10 Temmuz 2012 Salı

Ben inanıyorum, "BAŞKA BİR OKUL MÜMKÜN"!

 

Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) Derneği olarak Başka Bir Okul’u mümkün kılmak adına çok çalıştık, çok koşturduk. Sonuçta hatırı sayılır bir yol aldık. Niyetimiz, çabamız 2013 yılının Eylül ayında BBOM Derneği tarafından açılacak ilk iki ilkokulumuzun kapılarını aralamak.
 
Bugüne dek neler yaptık, bundan sonra nelere ihtiyaç var sizlerle paylaşmak, konuşmak istiyoruz. Aramıza katılmak isteyip bugüne dek fırsat bulamamış, vakit ayıramamış arkadaşlarımıza yer açmak, yeni dostların enerjisiyle sorunları daha hızla aşmak istiyoruz. Bu vesileyle ekte ve aşağıda bilgilerini bulunan toplantımıza katılımınız dileriz. Ayrıca bu daveti yaygınlaştırmanızı, başka bir okul hayalini, bu yoldaki ilke ve değerlerimiz paylaşacak yeni insanlarla aramızda köprü olmanızı dileriz.
 
“Başka Bir Okul” hayalimizi, kat ettiğimiz mesafeyi ve şimdi bizi nelerin beklediğini paylaşacağımız Dayanışma ve Tanışma Toplantısı’nda olabilmek umuduyla…
 
Toplantımıza tabi ki çocuklarımız da davetli. Toplantı boyunca Serkan Kırmızı “Davulumdan Masallar” atölyesiyle onlarla birlikte olacak.
 
Yer: Boğaziçi Üniversitesi, Güney Kampüs, Demir Demirgil Toplantı Salonu
Tarih: 15 Temmuz 2012, Pazar
Saat: 17:00 - 20:00
 
Sorularınız ve daha fazla bilgi için aşağıdaki iletişim bilgileri üzerinden bize ulaşabilirsiniz.
 
Başka Bir Okul Mümkün Derneği
İletişim Ofisi:Sinanpaşa Mah. İlhan Sok. 
Pembe Rüya Apt. No:15 D:4 
Beşiktaş/ İstanbul
Gsm: 533 383 4316
baskabirokul.blogspot.com

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Dumur diyalog #59

Göbeğini öpmeye çalışırken gıdıklanıp direnen anasına;


“CESUR OL ANNE!”

…….

Picasso ve At kuyruğu saçlı kızı okurken;

6 Temmuz 2012 Cuma

Isabel Allende'nin peşi sıra ...

Neden "Bir yumak mutluluk" okunur?

Cevap veriyorum! Isabel Allende seni ters köşe etmiştir, "herkes yazar olamaz" gerçeğini suratına bir tokat gibi patlatmıştır da "herkes yazar olabilir canımmm" dedirtecek bir kitaba ihtiyaç duymuşsundur.

Tarumar oldum bu gerçek. Yazarla aramızdaki benzerliğin "solcu burjuva" tarzımızla sınırlı olması, bünyeyi ziyadesiyle sarstı, inkar edecek değilim. Okurken birkaç defa İlker'e "herkes kitap yazamaz abicim" demişliğim var, bunu da itiraf ediyorum. Ancak "bir yumak mutluluk"la sarmalanacak kadar da değil.

"Dutti" bırakmadi!

Arca’yı sepet havası yapar yapmaz İlker’le soluğu alışverişte aldık.


Muhterem kocam uzun yıllar tekstil mühendisliği yapmanın verdiği deformasyonla dükkan dükkan dolaşmaktan nefret eder. Belirlediği üç markadan şaşmaz. Biri Massimo Dutti. Dutti mi bırakmaz, mutlaka bir şeyler alır oradan.

Tüm hafta telefonlarımla taciz ettirdi bana, ne zaman başlayacaktı indirim? Öğrendik, dünmüş. Bir indirim panteri olarak naçizane akıl verdim, sabahtan soluğu al bulamazsın kalırsın ortada dedim, akşamı buldu gelmesi.

Ben tabii kadın mağazalarından alışkınım ya atmaca gibi girdim mekana. Testesteronu kapıda bırakan muhterem kocam da peşimden. Alışveriş dedin mi o da dişileşiyor, kendini kaybediyor.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Dumur diyalog #58

Sırtını kaşıtırken; "KAŞINAN YERLERİMİ KAŞI!! HEP AYNI YERİ KAŞIMAAA!"
Anneannesi masaj yaparken;
"ohhh tatil dediğin böyle olur!"

Okuldan bahsederken;
"Ben İlker oluyorum, Nil Ada da Arca'nın annesi Yeliz oluyor"

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kök salmış “Boğa”ları sudan çıkmış “Balık”a çeviren Balık

Ah ahh çok söyledim İlker’e, tutturalım şunu da kendimiz gibi Boğa burcu yapalım şu çocuğu dedim, işi riske atmayalım dedim, acelemiz varmış gibi Balık oldu cüce!

Evvelden de demiştim, bize ters. Başka bir dünyanın, başka yıldızların çocuğu o. Kökü derinlerde, yere sağlam basan sabit boğa burcu olan bizlere garip geliyor. Hayır bir de sevmiyorum ben yenilikleri. Yepyeni bir karakter yapısını çözesim yok, tembelim. Şöyle bizim çocukluk halimiz gibi oluverse, ben onun inatçılığıyla da sabit fikirliliği ile de baş ederdim. Ama böyle olmuyor. Bir öyle bir böyle, benim kafam basmıyor.

Karakteri garip bir oğlan. İnsanda bir istikrar olur kardeşim. Oynuyoruz kahkahalarla, bir anda zırlamaya başlıyor. İlker’le alık alık birbirimize bakıyoruz. Ben sakarım ya önceleri çocuğun bir yerini acıttım sanıyordu İlker.

3 Temmuz 2012 Salı

Ben çalışırken…

Kemal Sunal’ın ölüm yıldönümü gelmiş çatmış.

Madımak Oteli utancının üzerinden bir yıl daha geçmiş.

Aziz Yıldırım tahliye olmuş.

O kadar ayağa kaldırdıktan sonra, "kürtajı yasaklayacak değildik" şeklinde demeçler verilmiş.

Ben çalışırken...

İnsanlar tatile çıkmış, yazlıklara taşınmış, bizim sokak boşalmış.

Lenslerimin değişme zamanı gelmiş, fark etmemişim, niye acıtıyor bunlar diye nafile şaşırmışım.

Ben çalışırken…

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Makarna sen nasıl mucizevi bir şeysin!!

Şırıngayla boğazından aşağı milupa mamaları gönderdiğimizin ertesi günü Arca "ekmek yemek istiyorum" diye böğürdü. İlker hemen fırından kaptı ekmeği getirdi. Baktık, sağ tarafına koyup koyup lokmaları yiyor. Günlerdir ilk defa ağlamadan yediği birkaç lokma...

