi olmaz. Para ve refah kendiliginden gelir. Bizim ülkemiz de degisecek ve temenni ettigimiz o ulke olacak."

Gerçi açık konuşayım, ay sonunu getiremeyen, asgari ücretin son zamla bile Almanya'daki işsizlik maaşından düşük ve açlık sınırının altında olduğu, emekliliği mezarda göreceğini bilen bir vatandaşımıza gel de hyyge niyetine kestane çizelim, sobaya koyalım (kilosu ekim ayında 70 TL imiş?) yanına çay demleyelim de kaygılarından kurtul, diyelim, kanımca ıslak odunla dayağı yeriz. 

Lakin ben Jardzy'nin neyi kast ettiğini az çok biliyorum ve sonuna kadar katılıyorum, dahası artırıyorum!

AŞMIŞ İNSAN.

28 Aralık 2017 Perşembe

Tatil

Ofis Christmas'ı yeni yıla bağlamış, cillop gibi tatilim var. Sanırım bu şekilde işyeri tatilleri, Avrupa'da oldukça yaygın. Bense iki gün Noel tatili yapacağız derken bir hafta tatili Meksika dalgasıyla karşıladım.

25 Aralık 2017 Pazartesi

İlginç ?

Geçenlerde Yıldıray'ın Blogcu Anne'deki yazısına denk geldim. Gülümseyerek okudum, bizim hayatımızdan izler buldum. Bana oldukça olağan gelen, anne dışarıda çalışırken babanın çocukla evde kalması durumunun aslında pek çoklarına "farklı" geldiğini fark etmemi sağladı. Ve bizim jenerasyonun mahalle ortamında büyümüş erkeklerinden muhtereme bir defa daha saygı duymamı da...

Yurtdışında yaşama kararını İlker'le uzun sohbetlerimizin neticesinde vermiştik. Toparlanıp gidecek değildik. İş bulmamız lazımdı. Kurumsal hayatı on sene evvel İstanbul'da bırakmış olan muhteremin tekstil mühendisliği diplomasıyla iş aramasındansa, hali hazırda global bir şirkette çalışan şahsımın girişimde bulunması daha mantıklıydı.

23 Aralık 2017 Cumartesi

Muhteremin "ölüyü dirilten et suyu" tarifi

Geçenlerde bir akşam iş dönüşü epey yorulmuşum, hani nasıl derler dokunsalar yıkılacağım. Asansöre bindim, kapısı açıldığı anda burnuma enfes bir koku geldi. Hmm birileri nefis bir şey pişirmiş... Üçüncü kata geldiğimde aşağıdaki kokunun sadece bir fragman olduğunu anlamıştım. Sabırsızca anahtarı arandım ve nihayet eve girdim. O koku evet sadece o koku şahsımı diriltmeye yetti. İlker'in pişirdiği sadece ve sadece et suyuymuş. Sadece demek haksızlık oluyor ama öyle...

Muhteremin mutfakta yarattığı harikalara "makarna pişirdi" "et suyu hazırladı" "mantar çorbası yaptı" gibi cümleler sarf etmek de öyle...

10 Aralık 2017 Pazar

Öyle işte...

Eşyalarımız geldiğinde alelacele sıraladığım kitaplarımı az önce ani bir kararla düzenlemeye başladım. Çünkü İlker'e fazla bulaşmak istemiyorum, zira maçla ilgili alakasız yorumlarım evdeki futbolseverleri ziyadesiyle sinir ediyor. Aile bütünlüğümüzün hayrı için maç süresince başka bir odada kendi halimde takılmam lazım. Lakin kitaplık düzenlemek çok tehlikeli üstelik bir maç süresine sınırlandırılamayacak kadar kapsamlı bir iş. Neden? Çünkü ben kitapları elime aldım mı başlıyorum kurcalamaya.

Yeni bir kitapsa önce arka kapak derken önsöz yetmezse ilk bölümden birkaç paragraf okuyorum.

