Dün akşam Nurella’nın
fonda çalan müzikle mest olmuş şekilde oturduğu yerden mimikleriyle çektiği
klibini izledim. Ellerini kıvırıyor, manikürlü parmaklarını bir sevgiliye bakar
gibi özlemle seyrediyor, seyrettikçe kendinden geçiyordu. Bir belgeselde hiç
tanımadığım kürklü fokların çiftleşme mevsimine denk geldiğimde, nasıl merakla
bakıyorsam, büktüm boynumu, öyle baktım ekrana. İlker’in soran gözleriyle
karşılaştığımda, dedim ki bundan gayrı sadece kitap okuyup, sadece kendim gibi
insanlarla takılmayacağım, türk insanı gerçeğini anlamaya çalışacağım. Bu demek
değil ki, eskiden küçümsüyordum, şimdi halkın seviyesine indim, katiyen! Kim
altta kim üstte ona ben karar veremem! Hali hazırda kendimi korumak için, bir
sonraki seçimde dumura uğramamak, bu kadar şaşırmamak, bu kadar üzülmemek için hazırlıklı
olmalıyım. Çünkü bu insanlar, bu programları izleyenler, bu ülkenin gerçeği.
Bunlar hayatından hoşnut, bunlar kazandı.
3 Kasım 2015 Salı
Kitap Yorumu: Yalnız Kadınlar Arasında
Ekim ayında çok kitap
okudum demiştim, değil mi?
Bunlardan biri de Cesare
Pavese’den Yalnız Kadınlar Arasında idi. Ben şiir sevmem, daha doğrusu pek
anlamam. Kendimi bu dala yakın hissetmediğim için de okumuyorum. Pavese’yi de
şair olarak tanıdım ama romanını okumayı tercih ettim. Ve tabii ki Tezer Özlü
sayesinde tanıdım. Okuyanlar bilir, Yaşamın Ucuna Yolculuk romanı aslında bir Pavese
arayışıdır.
2 Kasım 2015 Pazartesi
An itibariyle
Üçüncü biramı açsam mı açmasam mı? Derken aklıma geliyor; muhtereme artık şu evde bira yapımı aparatını denesek diyorum, malum rejim bu değişti mi ne edeceğiz?
Okuyoruum diyorum, millet amma çok okuyorsun diyor. Peki, gündemden ülke gerçeğinden kaçmanın başka bir yolu var mı? Varsa önerileri alayım.
Sabah pazarda tezgaha nöbetçi bırakıp oy kullanmaya giden pazarcılar kalbime umut tohumları serpmişti, nasıl da unutmuşum bu ülke gerçeğini? Daha geçen gün blogcuanne elife döşenen yorumları görüp kendi izolasyonumdan dem vurmamış mıydım? Umut ne hafifmeşrep bir mizaca sahip ki, birden oynaşmaya başlıyor ruhumuzda ve en küçük zorda terk edip gidiyor bizi, gösteriyor ama elletmiyor? Umut! Mümkünse bir süre semtime uğrama çok pis küfrederim!
Seçim sonuçlarını izlerken ütü yapayım dedim, allah seni inandırsın bir hırslanmışım, bizim oğlanı komşulara, ütülenecek gömlek almaya gönderecektim, "anam hırsını ütüden çıkarıyor da..." Diye açıklama yapacaktı. Neyse ki sonuçlar daha ütüler bitmeden tamamlandı. Hani bu kadar gelişmiş bir seçim sonucu açıklama sistemi... İnsan gurur duyuyor haliyle...
Üçüncü biradan vazgeçtim, gidip kitap filan okuyacağım, okurken sızacağım ama bugün ruh halim kısaca bu!
1 Kasım 2015 Pazar
Kasım’da ne yapmalı?
1 Kasım itibariyle tabii ki oy kullanmalı! Kullandınız mı oyunuzu?
Sonra, ablamın doğum gününü kutlamalı, 41 kere maşallah demeli :P Kasım bana hep ablamın doğum günlerini ve yağmuru anımsatır. Ne yağardı be yağmur biz çocukken? Şimdi küresel ısınma b.kuna azaldı tabii.
Sonra, ablamın doğum gününü kutlamalı, 41 kere maşallah demeli :P Kasım bana hep ablamın doğum günlerini ve yağmuru anımsatır. Ne yağardı be yağmur biz çocukken? Şimdi küresel ısınma b.kuna azaldı tabii.
Neyse… Kasım diyordum. Ne
yapmalı?
31 Ekim 2015 Cumartesi
Cep telefonu çıktı, mertlik bozuldu
Okulun kaynaşma brunch
şeysindeyiz… Dediğim gibi biz muhteremle pek kaynaşamadık. Zaten bakma buradan
böyle car car konuştuğuma ben biraz asosyal bir tipimdir. İlker desen az
bildiği ortamlarda az konuşur. O etkinliğe gittik, oturduk, bizim oğlan zaten top
tepmeye gitti, biz kafa kafaya muhabbet ettik birbirimizle. Millet evvelden
kaynaşmış zaten. Bunlar çocuğunu okuldan alan, aldıktan sonra da birlikte Agora’ya
filan geçip takılan anneler, çoğu zaten çalışmadığı için çay kahveye gidiyorlar
birbirilerine, yani muhabbetleri zaten var. Ben insanların yüzlerini bile
aklımda tutamıyorum. Allahtan ablamın ortaokul arkadaşı İnci var, Arca’nın
sınıf arkadaşının annesi, bir de kitap kulübünden Hümeyra, o kadar. Neyse biz
de etkinliklere katılım gösterdik, ben totomla balon patlattım, İlker dalgasını
geçti, o halat çekme ekibindeydi, bizim sınıf kazandı, filan…
30 Ekim 2015 Cuma
Kitap yorumu: Bir Dönem İki Kadın
Bazı akşamlar Arca’ya
kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha
kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum.
Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt
getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Yine bir gün uykum
kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında”
romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap
sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı
karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken
uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak
sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki,
tekrar elime alayım…
Ekim biterken...
“Uzun zamandır buralara
uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül
koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum,
gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır,
yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak
bahsetmiyorum puhahahah)
Biz blogla eski dostlar
gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde
sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da
budur – benim blogla olayım da o hesap.
Neyse şükür kavuşturana…
Ekim tam da tahmin
ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler
getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya
fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir
başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık
yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)
Şöyle bir dönüp baktım da
Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı,
kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.
23 Ekim 2015 Cuma
Çığlık
İlişkilerde çalkantıyı sevmem. Öyle inişli çıkışlı, şiddetli insan ilişkileri bana göre değil. Mantıksızlıklar, gelgitler, dengemi bozan çıkışlarla baş edemem. Polemik sevmiyorum, kavga gürültü, yok almayayım kalsın.