29 Haziran 2012 Cuma

İç güveysinden hallice:(

Tek evladım ağzındaki yaralarla savaşıyor. Hiçbir şey yemiyor. Kelimenin tam anlamıyla yemiyor. Yiyemiyor. Semirsin diye aylarca uğraş, lokma gibi yap çocuğu şerefsiz virüsün biri gelsin telef etsin bebemin iştahını. Hadi hasızlık etmeyeyim iştah yerinde, yemek istiyor ama ağzına aldı mı başlıyor ağlamaya. Bugün artık Aptamil aldık. Zavallı yavrum bebekken anne sütünden pirzolaya direkt geçiş yaptığı için - hatta ikisini eş zamanlı götürdüğü içim - hiç aptamili tatmamıştı. Kısmat üç buçuk yaş civarınaymış:( Şırıngayla boğazından aşağı yolluyoruz, ağzındaki herşey dakikalarca ağlatıyor. 

28 Haziran 2012 Perşembe

Hack’lediler evladımı!

Şerefsiz virüsler! Hack’lediler ve hatta hakladılar evladımı! Pek tabii ateşle başladı. Kesmedi, dilinde kocaman yaralar çıktı. Yetmedi bütün damağı yaralarla kaplandı. Boğazındaki enfeksiyonu saymıyorum bile. Bir anda ellerinin içi dışı ayaklarını altı kırmızı kırmızı kabardı.

Doktor virüs dedi. Saldırgan bir virüs! Salgın bir virüs!

El ayak ağız hastalığı deniyormuş. Özge’nin Aylin de olmuş geçtiğimiz günlerde. Yaz ve sonbaharda görülürmüş. Özge’nin anlattıklarının aynısını yaşıyoruz. Garip… İnsan hastalıkta da yalnız olmadığını bilince biraz teselli mi buluyor ne?

27 Haziran 2012 Çarşamba

Gelenekselleştirilemeyenlerden miyim?

Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum ama annelikteki tutarsızlıklarımdan cilt cilt tez yazabilirsin.
Aslında olay şu...
bir tarafta çocukluğundan beri gördüğün bir annelik modeli var.
Diğer tarafta olması gerektiğini düşündüklerinle beynini doldurduğun kitaplar dolusu bilgi.
Ne kadar içselleştirdiğini düşünsen de, genetik kodlarına işlenmiş geleneksel model kriz anlarında hortlayıveriyor.

25 Haziran 2012 Pazartesi

İzmirliler yazlığa gider

İlk fark ettiren Elvan olmuştu. Ankara’da insanlar tatile gider demişti. Otele gider, iki haftalığına pansiyona gider ama tatile gider. İstanbullular da öyledir. Ama İzmirliler tatile gitmez.

İzmirliler her Cuma (iyimser mi oldu? Hatta Perşembe :P) yazlıklara taşınır. Pazar akşamları hatta Pazartesi sabahları da şehre geri dönerler. (Misal bu sabah çevreyolu trafiği Buca sapağına gelmeden başladı, ŞOK!)

Bir tür göçebe hayatı. Haftalık göçebeleriz biz! Perşembeden başlar hazırlıklar, küçük bir çantaya giyecekler konur. Kasaptan et temin edilir, evet mangalsız yazlık olmaz! Cuma işten biraz erken çıkılır, yollara düşülür.

Her şey ayağını çime basmak, denize sokmak içindir. Geçmiş haftanın stresinden kurtulma ayini yapar İzmirli.

24 Haziran 2012 Pazar

haftaya relax baslamak icin...

tarifi veriyorum...
cakirkeyif bi kafa+
kocanin tuttugu levrekle dolu bi mide+
cocuk kahkahalariyla cinlayan kulaklar+
nemli cimler+ ciplak ayaklar...
nasil calisacagim lan ben yarin:P

hadi iyi haftalar

22 Haziran 2012 Cuma

Model grubuna mektup (Bir annenin yakarışı)

dün akşam meyve alışverişini müteakip
arabaya bindikten sonra "Sana ne" krizi
yaşatan cüce!
Sevgili Model Grubu mensupları (Özellikle Fatma bacım ve Can kardeşim),

Ailecek severek dinliyoruz, takip ediyoruz.

Amma velakin bir maruzatimiz (adsiz:P) var. “Sana ne” isimli şarkıdan şikayetçiyiz.

Bizim ailenin cüce üyesi Arca (3 yaş) bu şarkıyı günde yirmi defa dinleme ve dinletme potansiyelinde. Eğer şarkı bitmemişse zinhar arabadan inmiyor, itinayla ve full konsantrasyon dinliyor, şarkı bitiyor öyle iniyor. Eylemleri evde de devam ediyor, hatta sıklıkla “babam şu sana ne şarkısını bir söylesene be” şeklinde üzerimizde baskı uyguluyor. Yıldık, bıktık vesselam.

Arka arkaya dinlemeyince arızanın babasını yapıyor, eh biz de baktık kaçınılmazdayız, zevk almaya bakıyoruz. Muhterem kocam şarkının rap, R&B, uzun hava cover’larını çoktan yaptı bile. Hani değişik soundlar peşindeyseniz, hazırlanmışı mevcut, uygun bir karşılıkla derhal takdim ederiz.

Fazla vaktinizi almayacağım.
Aylardır beyin a.cıklanması geçirmemizin sebebinin sonunda farkına vardık. Bizim oğlan bu şarkıyı sevmiyor, yani seviyor ama defalarca dinlemesinin sebebi sevgi değil, katiyen. Hayır sado-mazo bir zevk anlayışı da değil.

EZBERLEMEYE ÇALIŞIYOR!

Güzel kardeşim, güzel bacım, ne pok yemeye bu kadar zor, bu kadar uzun bir güfte hazırladınız? Ben daha ezberleyemedim şarkıyı, el kadar velet nasıl ezberleyecek? Çocuğu tenhalarda berilerde “öyleyim işte ben böyleyim işte ben” şeklinde saçmalarken yakalıyoruz. Çocuk resmen acı çekiyor! Siz de alışılmış söz yazarları gibi iki dörtlük yazıp üç kere tekrarlayıp işi bitiriversenize! Çocukluğunuzda hiç mi Serdar Ortaç dinlemediniz, hiç mi sanatından etkilenmediniz?

Dinleyiciniz olarak naçizane tavsiyem bundan sonraki çalışmalarınızda 3 yaşındaki hayranlarınızı ve acılı ailelerini de göz önüne alarak daha basit daha kolay ezberlenebilir güfteler hazırlamanızdır.

Sözlerime burada noktayı koyarken gözlerinizden öper, başarılarınızın devamını dilerim

Hemşeriniz Yeliz


"Abartma" diye aklından geçiren varsa, şarkı sözlerini kopyaladım aşağıya, vakti varsa buyursun okusun:

ben bugün tatlı, masum bir peri,
yarın kızgın, vahşi bir kedi…
bazen hülyâlı âşık leyla,
bazen cilveli, hızlı, hovarda…

bugün kimseden mesaj gelmemiş,
yarın telefonu susmak bilmemiş.

