9 Eylül 2014 Salı

Haftaya başlarken…

Tamam ben de dün başladım haftaya ama nasıl başladım hatırlamıyorum. Sabah altı buçukta kalkıp kahvaltı hazırladım ve çıktım. Sonra tüm gün boyunca Cuma günü izin kullanmış olmanın bedellerini ödedim. Arada küçük bir mola verip ilkokula dün başlayan yavruları ve analarını aradım. Biz geçen hafta o dilekçeyi vermemiş olsaydık, Arca da başlayacaktı dün, aynı heyecanlar…

4 Eylül 2014 Perşembe

Erteler misin? Savsaklar mısın? Gel yamacıma :)

Haziran ayıydı sanırım, evet haziran olmalı. Twitter’a bakarken bir link dikkatimi çekti, algıda seçicilik, klimalarla ilgili bir yazı. Teknolojikanneler.com’da yayınlanmış. Yazı gayet güzel ama ufak tefek eleştirilerim oldu, teknolojik annelerden Derya ile yazıştık, derken Derya sen de bir yazı yazsana dedi. A neden olmasın? Yazarım tabii… Allah seni inandırsın üç ay sonra yazıyı gönderdim. Ertele babam ertele… Ama sanma ki tamamen aklımdan uçup gitti, bu süreçte konu ile ilgili yeni yönetmelikleri anlatan bir makale bile yazdım, sayısız kaynak okudum, araştırma ve derleme yaptım.. Bu arada birçok blog yazısını ve diğer tüm işlerimi hiç anlatmıyorum bile. Sezon bitti, kimsenin klima filan alacağı kalmadı, ben o makaleyi sadeleştirerek Derya’ya gönderdim. Bravo bana!

Evet ben Yeliz, ben bir sistematik erteleyiciyim…

3 Eylül 2014 Çarşamba

Okul yazısı

Aman eksik kalmayayım...

Arca şu anda 67 aylık. Yani aslında ilkokula başlama yaşında. Arkadaşları arasında başlayan var, başlamayan da var.

Sonbahar sizin olsun.

Akşam rüzgarlarının serinliği geçicidir dedim ama yok geçmiyor, Eylül 1 dedik bizim pencereler birer birer kapanmaya başladı. Sonbahara direniyorum.  Bu yaz çabuk mu geçti ne? Üstelik öyle iyi filan da geçmedi. Biz kendimize şükür nefesleri bahşettik, o da hepi topu birkaç güzel an… Gerçi mutluluk dediğin an değil de nedir?

31 Ağustos 2014 Pazar

ALS


Geçtiğimiz günlerde Blogcu anne Elif, ALS hastalığı hakkında farkındalığı artırmak için bir adım attı. Bizlere de katkıda bulunmamız için çağrıda bulundu. 

Açık konuşayım, günlerdir hem sesimin düzelmesini bekledim hem de aklıma yaratıcı bir fikir gelmesini... Hiçbiri olmadı. Ben de kendim olmaya karar verdim.

Kendi videomu çekerken baktım Arca musallat oluyor, aldım karşıma konuştum. Neden video çekiyorum, ALS hastalığı nedir, nasıl destek oluruz... Bir bir anlattım. Yo hayır, bir travma geçirmesinden çekinmiyorum, zira iki yaşının ilk bir ayını hastanede geçirmiş bir çocuk olarak travmanın babasını yaşayalı yıllar oluyor. Çocuklar bir yerlerde birilerinin acı çekmekte olduğunu bilmeli bence, hayat tozpembe değil. Ve insanların acılarına ortak olmak, onlara destek verebilmek en büyük erdemdir.

Arca, videonun sonunda mücadeleye davet etmek istediğim isimleri telaffuz ediyor; bir de buradan alt yazı geçeyim: 
Instagramda yaratıcı kitap temalı paylaşımları ile takip etmekten keyif aldığım : http://instagram.com/fuufu_
Blog yazılarını ve sosyal medyadaki paylaşımlarını sevdiğim Özge : durumbildirimi.com
Ve ana girişimci (anagirisimci.com) : Hülya 

Bu yazıyı yazmadan önce, hem biraz daha bilgi edinmek, hem de öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak için biraz araştırma yaptım. Zira ALS'yi bir kova buzu kafasından aşağı boca eden insanlarla tanımıştık ama hangimiz ne kadarını biliyorduk?

Aşağıdaki önemli bilgileri Aslı Şahin isimli doktora öğrencisinin yazısından birebir kopyaladım. Öyle güzel öyle açıklayıcı yazmış ki... Beni en çok etkileyen kısım, hastanın tüm yaşadıkları sırasında bilincinin hep açık olması... Ben bunu hayal edemiyorum, çok uğraştım ama kendimi o hastanın yerine koyamadım bir türlü... Allah hem hastalara hem yakınlarına sabır versin...

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki linke tıklayabilir, ALS derneğine dolayısıyla bu hastalıkla mücadele eden hasta ve yakınlarına katkıda bulunabilmek için bağış yapabilirsiniz: 


"ALS (Amiyotrofik lateral skleroz), motor sinir hucrelerinin dejenerasyonu ile tanimlanan olumcul bir hastaliktir. Hastalik taa 1869 yilinda Jean-Martin Charcot tarafindan isimlendirilmistir. Jean-Martin Charkot, hastalarinda otopsi sirasinda, omuriligin yan kisimlarinda gordugu sertlesmeler sonucu bu ismi vermistir. 
......