21 Ekim 2015 Çarşamba
Bir kontrol manyağından ahkam kesme yazısı
Çalışırken bir arkadaşım telefon etti, bilmem ne projesi için özel fiyat almış mıydın diye sordu. Bir anda resetlendim ve hemen cevap veremedim. Halbuki ben o projeyi diğerleriyle birleştirmiş, daha iyi fiyat alabilmek için üreticiye ne diller dökmüştüm. Bunlar bir anda aklıma gelmedi, halbuki defterime bile tek tek not almıştım. Halbuki…
Konuya hakimiyet sıfır, otur! Aslında bunu da diyemem, çünkü konuya hakimim, notlarıma bir bakınca tüm çalışma film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden ama o ilk anda araba farı görmüş tavşan halimi üzerimden atamadım. Böyle oluyor. Aslında yapıyorum ama bitirince rafa kaldırıp unutuyorum. Her şey için notlarıma bakmam lazım. Bu kafa yorgunluğunun unutkanlığın çözümü ne? Bilmiyorum. B12 vitamini?
Sadece iş değil. Ben artık özel hayatımda da not almadan hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Hemen her gün öğlen yemeğinden sonra defterimi açıp başlıyorum yazmaya;
BUGÜN YAPILACAKLAR
19 Ekim 2015 Pazartesi
Kahkaha atmak ister misiniz?
Bu ara hafta sonları
acayip bir maraton halinde geçiyor.
Cumartesi sabah, piyano
dersine gidiyoruz. Arca, kavramada iyi, tekrar ve evde pekiştirmede kötü bir
öğrenci. Böyle giderse, yakında zorlanacak. Olsun, anın tadını çıkarıyor,
piyanoyu sevdiğini söylüyor, ne yapalım bir Fazıl Say da yetiştirmeyiverelim :)
Piyanodan çıkıp basketbol
kursuna gidiyoruz, gör dötüm yollar!
Benim vakti zamanında “ay
çocuklara boş zaman bırakın, bırakınız sıkılsınlar, ay o kurs senin bu kurs
benim gezdiriyor musunuz, bıyyy iğrençsiniz” çerçevesinde dönen sayıklamalarımı
(ne sayıklaması yav çarşaf çarşaf yazmışım, inkar edersem suratıma tükür:P)
hatırlayanlara, peşinen söyleyeyim, annelik macerasında yaladığım ilk tükürük bu
değil. Ben daha neler yaladım. Zaten artık yalama olduğum için hiç de
utanmıyorum, çocuk gideceğim diyor ayol ben n’apayım?
Laf aramızda Legoya da
gitmek istedi, artık çüş dedik. Basketbol için şikayet ettiğime bakma, - anaokulundaki
psikolog da bu yıl sınıf öğretmeni de çok ama çok hareketli olan Arca’nın
enerjisini atması gerektiğini vurgulamışlardı – benim de aslında seçmesi hoşuma
gitti. Zira Arca bu yaz aşırı kilo aldı, sonra lego, satranç, piyano, puzzle,
resim gibi umumiyetle fiziksel aktivitesi kısıtlı ilgi alanları var. Biraz
hareket, sınıftaki hareketliliğini de sönümler diye düşünüyordum.
Lafı dolandırmanın manası
yok, kurslara bıkbıklıyordum, şimdi kendim elimle götürüp getiriyorum,
bahaneler, kınamalar, tuh rezil kadın, bıkbıklayacağına önce kendi çocuğuna
serbest zaman ver diyenler, diyeceklerini dedilerse, dağılabiliriz.
Yok dur dağılmayalım,
daha anlatacaklarım var.
16 Ekim 2015 Cuma
Ev düzeni nasıl gidiyor? Merak edenlere…
Evi derleme toparlama
günleriydi. Taşınacaktık, yılların çöpü, kullanılmayanları, istifi evdeydi.
Taşınmak, arınmak ve sadeleşmek için iyi bir vesile. İlker’in her şeyi attığını,
benimse arkasından çöpleri eşeleyip geri tıktığımı anlattığım yazımı okuyunca,
Özlem bir mesaj attı ve hayatını değiştiren bir kitabı önerdi. Türkçesi var mı
bilmiyordu, neyse ki vardı. Bir kitabın, özellikle de kişisel gelişim vaat eden
bir kitabın bir insanın hayatını değiştirmesi fikri biraz iddialı gelmiş olsa
da kitabı hemen sipariş ettim. Çünkü ben kitap tavsiyelerine asla hayır
diyemem. İyi ki de görmezden gelmeyi seçmemişim. İyi ki de kitabı alıp hemen
okumuşum.
Zaten uzun uzun öncesini
sonrasını anlatmıştım. Kitabın en önemli kısmının “atmak” olduğundan ve tek tek neler yaptığımdan bahsetmiştim.
Peki sonra ne oldu? Artık
düzenli miyim? Marie Kondo’nun yöntemlerini uyguladıktan sonra devam
ettirebildim mi? Şimdi durum ne? … Diye merak edenler için gelsin bu yazı.
Merak etmeyenler ekranın sağ üst köşesindeki çarpı işaretini tıklamak suretiyle
aramızdan ayrılabilir, kalanlarla devam edelim:
15 Ekim 2015 Perşembe
Yorgunuz lan biz!
Geçen gün Arca’nın okulunda
bir veli öğretmen görüşmesi vardı. Randevu saati ne akşamüzeri ne sabah, günün
ofise git gel yapılmayacak kadar kötü bir zamanı. Sabahtan yarım gün yıllık
izin aldım. Arca’yı uğurladık. Yıllardır ilk defa sabah çayımı bitirebildim,
hatta ikinciyi içtim. Kahvaltıdan sonra giyinmek için kalkar, yanıma da çay
bardağımı alırım, bir odadan diğerine elimde çay bardağıyla dolanırım. O
bardaktaki o çay hiç bitmez. Genellikle de evin girişindeki sehpaya bırakır,
çıkarım. Her akşam eve geldiğimde o yarısı dolu çay bardağı karşılar beni ve
ben her sabah şu çayımı da bir keyifle içeyim de öyle çıkayım diye söz veririm
kendime, nafile bir çaba…
14 Ekim 2015 Çarşamba
Yeryüzüne dayanabilmek için
İnsan eli eteğini
dünyadan çekmek istiyor. İçine kapanmak ve içinde yaşamak. Kabuğundan bir koza
örmek ve küçük kozasına kimseleri davet etmemek istiyor. Bu zamanlar, işte o
zamanlar…
Dış etkenlerden korumak
istiyor insan kendini. Çünkü insan en çok kendini sever, sevmelidir de... En basitinden, twitter’da okuduğun bir şeyden, mesela
başbakanın ellerinde canlı bomba listesi olduğunu ve hiçbir şey yapmadıklarını
söylediğini okumaktan, ya da kafan dağılsın diye izlediğin bir maçın
seyircilerinin insanlık dışı saygısızlığından korunmak istiyorsun ama işte bir
şekilde gündem yine seni gelip buluyor, bir haberin satırlarında, televizyondan
gelen bir küçük seste buluyor.