şimdi gözü görmez aptal aşık,

sonra belki kafam çok karışık

bir gün pespaye, asık suratlı,

bir gün tatlı, güzel, alımlı…

çoğu zaman ağlak ve gözleri yaşlı,

kimi zaman güçlü, cesur bakışlı…

ben bugün bütün makyajı akmış,

yarınsa şımarık, götü kalkmış…

her zaman eciş büçüş, sönmüş feri,

arada kibirli, sarkisozu.net dünya güzeli…
al ya da git ben böyleyim işte,
doğruymuş, yanlışmış, bana ne!
ben adam olmazsam bu gidişle,

günahı benim boynumadır sana ne?
ben bugün biraz fazla nazlı,

yarın baksan dünden razı…

ben bugün hünerli ev hanımı

yarın dolunay kaynatır kanımı.

bugün pes etmiş depresyonda,

yarın tam gaz direksiyonda.

ben bugün süzülen narin kelebek,

yarın egom çelik bir yelek.

bugün git ya da kal sen bilirsin,

yarın nasıl olsa geri gelirsin.

al ya da git ben böyleyim işte,

doğruymuş, yanlışmış, bana ne!

ben adam olmazsam bu gidişle,

günahı benim boynumadır sana ne?

ben hala tek parçayım,

sen üzülme.

hep kendi yolumdayım,

sen üzülme
söz: can temiz, fatma turgut

Dumur diyalog #57

Makarna pişti, baktım cüce ketçapı koymuş masaya.


Y: Arca artık ketçaplı makarna yemeni istemiyorum, zararlı ve alerji yapıyor

A: aaa bu kadar getirdim masaya koydum makarnaya koyalım bari

….

21 Haziran 2012 Perşembe

Yılsonu gösterisi Arca cephesi : Run Forrest run!!

Arca? Arca’nın ilk sahne performansıydı.

Yıl ortasında yapılan gösteriye suçiçeği olduğu için gidememiştik. Hatta öğretmeni nasıl olsa bütün okul suçiçeği, getirin bir şey olmaz, hem size gösteri yapmak için çok çalıştılar dediğinde, “onlar çok küçük zaten bize bir şey ispatlamak zorunda değiller, ben gösterilere karşıyım” diye bıkbıklamıştım.


Hala da aynı şekilde düşünüyorum, tamam çok eğlendik, çocuklar da stresli gibi görünmüyorlardı ama yine de bizi eğlendirmek zorunda değiller bence.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Yılsonu gösterisi


Toplumun bizden beklentisini karşıladık.

Oğlumuz okul gösterisi için canhıraş hazırlandı.

Birinci dereceden akrabalarımız haberdar edildi.

Önceki gece tüm fotoğraflar makinalardan silinerek temizlendi, şarjları dolduruldu.

Büyük makine ile zoom edilerek fotoğraflar, küçük makine ile sadece video çekilecek.

İlker’in annesi ön sıradan tam dokuz kişilik yer tuttu, hatta cesurca savaştı yerlerin bir tanesini bile kaptırmadı! Panter babaanne:P

Dededen Deniz Bebek’e anneanneden teyzekızı Duru’ya kadar herkes hazır ve nazır gösteriyi izledi. Teyze, video çekiminde sorumluydu.

Mezun miniklerle Atatürk’ün hayatını anlatan jimnastik sınıfı gözlerimizi nemlendirdi, daha minikler dansları ile gözümüzden yaş getiresiye kadar güldürdü. Yüz küsur kare fotoğraf… hatıra… vesaire…

Dediğim gibi yılsonu gösterisi platformunda toplumun bizden beklentisini fazlasıyla karşıladığımıza inanıyorum.

Gel gör ki uzundu. Çok uzundu! Akşam altıda başladı, biz Arca’yı yaka paça kulisten topladığımızda saat dokuzdu, üstelik daha gösteriler sürüyordu.

Tamam her şey çok güzeldi, ağlayan zırlayan minik olmadı, (sadece son bale gösterilerinde arkada kendi başına takılmayı tercih minik ile hareketleri büyük bir sorumlulukla yapmaya çalışırken esnemesine hakim olamayan tatlı kızı saymıyorum. Bir de sahneden indirildiği için yeri göğü inleten bizimkilerin küçük Yasemin’ini) her şey çok güzel yapılmış, özenilmiş, hazırlanılmıştı. Cümleten çok eğlendik. Ama çok da yorulduk, hatta sonralara doğru herkesten “ne zaman bitecek, bitse de gitsek, sinemada bile ara veriyorlar, üç saat oldu tuvalete gidemedik” şikayetleri duyulmaya başladı.

Neden böyle tercih edilmiş, neden bu kadar uzundu anlam veremedik. Hani 3-5 yaş bir gün 4-6 yaş başka gün yapılamaz mıydı?

Olacağı bu! “Feminist ananın maço oğlu”

Geçen hafta sonu Evren’lerin yazlığına gittiğimizi anlatmıştım.


Tülin Su Arca’yı elinden tutup evde hatta komşu evlerde gezdirdi. Bir ara yukarı çıkıp uzun bir süre oynadılar.

Sonrasında sohbet sırasında aramızda geçen diyalog…

“Arca Tülin Su’nun oyuncaklarıyla oynadınız mı?”

“Evet, o kız ama arabaları var biliyor musun?”

19 Haziran 2012 Salı

Topçu mu okuyucu mu

"Çocuklar öğütle değil, davranışları görerek öğrenir."

(Yani sen istediğin kadar çocuğuna “bağırma!” de, sen bunu bağırarak söylüyorsan onun senden öğrendiği tek şey bağırmaktır. Öğütlerini davranışlarınla pekiştirmezsen babayı alırsın!)

Hangi eğitim kitabını açarsan aç, hangi pedagogdan öneri alırsan al, mutlaka bu sihirli cümle konunun içerisinde geçer.

Ve ana baba zavallısını feci halde zan altında bırakan, çökmüş omuzlarına bir ton yük daha bindiren çok pis bir cümledir. Ha sen sallamazsın ayrı ama kafayı takarsan yandın. Ama az buçuk bebesinin mikemmel yetiştirmeye adadıysan kendini, kendini epey bir süzgeçten geçirmeye çalışırsın. Gittiği yere kadar…

Neyse konumuz başka…

Kararlar aldım blog...

Kız çocuklu ailelerle görüşme yasağı koydum kendime! Hatta ikinciyi kız bekleyen muhteşem güzellikteki hamile annelerle de ilişiğimi bundan böyle kesiyorum!


Bu kız çocukları insanı erkek evladından soğutur şerefsizim!

O cana yakınlık, o sosyallik, o sevecenlik, çıtırlık güzellik, o misafirperverlik...
Evren’leri ziyaret etmek insanın üzerinde böyle bir etki yaratıyor maalesef !