ALS hastaligi kendini, hastanin tek tarafli olarak kolunu ya da bacagini haraket ettirmede sorun yasamasiyla belli eder. Sebep bu sorunlu bolgelerdeki motor sinir hucrelerinin, yani kaslarimizi oynatmaktan sorumlu sinir hucrelerinin, dejenerasyona ugramaya baslamasidir. Dejenerasyona ugrayan motor sinir hucresi, kastan baslayarak, beyne ya da omurilige dogru geri cekilmeye ve ölmeye baslar. Hastalik ilerledikce motor sinir hucresi kaybi tum vucuda yayilir. Ornegin diyafram da bir kastir, nefes alis-verisimizi saglar. Hasta bu bolgedeki motor sinir hucrelerini kaybettiginde nefes alamaz ve solunum cihazina baglanmak zorunda kalir. Iste buz kovasi mucadelesini baslatan ALSA veTurk ALS Dernegi (Tam ismi ALS-MNH Dernegi) gibi organizasyonlar, bu hastalarin ihtiyaclarini karsilamak icin yardim eder, onlara solunum cihazi gibi aletler verir. Hayatlarini birazcik da olsa kolaylastirmaya calisirlar. Maalesef, bu hastalik genelde cok hizli ilerler. Teshis konulan bir hastanin omru ortalama 3-5 sene kadardir. (Istisnalar, hastaligin yavas ilerleme durumlari, mevcuttur. Ornegin unlu fizikci Steven Hawking bu hastalik ile 25 seneden fazladir yasamaktadir.) Bence bu hastaligi, diger butun sinir hastaliklarindan ayiran ve kotu yapan en onemli nokta bu hastalik sirasinda bilincinizin yerinde olmasidir." 


29 Ağustos 2014 Cuma

söyleyeceklerim bu kadar!

Enkaz gibiyim! Ay yeminle sürünüyorum! Yaz gribi diye bir şey çıkarmışlar bak çok ciddi söylüyorum: biyolojik silah! Benim gibi müthiş bir değeri yeryüzünden silme girişimleri var ama yıkılmayacağım!

Dün biraz kuyruğu doğrultur gibi oldum bam! uçak rötarı, İstanbulun sidikli iğrenç havası... Var ya sırf şu havası bile İstanbul'u terk etmek için yeterli sebep. Arkadaş o ne yav! Leş gibi nem, pis bir rüzgar, sidikli bir gökyüzü. Ellerini açıp da "yağ allahın cezası yağ da güneşin gül cemalini bir görelim" diye haykırası geliyor insanın. İzmir'de yaz kış güneş gözlüğü takan ben, İstanbul seyahatinde direkt numaralı gözlük hiç uğraşmıyorum lensle filan!

Bizim şirkette aynı dönem işe başladığım arkadaşlarım bir bir ayrılıyor, ne şimdi bu? Sinyal mi? ay o sinyal bana verileli neredeyse üç sene oluyor, yerimden kıpırdayamıyorum, kahrolsun İzmir'in kısır iş imkanları.. Miyopum ya ne sinyalleri görebiliyorum, ne iş fırsatlarını... Havaalanından alan arkadaşa "n'oluyoooor bize n'oluyooor?" diye ağlayacaktım neredeyse. Sahi n'oluyor lan? Nereye gidiyorsunuz beni bırakıp? Ay aman neyse...

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Hay çölde kutup ayıları şeyedesice!

Arca bu yaz TRT çocuk kanalı ile tanıştı. Annemin ameliyat olduğu haftaydı, yazlıktayız. Ben yemek yapıyorum yardımcı olmak için. Arca, ayağa kalkamayan anneanneye teslim. Fazla hareket kabiliyetleri yok, televizyon seyrediyorlar. Pek alışkın olmadığı bu muamele karşısında Arca sevinçli bir şaşkınlık içinde. Ama öyle başıboş bırakmak yok. Yani koy çocuğu televizyon karşısına, bak işine şeklinde değil, annem de Arca ile birlikte izliyor, hatta istişarelerde bulunuyorlar. En çok ama en çok “Canım Kardeşim” adındaki çizgi filmi seviyorlar. Favorileri Mıncır denen kedi ile evin babası çocuk ruhlu Galip. Çizgi film bitiyor, bunlar hala Galip’ten bahsedip gülüyorlar. Arca feci sardı. Saatini biliyoruz, bitince kapatıyoruz, kurallar, kurallar…

26 Ağustos 2014 Salı

OG-JEF-TİK!

Arca yılsonu gösterisinin bir bölümünde fotoğrafçı olmuştu. Okuldan da gösteri için bir fotoğraf makinesi göndermemizi istediler. Gerçi kullanmadı, kartondan daha sevimli bir makine yapmışlar ama o olay Arca’nın fotoğraf makinesi ile tanışmasına vesile oldu.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #129

Bu yazı umumiyetle İzmir'de geçiren Arca karşı komşunun oğluyla samimiyeti ilerletir. Ne var ki Tuna arca'ya göre çok televizyon izlemektedir. Bir gün Arca dayanamaz ve arkadaşını uyarır. 
"Bak tuna sana söylemem lazım: çok televizyon izliyorsun beyin hücrelerin ölecek!"
-----------

21 Ağustos 2014 Perşembe

Nerede kalmıştık?

Yazdım kaçtım, sordum kaçtım gibi oldu değil mi? Değil!

İki gündür bilmiyorsunuz ne haldeyim:P Öncelikle NA hastaneye kaldırıldı, iki gün yoktu. Sonra İlkerin annesi dün ameliyat oldu. Bu arada Arca’nın okulunun tadilat olası gelmiş, yok İlker idare etti, yok annemler ilgilendi (onun da ayak hala tam iyileşmedi bu arada), yok ben izin aldım filan derken… Günler geçti.