Kaçacak delik yok.
Tezer Özlü’ye “neden
edebiyat?” diye sormuşlar, “yeryüzüne dayanabilmek için” demiş.
12 Ekim 2015 Pazartesi
Ters ışık
Fotoğrafçılıkta ters ışık
diye bir terim vardır. Işık konunun/kişinin arkasındadır ve sen onun fotoğrafını
çektiğinde bir gölgeyi fotoğraflamış olursun. Ne mimik görünür, ne detayları
profilin. Bugünler ters ışık gibi her şey. Ana hatlarıyla orada bir çocuk, bir
kayık, bir insan olduğunu görüyorsun ama detayları göremiyorsun, sır gibi…
Kayığın rengi, insanın gülümseyip gülümsemediği sır.
Günümüz, günlerimiz artık
tebessümden uzak.
Daha geçen
gülümseyebilecek şeylerin olmasına seviniyordum, pollyannanın izmir şubesiyim!
Bugün nereye dönüp baksam kalbim sıkışıyor.
Acıkıyorum, içim acıyor,
çocuğuma bakıyorum, gözlerim doluyor. Metroya binerken korkuyorum. Sabah
birimizin başına bir şey gelecekse, bari ikimizden biri çocuğumuz için sağ
kalalım diye dua ederken buldum kendimi. Korku, isyan, üzüntü her yerde, en çok
da içimizde.
Işık ne zaman günlerimizin
yüzüne vuracak?
9 Ekim 2015 Cuma
Dumur diyalog #149 : Ödev özel
Ödevlerin en sevmediği kısmı boyama. İllet oluyor.
Ödev kağıtlarının sonunda çocuğun kendini değerlendirmesi var. Bunu seviyorum.
İki kutucuk koyuyorlar, birinde "beğendim" diğerinde "daha iyisini yapabilirim" yazıyor. Çocuk ödevini yaptıktan sonra kendi kendisini değerlendiriyor.
(Arca daha ödevi yapmadan "beğendim" kutucuğunu seçiyor:P Özgüven tavan!)
8 Ekim 2015 Perşembe
Gülümsemek için güzel bir gün
Akşam çok erken yattım. Daha doğrusu Arca ile birlikte uyumuşum, sonra beni bekleyen ütüleri bildiğimden salona
gittim ama uyanamıyorum bir türlü. Kendime çektirdiğim işkencenin farkına varan
İlker, yatağıma yatmamı tavsiye etti. Demek ondan gelecek bir teşvike ihtiyacım
varmış, girdim yatağa, uyumuşum. Uyur uyumaz da bir rüya gördüm. Keçi sürüsü ve
dışkılayan, dışkılayınca mutlu mutlu gülümseyen keçiler. Derhal rüya tabirleri
sitelerini açtım, pek rahatlayacağıma delalet edermiş. Aman iyi… Uyumaya devam.
Sabahın altısında kalktım
tabii. Üzerimde üç gündür banyo yapmamış insanların pisliği var. Normal çünkü
üç gündür banyo yapmadım. Keçi pislikleri gece rüyama girerek bana bir mesaj mı
veriyordu acaba? Ütüler sorun değil de Arca’ya söz verdiğim keki de yapmadım, o
fena.
Kısa #9: Gülümsemek
Bazı günler kötü geçer.
İşler yolunda gitmez bazen. Dün mesela, sabah ofise gittiğimde hiç
keyfim yoktu. Hatta tüm gün kendimi çok gereksiz hissettim. Bir türlü motive
edemedim kendimi. Birkaç iş hallettim, bir tanesi süründü elimde. Diyorum ya
keyifsizdi! İnsan bir işe yaradığını, bir şeyleri hallettiğini, tamamladığını
hissettiğinde kendi de tamamlanmış gibi oluyor. Neyse ki evde tamamlanmayı
bekleyen işler vardı. Sabahtan ıslatılmış nohut ile çözdürülmüş etten ertesi
güne yemek yapılacaktı. Ütüler vardı, İlker’in ve Arca’nın t-shirtleri…
Dumur Diyalog #148
Okulda hafta sonu kurslarına kayıtlar başlar. Arca uzun bir süre basketbol ve lego arasında kararsız kalır. Fikir sürekli değişir, karar verme sürecinde bir gün:
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?
7 Ekim 2015 Çarşamba
antikapitalist monologlar
Çok değil, bundan otuz yıl
önce hazır giyim bugünkü kadar yaygın değildi. Özellikle çocuklar için. Annem
dikerdi giysilerimizi, ablandan küçülenler zaten sana kalır… Hatta hiç unutmam,
anneannemlerin Akhisar’da Hashoca mahallesindeki müstakil evinin sokağında bir
komşuları vardı. Evinin bodrum katında örme tezgahı vardı ailenin ve hazır
triko gibi birer hırka ördürülmüştü bize orada. Belinin arkasında kuşak olan,
yakalı, kırmızı nefis bir hırka. O kadar şanslıydım ki, kendimize ait olanlar
küçülünce bir süre daha ablamdan kalanı da giymiştim. Annem yakasına üç tane
inci işlemişti, çok zarifti. O hırkalarda kimselerde yoktu, özeldi. Üniversite
yıllarına kadar annem bana elbiseler, bluzler dikmeye devam etti. Sonra
konfeksiyon git gide ucuzlamaya başladı, ulaşılabilir, erişilebilir oldu. Bugün
büyük mağaza zincirlerinin hemen hepsi çocuk koleksiyonu bile çıkarıyor. Ama ne
var ki, herkes birbirinin aynı giyinir oldu. Partilerde pişti olursun ya hani,
benim öyle birkaç entarim var, metroda bile pişti oluyorum.
Saçında Gün Işığı
... Vücudunu kıza göre
konumlandırdı. Başı hafif öne eğik, eli kızın yüzünü güneşten korumak için
aralarında bir gölgelik oluşturuyor. Nafile bir jest. Sadece sessizlik. Kızın
saçında gün ışığı...
Kitabın son satırları…
Bayılırım bir filmin ya da kitabın
sonunu söylemeye. Evet pisliğim biliyorum. Ya da şöyle kıvırayım; “mühim olan
süreç, sonucun önemi yok, okumanın tadına varmak için sonunu bilmemeye ihtiyaç
yok..”