18 Haziran 2012 Pazartesi

baba demişken ...

Hani İlker'in D.I.Y.'ından (do it yourself, Türkçe meali : elin armut mu topluyor kendin yap!) bahsetmiştim ya...
Hani yazlığın bahçe yolunu döşemesinden...

Annesi "İlker babasına çekmemiş, o bir çivi çakamazdı" şeklinde bilgilendirmişti beni. Demek ki genlerle alakalı değilmiş... Demek bu meziyet babadan oğula değil kayınpederden damada geçiyormuş. Zira benim babam bu DIY olayının kitabını, hatta tarihini ve hatta ansilopedik setini yazar. 

baba naber:)

Bütün hafta sonu, babalar günü de dahil olmak üzere muhterem kocamın yüzünü görmedim desem yeridir.
Bu hafta sonu "bahçenin yanındaki yol taşlarını döşeme" konulu hummalı bir çalışmanın içindeydi kendisi.

Çalışma o kadar uzun ve özveriliydi ki, yeni komşulardan İlker'e iş teklifi geldi,

"Matkabın var mı usta, bizim kornişlere de bir el atıversen?"

"hmm hanım bak bahçıvan (İlker'i kast ediyor) söyledi, 11 liraya döşeniyormuş bu çimler."

"ne zaman müsait olursun birader bizim bi tesisat işi vardı da..."

1...3...5.. duymazdan gelip konuyu geçiştirmekten sıkılan İlker'in,

14 Haziran 2012 Perşembe

an itibariyle...

uykum kacti
yatakta paula'yi okuyorum hani isabel allende'nin yazdigi...
az onceki cocuklugundaki taciz anisini okudum karmakarisik oldum.
hadi onu gectim, ben bu kadini fena halde kiskaniyorum desem? boyle yazan herkesi kiskaniyorum.
neyse... alt metinde "iphone yavrusuna ve instagramima kavustum" mesaji ust gorselde komodini bile duzenli tutamadigimin aleni sergisi...
"kadin o nokia sarjini kaldir be allahsiz ! "
derler adama:)

13 Haziran 2012 Çarşamba

Manyak lan bizim oğlan!


Bu aralar İlker’le birbirimize bakıp gözlerimizle ve hatta bazen alenen bunu söylüyoruz “manyak lan bizim oğlan!”
(Bir nevi "biz yaptık bunu ama bu olmadı" mesajı)

“Aaa yok canım..” filan demeden önce ne haltlar yediğini öğrenmekte fayda var. “harbi manyakmış” diye içinden geçirmezsen şerefsizim!

Durum komedisi 1:

“Böyle giydirme!”


“Tamam babacım bileğe indiririz”


“Neden öyle giydirdin?”


“Nasıl?”


“Neden böyle çektin çorabı neden?”


“Tamam babacım istediğin gibi bileğe indirdim şimdi yanlışlık olmuş, öyle istediğini anlamadım”


“Ama öyle neden çektin?”

12 Haziran 2012 Salı

Dumur diyalog #57

Kapıdakinin kim olduğunu soran annesine;

“Her şeyi bilmek zorunda değilim!”

11 Haziran 2012 Pazartesi

Iphone'la mı doğduk?

İlker bir üst modeline terfi edeceği zaman beni ikna etmek için eskisini bana vereceğini söylediğinde omuz silkmiştim. “Satarız” demiştim, “ne kullanacağım” demiştim. Kısaca istemem yan cebime: )


Annemin meşhur sözü “ne gereği var” ile teknolojiyi sorgularım ben, hemen atlamam üzerine. O yüzden en son teknoloji ürünü zımbırtılarım yoktur.

Sonra “aa ne çok işe yarıyor be” diye çark ederim. Iphone'la ilişkimiz de aynen böyle başladı.
Mutluyduk.

Yaklaşık iki haftadır yok iphone. Yiğitliğe bok sürdürmemek bir de dünya para vermemek için onsuz idare edebileceğime dair mesnetsiz söylemlerde bulunmaktaydım. Hatta söylemlerimi “kapitalizmin tuzağı, iğrenç, tiksinilesi, rezil yaratık” seviyesine kadar götürdüm.

8 Haziran 2012 Cuma

Sıfır makyaj

Beyin yorgunluğu hiçbir şeye benzemiyor.


Erkenden uyuyorsun, saatlerce uyuyorsun vücut dinleniyor ama beynin asla! İşte o zaman insan kaçmak istiyor. Teker teker terk etmek istiyor ne varsa…

İki haftadır makyaj yapmıyorum. İlk onu terk ettim. Hani gören de her sabah pür makyaj evden çıkıyorum sanır. Ama iki fırça darbesi bir rimelle insan içine çıkabiliyordum. Makyaj yapmıyorum ama makyaj çantalarım hep çantamda (hamaliye ruhuma işlemiş.)

Suç duyurusu: Kürtajı yasaklamak cinayettir

Tecavüze uğrayanları geçtim, devlet bakarmış!


Gençlik hatalarını geçtim, gelecekleri kararacak gençleri geçtim.

Kendini bilmezin biri de "anne kendini öldürsün" mü demişti?

Farkında mısınız bilmem ama son yıllarda %1000'leri aşan "kadına şiddet ve ölüm" vakalarından tutun da kürtaja kadar adım adım kadınlara bir soykırım uygulanıyor.

Eşekli kütüphaneci

Posta kutusuna düşen bir yazı, kaynağını bilmiyorum, ama çok etkileyici.

Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Dumur diyalog #56

Browni intense paketinde 9 tane küçük paket çikolata var.

İki küçük yemesine izin verdik. Üçüncü paket elinde açıp yemek istiyor.

Hemen kendisine seçenek sunuldu;

“Eğer o çikolatayı yersen 3 gün çikolata yemek yok.”

Düşündü düşündü… Bir elindeki pakete baktı bir önündeki kalan 6 pakete.

“ama ama öyle olmaz! öyle öyle olmaz”

Sabahın erken saatleri…


Göz pınarına yerleşmiş bir damla yaş, “ama ama öyle olmaz! Öyle öyle olmaz” derken yerçekimine yenik düştü. Sonrasında kapıp koyuverdi kendini. Göz pınarları şelale oldu.

Aklı almıyordu.

5 Haziran 2012 Salı

Şimdi Haberler!

Arca mısır sezonunu açtı!
Yazlıklarının terasında sezonun ilk süt mısırını dişlerken objektiflerimize yakalanan Arca "kimseye vermiycem, hepsini kendim yiycem!" şeklinde beyanat verdi.


Bir haber de moda dünyasından!