Üstüne benim hatamın da bulunduğu korkunç bir sorun yaşadık işte. Hala da çözemedik. E rakiplerin bir departman ayırdığı görevi sen evde boş zamanlarında hobi niyetine yaparsan, hata yaparsın! Diyerek işverenime yükleyebilirim suçu ama hayır yapmayacağım, baştan sona bütün arşivi didik didik düzeltme projesi türettim kendime, cümlemize hayırlı olsun. Sabahtan beri pert olmuşum, zaten bu ağustos sıcağında boğazım da ağrıyor, ıhlamurumu içerken, şahsi maillerime bakayım dedim, abovvv…. Blog beni çağırıyor.

19 Ağustos 2014 Salı

Dikkat! Dikkat! Blog listesine hangi blogları ekleyeyim?

Uzun yıllardır içerik üretmeyen blogları görüp listeyi tümden kaldırmıştım.
Hemen fark edilmiş, şiddetle de listenin konması talep edilmişti.
Siz istersiniz de ben koymaz mıyım bacılarım kardeşlerim?

Biraz kırparak da olsa koydum listeyi. Yine fazla kırpmadım, en son bir yıl önce yazdıysa bıraktım:)

Ben çoğunlukla Bloglovinden okuyorum aslında ve oradan takibe aldığım bloglar çok ama uğraştım yine de oradaki listeyi burayla birleştiremedim. Neyse ya sorun değil manuel olarak da girebiliyorsun sonuçta.

Liste şu anda sağda bir yerlerde mevcut.

Fark ettiysen aynı benim blog gibi her şeyden her kategoriden blog var.

Masa başı çalışanlar için egzersizler

Baktım pabuç pahalı, internetten araştırmalara başladım. Biliyorum, hastalığı internetten araştırmak sakıncalı, biliyorum bilgi kirliliği… Ama cidden doktora gidemem. Kötü şeyler söyleyecek biliyorum. Önce ben elimden geleni yapayım sonra gideyim tamam mı? Anlaştık mı?

Bir kere duruşum tamamen yanlış!
Bak nasıl da evrimleşmiş insanoğlu...
Kaynak belirtemedim üzgünüm, instagramdan araklamıştım:)

Ben işte o en bir evrim geçirmiş son halkasıyım insanlığın.

Yani nasıl durulmaması gerekiyorsa, benim fotoğrafımı çek, fizik tedavi uzmanlarının ders kitabına koy!

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Her şeyin başı sonu önü arkası berisi gerisi sağlık!

On iki yıl önce şekeri bıraktım, hala çikolatayı bırakamadığım için kendime kızarım. Bağımlılık n’aparsın… Krizim tuttu mu yemem lazım. 

On yıl önce sigarayı bıraktım. 

Bir yıl önce kolayı ve gazlı içecekleri.

Siyah çayı azaltıp yerine yeşil, beyaz çay koymaya çalışıyorum.

Kahvenin yerine koyabileceğim bir şey henüz icat edilmedi. Reflümü tetiklemesi pahasına hala günde bir bilemedin iki tane içiyorum. Laf edene çok pis çemkiririm, “kahveme karışmayın allahsızlar!” notasından arabesk girerim, şaşar kalırsın! 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

"Senin hayatına bir yol çizmeyeceğim ama sana dünyaları vereceğim, söz!"

Geçtiğimiz aylarda Arca’nın okulundan bir arkadaşının doğum günü partisindeydik. Pek concon bir partiydi, parti evindeydi, çocuklar içerinde çılgınlar gibi eğlenirken, anneler (ve bir tane de baba vardı) başka bir salonda izzeti ikram ağırlanıyorlardı. Mahalle kreşinden ağzımız yanınca daha kurumsal bir okula verdik ya cüceyi, verdiğimiz şube tam da sosyetenin çocuklarının gittiği şube. İlker her gün Arca’yı almaya gidiyor da oradan biliyor, arabalar son modelmiş, yok efendim şoförler alıyormuş çocukları vs… Ben meseleye o partide aydım. Farklı bir gezegenden geliyordu anneler. Bana uzak bir gezegenden. Neyse konumuz o değil, konumuz başka.

Hay dilimi eşek arıları soksun!

Metro Üçkuyulara kadar açıldı. Hatta Pazar günü pazara gitmek için kullandım, gayet güzel. 5 TL otoparka vereceğime, 2 TL kentkartımla paşalar gibi gider gelirim, mazot neyim de harcamam, park yerine gir çıkla uğraşmam. Hafta içi de biliyordum, kalabalıklaşacaktı, üçüncü durak olacaktım. Ama diyordum ki yolcu sayısı artacağına göre, herhalde sefer sayılarını sıklaştırırlar ya da vagonları artırırlar. Nerdeee… Bir de yeni düzenleme geldi ki bu da insanların metroya yüklenmesine sebep oldu.

Aziz Amca, maşallah yemedi içmedi, ilk icraat olarak toplu taşımanın içine etti!

12 Ağustos 2014 Salı

bugün bir an önce eve gitmek istiyorum

Sabah UPS'çiler geldi ve tüm çalışma şevkimin içine ettiler. Bir de UPS prizinin nasıl bir priz olduğunu kalın kafasına bir türlü bilgi girmeyecekmiş birine anlatır gibi anlattılar. Sen kimsin bana anlayış gösteren tebessümle yaklaşıyorsun diyecek oldum, amaaann boşver dedim. Uğraşamayacağım. Robin Williams ölmüş zaten!