7 Aralık 2017 Perşembe

Kültür şoku

Arca'yı ilk defa yarım günlüğüne mahalledeki kreşe yazdırırken kurum sahibinin her hava koşulunda çocukları bahçeye çıkardıklarını, "kötü hava koşulu yoktur, uygun olmayan giysi vardır" düşüncesini benimsediklerini işittiğimde pek sevinmiştim. Bu palavraların bizim gibi saf anneleri hedef alan satış argümanı olduklarını öğrenmem uzun sürmedi. Nitekim iki sene sonra daha kurumsal bir anaokuluna yazdırırken sormamıştım bile, hava biraz serinlesin, iki damla yağmur yağsın, çocukların çizgi film başına oturtulacaklarını biliyordum. Gerçi kurumlara bok atmak da nereye kadar doğru? Neticede yurdum annesinin soğuk algınlığı kabusunu hepimiz biliyoruz. Bir iki derken okul yönetimleri de pes ediyordur mutlaka.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Herkesin Hygge'sı kendine

Geçen hafta departman toplantısındayız, yeni bir klimanın katalogunda kullanılacak mekan görsellerini inceliyoruz, çok keyifli bir evden kareler slaytlarda akıyor. Herkes beğeniyor, ben de, çünkü yuva gibi bir ev. Ama bir uygunsuzluk var. Budur, tamamdır diyemiyorum.  Düşün düşün sonunda nedenini buldum!

Hygge.

25 Kasım 2017 Cumartesi

Çocuklar

İlker'siz bir haftayı sağ salim bitirdik. Arca da hayret etti, "atlattık vallaha" dedi. Artık benimle baş başa hayatın ne tür bir cehennem olacağından endişelendiyse... Gerçi ben de çok rahat değildim.

Arca'yı okula erken bırakıp, birkaç saat fazla okulda kalacağını anlatmak kolay değil. Anlamadığından değil, istemediğinden. İlk gün okul yolunda yürürken epey sızlandı. Hatta okul sonrası için ipadi bırakmamı istedi. Okulda ekran tamamen yasak. Okul müdürü, sıkılmayacağını garanti etti, dediği gibi de oldu. Zira okuldan sonra ödevlerini yapmışlar ve bahçede oynamışlar. Sonra ikindi kahvaltılarını yapıp anaokulunun oyuncaklı bölümünde vakit geçirmişler. Her yaştan onlarca çocuk olunca Arca'nın tabiriyle "korktuğu kadar korkunç" geçmemiş.

22 Kasım 2017 Çarşamba

En sevdiğim mevsimdi sarı sonbahar

İstanbul'un en sevdiğim mevsimi sonbahar. Yok bana hiç kimse baharda açan erguvanlardan bahsetmesin. Büyükşehir belediyesi otobüsleri erguvana boyadı beridir, sevmem baharı, onların olsun! Zaten İstanbul'un gri kışı ile yapış yazından kimsenin hazzetmediğinden eminim.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Ben?

Ben bizimkiler Belçika'ya ayak bastığından beri, pişmiş kelle gibi sırıtıyorum. İşteki arkadaşlara adağım vardı, baklava. İlker gelirken getirdi. "Vize sorunu aşıldı, tekrar bir aradayız kutlaması yapıyoruz" diyerek bir öğleden sonra herkesi mutfağa davet ettiğimde, bilmeyenler de öğrenmiş oldu. Hala birileri nasıl gidiyor diye sorduğunda, gözlerim parlayarak cevap veriyorum: İyi gidiyor, çünkü ailem yanımda.

Bu kadar.

19 Kasım 2017 Pazar

Biz

Az önce muhteremi İzmir'e yolcu ettik. Adam daha köşeyi dönmeden Arca özlediğini söylüyordu. Beni de özlüyor muydun allahsız! Özlüyormuş özellikle ilk hafta çok özlüyormuş sonra alışıyormuş. Bak dedim fazla da özlemeden bir hafta sonra gelecek işte. En azından biliyoruz, ne zaman gidecek ne zaman gelecek...

12 Kasım 2017 Pazar

Faydalı bilgiler kılavuzu

Muhtemelen okuyanların büyük kısmının umurunda olmayacaktır ama gerek neşeli anlatımım, gerekse bunca yılın hatırı, yazının okunur kılınacağına dair umutları canlı tutuyor.