Tamam, boş ver. Yukarıdaki
satırlar kitap hakkında hiçbir ön bilgi vermiyor. Cümleten sinirlerimiz
yatışabilir. Alıntılamaktan hoşlandığım birkaç cümleyi de yazmış olabilirdim. Ama
en hoşuma giden cümleyi yazar sona bırakmış, elden ne gelir:)
6 Ekim 2015 Salı
kısa #8 : İran'laşıyor muyuz?
Yıllar önce henüz Türkiye’nin İran’a
dönüşeceğine ihtimal vermediğimiz zamanlarda İran’lı bir arkadaşım vardı:
Salome. Öğrenci değişimi programı ile staj için İstanbul’a gelmişti, bizim
yurtta kalıyordu. Anneannesi azeriydi ve çok iyi bir Türkçesi vardı. İran’lıydı
fakat islami devrimden önce ailesi Avusturya’ya kaçmıştı, yani aslında Salome
orada doğmuştu ve Avusturya vatandaşıydı. Mimarlık okuyordu, stajı bitince
İran’a akrabalarını ziyarete gidecekti. Bize orada giyeceği çarşafı
göstermişti, tüylerim diken diken olmuştu. Bir de çok ince olduğunu
hatırlıyorum, içini gösterecek kadar ince. Işık vurdu mu içini gösteriyor zaten
demişti, ama bunu giymek şart.
2 Ekim 2015 Cuma
Ekim'de neler yapmalı?
Ekim bizim buralarda
sonbaharın yeni yeni hissedildiği ay. Geçen hafta denize girdik yav:) İlk defa
bu hafta sabah üzerime bir hırka aldım. Ekim tam da artık “sonbahar geldi”
dediğimiz ay…
Düzen kışa kayınca, ister
istemez yapılacaklar listesi de kabarıyor. Özellikle yazdan erteleneneler. Ekim’de
ne yapmalı diye liste çıkarırken bir de baktım, ucu bucağı görünmüyor. Önce
haftalara böldüm sonra da lokma lokma günlere, bitecek gibi değil!
1 Ekim 2015 Perşembe
Dizi
Akşam maç izlemeye
Zeyneplere gitmiştik, gitmişken pideleri üzerine mis gibi kahveleri götürdük,
İlkerle Tufan maç izler, Arca ile Poyraz oynarken biz de Zeyneple oturduk,
sohbet ediyoruz, televizyon da açık. Poyraz Karayel diye bir dizinin geçen
bölümünün özeti vardı. Hani Tutunamayanlar’a “Poyrazcığım Karayel” şeklinde,
bokunu çıkarırcasına gönderme yapan dizi. Merak ediyorum, kaç kişi anladı o
göndermeyi ve kaç kişi merak edip de Tutunamayanları okudu sonrasında? Yoksa
sadece dizi ekibinin “müthiş enteliz” mesajı mıydı göze sokulan? Sahi neydi?
30 Eylül 2015 Çarşamba
Eylül biterken…
Her ay bir şeyler
karalamalı aslında. Dönüp geriye bakmalı, neler yaptık, önümüzdeki ay neler yapsak?
Sahildeki ev diye bir blog var, nefis fotoğrafları için tıklıyorum, her ay
neler yapmalı diye aldığı notları okuyorum. Çok başka çok keyifli bir emeklilik
hayatı, içimi açıyor. Sonra bugün Gülçin yazmış, eylülden neler öğrendiğini
anlatmış. İki fikri harmanlamış gibi oldum. Hayır, challenge değil, o işi elime
yüzüme bulaştırdım ben! Olsun, boyumdan büyük işlere kalkışmamayı da
öğreniyorum böylece, bahane yok.
Eylül, çok büyük
değişikliklerle geçti. Taşınma, Arca’nın okula başlaması, bakıcısız/yardımcısız
bir hayatla tanışma, yeni düzeni oturtmayla geçti.
Ben bu eylül en çok
organizasyonu öğrendim, organize olabildiğinde, iyi ve uygulanabilir bir plan
yaptığında işlerin tıkırında gittiğini fark ettim. Haftalık menü, alışveriş,
çamaşır, ütü… Hepsini detaylıca planlarsan bir şekilde halloluyor. İlk zamanlar
her işi tek günde yapmaya kasıyordum. Artık öyle değil, bugün ütü ise, yarın
iki kap yemek…
Eylülde biraz daha düzenli olmayı öğrendim. (yani bence:P) Marie Kondo’nun kitabında öğrendiklerimi hayata adapte etmeyi başardım. Aldığımı yerine koymaya, fazla eşya ile evi doldurmamaya, kısacası sadeleşmeyi evin her köşesinde uygulamaya dikkat ediyorum. Olacak bence olacak…
Eylülde biraz daha düzenli olmayı öğrendim. (yani bence:P) Marie Kondo’nun kitabında öğrendiklerimi hayata adapte etmeyi başardım. Aldığımı yerine koymaya, fazla eşya ile evi doldurmamaya, kısacası sadeleşmeyi evin her köşesinde uygulamaya dikkat ediyorum. Olacak bence olacak…
Eylül bu yoğunluğun
arasında bence okumaktan yana verimsiz geçti. Sema Kaygusuz’dan Barbarın
Kahkahası’nı, Murat Menteş’ten Ruhi Mücerret’i okumuşum. Ve yazın ilk cildini
bitirdiğim Don Quijote’nin ikinci cildi. Kitap kulübü okuması olmasa bitirmeye
bu kadar kasar mıydım bilmiyorum. Aslında keyifli de gidiyor ama sanırım çok
uzadı.
Kitap kulübünün atölyesi
müthişti, Sıla ve Efe bize unutamayacağımız harika bir akşam yaşattılar. Tüm
detayları anlatmak için beş saat kadar süren bu gerçek atölye deneyimini iple
çekiyorum, umarım ayarlayabiliriz. Kulüpte Eylül ayının kitabı “Renklerden Moru”
idi. Ertesi gün İstanbula gidecek olmasam sabaha kadar konuşurdum kitaptan,
yazık ki benim için o akşam çabuk bitti.
Arca okuluna alıştı gibi.
Arkadaşlarından ve öğretmeninden bahsederken gözleri gülüyor. Galiba o da Eylül’de
en çok görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğrendi. İlker’le akşamüzeri programlarına
uyuyor, erken yatmaya arıza çıkarsa da ödevlerini bitirmeye gayret ediyor.
Çabasının hayranıyım. Aramızda inişli çıkışlı bir ilişki var, eylül biterken
tüm ay bizi sarsan çatışmaları da bitiririz umarım.