Benim için ışıldayan gözlerini gördüğümde gülümsediğim bir insandı. Hafta sonu babam televizyonda bir filmini izliyordu, "aa ne severim, ne harika bir oyuncudur" dediydim, elimi attığımı kurutuyorum. Çok bencilim, ölmesine bencilce bozuldum. Her gidenin gidişine bencilce bozuluyorum ve ölenlerin ardından kendimi daha yalnız hissediyorum ve daha olgun, daha yaşlanmış... Çünkü gidenler giderken geçmişin anılarını yanlarında götürmüyorlar, özlemini çekelim diye koynumuza bırakıp gidiyorlar. Gidene değil, kalana zor.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #128

"Cumhurbaşkanı hırsız olmayacakkk!"
Arca: bak doğru söylüyor cumhurbaşkanı hiç hırsız olur mu? Olmaz!
................

Arca, biraz bazen kelimeleri birbirine karıştırır :)

Tatil eğlenceleri kitabında yunus gösterisi sayfası var. 
Y: hiç hoşuma gitmedi!
A: aa neden annem?
Y: yunus gösterilerine prensip olarak karşıyım!
A: prens mi? Prens ne?!

yazmayayım diyorum yok duramıyorum

En son ne zaman umut etmiştim? Sanırım yerel seçimlerdi.

Çok pis oyunu düşürecektik, çok fena bozum edecektik. Edecektik değil mi?

He canım he gülüm he…

7 Ağustos 2014 Perşembe

Her değişiklik arayan kadın saçıyla oynayacak değil ya?!

Geçen bir okuyucu (adı yoktu da o yüzden okuyucu dedim) fark etmiş, niçin blog listesini kaldırdın demiş. Böyle böyle eksile eksile blog kendini imha edecek haberiniz yok : ) Hehe tabii ki ondan değil. Blog listesini kaldırıyorum arkadaş! Ne gerek var? Sanki millet blog mu yazıyor? (sık yazanlar alınganlık yapmasın!) Yazmıyor tabii… Bir bloga bakayım diyorsun en son dört ay önce içerik üretmiş. Sen blog yazıyorum deme. (Bak nasıl da profesyonel blogger’lar gibi “içerik üretmek” terimlerini kullanıyorum, allahım sana geliyorum!)

Izgara kalamar dolması

Tatil mevzusu sebebiyle kazanmış olduğum antipatiyi nefrete dönüştürmeden tarifi vereyim bu tekneydi denizdi, kalamardı meselesi kapansın aramızda.

Tarif kısaca İlker – Yeliz ortak dötten uydurması.
Ama yok o kadar da haksızlık etmeyelim. Önce bir yerde bir yemeği yiyoruz (mesela bunu Cunda’da yemiştik), yerken hoşumuza gittiyse zaten tarifi o an oluşturmaya başlıyoruz.

“Hmm nasıl yapmış bunu?”
“Peynir fazla erimemiş bak.”
“Evet kaşar olsa bak akar, akmayacak ızgarada.”
“Permasan?”
“Yok lan ağır olur. Sepet peyniri bu…”
“Sosunda bir ekşilik var, nar ekşisi değil de soya sosu ya da balsamik bu”
“Ben pişiririm sos senin işin, karışmam!”

Karışmadı. Ama sosa, yoksa tutmaktan temizlemeye, pişirmekten servisine kadar en ince ayrıntısına kadar muhteremin ellerinden çıktı kalamar ızgara.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yeni yepyeni bir şeyi çocuğunuzla tecrübe ettiniz mi hiç?

Çocukla tekrar çocuk olma şansın var. Çünkü onların kahkahasındaki saf mutluluk ve neşe, başka hiçbir şeyde yok. Çocuklar belki de kendi çocukluğumuza dönmemizi sağladıkları için bu kadar seviliyorlar. Yoksa mesela benimki bazen çekilecek bok değil!

Keyfimin kaçtığı bir akşamdı. Olur öyle arada. Kaçar, sonra bir yemek yaparım, yanına güzel bir şarap açarım, hatta yemeği yaparken şaraba başlarsam daha bile güzel olur. Zira kokusuyla yemeğin, tadıyla şarabın, terapi başlamıştır. 

Terapi dediğin şeyi bir yoga merkezinde, bir dağ başı meditasyonunda araman manasız.
Terapi, yaparken dünyadan koptuğumuz şeylerin bütünüdür ve bu kişiden kişiye değişir.

5 Ağustos 2014 Salı

Kafasına edeni bulmaya çalışan küçük köstebeğin hikayesi

“Bana kitap alacaksan, hayvanlı al, böyle hayvanlı olsun, sonra eğlenceli olsun”
Emrin başım üstüne majesteleri! Neymiş efendim, o aldıklarım öğreticiymiş, şöyle yap böyle yap diyormuş. 

Nerde o önüne her koyduğuma gömülen çocuk nerde?

Aklıma geldikçe, birilerinin tavsiyesinde gördükçe favori listesine eklediklerimi açtım önüme. Ciddi ciddi araştırdım, hangisi komik, hangisi hayvanlı…

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Haller haberler

Bloga tek satır yazmamışsam da internet detoksu filan yapmış değilim. Tekneden boy boy fotoğraflarımı, şaraplarımı, kitaplarımı, yer cücesini, balıkları kalamarları ve daha nicelerini instagram’da paylaştım. Blogun pabucunu dama filan atmadım, instagramın tatil fesatlıklarımı göze sokmanın daha iyi bir yolu olduğunu düşündüm. Puhahahha kılım yav, harbi kılım! Son günboynumun tutulmasını hak ettim kanımca, milletin gözüne sokarsan…

Bizimkilerle geçirdiğimiz bol kahkahalı iki günün haricinde bu tatil umumiyetle Çeşme’de ikamet ettik. Zira İlker teknesiyle haşır neşir olmak, balık tutmak, karadan ziyade denizde vakit geçirmek istedi. Bunca yıllık kocamı kıracak değildim ya…(istemem yan cebime:P) 

Bu tatilde çok yeni kararlar aldım. Hayır, istifa edip sayfiyeye taşınmıyorum (keşke:P) 

25 Temmuz 2014 Cuma

Hep mi aptaldı bu ülke? yoksa ben yeni mi aydım meseleye?