Degas ve Küçük dansçı... Hayallerin her zaman gerçekleşmeyebileceğinin öyküsü

Bir kitabın arkasında seriye ait diğer kitap tanıtımları varsa, Arca ısrarla ister, yılmaz, aldırıncaya kadar her yolu dener. Kolleksiyonculuk mu? Beğendiği kitabın benzerlerine olan merak mı? Şımarıklık mı? Bilmiyorum, umrumda da değil. Konu kitap oldu mu gerçekten umrumda değil.

Daha önce bahsetmiştim, Vincent Von Gogh ile başladık seriye. Sonra Leonardo da Vinci geldi. Aklı Picasso'daydı, at kuyruğu saçlı kıza bayıldı, tabii ki çocuk ruhu hiç yaşlanmayan Picasso'ya da:)

4 Haziran 2012 Pazartesi

son model laptop

iphone'un helvasını yedik... derken laptop da sizlere ömür. Cenaze evi gibiyim. Üzerimde garip bir manyetik alan olsa gerek yakınımda ne kadar alet varsa bozuyorum bu ara.

Tuşları bozuk aletin. Kurcalarken iki tuşu söktüm, kaldım mal gibi. Ofisteki bir klavyeyi kaptım, çalışıyorum, işte öyle...

"38" bedenin resmi web sayfası...The official web page for "38"!

Ne diyecektim? Beyaz pantolon. Çok pis koydu yeminlen! Hiç girmediğim bir mağazaya girdim Cuma gunu Kesimlerini kalıplarını zinhar bilmiyorum, o mağazanın çözmeziyim. Hem 36 hem 38 hem de 5 tip pantolon alınca deneme kabininde kalma rekoru kırdım. Mağaza yetkilileri kim bilir hakkımda ne düşünmüştür.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Bugün ne giydim?

Bayılırım moda bloglarına. Kombinlere, “ne giydim?” “ne neyle giyilir?” muhabbetlerine. Lakin uygulamadan yana pek gevşek olduğumdan, benim başlığa cevabım;


“Son üç haftadır olduğu üzere gömlek, siyah pantolon, siyah ayakkabı kombini”

Neden?

31 Mayıs 2012 Perşembe

Dumur diyalog #55

Doktorla muhabbetlerinin arasına girdiğimde;
A: Off sana söylemiyorum, ona söylüyorum.

Yel değirmenleri ile alıp veremediğim bir şey var ama ne?


Uyku denen şey depolanabilen bir şey değilmiş, bir defa daha anladım. İlki hamileykendi. O kadar çok uyuyordum ki gebeyken bir doktor ziyaretinde İlker dayanamayıp sormuştu, "ne zaman biter bu uyku halleri?" Hiç bitmedi. Herkesler "aman uyu uyu doğurunca uyuyamayacaksın zaten" diyerek beni uykunun depolanabilen bir şey olduğuna inandırmaya çalışmışlardı.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Fonda "eye of the tiger" çalıyor

Ve ben eşşek kadar kadın tabakhaneye bok yetiştirecekmiş gibi koşuyorum.

Koşarken kulağımda o gaza getirici müzik, gözlerim hedefe kilitlenmiş. İnsan yığınlarının arasından slalom yapıyorum. "Slalom baby slalom!!"

"Üç kişi daha geçersem 1 dakika daha kazanırım"ın hesabını yapıyorum. Hayır gülmüyorum son derece ciddiyim. Üstelik dışarıda hava 25 derece iken bu gerizekalı insan topluluğunun bu kapalı AVM'de ne aradığını sorgulayacak kadar ciddiyim.

Şimdi nereden aklıma geldiyse…


Yıllardır görmediğimiz lise arkadaşımız, İzmir’e geldiğinde Alsancak’ta bir café’de buluşmuştuk. Hamileliğimin ortalarıydı sanırım. Bekar ve çocuksuz bir erkek olan arkadaşın ilk sorusu “sezeryan mı normal mi doğuracaksın” olmuştu.

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı..." Vol.12

Gün geçmiyor ki, günün çorbası çifti salaklıklarına bir yenisini eklemesin!

Arca, yavrum seni camide mi bulduk (zira sen bizden daha zehir gibisin) yoksa salaklığım bulaşıcı mıdır bilinmez son zamanlar anandaki salaklıklar babanı kapsama alanına aldı gidiyor.

29 Mayıs 2012 Salı

Dumur diyalog #54

İ : aa bir küçük fındık faresi mi gelmiş yatağımıza?


A: Hayır ben ceviz faresiyim

….

A: Annem fındık fareleri annelerini dudağından öper biliyor musun?



Marketten aldığımız mısırları kavanoza koyarken;

A: Bu ne?

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kaçabilirsin ama saklanamazsın! 5 buçuk çok erken yav!


En son pek iyi anladığım ama anlamazlıktan gelmeyi tercih ettiğim yeni kademeli (ne demekse?) eğitim sistemi komedisiyle arama mesafe koymuştum. Vallahi bak, ofiste sohbetlere bile mal mal bakıyordum. Sanki görmezden gelmiş gibi yaparsam bu kötü kabus silinip gidecek ve biz güneşli bir sabaha uyanacaktık. Çocuklarımıza “zorunlu” seçmeli dersler dayatılmayacak, 10 yaşında çocuklar çıraklığa veya evlenmeye yönlendirilmeyecek, beş buçuk-yedi buçuk yaş arası üç ayrı grup aynı sınıflarda okutulmayacaktı. Okul öncesi eğitime önem verilecek, herkes huzurlu olacaktı.

Başta Blogcu anne Elif olmak üzere çok yazıldı, çok çabalandı. Okuyup okuyup beynimin ücra köşelerinde inzivaya yolladım bütün bilgileri, olanı biteni.

“Ben bir çocuk gördüm…”

Bu ara Arca bir halt yediyse ya da yiyecekse başlıyor anlatmaya …
“Annem bir gün ben bir çocuk gördüm…”

25 Mayıs 2012 Cuma

Procenin son ayağı

Tarihi iphone'um can çekişiyor. Bu fotoğrafı blogger'a ekleyinceye kadar iki defa kilitlendi. O kadar darbeye iyi bile idare etti. Bugün yarın cenazesini kaldırırız. Helvasını yer eski dostum nokia'ya selam ederim. Fotoğrafın konu başlığı "arca'yı çekirdek aileden çıkarma procesinin son ayağına ait material tedariği"dir. Tüm bir cumartesiyi ve gecesini, ardından da pazar öğleden sonrayı babaannesi ve hala-emre-deniz üçlüsü ile geçirecek olan cüce, kendisi ile ilgilenecek yakın akrabalarının burnundan getirmesin diye bir dizi önlem paketi planladım. -Var ya planda detaycılık konusunda üzerime adam tanımam. Hata bazen planı o kadar detaylandırırım ki işin gerçeğini yapmak hiç heyecan vermez ve hatta katiyen bir türlü bitmez.-

Fakir ama gururlu bir çocuk vardı…

Arca ile günümüzün bir kısmı onun tarafından “sınırları genişletmeye çalışmak”, benim tarafımdan “sınırları net belirlemek” üzerine yapılan workshoplarla geçiyor.