Arca piyano derslerine
yeniden başladı bu ay. Tüm yaz çalışmadığı için bocalıyor ve korktuğum gibi
soğuma emareleri gösteriyor. Evde çalışmaya direniyor, hep müzik okulunda
çalışacakmış, evde piyano çalmak hiç eğlenceli değilmiş, oldu, her akşam oraya
götürelim seni:P
Eylülün en güzel
kazanımlarından biri kalamar tavayı sonunda adam akıllı yapmayı başarmak
(yumuşacık ve lokantalarda yediğimiz gibi) bir de tarator sosunda ustalaşmak
oldu. Bir ara tarifini vereyim.
Ve sonunda kuaföre gidebildim! Bu çok mühim bir haber zira en son aylar önce gitmiştim, röflemin diplerinin çıkmasını bırak diplerim güneşten bile açılmıştı:) Sık sık kuaföre gitmeyi gerektirecek (röfle, kesim) bir saç modeline sahip biri için kuaföre gitmekten nefret etmek nasıl bir çelişkidir!
Eylül yeni bir mevsimle
beraber, yeni bir düzeni, yeni bir yaşamı da beraberinde getirdi, giderken bize
Ekim’i bırakıyor.
Peki, Ekim’de ne yapmalı?
O da başka bir posta
kalsın:)
28 Eylül 2015 Pazartesi
Ben sana doyamadım doysun sarı yapraklar
Tekneyi çıkardılar
denizden, römorka bağladılar, temizlediler, İlkerle Emre. Epey uğraştılar.
İşleri bitince Emreler gitti, biz de toparlandık, çıktık yola. Arca daha
Zeytinler kavşağını göremeden uyumuştu. Sağımdan akan yolu ve rüzgâr
türbinlerini seyrediyorum, aklıma Don Quijote ve yel değirmenleri geliyor. İki
cilt öyle uzun sürdü ki serüvenleri, sanırsın Don Quijote bizim uzaktan enişte.
Kanımca çocuklar için olan versiyonda yel değirmenleri serüvenine kadar
yazılmış, gerisi atlanmış. Yel değirmenlerinin üzerine 700 sayfa okudum hala
bitmedi.
Ben buralarda yokken…
Gerçek dünyadaydım.
Gerçek dünya, Arca’nın
okula başlayıp iki gün sonra 9 Eylül (sahi bizim zamanımızda İzmir'in kurtuluşu tatil değildi)
tatili, iki hafta sonra da kurban bayramı tatili ile okul hayatını azıcık
kokladığımız amma velakin bir türlü içine giremediğimiz dünyaydı. Bugün tam anlamıyla girdik.
Gerçek dünyada okullar var. Allah biliyor ya, yaz tatilinin uzatılmasına öğrenciler kadar sevinen bir turizm bakanlığı, bir bu kararı tek başına almanın verdiği haklı gurur yüzünden okunan başbakan bir de ben ve benim gibi toplu taşıma ile işine gidenler vardı... Ama metroda oturduğum, aktarma otobüsüne binebildiğim günler bitti, gerçek dünyada öğrenciler ve toplu taşımayı bir türlü düzeltmemiş belediyeler var!
17 Eylül 2015 Perşembe
küçük dertlerimiz
Annemler,
üniversiteye kayıt için İstanbul’a gittiğimde yanımdalardı. Fakültenin
bahçesindeki vakıf yurduna da kaydettirmişler, bir banka hesabı açtırmışlar,
dualarını üzerimden eksik etmemişlerdi. Okula başladım. Hem yalnızdım, ailemden
ilk defa ayrılmıştım, hem değildim, pek çok arkadaşım vardı. Ama ne kadar
donanımlı da olsan o yalnızlığı hissediyorsun.
O yıllar bu grip aşıları
yeni çıkıyor, yurt köşelerinde, soğuk İstanbul’da gripten cılkım çıkmasın diye
aşı olayım diyorum. Bir boş dersimde tek başıma Taksim ilkyardıma gidiyorum.
Salağım biraz evet, ama daha çok safım ve kırılganım. Bir memur bana carlıyor, hatırlamıyorum
şimdi, aptalca bir soru sormuşumdur belki. Oradan oraya koşmuşum bir işi
halledememişim, bir de azarlanmışım. Bir banka oturdum ve tüm kırılganlığımla
içli içli ağladım. Ağlarım ben içim açılır ağladıkça, iyi gelir gözyaşları…
Orta yaşlı bir kadın oturdu
yanıma. “Ağır hastan mı var kızım?” diye sordu. Yok, dedim, ağlıyorum ama hala.
O anlattı, çıkmaz dedikleri hastası varmış. Günlerdir gidip geliyorlarmış ama
nafile… Anlatamadım, o kadına, utandım, ağladığıma da saçma sapan gözyaşı
döktüğüme de utandım, kendime kızdım, bu defa da kadın için ağlaya ağlaya okula döndüm.
15 Eylül 2015 Salı
Koşulsuz Ebeveynlik
"Ebeveyn eğitim kitapları gerekli" yazısına yorum bırakanlardan Petek, bir kitaptan bahsetmişti. Koşulsuz
ebeveynlik. Aynı günlerde, Görünmez Adam yayınevi sahibi Yiğit bey’den bir mail aldım.
Kitabı okumam için göndermek istiyordu, yorumlarımı paylaşırsam sevineceğini söylüyordu. Asıl ben çok sevindim. Kitap dedin mi bende akan
sular duruyor, düşünsene bir de bir anne tarafından tavsiye edilmiş…
Biz X kuşağı olarak
kariyerimizde olduğu kadar özel yaşamımızda da kayıp bir nesiliz bence. Daha
doğrusu arada kalmış, iki arada bir derede bir nesiliz. Çocukluğumuzun
ebeveynliğini net hatırlamak ve uygulamalarımızda izlerini taşımakla kalmıyor,
kendimizi geliştirmek için ebeveyn eğitim kitaplarına sarılıyoruz. Geleneksel
yöntemler ile kitaplarda önerilenler arasında kimi zaman bocalıyoruz. Yazık
bizim çocuklara:)
Alfie Kohn, bizi bu
bocalamadan “koşulsuz ebeveynlik” önerisi ile kurtarabilir mi?
14 Eylül 2015 Pazartesi
BİZ!
Arca henüz ek gıdalara
yeni geçecek, demek ki altı aylık civarında. Doktoruna gittik, nasıl
heyecanlıyız, o güne kadar anne sütünden gayrı tek damla bir şey içmemiş bebek,
katı gıdalara geçecek, oh gelsin meyveler, gitsin sebzeler (gerçi o günden
sadece iki ay sonra Arca finger food olarak direkt pirzolaya geçmişti ama
konumuz Arca’nın iştahı değil) …
Dumur diyalog #147
Arca, Piyano dersine başlayacağını son anda öğrendi.