Aziz Nesin, aptal olduğumuzu söylediğinde ve bir oran verdiğinde, %60 mı demişti, “ya tamam da o kadar değil ya”, demiştim. Pembe bulutların üzerindeymişim meğer. 

Ülkenin büyük çoğunluğunun aptal olduğunu görmek için twitter’da biraz vakit geçirmek kafi.

Bir tatlı hanım kardeşimiz ne demiş?

24 Temmuz 2014 Perşembe

İnternetten alışveriş nasıl yapılır?

Benim gibi zamanınız yoksa eşek gibi yapılır!

Yok yav işin geyiği filan değil. Eskiden yani araba ile işe gidip geliyorken haftada bir Forum’a kaçar, özellikle indirim zamanı tozunu attırırdım mağazaların. Ay bilmeyen de beni alışveriş manyağı sanacak. Evet manyak ama senin bildiğin anlamda değil. Ben manyakların satın almakta zorlanan cinsiyim. “Bunun ederi bu” yaklaşımım ve cimri kişiliğimle alışverişten eli boş döndüğüm günler, satın alma yaptığım günlerden daha çoktur.

Neyse o günler geride kaldı.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Beni entel edenler utansın!

Geçen akşam İlker ve Arca hafıza kartı oynuyorlar halının üzerinde. Ben ise hayretle bakıyorum bu ikisine. Hayret edilecek durum şu ki; bu ikisi güya oyun oynuyorlar ama tepelerinde bangır bangır televizyon açık.

Televizyonda da belgesel filan yok hani çocuk iki hayvan yüzü görsün.

Memetali beeeyy var.

22 Temmuz 2014 Salı

Benden sosyal medya fenomeni olmaz! Neden mi?

Bu aşağıdaki fotoğraf gibilerini paylaşıyorum mesela, yetmez mi:)) 

Tamam tamam sulandırmayacağım.

Kokmayın kardeşim! Sabahın köründe kokmayın!

Toplum tarafından kabul görüldüğü şekliyle bakımsızlığa lafım yok.

Bakınız gençler, bakımsızlık konusundaki genel geçer kriter, açık ayakkabıya ojeli parmak, yaz sıcağında bir kalıp makyaj, kılsız kol, fönlü kafadır. O parmaklar pislik içinde olabilir ama hayır ojeli olacak. Sıcaktan rimelin akabilir ama o fondöten sürülecek, kıl mevzusuna girmeyeceğim, ama o kafa üç gündür yıkanmıyor bile olsa fönlü olacak. Budur yani…

Biraz daha abartıp giyim kuşama girersen, benim takım elbisemle kombinleyerek sırtıma taktığım laptop çantam bile kimine göre banal görülebilir. “Iyy Avrupa görmedin mi bacım sen?! Orada kadınlı erkekli takım elbiseli tipler sırtlarında çantalarıyla işe gidip geliyor”, demem, ezikemem, açıklama filan yapmam. Ben takarım, rahatıma bakarım. Laf aramızda harbi rahat yav!

Sen bana bakma benim zaten bir günüm bir günüme denk değil. Bir gün spor ayakkabı ile işe giderim, bir gün kalem etek yüksek topuk ayakkabıyla. Bu ara favorim, her gün elbise altına sandalet, oh be püfür püfür… Makyaj filan da yapmıyorum, ne lan bu sıcakta!

Dediğim gibi senin makyajsız olman, ayağının çirkin olması filan umurumda bile değil!

21 Temmuz 2014 Pazartesi

#deliduman

Bazı kitaplar çok merak uyandırır, tavsiyesine güvendiklerinden iyi eleştiriler duymuşsundur, günceldir, önemsediğin kalemler “oku” buyuruyordur. Okursun, diğer tüm kitaplar sırasını bekleyedursun…

“Deliduman” beklerse, sanki o tılsımını yitirecek bir kitapmış gibi geldi bana. Zaten şöyle birkaç sayfasını çevireyim bakalım nasılmış deyince birden içinde buluyorsun kendini. Bırakmak mümkün değil. 

Kenarda köşede kıyıda kalmış bir sahil kasabasında başlıyor öykü. Kasaba tam bir Türkiye gerçeği, sanki merceği tutmuşsun o küçük yüzölçümüne ve Türkiye’yi seyrediyorsun.

Her bir karakter o kadar tanıdık o kadar bizden ki…

15 Temmuz 2014 Salı

PAPYON: Güven nesnesi mi? Yoksa bir şeylerin eksikliği mi?

Arca ile babası süpermarkete gittiklerinde para atıp oyuncak yakaladıkları oyunu oynarlar ve bir ayıcık kazanırlar. Arca bu ayıcığı pek sever. Bir gün sabaha karşı uyumakta olan annesinin yanına kıvrılır ayıcığı ile ve annesine “bu ayıcığı çok seviyorum, adı ne olsun?” diye sorar. Annesi uyku sersemi, açık tek gözü ile oyuncağa şöyle bir bakar ve boynundaki papyondan başka hiçbir ilginç özelliği olmadığı için “papyon” olsun deyiverir. Arca ismi benimser, öyle çok benimser ki annesi “ayıcığını çek annecim” gibi bir cümle sarf ettiğinde hiddetle “onun adı ayıcık değil, PAPYON” diyerek ağzının payını verir. Aynı hiddet, Papyon için “şu” “o” “oyuncak” “hayvan”… gibi kelimeler kullanıldığında da vukuu bulur.