Alınmaca gücenmece yok, herkes üzerine düşeni yapıyor.

O, sürekli deniyor, ben sürekli posta koyuyorum. Geçinip gidiyoruz.

Bunlar olağan şeyler…

24 Mayıs 2012 Perşembe

Makarnayı neden en güzel ben yapıyorum?

Çünkü Arca makarnayı sadece benim yaptığımı sanıyor:) Çorba, et, pilav, sulu yemek... Bunları hep Nadire abla yapıyor sabahtan ama makarna dediğin taze olcak.Bir de İlker'den isteyince bilmiyorum cevabını alıyor. Sonuç : Yeliz the makarna queen:)

özgürlük, kime göre neye göre?

Anne baba arasındaki ikilemden çocuklar ve disiplinsizlik beslenir. Sen kocanla birbirini yerken cüceler isyan bayrağını eline alıverir.

Biz İlker’le umumiyetle birbirimizi kollarız. Cüce de yalnız kalır. Bu yüzden ikinci çocuğu düşünmüyoruz, eşitlenmesinler diye:P Böyle de bencil bir çiftiz.

Ama bazen bizim gibi müttefiklerin bile fikir ayrılığına düştüğü oluyor.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Adamı böyle döt ederler!

Arca bir ara tuvalet eğitimi almakta olan arkadaşlarına özenip ılık ılık salıyordu çişleri. Ulen başa döndük, “tüh Allah kahretsin” derken, şimdi de yeni icatlar çıktı.

Arca’nın sınıfında kendilerinden epey küçük bir arkadaşları var, Yasemin. 18-20 aylık filan. İnanılmaz tatlı bir çocuk. Önce bizim canavarlar zarar veriyor mu acaba dedim, öğretmenleri “çok kolluyorlar, koruyorlar Yasemin’i” dedi. Acayip sevindim. Farklı yaşlardaki çocuklarla bir arada olmaları çok güzel bence. Bir de fark ediyorum ki Yasemin sınıfa katıldığından beri Arca, hemen hemen aynı aylarda olan Poyraz’la oyunlarında daha dikkatli davranır oldu. Şahane, değil mi? Evladım küçükleri koruyor kolluyor, diye sevinirken bu işin yan etkilerini hiç düşünmemiştim.

22 Mayıs 2012 Salı

Ortadoğu ve Balkanların en hızlı pazar alışverişi


Tabii ki fotoğraf çekmek filan yok!
kaynak için (*)
 "Günün çorbası", hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak 15 dakikada evet yanlış okumadın yavrım,15 dakikada haftalık pazar alıverişini nasıl tamamlandığına dair ipuçlarını paylaşacak.

Allah cümlemizi “farkındalık” illetinden korusun! Amin!


Vaktiyle Bacılar! Analar ! toplaşın, mühim izahatlarım var!" derslerime iştirak etmiş analar bacılar benimle empati kuracaklardır. Zira “farkındalığın” karanlık yüzüyle baş başayım.  

Uzatmadan anlatıyorum...

Bu hafta sonu çok acı bir gerçeğin farkına vardım. Farkına vardığımdan beridir de kendimden hiç hoşnut değilim. Farkındalığın artması işte böyle yan etkilerini de beraberinde getiriyor.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

İçimde kalmasın

Kalmasın vallaha çatlarım.

Dün akşam her zamanki gibi amaçsızca açık TV'ye gözüm takıldı. Amaçsız çünkü kimse bir şey izlemiyor ama TV açık? Niye ki?

Ben bizim evden alışkınım aslında, sabah açılırdı televizyon. "ses olsun" diye. Ama annemin eli hep işteydi. Kulağı TV'de. Yalan rüzgarındaki seslendirme sanatçısı değişince annemin nevri dönerdi. Hiç bakmamış ki ekrana. İlker de çok farklı değil, elinde iphone onu bunu karıştırıp duruyor ama televizyon açık. Neyse blog köşelerinde muhterem kocamı çekiştirecek değilim, zira farklıyız kardeşim.

Arca'yı çekirdek aileden çıkarma procesi Vol.2, sanal paylaşımın dibi ... vesaire

Yazlık her geçen gün keyifli bir yer oluyor...

Orada geçirdiğimiz vakit her hafta sonu biraz daha uzuyor.

Arca'yı çekirdek aileden çıkarma procesi tam gaz devam. Babanne hafta sonu şirketin organizasyonunda olduğumuz sırada Arca'yı yazlığa getirmeyi teklif etti.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

an itibariyle...

Efes fıçının yanına iç fındığı katık ettim.
Bundan sonra "kilo almışım bık bık bık " söylemlerime "hadi len!!" demek serbest, hakettim ben bunu.

18 Mayıs 2012 Cuma

İskender sonunda

İskender’e daha okumadan b.k atmıştım. Okumamıştım da. Ama okuyacaktım. Pek popüler kitapları sonraya saklamak gibi bir huyum var. Çok merak etmiyorsam bekleyebilir. İskender’i yaza saklamıştım ama dayanamadım, uzun yolculukta yedek kitapların arasına aldım. Elif Şafak benim için şimdiye kadar sadece “Aşk”tı. Artık “İskender”. Bazı insanlar ekrandan okunamaz mesela, onların kitabını alıp eline okuman lazım. Elif Şafak da gazeteden okunmuyor anladım, elinde kitabı olacak.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Okulda sergi, anneler günü vesaire...

Trafik ışıklarında durduğum zaman iyi ki fotoğrafını çekmişim zira akşama kadar kelebekler elimde kaldı :) Arca'nın anneler günü hediyelerinden bir tanesi bu, okulda yaptığı hediye.

Verecekleri zaman acayip heyecanlandım, mini eteğimle (yaşlandıkça etek boylarım kısalır oldu:P) elimde kocaman fotoğraf makinesi ve fuardan beri ağrıyan dizimle diz çöktüm. Tek evladım kollarıma atlayacak, "anneler günün kutlu olsun annem" diyecek, bu muhteşem sahneye tanıklık edenler gözyaşlarına hakim olamayacaktı. Evet, gözümde canlandırdığım sahne buydu.
 

15 Mayıs 2012 Salı

Makarna en iyi çocuk bakıcısıdır.

Öyledir. En azından Arca için. Koy bir tencere makarnayı, git ne işin varsa yap.

İlk söylediği kelimelerden biri "makka" idi. Bkz. yaklaşık iki yıl önce çekilmiş bir makarna videosu...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

dumur diyalog #53

Model grubu için;

“Bazı model kızlar şarkı söylüyor, modelin şarkısını aç babam!”

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Tam zamanında!

Sabah Alsancak'taydık. Nil'in tavsiye ettiği atletlerden alıp Tea&Pot'a uğradık.
Cüce hapşırıyordu, burnu sümüklü.
İyi ki oyalanmamışız, tam zamanında kaçmışız...