(Yazlığa gitmemeye karar verince dersi iptal etmekten vazgeçtik.)
Tüm yazı göçebe ve haliyle tek tuşa basmadan geçiren cüce, sabah notalarını bulamadı.
Y: E Arca ne yapacaksın şimdi? Notaların bile yok?
(Yazlığa gitmemeye karar verince dersi iptal etmekten vazgeçtik.)
Tüm yazı göçebe ve haliyle tek tuşa basmadan geçiren cüce, sabah notalarını bulamadı.
Y: E Arca ne yapacaksın şimdi? Notaların bile yok?
11 Eylül 2015 Cuma
her istediğimiz olmuyor
Kendi
küçük ve basit dünyamdan haberler vermek istiyorum. Arca’nın okulunu,
öğretmenini, ilk gününü anlatmak istiyorum.
Artık sabah
kahvaltılarını birlikte yapıyoruz. Ağzında büyüyor lokmalar, bense aceleyle
evden çıkmanın derdindeyim. İlker garibim zor uyanıyor ama hep beraber kahvaltı
edelim diye mutlaka sofraya oturuyor. Onlar için şimdilik zor ve onlar bunun
benim için aslında ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar. Umarım alışırlar,
çünkü tüm o hadi’lere ve çemkirmelerime rağmen birlikte kahvaltı etmek, beni
sabahın köründe herkes uyurken evden çıkıyormuşum hissinden kurtarıyor ve
kendimi daha iyi hissediyorum.
İşte böyle ufak tefek
mutluluklardan bahsetmek istiyorum.
8 Eylül 2015 Salı
Ben utanmışım
Pazar
günü, erkenden eve döndük, pazartesi Arca ilkokula başlayacaktı, bir hazırlık
yapılmalı, bir motive olunmalıydı. Çamaşır makinesi sürekli çalışıyor, bir
yandan yemek hazırlıyorum bir yandan etrafı düzenliyorum, temizlikti, ütüydü,
derken akşamı etmişim. Annem aramış birkaç defa duymamışım. Çamaşır asarken
kulağım maçta.
3 Eylül 2015 Perşembe
Mutfak düzenleme sanatı
O kadar Marie Kondo okuduk, o kadar araştırdık, uyguladık, paylaşmazsak yazık olur.
Aslında bildiğin mutfak düzenleme. Ama kıçına "sanatı"nı koyunca daha havalı oluyor.
Aslında bildiğin mutfak düzenleme. Ama kıçına "sanatı"nı koyunca daha havalı oluyor.
2 Eylül 2015 Çarşamba
5 adımda kullanıcı dostu mutfak tasarımı
Önceki yazıda ana
hatlarıyla mutfak tasarımındaki püf noktaları sıralamıştım.
Gelelim tasarımın
kullanım ile ilgili detaylarına. Günümüzde tasarımcılar tarafından çok
tutulmasa da bir dönem “mutfak üçgeni” denen tasarım kavramı pek trendmiş. Kısaca
ocak-buzdolabı-bulaşık makinası üçlüsü etrafında dönen, mutfak içinde daha az
yürümek, daha pratik olabilmek için önerilen bir tasarım.
Bizim koca mutfakta her
şey tek bir tezgaha dizili olduğu için zaten geometrik olarak mümkün değilmiş.
Hem dediğim gibi bu üçgen meselesi de tasarımcılar tarafından artık pek
tutulmuyormuş. Kullanım kolaylığına sahip olması için bir mutfağın illa ki bu
üçgeni oluşturmasına gerek yokmuş. Uzmanlar bu mutfak üçgeni tasarım konseptini
evrimleştirmişler. Daha kullanıcı dostu bir tasarım sistemi oluşturmuşlar.
Mutfak tasarlarken nelere dikkat edilmeli?
Büyük bir mutfağımız vardı
(evin planı aynı olduğu için hala var), inkâr eden taş olur. Amma ve lakin müteahhit
fazla tezgah koymamış, dolap desen pek kullanışlı değil, eh biz de kiracıyız
diye orasını burasını kurcalamadık tabii. Uzun lafın kısası koskoca mutfağı
yıllardır piç etmişiz! Yazık lan, ağlar o mutfak! Hayır, bir de karı koca
mutfaktan müthiş keyif alan tipleriz, nasıl bu kadar oluruna bırakmışız hayret.
1 Eylül 2015 Salı
Taşınma serüveni
Aynı apartmanda ev
taşımanın türlü kolaylıkları var. Nakliye firması ile uğraşmıyorsun. Tabak
tencereleri kolilemek zorunda değilsin, tepsi tepsi taşıyorsun. Sonra kıyafet
bavuluna da gerek yok, kucaklayıp götürüyorsun. Kitap DVD kolileri ile kapağını
bile bantlamaya gerek duymadığımız her odaya ait ufak tefek eşya kolileri
vardı. Bir de Zeynep, Tufan, Gül ve Orçun gibi bir porsiyon pideye bunları
aşağı indiren arkadaşların oldu mu, tamam :)
Kitap kolilerini taşırken canı çıkan Tufan derhal ve şiddetle bir kindle edinmemi tavsiye etti, kıyamam mahvoldular.
Kitap kolilerini taşırken canı çıkan Tufan derhal ve şiddetle bir kindle edinmemi tavsiye etti, kıyamam mahvoldular.
27 Ağustos 2015 Perşembe
İki havlu, bir t-shirt, bir plaj elbisesi ve bir...
Zeynep’le telefonda
konuşuyoruz:
“çıkıyorsanız biz de
çıkalım buzluğa içecekleri koyalım, ısınmasın beklerken” diyor.
Sıcak bir Çeşme günü. Bu
yaz zaten hemen her gün çok sıcak. Tekneyle Paşalimanı açıklarına yol alıp, iki
aile yüzüp geleceğiz, plan bu yani öyle Yunan adaları filan değil, Eşek adası
bile değil. Maksat fazla da uzaklaşmadan sakin ve temiz açıklarda kulaç atmak.
Sahile evvela ben vardım,
ancak benzin alınacakmış, İlker elime bidonları tutuşturdu. İyi o zaman buzluğu
bırakıyorum, Zeynep gelince içecekleri koysun, dedim, buzluğu sahilin denize en
yakın kısmına bıraktım.