Pencereme aşk kondu

Her yaz başı yaz kitapları listesi yaparım. "Yaz kitabı ne lan, kitabın mevsimi mi olur" diyene de teessüflerimi sunarım. Olmaz mı yav? Misal kitap kulübünde Eylül için Virginia Woolf’tan “kendine ait bir oda”yı seçtik. Eylül o kitaba yakıştırdım ben. Okudun mu desen okuduğum ettiğim yok da öyle işte hissiyat de geç…

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #127

Reklam vs... yayınlıyor, bisikletin parasını bir şekilde çıkarmaya çalışıyor olabilirim ama verdiğim sözleri de tutuyorum, hemen sıcak sıcak pazartesi sendromuna iyi gelecek bir dumur diyalog...
............
Babasıyla yaklaşık yedi kilometre bisiklet bindikten sonra, yemek yemeye bile mecali kalmamıştır. Kafası makarnanın içine düşecekken İlker, Arca'ya takılır.
İ: Arca ya, yemekten sonra bir tur daha atalım mı?
A: Sen tur atabilirsin, Avusturalya'daki evlerin çatısına kadar gidebilirsin.
İ: Sen?
A: BEN BURDAYIM!!

10 Temmuz 2014 Perşembe

Middlesex

Çok karakterli romanın merkezindeki karakter bir hermafrodit yani çift cinsiyetli bir insan. Bu genetik bir farklılık aslında. Ve hepimizin aşina olduğu homoseksüellik, travestilik veya transeksüellikten çok farklı bir şey. Dişi olarak doğup hayatının belli bir dönemi kız çocuk olarak yaşadıktan sonra erkek oluyor kahramanımız. Ama tam erkek oluyor diyebilir miyiz? 


Hayır! Bence hayır. O tam anlamıyla bir üçüncü cins. Ne dişi ne erkek…ve üremesi mümkün değil. Aslında bu cins oldukça nadide bir tür. Belki de böyle olması, doğa ananının bize bir uyarısı. “Bak yavrum akraba evliliği yapmayın, yoksa çekinik olan bu gen açığa çıkar ve çift cinsiyetli çocuklarınız olur. Bu çocuklar üreyemez ve neslinizin devam etmesi mümkün olmaz” diyor. Aman ha neslimiz kurumasın : )

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez

Önceki üç yılı saymazsak 2008’den beri blogger’da 1510 yayın, 9860 yorum ve 962.254+ sayfa görüntüleme (milyona az kalmış) … Günün çorbasının bugün itibariyle istatistiksel verileri… 

8 Temmuz 2014 Salı

Yaşam kalitenizi artırmak için sporu tercih edin…

Reklam metni yazarı olacak kadınmışım be peh! Şimdi Gülçin yazmış da oradan aklıma geldi.

Bisikletle işe gittiğim ilk gün götü başı dağıtmış olmama rağmen dünyanın en pozitif insanıydım. Telefon da bile sesim çınlıyordu. Spor, dedim, hayata pozitif bakmanın yolu bu. Az biraz bacak iyileşsin yine bisikletle işe gitmeye devam edeceğim. Sonra ne oldu? Annem ayağını kırdı. Ne alaka deme yav, bisiklet için sabah erken kalkmak lazım, refakatçi olmaya gitmek için bisikleti bir şekilde bırakmak lazım. Neyse öylece bekledi beni… Hayır yılmış değildim, “düştüm de korktum” yok bizde. Bakma sen çocukken dere tepe bir cesaretle bisiklet binerdik, şimdi kendime azami dikkat ediyorum. Yokuş aşağı gitme konusunda temkinliyim, mümkün mertebe kaldırımdan seyrediyorum. Canımı sokakta bulmadım yani…

3 Temmuz 2014 Perşembe

Dumur diyalog #126

Y: Arca, markete gidiyom geliyon mu benle? (siz beni salon kadını sanıyorsunuz ama ben Bruce Wayne iken izmir şivesiyle konuşuyorum, geliyom gidiyon...)
A: Annecim sana eşlik etmek isterdim ama hiç sürpriz (abur cubur) almak istemiyorum.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Maksat yeşillik olsun…

"What a busy day!"
“Al benden de o kadar!” Diyecektim de İngilizcesine dilim dönmedi. Biz açıyoruz bu meşguliyetleri başımıza. Ulaşılabilir olmakla alakalı her şey. Sen elin Çinlisini whatsapp’tan wechat’ten hababam dürtersen, o da seni dürter.

Şöyle bir fark ettim de, benim işler bir rahatlamıyor. Ay sonu yoğunluğu, efendime söyleyeyim, sipariş dönemi yoğunluğu olur insanların. Benim fıtratımda yok dönemsel yoğunluk. Bende meşguliyet daimi.

Bugün bir ara bir arkadaşıma “var ya departman gibi çalışıyorum, acilen yetiştiremediğim işlerim için birini almaları lazım” gibi bir cümle kuracak oldum, peşi sıra cümlenin manasızlığına beraberce güldük. Nasıl olsa yapıyorsun yeliz, ne gerek var? Abarttığımı düşünene dalarım, bizim sektörde diğer firmaların bazı elemanlarının iş tanımını ben boş zamanlarımda icra ediyorum, öyle bir profesyonel yaşam hallerindeyim. Harbi söylüyorum. Geçen hafta derneğin komisyon toplantısındayız, bir konu gündeme getiriyorum, katılımcılar “ay ona bizim şirkette başka arkadaş bakıyor” diyor. Başka bir konuyu aktarıyorum, eh o ithalat departmanının işi diyor. Ulan ben bunların hepsini kendim yapıyorum diyecek oluyorum, “enayi misin” derler diye sesimi çıkarmıyorum.