Olur da Belçika'ya gelelim derseniz, ya da yerleşme planlarınız varsa, yazıyı okuyunuz, hatta çıktısını alıp çerçeveletiniz. Evet çok iddialıyım! Geldiğimden beri şahane insanlardan şahane tavsiyeler aldım, deneyimledim, bir influencer olmasam da vatandaşa hizmet amacıylan paylaşıyorum (günün çorbası - hizmette sınır tanımayan muhteşem blog... internet sağlayıcınızdan ısrarla isteyiniz!)

3 Kasım 2017 Cuma

Deniz

Geç oldu. Aslında yatsam uyurum ama muhteremle içtiğimiz akşam kahvesinin damarlarımda dolaştığının farkındayım. Hem zaten çamaşırın asılması lazım. Evde herkes uyuyor. Bu demek oluyor ki, kendimle baş başa kalabileceğim biraz zamanım var. Kitap okuyabilirim, dizi izleyebilirim beklerken, ne yapacağıma karar vermeye çalışırken sosyal medyada gezinmeye başladım. Deniz'in seyahatinden fotoğraflara denk geldim. Evet kararımı vermiştim, iki hafta önce yazmayı düşündüğüm yazıyı yazacaktım.

Deniz, Zeynep ve Yeliz.
soldan sağa: Zeynep, Deniz, Yeliz
Lise sıralarındaki arkadaşlıkları üniversitede mesafelere bölünmüş (İzmir, İstanbul, Bursa) ama mektuplarla hep birbirine bağlanmış (allah kahretsin yaşımız çıkacak:P) üç arkadaş.

30 Ekim 2017 Pazartesi

Belçika'da oturma izni nasıl alınır?

İlker ve Arca geleli iki haftadan, eşyalar eve taşınalı bir haftadan biraz fazla oldu. Son paketleri az önce açtım ve çeyizlik porselenlerimi de konsola yerleştirdim. Resmi olarak yerleştiğimizi duyurabilirim.

Yuvayı dişi kuş yapar lafı hikaye. İlker, iki aydır otel odasından başka bir şeye benzemeyen dört duvarı yuva haline getirdi. Perdelerimiz var! Gerçi kolay olmadı, buranın kornişleri bizi epey uğraştırdı. Muhterem, Evrim'den aldığımız tavsiye üzerine Türk Mahallesine bile gitti. Gerçekten her şey Türkmüş :) Muhabbetler de...

Perdeci: Abi nerde oturuyorsunuz, biz getirelim?
İlker: Uccle'da.
Perdeci: a niye ki? Orada hiç Türk yaşamaz, n'aptın abi ya? Buradan ev bulsaydınız keşke!

19 Ekim 2017 Perşembe

Tespitlere gel

Geliyorum. Madem geldik, yerleştik (yok aslında henüz yerleşemedik), biraz tespit biraz gözlem az buçuk ortaya karışık geyik yapabiliriz :)

Belçika D tipi çalışma ve aile birleşimi vizesi nasıl alınır?

Yeni yazı yayınladığıma göre vize konusunu kapattığımızı anlamışsınızdır. Fakat ne çektiniz benden:) Ama çile bitmedi. Son bir yazı ile başımıza gelen türlü belalarla kafanızı son bir defa daha şişireceğim. Hazır mıyız?

Hepimiz bir şekilde çalışıyoruz ekmeğimizi kazanıyoruz. İşini sevebilirsin, sevmeyebilirsin fakat yaptığın işe saygı göstermek zorundasın. Özellikle de yaptığın iş insanların hayatlarını etkiliyorsa, mesela öğretmensen, doktorsan... Ya da bir vize başvuru merkezinde memursan...

14 Ekim 2017 Cumartesi

Mutluluk yadırganır mı?

Geldiler.

Bense uyuyamadım, benim o yer döşeğine üçümüz sığıştık, pazartesiye kadar böyle. Horultu orkestrası uykumu kaçırdı, üstelik Arca iyice yayıldı, en son yerde uyumaya debeleniyordum. Aman, dedim, kalk bari, depresyondan bütün hafta sonu uyuduğun günlere say.