Sema Kaygusuz okumak
Sema Kaygusuz okumak,
yemeğin en sevdiği tarafının tabağına düşmesi gibi… Ve tadını çıkara çıkara,
lezzetine vara vara tabağındakini yalayıp yutmak gibi…
25 Ağustos 2015 Salı
Ev, tatil, yaz
Evin tadilatı bitti. O
kadar uzun sürdü ki, aylar önce banyoya seçtiğim seramikleri unutmuşum.
Günlerimiz plan, program,
detayla geçiyor. Elimde metre, kalem kağıt, neyi nereye yerleştireceğimin
planını yapıp duruyorum. Dördüncü sekizinci kat arası mekik dokuyorum. Sürekli
notlar, çizimler, sürekli bir bilgi alışverişi, elimiz kolumuz dilimiz
sohbetimiz ev.
21 Ağustos 2015 Cuma
Belki de...
Uçak ikramlıklarının içinden çıkan peçeteyi uzattı,
kafam kitaba gömülü, bir teşekkür mırıldanıp aldım. Bunu hep yapıyorum,
yolculukta sanki etrafımda hiç kimse yokmuş gibi hareket ediyorum, yüzüme krem
sürüyorum, ayakkabılarımı çıkarıyorum, rahatça uykuya dalıyorum. Farkında
değilim belki burnumu bile karıştırıyorumdur, sanki koca uçakta tek başımayım. Şimdi
de ağlıyorum, aferin! Kimse fark etmeyecekti sanki!
Az önce koltuk ekranını
tepsi sanıp önüme açarken müdahale eden, tepsinin kolçağın içinden çıktığını
gösteren adamdı, bu. Elinde İngilizce kitap görmüştüm de, turist sanmıştım,
hani. Ağladığımı fark ettiğinde, o elimdeki kitaba nasıl merakla baktıysa, ben
de yanımdaki koltuğun önündeki cebe sıkıştırılan kitaba öyle bakmıştım. Çünkü
okumayı sevenler, diğerlerinin ne okuduğunu merak ederler, refleks gibi bir
şey. Bu sadece kitapla sınırlı bir refleks değil, balık tutmayı çok seven
İlker, sahilde yürüyüş yaparken oltasını denize atanların yanında duran kovalara
bakmaktan kendini alamaz mesela… Öyle bir şey işte, tutkunun merakını
körüklemesi…
Çeneme kadar akan
gözyaşımı ve sümüklü burnumu sildim.
20 Ağustos 2015 Perşembe
Tea & Pot artık online satışta!
Yaklaşık beş yıl önce küçücük bir café olarak başlamışlardı.
Enfes çayları, zevkli bir atmosferde, keyifli sunumlarla misafirlerine ikram ediyorlardı.
Derken büyüdüler, çaylarını, tecrübelerini daha geniş bir platforma yaymaya karar verdiler.
Ve şimdi çay workshoplarıyla, toptan satışlarıyla ve daha da iyisi bir tıkla elimizin altındalar:
teapot.com.tr :)
Bu arada ben de en çok sevdiklerimi yazayım, ne tavsiye edersin diyenler olabilir:
Milk Oolong: Ödem attırıcı olarak Nihan tavsiye etmişti, kokusu bir garip geldi, küçük bir numune almıştım ama tadı nefis. Müthiş faydalıymış. Gerçi bütün çaylar faydalı:)
Detoks: İlker bile öle bayıla içiyor, nefis bir karışım, diyet döneminde çok işe yarıyor.
Noel çayı: Kışın seviyorum, tam da soğuk havalara göre bir çay.
Meditasyon çayı: Regl dönemi öncesi kurt kadına dönüşen ben bir fincan meditasyon çayı ile pamuk kıvamına geliyorum:)
Teapot karışımı: Hah işte bu nefis bi'şey! Hatta sinirli bi'şey! Beyaz çay var içinde ve daha neler neler... nefis. Bak ben bundan her gün içiyorum, hem de günde birkaç defa demlemek için aynı çayı kullanabiliyorsunuz.
Enfes çayları, zevkli bir atmosferde, keyifli sunumlarla misafirlerine ikram ediyorlardı.
Derken büyüdüler, çaylarını, tecrübelerini daha geniş bir platforma yaymaya karar verdiler.
Ve şimdi çay workshoplarıyla, toptan satışlarıyla ve daha da iyisi bir tıkla elimizin altındalar:
teapot.com.tr :)
Bu arada ben de en çok sevdiklerimi yazayım, ne tavsiye edersin diyenler olabilir:
Milk Oolong: Ödem attırıcı olarak Nihan tavsiye etmişti, kokusu bir garip geldi, küçük bir numune almıştım ama tadı nefis. Müthiş faydalıymış. Gerçi bütün çaylar faydalı:)
Detoks: İlker bile öle bayıla içiyor, nefis bir karışım, diyet döneminde çok işe yarıyor.
Noel çayı: Kışın seviyorum, tam da soğuk havalara göre bir çay.
Meditasyon çayı: Regl dönemi öncesi kurt kadına dönüşen ben bir fincan meditasyon çayı ile pamuk kıvamına geliyorum:)
Teapot karışımı: Hah işte bu nefis bi'şey! Hatta sinirli bi'şey! Beyaz çay var içinde ve daha neler neler... nefis. Bak ben bundan her gün içiyorum, hem de günde birkaç defa demlemek için aynı çayı kullanabiliyorsunuz.
18 Ağustos 2015 Salı
Kitap yorumu: Renklerden Moru
İyi
ki okumuşum dediğiniz kitaplar olmuştur mutlaka. Benim de var, hem de çok. Ama
bugün sadece bir tanesinden bahsedeceğim.
Baştan söyleyeyim, basımı
tükenmiş. Sonra aradık, bulamadık diye sitem istemem, baştan söyleyeyim. Ben
kitaptan önce filmiyle tanışmıştım, tamam izlemedim ama çok ses getirdiğini
hatırlıyorum, bir edebiyat uyarlaması olduğunu da. İyi ki de izlememişim,
izlesem kitaptan bu kadar keyif alır mıydım? Bilmiyorum.
12 Ağustos 2015 Çarşamba
Dumur diyalog #146
Gökyüzündeki uçağa takılıyor gözümüz,
A: Uçak nereye gidiyor acaba?
Y: Bilmem belki çok uzaklara gidiyordur
A: Holibuda gidiyordur belki?!
Y: Holibud neresi annecim?
A: aa bilmiyor musun?! Amerika'nın bir ilçesi
-------------------
O, "oreo yemek istiyorum" diyor, ben "daha yeni sofradan kalktın, doymadıysan yemek ye, oreo yok!" diyorum. O "televizyon izleyeceğim" diyor, ben "Deniz gelmiş, oynayın televizyon izlemek yok" diyorum. Didişiyoruz.
Sonunda patlıyor!