An itibariyle...

11 Mayıs 2012 Cuma

Balkon

Mini etek İzmir’in yerel kıyafetiyse (yalan dünya:P) , balkon da folklorunun önemli bir parçasıdır.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Azmin kitabını yazıyorum şerefsizim

Demiştim ya bu herif uyumuyor, dalacağım kendisine… Evet daldım. Hemen despot anne mode on yaptım. Bak en başarılı olduğum konu, demek içimde var despotluk. Anlattım güzel güzel, bak evladım kitap okuduktan sonra ben yanında oturacağım sen uyuyacaksın, hani okuldaki gibi.

Yemedi tabii.

Bundan sonrası fiziksel darp, psikolojik şiddet, vicdan sömürüsü, “bak travma geçiririm, manyak olurum” sinyalleri, trajedi, komedi, anarşizm içerikli bir filme dönüştü.

Hurried Child Sendromu = Acele ettirilen çocuklar

Acele işe şeytan karışır
Acele giden ecele gider

Benim gibi telaşe memurlarını biraz sakinleştirmek için atalarımız tarafından söylenmiş, pek sevilmiş, bugüne kadar gelmiş sözler. Bir de bizim zamanımızda “Acele işe, ben de işeyeceğim” geyiği vardı değil mi? Evet biliyorum iğrencim:P

Geçtiğimiz günlerde İzmirli anneler mail grubunda tartışılan konu başlığını görünce evden çıkmazdan önceki “hadi hadi”lerden bahsedilecek sanmıştım. Meğer bambaşka bir şeymiş.

Hurried Child sendromu

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Arca’yı çekirdek aileden çıkarma procesi Vol.1

Biz İzmir’in nimetlerinden katiyen faydalanmıyoruz. Katiyen!


Kabuğu pek sert bir çekirdek aileyiz. Yanı başımızdaki ailelerimize Arca’yı teslim edip birkaç saatliğine ya da birkaç günlüğüne baş başa kalamıyoruz. Hep bir bahanemiz oldu. Yok dişiydi yok çişiydi, yok ağlardı yok düzeni bozulurdu.

Arca'nın başka çevrelerde olmaya, onu seven akrabaları ile yeni deneyimler kazanmaya ihtiyacı var desem de inanma, asıl bizim biraz düdükten nefes almaya ihtiyacımız var:P

8 Mayıs 2012 Salı

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı..." Vol.11

İlker geçen hafta doğum günüm dolayısıyla İstanbul’a geldi. Eski günlerin hatırına İstiklal’de kol kola gezdik, güzel öğrencilik yıllarımızı yad ettik. Derken bir binanın önünde durduk. Başladık engin mimari bilgilerimizi konuşturmaya. “Vay be!! Nasıl güzel restore etmişler, bak gördün mü, çok şık olmuş. Hmm neymiş bu otel mi?” … “yok yok cafeler var baksana”.. “AVM galiba?” … “aman Demirören’i de hiç sevmem ama bak adam ne güzel yapmış işte, takdir edeceksin” … “ya ya… bak bu caddedeki bütün binaları böyle yapsalar ne iyi olur”

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Geldik şanlı analık tarihimin en çetrefili savaşına

Yok anam terrible 2 horrible 3 fucking 4 diye başlamayacağım. Çünkü bu savaş zamansız... Yıllar geçtikçe şarap gibi yıllanıyor, katiyen bitmiyor. Her dönem ayrı bir tat ayrı bir sefer. Haçlı seferleri mübarek.

Uyku be ya uyku!


Bebelerin uyuması dedin mi, bizim internet analarında iki ana görüş hakimdir.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

"küçük" deyip geçme!

Hangi rakının daha güzel olduğunu sormak için neredeyse İlker'i arayacaktık. İnsanın rakı kültürü olmayınca.... yaş üzüm mü ne? hah işte ondan bi küçük, iki kadın ... asmalımescitte ... bi küçük diyorum bitti!

"küçük" deyip geçme küçümseme! Rakı geçmişim birkaç kadehle sınırlıdır. Tuba'nın da öyle... Ama dün gece vurduk şişenin dibine. Küçük bir şişe ama bizim için büyük bir adım. Dün anladım ki kavun beyaz peynir rakı üçlüsü çok can kardeşmiş. Aynı bizim gibi:) Bize arkadaş oldular, bitiremeyiz dedik, paket yaptırır eve götürürüz dedik, derken bir baktık bitirmişiz.

Rakıdan sebep, saatler gece ikiyi gösterirken THY çağrı merkezini epeyce güldürdüm kanımca:) Benim kaydı dinler dinler gülerler artık.

4 Mayıs 2012 Cuma

Bizden geçmiş

Fuar dediğin... bizden geçmiş. Daha ilk günü öğlen olmadan yorulmuştuk:)
Hep derim gençlerin önünü açmalı!

Açmak deyince.. Fermuar iki milimetre açtım. Hani etek noldu diye merak edenlere durum raporu vereyim dedim. Her allahın akşamı tabiri caizse öküz gibi yer de bir de alkolun dibine vurursan olacağı bu! Kebapçıda çimçimlenen Çinli misafirlerin önünde kalan etleri kendi tabağıma alasım geldi. Kadir bilmezler! Bunların önüne koyacaksın tavuk ayağını zıkkımlansınlar, kebap senin neyine! İçli köfteye "no" diyen insanla aynı masaya oturdum yav! Öküz gibi yediğimi onlar da fark etmiş olacak, "bu kadar küçük bir kadın için sağlam iştahım olduğunu" tespit etmişler. Sen beni gençken görecektin.

3 Mayıs 2012 Perşembe

NEDEN! NEDEN! NEDEN!

 Kitap okumak artık bir işkence. Epeydir uyku öncesi okunacak kitap adedini ikiye düşürmüştüm. Son zamanlarda baktım hiç kitap seçiminde rol oynamıyor, kitap sayısı konusunda dakikalar süren pazarlıklara girmiyor. Ben ne seçersem tamam diyor. Bu işte bir pislik olduğunu anlamalıydım, neyse ki anlamam uzun sürmedi.

Yıllardır hiç soru sormadan dinlediği kitaplar bir anda sihirli “neden” sorusuyla yepyeni bir eğlence kaynağına dönüşmüştü. Zira ne seçersem seçeyim, sonuç hep aynıydı, hemen her cümle “neden?” sorusu ile bölünüyordu.

Kitap okuma süresi yine aynı niye adedi arttırsın ki?

Altta kalmamalıyım, yeni bir kanun hükmünde kararname ile uyku öncesi kitap sayısını teke düşürmeliyim, en azından “neden?”ler tükeninceye kadar.