Şikayetleri dinlediniz…

Ay neyse…

30 Haziran 2014 Pazartesi

Alper Canıgüz candır!

Ve tabii ki acar dedektif Alper Kamu veledi!
Kahramanın ismini Albert Camus'tan alıp almadığını düşündüm önce ama sanırım değil. Enterasan bir velet. Bünye beş yaşında ancak zeka uzay. Çokbilmişliklerinde tam bir roman kahramanın gerçek üstülüğü var Alper Kamu'nun.

İlk kitabını birkaç sene önce okumuştum, "oğullar ve rencide ruhlar", yaz kitabı arayışına girdiğimde ve eğlenceli ne okunabilir dediğimde ilk aklıma gelenlerden biri Alper Canıgüz oldu. 

26 Haziran 2014 Perşembe

Kinyas ve Kayra

Güzel laflar ve gülümseten tespitler.
Kinyas ve Kayra dediklerinde bunlar gelecek aklıma şimdiden biliyorum. Bir de okurken canımın sürekli bira çektiği. O niye, bak hala çözemedim:)
Sondan başlamıştım Hakan Günday'a. DAHA. Ve çok sevmiştim. Yazarların ilk romanlarını okumak gibi bir takıntım var. Hasta ruhlu muyum lan ben? Ama merak ediyorum işte? İlk romanı... 
Elvan'la kitaplardan bahsettiğimiz o akşam "al oku" dediğinde tereddütsüz almıştım. İyi ki almışım. Kitap kulübünün temmuz kitabı oldu. 

Eğer yirmili yaşlarda olsaydım, kesinlikle hastası olurdum, çünkü tam da o yaşlarıma hitap eden bir kitap. Ama bunda Hakan Günday'ın bir suçu yok elbette, adam benim yirmili yaşlarıma yetiştirmiş romanı lakin ben geç kalmışım. 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #125

Tüm öğleden sonrayı araba yıkayarak geçirdikten sonraki gün yağmur yağar.
Arca feci dellenir. "Of ya daha yeni yıkamıştık! Bu ne ya?!"
--------

Hastanenin bahçesinde babasıyla tepişirken İlker'in kolu acır;"ya Arca bak nasıl acıdı yaaa"
A: Sızlanma baba, doktor vardır burda gösterirsin!

24 Haziran 2014 Salı

Bil bakalım seni ne kadar seviyorum

Bu kitaptan daha önce bahsettim mi bilmiyorum. Tek bildiğim şimdi tam sırası. Zira Arca'nın bu ara favorisi hem de açık ara. Halbuki çok uzun zamandır bizimle ve bir ara yine keyifle okunmaktaydı.

Öyle tatlı öyle naif bir öykü ki... İki tavşan biri büyük biri küçük. Küçüğün aklı fikri büyüğü ne kadar çok sevdiğini anlatmakta. İçten içe de hep onun daha fazla sevdiğini kabul ettirmekte. Büyük de az değil ha... Boyuna daha büyük ölçütlerle tarif ediyor sevgisini. Küçük de ezikleniyor haliyle... Ama mücadele tam gaz devam... Ta ki uyku saatine gelene kadar.

22 Haziran 2014 Pazar

Hastane günleri

Bir kaldırımın anneme ettiği... kırık bir bacak. Acilde geçirilen ilk gece. Alçıyı takınca hah dedik eve gidiyoruz. "Puhahaa" şeklinde götüyle güldü kader ve tıp ilminin temsilcileri "ameliyat" dedi. Biz yürü git dedik yok anneme değil o yürüyemiyor biz bunu doktorlara dedik ama dinletemedik. Bir de acil dediler aman hemencecik ameliyat olacak diye seviniverdik. Kader bir "puhahaha" daha çekti cümlemize.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Arca yavrum senin annen bir sulu gözdü....

Bak bacım bu fotoğraf sana hiçbir şey ifade etmeyebilir. Çocuk işte uyuyor, anası da manyak mı ne fotoğrafını çekmiş vah yavrum diyebilir kimileri. Biraz daha dikkatli başka birilerinin aklından ise “yuh lan kadına bak çocuğun tırnakları çapa gibi olmuş, kesmemiş, az ye de bir tırnak makası al eline” düşüncesi geçebilir.

Hepsine eyvallah.

Tepelemeyeceğim ancak yüksek müsaadenle çemkireceğim…



16 Haziran 2014 Pazartesi

Tıklayan barnaklarınız altın tutsun, hadi bakiim...