Bu gece de mutluluğu yadırgasın bünye, n'apalım :)

28 Eylül 2017 Perşembe

Kapatiyoruz

Ablam nazara inanir ve dikkat eder. Bir gun bana "insanlarin pozitif enerjisini uzerinde hissetmen guzel ama nazarin nereden gelecegi belli olmaz (uzerinden cok zaman gecti tam kelimeleriyle olmayabilir) cok aciksin", demisti. Allah biliyor ya onemsememistim, cunku…

Sebebi cok.

Oncelikle nazarin kotuden geldigine, burayi okuyanlarin kotu olamayacagina inanmak istiyordum.

Hem sonra nazar edecek ne var ki, neyim var ki? kimsenin gozune hicbir seyi sokmuyorum ki? Allah askina neyi sokacagim zaten? Ailemden ayri kalmami mi? Gunduzleri bir sekilde calisip oyalanip aksamlari ve hafta sonlari bos evin duvarlarina bakip aglamami mi? Ailemin artik sabrinin tukendigini mi? Oglumun ha bugun ha yarin bu vize cikar diye dusundugumuzden okula gidememesini mi? Sikintidan birkac ayda sekiz kilo almasini ve ruh sagligindan oldugu kadar fiziksel sagligindan da endiselendigimi mi? Bu yurtdisina gitme pardon gidememe isinin ‘benim sayemde’ olmaktan cikip ‘benim yuzumden’ cekilen rezillige donusmesini mi? Iki ayri ulkede iki ayri evimizde birer masa dorder sandalye ile birer dosekten ibaret sefilligimizi mi sokayim? Giren bana girmis, gerisine cigdem citleyip izlemek dusuyor. Ekranin ote tarafindan bakinca kuyrugu dik tutuyor gibi mi gorunuyorum? Yok vallahi tam tersi hic normal degilim.

Hadi ablamin lafini onemsemedim de onceki yaziya gelen yorumlara ne demeli? Hem de en sevdigim arkadaslardan (burayi her zaman okuyanlari arkadaslardan ayirmadigim icin…)

Olabilir mi? Bu kadar negatiflik bu kadar kotuye gidis… gercekten hepsi nazara baglanabilir mi? Ailemin ve beni sevenlerin dualarinin hic mi faydasi yok?

Yine “yok canim” diyecektim ki, tum evraklari tamamlamamiza ragmen, karar icin gun sayip bir hafta oldu, nerede kaldi bizim karar diye sorguladigimda, daha bugun “aylar” telaffuz edildigine gore… Gercekten nazar diye bir sey olabilir mi?

Olsun olmasin. Artik hicbir seyi riske atacak sabrim kalmadi. Madem boyle negatif bir sey olusturuyorum burada, daha da tek kelime yazmam!  

Ailem yanima gelesiye kadar bu da burada onlem olarak dursun. Hadi bana eyvallah!


nazar boncuğu resmi ile ilgili görsel sonucu

22 Eylül 2017 Cuma

And the Oscar goes to...

Bendeniz!

Bugün insan kaynakları, şahsım ve vizeyi takip eden danışman firma yetkilisi arasındaki telekonferans toplantısında ortaya koyduğum kan, şiddet, gözyaşı içerikli, Merlyn Streep'e taş çıkaran ultra şahane performansım, otoriteleri ziyadesiyle şaşırtacak nitelikteydi. Oyunculuk piyasasında pek ala geç kalmış bir keşif olarak nitelendirilebilirim!

Nicedir danışman firmanın bizim dosyayı takipte zayıf kaldığını sezmekteydim. Öyle ki, Ankara'daki konsolosluğa ben ulaşıyorum, koskoca firma Belçikalardan ulaşamıyor. Adama sormazlar mı kardeşim sen konsolosluğa ulaşamıyorsun memleketinin bakanlığına nasıl söz geçireceksin? Nitekim geçiremiyordu zaten. Bir evrak veriyorum, bir tercüme, bir mail o kadar.