Halbuki ben artık “neden”lere hazırlıklıydım. Donanımlıydım.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

sahi bugun benim yasgunumdu:)

fuar oncesi kendin pisir kendin yecide surpriz pasta kesiminin ardindan tarihi otelime giris yaptim. musterilerine olan duyarliliklarina hayranim:)-bkz foto
yarin ilker geliyor bi sefer de onunla kutlama:) eh insan omrunde bi sefer 34 yaziyla otuz dort yasina giriyor:) ilkere sorsan 35. pis!! o haftaya 35 olacak olabilir ben onumuzdeki bes sene daha yirmi dokuzum. babam gencligini bu formule borclu: elliyi gecmeden yasi icin kirki telaffuz etmedi. takvimler 59?gosterirken o 49 yasindayim diyordu. simdi sor 59 der:)

bundan sonra 29 anam yersen:))

1 Mayıs 2012 Salı

1 günde 1 kilo verdiren diyet

“40 kiloyum 168 boy ve 5. Sınıfa gidiyorum. Günde 3 litre su içtim sadece 1 kilo verdim, bir de bisiklet sürdüm ama…”



“Ya ben 172 boyundayım 62 kilo çok mu?”


“14 yaşındayım, 164 boyundayım ve 54 kiloyum – biliyorum korkunç !- üç gün içinde 50 kilo olmak istiyorum. Ne yapabilirim?”


….

Bunlar aklımda kalanlar. Bir diyet sitesinin yorumlarında okudum, şok oldum! (Ne işin vardı diyet sitesinde diye soran şahıs; hayır bir şey kaçırmadın yavrım, yazının sonunu oku, flashback yapacağım)

30 Nisan 2012 Pazartesi

Beni habersiz bırakma

Çağımızın korkulu rüyası “bihaber olmak”. Aman habersiz kalmayalım.

Hani şu sigaraların üzerine “öldürür!” “kanser yapar!” filan yazıyorlar ya, hah onun yerine “habersiz kalırsın”, “facebook’una halel gelir” “twitter hesabın hack’lenir” filan yazsalar daha etkili olur şerefsizim. Ha “iktidarsız olursun” mesajını sollar mı bilemem ama bir caydırıcılığı olacağı kesin!

Şaka bir yana, sosyal medyanın çıkış noktası bu kanımca. İnsanoğlunun “haber alabilmenin keyfi” kodlu genlerine gönderme yapıyor ve sinyaller anında yerini buluyor. Bir defa haber almanın, bilgilenmenin tadını alan bünye bu illetten katiyen kurtulamıyor. Eh işin içine bir de merak girdi mi…

Ateş eden şey

Arca "tabanca, tüfek, silah" kelimelerini bilmiyor. Yok yav şişinmek için söylemiyorum, benim evladım pek masum, terbiyeli, hiç öyle vurdulu kırdılı şeylerle işi olmaz şeklinde bıkbıklayacak değilim. Sadece "bak bu silah, bu tabanca, bu 38 lik bu kalaşnikof" filan diye detaya girmedik, anlatmadık, görmezden bilmezden geldik silahları. Su tabancası bile almadık, su pompası aldık. Bir nevi "mesaj vermeyelim" kaygısındayız.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Var bir gudubetlik!

Haftaya İstanbul’a fuara gideceğim, fark ettim ki beni unutmuşlar. Benim gibi kadın unutulur mu be! Otel yok, uçak yok, kaldım ortada. Madem unuttunuz gelmeyeyim o zaman dedim, yemedi! Eh madem unuttunuz ve madem geliyorum, o halde bari WOW’da bir oda ayarlayıverin, dedim, hiç yemedi.


Günlerdir yana yakıla otel arıyorum. Merter tarafı iptal. Taksim’e yöneldim mecburen. Fiyatlar uçmuş, fuar zamanı son günler… Normal. Bakalım, Beyoğlu'nda kalacağım bu gidişle. Parkta da yatıracak halleri yok ya, buluruz elbet.

27 Nisan 2012 Cuma

D.I.Y.* senin neyine sen anca D.I.** yavrım!

* : D.I.Y. Do it yourself (Türkçe meali "elin armut mu topluyor, bir dünya para vereceğine kendin yap!")
** : D.Y. Do yourself (Türkçe meaili kendini yap! daha da derine girmeyeyim, Türkçe dediğin lastik bir dil her yere uzanır)

D.I.Y. olayına merak saldığımdan beridir, evdeki her atıl eşya potansiyel bir D.I.Y. malzemesine dönüşüyor.

Babamla annemin şarapla arası hiç olmadı, onlar direkt rakı takılırlar. Dolayısı ile bizim evde hiç şişe mantarı olmadı. Bu detay önemliydi çünkü ilkokulda fen bilgisi deneylerinin bir kısmında mantar kullanılırdı ve ben bulamadıkça deli olurdum.

26 Nisan 2012 Perşembe

Çocuğuna sinirlenmemek için dahiyane yöntem duymak isteyen buraya

Çocuğunuza zaman zaman kızdığınız oluyor mu?
İçinizden bağırmak geldiği ve hatta avaz avaz bağırdığınız?
Peki arada çok sinirlendiğinizde şöyle bir omuzlarından sarsıp kendine getirmek istediğiniz?

" Yok olmuyor benim içimden hiç çocuğuma kızmak gelmiyor" diyene öyle bir okkalı “HADİ LEN!!” derim ki feleğini şaşırır!

Olur kardeşim olur güzel annem, olmuyorsa insan değilsin! Hani "insan değilsin" derken "olamazsın" anlamında söylüyorum. Ya sinirlerin alınmıştır ya sakinleştirici yutuyorsundur ya da meleksindir de kanatların yoktur.

Günün çorbası hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak engin (!) tecrübelerini, birikimlerini, dahiyane fikirlerini paylaşıyor! “Okumadım, görmedim” diyeni ve engin bilgileri es geçeni, uygulamayanı çok pis tepelerim!

Heyecan doruğa çıktı mı? Ne yaptığımı, sinirlerimin bir anda nasıl yatıştığını söyleyeyim mi?

25 Nisan 2012 Çarşamba

Montessori'yi sevmek için çok geçerli bir sebebim var

Çocuğu bir birey olarak gördüğü için mi?
Yoksa hani o, çocuğun hayatını kolaylaştırıcı oda düzeni için mi?
Çocuğum dahi (!) olsun diye mi? Harika çocuk yetiştirmek için mi?
Yoksa blogta montici geyiği yapmak için mi?

Hayır ! Yani evet tabii hepsi kulağa çok geliyor. Ama benim derdim başka.

Montessori ile ilgili ilk okumaya başladığımda ne pembe kule, ne kahverengi basamaklar ne de kulplu silindirler cazip gelmişti bana. Aktivitelerin hepsini okudum, ama hemen hemen hiç birini uygulamadım. Hayatın içine yedirilmeden bir takım öğretilerin, aktivitelerin “dostlar alışverişte görsün”den farkı olmadığına inanıyorum.
(Diyorum ama benim de numunelik bir “dostlar alışverişte görsün” aktivite postum var, bkz. Sürpriz sepeti )
Dedim ya derdim başka.