Bisiklet tatbikatımı müteakip yurtdışında medeni memleketlerde yaşayan arkadaşlardan gelen katlanır bisiklet önerisine tabiri caizse balıklama dalmıştım. Zaten bisiklet alacaktım, mecbur. Hemen araştırmalara giriştim. Allah (yok yav google) karşıma bisiklet canavarı bir arkadaşın sayfasını çıkardı. Canavarkesifte.com

Katlanır bisiklet ile yaptığı testleri anlatıyordu. Önce öyle tanıdım, sonra bisikletle metroya girme denemeleriyle ilgili videolarını izledim. Emin olmalıydım, bu katlanır bisikletler metroya sınırlama saatleri dışında da  sokulabiliyor muydu? Mantığım sokulabileceğini söylüyordu, zira bisikletin olayı o zaten, toplu taşımada rahat taşınsın! Ama yurdum güvenlik görevlisinin yurdum metro istasyonlarındaki işgüzarlığı oldukça ilginçti. Girin siteye izleyin ama giremem dersen özet geçeyim. Canavar arkadaş, katlanır halde girmeye çalışıyor, izin yok! E ben bunu çantasına koyup geçirsem? Ses yok. Çantayla geçirebildi ama sonraJ Hatta dedim ki bak ciddiyim, bana açık konuş, buna göre bisiklet alacağım, sokar mıyım sokamaz mıyım? Çantayla dedi, peki.

Dumur diyalog #124

Doktorculuk oynarken;
A: arca sen bana ne güzel bakıyorsun, sen büyünce doktor ol bence.
A: ben büyüyünce bişey olmayacağım, bütün gün evde oturup belgesel izleyeceğim, yaramazlık yapacağım.

...............

13 Haziran 2014 Cuma

Allah gönül yarası vermesin

Bugün bisikletle metroya bindiğimi, Bornova’da inip bir güzel Işıkkent’e pedalladığımı anlatacaktım ama al işte boktan yaralanma hadisesi “bisikletle metroda nasıl seyahat edilir” başlıklı bilgilendirici paylaşımdan rol çaldı, pis!

Üstelik hiç de cool bir kaza değildi, hatta kaza bile denemez.

BAL’ın önündeki kavşaktan geçtim, hadi dedim mis gibi kaldırım var, kaldırımdan gideyim, bam! Yav bu bisikletin gidonu çok hassas. Tamam bunu biliyorum, katlanan bisikletlerde hızlı bir yön değiştirme sağlıyor, yani kötü bir şey değil ama arkadaş, işte kaldırıma çıkarken gidonun hakimiyetini kaybet sen, denge yalan olsun sonra pat! Dizimin üstüne düştüm, pedal da epey paraladı bacağı. Bu arada bir türlü katlayamadığım pedalların katlanabilir olduğunu öğrenmiş oldum. Direkt bana katlandı diyeyim, sen anla!

10 Haziran 2014 Salı

Arca cücesinden varoluşsal sorgulamalar

Geçenlerde sorduğu soru aynen şöyleydi: “annem şimdi senin annen anneannem. Onun da annesi büyük anneanneydi, onu hatırlıyorum. Peki onun ve onun ve onun anneannesi kimdi? Yani en önceki kimdi? Yani bütüünnn anneannelerin annesi?”

Araba farı görmüş tavşan gibi kaldım öyle.

Peki ne yapacaksın şimdi Yeliz?

9 Haziran 2014 Pazartesi

Çocuklarda uyku saati

Arca'nın erken uyumasını çok önemsiyorum. O uyuduktan sonra yapacağım keyiften değil yav - evet tabii bu da var :P - bence çocuklar erken yatmalı. Özellikle de bizimki gibi erken kalkıyorsa. Biz sabah öpüşüp koklaşmadan ayrılmıyoruz. Ben sıvışabilirim aslında ama bebekkenden beridir alıştırdık vedalaşmaya, şimdi uyusun diye bıraksan arıza yapıyor.

Eh biz de bu durumda akşamları tam zamanlı olarak cüceyle ilgilenip - allah seni inandırsın bazen mutfak bile toplanmıyor - erkenden yatağa şutlamayı tercih ediyoruz.

Bir ara bizimle daha fazla vakit geçirmek için uyku saatini 21:00 sonrasına atmaya çalıştı. Özellikle şu yaz saati uygulaması tantanasıyla uyku saati şaşmaya başlamıştı. Gestapo ana mode on vol.129873914 derhal devreye girdi. Ulen nasıl sen kuralları piç edersin?!

Çok geçmeden dahiyane bir çözüm bulundu. Yok yav bulunmadı tamamen spontane gelişti her şey:)

7 Haziran 2014 Cumartesi

Krema mantar penne... E daha ne?!

Efendiiiimm bu yavru muhteremin el emeği göz nuru. Bizde yalan yok, adam kendi düşündü kendi yaptı. Neredeyse mutfağa sokmadı beni. Ama öncesinde istişarelerde bulunduk yani fikir aşamasında katkım olmadı dersem manasız bir tevazu olur.
Ne alaka deme! Yemeği hazırlama öncesi, sırası ve yeme sonrası ilker yeliz sohbetlerinden ciddi bir yemek programı çıkar!

"Çocuklarımızın güvenliği için onları nasıl bilinçlendiririz?" : Kitaptavsiyeleri

Giriş:
Siz birazdan uzun uzun yazacaklarıma bakmayın.
"Çocuklarımızın güvenliği için onları nasıl bilinçlendiririz?" sorusuna kafa yorarken karşıma çıkan iki tane kitap var. 
“Sır Versem Saklar mısın?” kesinlikle tavsiye ederim, soru cevap şeklinde bir kitap ve çocuğun katılımını sağlarken aklında da yer ettiğine inanıyorum. Diğeri bir hikaye kitabı; “Çağlar tanımadığı insanlarla bir yere gitmez” bu da çocuklara tanımadıkları ya da çok az tanıdıkları insanlara güvenmemek gerektiğini anlatıyor. Kitapların künyelerini yazının sonuna yazdım, link verdim.

Kitap önerileri yaptığıma göre, Arca cücesinin incilerini anlatabilirim:)
.................................
Arca eskiden kitap seçmezdi, ne getirir koyarsam önüne, büyük bir iştahla benimserdi kitabı.