17 Eylül 2017 Pazar

görüntümle tezat gerçekliğim

On üç yaşımın yazıydı, çok iyi hatırlıyorum çünkü bütün bir gece boyunca sohbet ettiğim ablamın arkadaşı (kızın adını hatırlamıyorum şimdi) yaşımı öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Hemen her kız çocuğu gibi çabuk büyümüştüm ve yaşımdan büyük gösteriyordum ama sebep sadece bu değildi. Kendi yaşıtlarımı çocukça bulduğum için ablamın arkadaş grubuna sızmaya çalışıyordum. Bu konuda da oldukça başarılıydım. Neden? Çünkü bütün çocukluğum benden büyük kuzenlerin sohbetlerine katılmakla, okuduklarına ve walkmanden dinlediklerine yancı olmakla geçmişti. O kız da beni on yedi yaşında sanmıştı, on yedi yaşında gibi davrandığıma ve göründüğüme göre ne bekliyordum ki? Gayet normal.

11 Eylül 2017 Pazartesi

Yağmur ve sonrası

Ağaçları, ormanı sevdiğimi fark ettiğimde sanırım ilkokuldaydım. O yıllar ilkbahar aylarına denk gelen bayram tatillerinde, annemler bizi İstanbul, Çanakkale, Bolu, Bursa, Ankara gibi başka şehirlere götürürlerdi. Bolu'daki ormanların beni müthiş etkilediğini hatırlıyorum. Hiç o kadar yüksek ağaçları, o kadar farklı tonda yeşili bir arada görmemiştim.

İzmir dünyanın en güzel şehri olabilir - ki bence öyle - yazık ki pek yeşil değildir. Kültürpark'tan başka (şimdi bir de Kent ormanı var), ağaçların altında yürüyebileceğiniz yolları yoktur. Üniversite için İstanbul'a gittiğimde, küçük kampüsümüzün sayılı ağaçlarının ve komşumuz Gezi Parkı'nın bana orman gibi gelmesinin sebebi bu olsa gerek. 

kısa #19

En sıkıldığım zamanlarda beni yoklamayı başaran bir arkadaşım var, Elvan. Nasıl yapıyor anlamıyorum, en kaybolduğum, en kendimi kötü hissettiğim anda bir mesaj atıveriyor, "nerelerdesin, kayıp mısın" deyiveriyor. Telepati, belki?

Bugün yine kendimi bok gibi hissettiğim bir anda mesaj attı, arayayım mı dedim, konuştuk. Daha doğrusu ben anlattım. O dinledi. Bazen sadece söylediklerinizin dinlenmesini istersiniz. Bu, ağlamak gibi. Çözümün o anda o kişi tarafından sana sunulmayacağını bilmene rağmen içini akıtmak.

9 Eylül 2017 Cumartesi

sıkıldım

Yağmurlu ve yalnız bir Brüksel sabahında yapılacak en iyi şey yazmak. Bir de kahve içmek.

Maille, sosyal medya, whatsapp ve çağımızın her iletişim kanalından bu fakire ulaşıp "Bacım iyi misin? Niye yazmıyorsun? Ah yoksa sizinkiler geldi de çok mu meşgulsünüz ay hadi inşallah..." şeklinde meraklarını ileten, alakalarını, iyi dileklerini üzerimden eksik etmeyen dostlar olmasa, bizimkilerin vizesi çıkasıya kadar tek satır yazmamaya karar vermiştim. Neden?

Çünkü kelimenin tam anlamıyla SIKILDIM.

27 Ağustos 2017 Pazar

Kurgu bebek ıspanak salatası

Bütün gün karpuz gibiydim. Mutfak sandalyelerinden sonra oturulabilecek tek yerde yani Arca'nın şiltesinde bir o yana bir bu yana devrildim. Kahvaltıdan sonra biraz yatakta okuyayım dedim uyuyakalmışım. Aslında pazar günü için bütün hedefim buydu. Haftalık yemeklerimi pişirecek, evi biraz düzenleyecek ve bol bol dinlenecektim. Ama cep telefonunun interneti bitince dışarı çıkmak zorunda kaldım. Tabii ki dükkan kapalı, ne sanıyordum ki?

