En son güneşi iki hafta önce görmüşüz, blogdaki pazar yazılarımdan birinde gördüm. Güneşi geçtim hadi. Soğuğu da ayrı! Ulen Nisanda 6 derece ne? Mont ne bere ne? Bir yağmur bir hafta boyunca aralıksız yağar mı? yağıyor şerefsizim. İklimine ettiğimin memleketi..
Diye saydırırken köşeyi dönüyorsun, karşına çıkıveriyor. Kulağındaki müziği bile kapatıp karşı kaldırıma geçiyor, dakikalarca izliyorsun, çok güzelsin be manolya çok…
Sabah ağlayarak uyandım, çok gerçek çok absürd ve çok üzücü bir rüya gördüm. Rüyada chopstick ile annemin yaprak sarmalarını yiyen Japonlar da vardı, melek oldukları söylenen gözlerine bakarak sana bütün hüznünü unutturan telepatik genç kadınlar da vardı. Hikaye çok katmanlı, detaya girmeyeceğim, sadece babamı çok net çok canlı görmek “yahu gel de bir duble rakı içelim” gibi tam da onun cümlelerini işitmek çok dokundu. Özlemişsem demek ki… Rüyayı sayfalarca ağlaya ağlaya yazdım, İlkere salya sümük anlattım. Evlere sığamadım bok gibi soğukta sokaklarda kilometrelerce yürüdüm, eve gelip yemek pişirdim, yemek yedim, kahve içtim yok bir içimi bloga döküverem dedim. Bir de aradım babamla konuştum oh ferahladım, içimdeki o kötü his uçtu gitti.
Öyle işte…
Dağıtalım konuyu.
Ne zamandır neler okuduğumdan bahsetmemiştim. Depremden beridir, gündem takip etmekten, kafa dağınıklığından neredeyse tek satır okuyamadığımı hatta kitap dinleyemediğimi fark ettim. Neye elimi atsam bırakıyordum, polisiye denedim, Ahmet Ümit bile sarmadı, düşün yani Kar Kokusu hem de. Klasikler açmadı. Jane Eyre bir daha okumanın zamanı gelmedi mi? Gelmemiş demek ki. Benim gibi okuyamayangillerden birinin Tarık Dursun K “Hasangiller” okuduğunu görünce merak ettim, açtım okudum derken bitiverdi. Ne güzel ne rahat bir dil ne akıcı bir üslup … Bu yaşıma kadar yazarı hiç tanımamış olmak da ne büyük geç kalmışlıkmış. Şimdi Rızabey Ailevi okuyorum, aynı yazardan. Tanrılar Okulu’nu da dinlemeye başladım, bakalım.
Sosyal medyadan elimi ayağımı iyice çektim. Twitter’da gündem takip edip, Instagram’da boş boş vakit öldürüyorum, sadece takipçi olarak. iki fotoğraf bir yazı koymaya üşendiğimden değil, içimden gelmiyor, başka da bir açıklaması yok. Halbuki yine okuduklarımı paylaştığımda okumayı seven takipçilerle kaynatsak, ne bileyim, bilgi alışverişinde bulunsak yine. Özlemediğimden değil de, aynı tatları alamayacakmışım gibi bir his.
Öyle işte…
Netflix’te dizi izlemek de, izlediğim tek Türk dizisi Yargı’yı heyecanla beklemek de eski tadı vermez oldu. Yargı’yı birkaç bölüm önce bıraktım. Avrupa Yakası izlemeye başladık. Burhan’lı bölümlere atlaya zıplaya gelivermişiz. Yirmi sene evveline göre daha çok gülüyoruz, gülmeye ne çok ihtiyacımız varmış. Yirmi sene önce Tahsin beye hiç benzemeyen babam şimdi her akşam Tahsin bey karakterinde karşımızda. Hey gidi…
Geçen hafta Fazıl Say’ın Brüksel’e geleceğini hem de deprem dayanışması için konser vereceğini duyunca koşa koşa gittik.
Artık Arca akşamları da uzun saatler kendi başına evde kalabiliyor. PS sağ olsun, gıdasını suyunu bıraktık mı, komşulara bile haber vermeden çıkıp gidebiliyoruz. Kocamla ikimize bir özgürlük geldi hemşire, pek mesuduz. Yıllardır katılamadığımız tüm akşam etkinliklerine yelken açmaya hazırız. Yaşasın ergenspor!
Arca demişken Paskalya tatiline girdi, bahar karnesi notları düşmüş olmasına rağmen iyi. Bölüm seçimi ile ilgili Latine devam etsin derken tüm öğretmenleriyle hemfikir olduğumuzu görmekten memnun olduk. Evet Arca isterse ekonomi bölümü de seçebilirdi ama Latin bölümünün imkanları ve geniş alanı yıllar içinde değişebilecek fikirleri için daha fazla seçenek sunacak, ekonomist olmakla sınırlı kalmayacaktı. Hala netleşmedi, son karar için haziranı bekliyoruz.
Hayat akıp gidiyor. Bir de bahar geliverse iklimine sıçtığımın memleketine!