Cumartesi

Biri benim önümden şu M&M's denen hastalığı alabilir mi? Çikolatadan genzim yandı hala yiyorum. Markete aç karnına gidip böyle zararlıları aile boyu almak çok yanlış.

Bütün hafta köpekler gibi çalıştığım için hiç markete uğrayamamıştım, haftalık alışveriş bugüne kaldı.

Allah biliyor ya harbi çok çalıştım. İki sebebi var, hem benim gibi Türkiye'den gelenlerden farklı olarak bizim şirketin Türkiye fabrikasından gelmediğim, dolayısıyla 1-0 geriden başladığım için hiçbir şey bilmiyorum ve öğrenmem gerek, hem de geçtiğimiz iki hafta evdi, vizeydi tatildi derken işlere konsantre olamadım, bir şekilde bir ucundan tutmam lazım.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tehlikenin farkında mısınız?

Yeni bir ülkeye alışırken hayal edemeyeceğin zorluklarla karşılaşıyorsun. Her şeyi olması gerektiği gibi, kuralıyla düzeniyle yapıyorsun ama yine de işler ters gidebiliyor. Aslında bu hep böyle ama yabancısı olduğun ülkede daha zor yaşanıyor.

Vize meselesini yeniden açmayacağım, elimizden geleni yaptığımıza inanıyorum, bundan sonrası Belçika dışişleri bakanlığının hızına, insafına ve bizim şirketin danışmanlığını yapan firmanın kabiliyetine kalıyor (ve işte tam da bu yüzden yandığımızın resmidir!)

Benim aklıma, hayalimin köşesine gelmeyen başka bir zorluk isim meselesi.

20 Ağustos 2017 Pazar

Sarasvati

Belçika'ya geldiğimden beri yeni doğan bebeye sahip analar (instamom:P) gibi, yediğimi içtiğimi, gazımı paylaşıyorum, nasıl bir disiplinse artık bu:) Arca'nın bebeklik günlerine döndüm. İçimden yeni bir Yeliz mi doğurdum acaba? (Başka doğurmayacağım ya matruşkaya döndüm)

Biliyorum aslında bunları hep aylar yıllar sonra dönüp okumak için yazıyorum. Bir de tabii, bu deli kızın yeni hayatındaki gelişmeleri merak edenler için...

İçtimayı bir yana korsak, işin duygu tarafı var ya, o çok fena. Dua edin duygusala bağlamıyorum, yoksa antideprasana başlarsınız.

Bu olayın duygu tarafını en güzel işteki arkadaşım Melike tarif etmişti; "bir gün coşuyorsun, her şeyin iyi gittiğine şükrediyorsun, bir gün işler ters gidiyor ve hayatın tepetaklak oluyor gibi hissediyorsun, ilk zamanlar böyle geçiyor."

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Ev

O ayak başparmağımın üzerine çekmece kapağı düşürdüğüm gün, burnumun ucuna kadar gelen son yağmur damlası da düştü ve ben tramvaya atlayıp otelin yolunu tuttum.

Merak etmişsiniz teşekkürler ama ayak parmağında biraz morluk vardı, kırık çıkık yok, yani önceki postun içine kaynamış ama sorun yok çok şükür. Bir ara ben size zehirli ottan şişen yüzük parmağımı anlatayım, bak bunu İlker bile bilmiyor:)

6 Ağustos 2017 Pazar

Brüksel'de ev

Geçen akşam yayınladığım çamaşırhane postunu gören çamaşır sırasına mı girmiş ne, indim şimdi, boş makine yok dediler. Peki. Ne para kırıyorlar ha, 5 oyro bir makine eyvallah. Ne o deterjanını koyuyormuş, otelin çamaşırhanesisin neticede, almayıver?

Odayı ilk kurcaladığımda koca buzluğu görüp rakı mı içeceğiz, amma abartmışlar demiştim, bak şimdi nasıl lazım oldu. Nasıl? Şöyle, bugün bir ev gezerken ayak baş parmağımı paraladım. Allah seni inandırsın mosmor! Hayır abartmıyorum, az öne alsa darbeyi, tırnak düşerdi, darbe az daha kuvvetli olsa, kemik çatlardı bak, garanti!  Olay şöyle cereyan etti...

Burada bir es veriyor, çiğdeminizi çekirdeğinizi almanızı bekliyorum. Herkes hazırsa başlayalım.

30 Temmuz 2017 Pazar

Lost in transportation in Brussels

Ay geldi ecnebi memlekete hemen de yabancı dil yumurtluyor diye düşünene dalmayacağım, hakkımda atıp tutmak serbest, lakin bilin ki, Lost in Translation filmine gönderme yapıyorum (entellektüelitemlen ezmeyeyim de...).

Sondan mı başlayalım, yoksa toz ve bulut evresinden mi? Her şekilde toz ve bulut evresine geçeceğimi hepimiz biliyoruz, değil mi?

Peki, tamam kaldığımız yerden başlıyorum.

23 Temmuz 2017 Pazar

"Yazsana kardeşim!"

He vallaha yazsana:) Canım Enne, son yazıma yorumunda böyle demiş, "yazsana kardeşim".

Sosyal paylaşım dürtüsünün temellerini attığım en kıymetlim, blogumu, ihmal etmiş değilim. Katiyen! Sadece bilgisayarın başına oturamadım. Yoksa instagram story, blogun köpeği olsun. (az önce zibilyon tane story paylaştı ama çaktırmıyor)

11 Temmuz 2017 Salı

Son iki hafta

Son iki hafta ve sonra iş başı. Belçika vize tarihinde sanırım bir ilk yaşandı ve araya bayram tatili girmesine rağmen üç iş gününde vizem çıktı. (Belçika'da artık bana nasıl ihtiyaç duydularsa alelacele çıkarmışlar vizeyi puhhahaha) Ama maalesef tek başıma gidiyorum. Çünkü İlker ve Arca,vize çıkmasını bekleyecekler. Arca'ya bunu bir iş seyahati gibi görmesini önerdim. Ama ne kadar sürecek bir iş seyahati bilmemek ikimiz için de sinir bozucu. Arca bana beş gün verdi. Çocukların duaları kabul olur değil mi? Beş gün iyi bence, hadi on olsun ama daha fazla olmasın, amin.

23 Haziran 2017 Cuma

Ankara

Döndük. Ankara'dan.

"Bugün git yarın gel" nakaratının sadece Türk devlet dairelerine özgü bir şey olduğunu sanıyordum, yanılmışım. Belçika konsolosluğu da bu konuda bizimkilerle yarışırmış meğer. Meğer aklına esmiş de bu hafta çalışma vize başvurularını kabul etmeye amma ve lakin ailenin kalanının vize başvurusunu kabul etmemeye karar vermiş. Öyle işte...

19 Haziran 2017 Pazartesi

Haftanın Menüsü

"Günün çorbası" "Haftanın menüsü"ne dönüşmek üzere. Hani gece vakti uykum da kaçmasa nasıl blogun başına oturacağım da iki satır yazacağım bilmiyorum.

Az önce vize için başvuru formlarımızı doldurduktan ve elindeki telefonla oynayan ve bir türlü yatmayan muhteremi fırçaladıktan sonra uykuya yolladım, ama davulcular sağ olsun, benim uyumama müsaade etmediler. Güzel de çalmıyorlar ki arkadaş. İnsan bir oyun havaları çalar, maksat uyandırmak değil mi, ne var azıcık keyiflensek?

Yok ama küfretmedim, kendime bir papatya çayı koydum, bilgisayarın başına oturdum. Boş gezenin kalfası olmanın böyle rahatlıkları var, üç saat sonra kalkıp işe gideceğim stresi taşımıyorum, oturup "Haftanın Menüsü"nü yazabiliyorum.

9 Haziran 2017 Cuma

Arca, Belçika, karne, okul ve daha fazlası...

Arca'nın Belçika hakkındaki hislerinin değişim hızına yetişemiyorum.
Hayır, hiçbir zaman olumlu bakmıyor ama negatif hislerini, bazen daha ılımlı, bazen daha sakin, bazen daha duygusal ve bazen iç acıtıcı ortaya koyuyor. Bazen sanki hiç gitmeyecekmişiz gibi davranıyor, her seferinde tekrardan alıyorum, baştan, tek tek...

En son geçen Cuma günüydü. Akşam üzeri okuldan geldi, sohbet ederken tatil konusu açıldı, onu motive ederken en büyük kozumuz Avrupa'da görmek istediği her yere sık sık seyahat etme planlarıydı. Fakat o gün ters tepki etti.

6 Haziran 2017 Salı

Samos'a gidin ama...

Biz gibi bayramda filan gitmeyin. 19 mayıs tatilini değerlendirmek için kötü bir alternatifmiş, düşünemedik. Gidişimiz ve dönüşümüz kabus gibiydi. Şöyle anlatayım, feribot 08:00'de kalkacaktı güya, bir buçuk saat rötar yaptı ve Karlovasi'deki pasaport kontrolünü geçip de otele vardığımızda saat 15:30 civarındaydı. Dönüş de aynı.

Ha bir de unutmadan, Sığacık-Karlovasi feribotunu tercih etmeyin, mümkünse Kuşadası'ndan gidin. Bizim gittiğimiz hat sanırım çok yeniydi, organizasyonsuzdu, yığılmalar oldu, belki tatildendir bilemiyorum ama özellikle feribot seyahatini üstlenen firma çalışanlarından çok şikayet oldu. Free-shop da yok maalesef, hani içki, parfüm almayı free-shop'tan halletmeyi düşünürseniz, aklınızda olsun.

Kitap yorumu: Sıcak külleri kaldı

Oya Baydar'ı Melek Ulagay ile hazırladıkları söyleşi kitabı sayesinde tanımıştım: Bir Dönem İki Kadın  Yo, hayır galiba Deniz Gezmiş'i okuduğumda tanımıştım.

Edebiyatçı yönünü de o kitap sayesinde öğrenmiştim. Lisedeyken epey ses getirmiş bir roman yazmış. Sonrası hep politika.

"Sıcak Külleri Kaldı", kitap kulübünde seçilince ve ben Oya Baydar'ın edebi yönüne hayran kalınca, keşke bütün hayatı boyunca yazsaymış, roman yazsaymış diye aklımdan geçirdim. Öyle güzel, öyle akıcı bir dil...

1 Haziran 2017 Perşembe

an itibariyle

İlker işten erken geldi, sağdaki odada Buselik Makamına şarkısını seslendiriyor. Arca şu anda ipad oynarken bir yandan kankası Poyraz'la telefonda konuşuyorlar. Oynadıkları maçı spiker gibi anlatıyor, o da solumda odada. Ev tımarhaneden hallice.

Ben de Samos ile ilgili birkaç satır bir şey yazacaktım, nerde?

30 Mayıs 2017 Salı

#gezi4yaşında

İşten ayrılalı neredeyse bir ay oldu, henüz televizyon açıp kadın programı izlemedim. Halbuki Müge Anlı ve bir de Seren Serengil'in programlarını çok merak ediyorum. Televizyon açma alışkanlığı olmayınca olmuyor. Bir tek geçen hafta ütü yaparken Aşk-ı Memnu'yu bakayım dedim, gitmedi, Fi'yi açtım. Zaten ancak ütü yaparken...

Bu sene İlker'le izlediğimiz iki dizi de final yapıyormuş, İçerde zaten hikayesi belli, uzasa saçmalayacak bir dizi olurdu, bitmesine sevindim. Cesur ve Güzel ise, oyuncularının hatırına izler olduğumuz dizi, uzatmayıp bitirmeleri yerinde bir karar olmuş.

Bu sabah kahvaltı yaparken twitter'ı açtım, illa bir şey açılacak. Aslında biliyor musun, yemek yerken bir şey okuyup izlememek lazımmış. Bu hem yediğin her lokmanın farkında olmamızı sağlarmış hem de yavaş yediğin için kilo vermende faydası olurmuş. Tabii ben zaten hep bu yüzden kilo veremiyorum, televizyon olmasa da telefona bakmak yüzünden, yoksa dal gibi olacağım.