A: aaa ne istesem yapmıyorsun, biz böyle nasıl aynı evde yaşayabiliriz, söyler misin?!
Y: ayrı evlerde mi yaşayalım?
A: e gideyim ben Poyrazlarda, Denizlerde filan yaşayayım!
--------------------
Babaannesi ameliyat oldu ya, sürekli yatıyor ve kitap okuyor, kendisine tabii ki kitaplığımın nadide parçalarından ödünç veriyorum. Sonra da konuşuyoruz kitaplar hakkında.
Y: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını da oku, Kürk Mantolu Madonna'yı sevdiysen, o da çok güzel. Bir de bende öykü kitabı var, vereyim mi?
B: Verme, öykü sevmiyorum
Y: ben de pek sevmiyorum.
Biz Arca'yı lego yapıyor sanıyorduk, meğer bizi dinliyormuş:
A: Hmm bakıyorum da siz ikiniz aynı şeylerden hoşlanıyorsunuz.
---------------------
Babaannesi cüceye kız tavlası öğretmiş, erkek tavlası da öğreteceğini söylüyor,
Arca'nın cevabı: "vayy babaanne, sen sürprizlerle dolu bir babaannesin!"
A: Uçak nereye gidiyor acaba?
Y: Bilmem belki çok uzaklara gidiyordur
A: Holibuda gidiyordur belki?!
Y: Holibud neresi annecim?
A: aa bilmiyor musun?! Amerika'nın bir ilçesi
-------------------
O, "oreo yemek istiyorum" diyor, ben "daha yeni sofradan kalktın, doymadıysan yemek ye, oreo yok!" diyorum. O "televizyon izleyeceğim" diyor, ben "Deniz gelmiş, oynayın televizyon izlemek yok" diyorum. Didişiyoruz.
Sonunda patlıyor!
A: aaa ne istesem yapmıyorsun, biz böyle nasıl aynı evde yaşayabiliriz, söyler misin?!
Y: ayrı evlerde mi yaşayalım?
A: e gideyim ben Poyrazlarda, Denizlerde filan yaşayayım!
--------------------
Babaannesi ameliyat oldu ya, sürekli yatıyor ve kitap okuyor, kendisine tabii ki kitaplığımın nadide parçalarından ödünç veriyorum. Sonra da konuşuyoruz kitaplar hakkında.
Y: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını da oku, Kürk Mantolu Madonna'yı sevdiysen, o da çok güzel. Bir de bende öykü kitabı var, vereyim mi?
B: Verme, öykü sevmiyorum
Y: ben de pek sevmiyorum.
Biz Arca'yı lego yapıyor sanıyorduk, meğer bizi dinliyormuş:
A: Hmm bakıyorum da siz ikiniz aynı şeylerden hoşlanıyorsunuz.
---------------------
Babaannesi cüceye kız tavlası öğretmiş, erkek tavlası da öğreteceğini söylüyor,
Arca'nın cevabı: "vayy babaanne, sen sürprizlerle dolu bir babaannesin!"
----------------------
Özgüven bombası arca resim yapar veövünür: bu resmi ressamlardan bile iyi yaptım. Çok özendim çünkü çoook!
Y: özellikle mi beyaz bıraktın oraları?
A: yeşil boya bitmek üzereydi baktım beyaz da güzel duruyor, bıraktım.
(Evet cidden süper bir özen:)))
11 Ağustos 2015 Salı
Yas
Sosyal medya mecralarında
paylaşılan mutlu aile fotoğraflarını, kocişiyle sevişgen pozlarını koyanları
eleştiremiyorum. Çünkü bence insanlar artık eski fotoğraf albümlerini arka
odaya bir yerlere kaldırdı, aynı güne ait yüzlerce fotoğraf koyarak sosyal
medyayı albüm olarak kullanıyorlar. Allah aşkına hangimizin eski albümlerinde asık
yüzler var? İnsanoğlu mutlu anlarını hatırlamak istiyor, o yüzden en güzel, en
mutlu hallerini koyuyor albüme (profiline), yadırgamıyorum.
Yadırgadığım tek şey, o
fotoğrafları dikizleyenlerin o fotoğraflardan gülümseyen insanların hep ama hep
mutlu oldukları yanılsamasına kurban gitmeleri. Belki de sosyal medya
araçlarının kullanıcılarına “like”, “fav”, “rt” gibi
olumlamalar dayatması insanların kafalarında hep bir pozitif düşünce bulutuyla
dolaşmasına neden oluyor. İşte sanal dünyayı, yalan dünya yapan şey bu bence.
10 Ağustos 2015 Pazartesi
Yeni başlayanlar için 15 maddede yazlıkçılık rehberi
Babam hala oturdukları
yazlığı inşa etmeye başladığında ilkokul birinci sınıftaydım. O yaz daha
kepenkleri ve korkulukları bile takılmamışken evin, biz taşındık. Otuz sene
olmuş, bizim oralar hep dutluktu:P. Sadece
bizim oralar mı? Şimdi Alaçatı denen yer köydü mesela. Hani zilyon liralar
bayıldığın o Alaçatı beach’leri filan var ya, kimseler girmezdi orada denize. Alaçatı’lı
arkadaşım Gül anlatır, kışın Alaçatı’da oturanlar, yazın Ilıca’daki
yazlıklarına geçerlermiş. Geçen instagram’da biri “Alaçatı’nın en güzel sahili
Ilıca” deyince bana bir gülme geldi ama ses etmedim, eli dili sürçmüştür dedim,
İstanbulludur dedim, geçtim.
Ne diyordum? Yazlıkçılık…
Otuz yıldır Özdere’de, dört yıldır da Çeşme’de yazlıkçılık yaptığımıza göre ben bu işin kitabını yazarım dedim. Hadi kitabını yazamasam da el kitabını yazarım, yok
abartma dersen, peki rehberde anlaşalım. Maksat okuyucu da tecrübelerimizden faydalansın naçizane...
Günün çorbası “yeni
başlayanlar için on beş maddede yazlıkçılık rehberi”ni iftiharla sunar!
9 Ağustos 2015 Pazar
An itibariyle...
Çamaşırları asmak için balkonu yıkasam mı, içeri mi assam kararsızım. Yoldayken havai fişek gibi şimşekler çaktı şehrin bir yerlerinde. Nerelerinde? Bilinmez, gece biz uyurken bizim semte de uğrayabilir, yaz yağmurudur, her şey beklenir.
4 Ağustos 2015 Salı
Ebeveyn eğitim kitapları gerekli!
Geçen yazıda "ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?" diye sormuş, "okusan da olur, okumasan da olur" listesi çıkarmıştım. Okuyucuya katkılarım bu kadarla kalacak sanıyorsan yanılıyorsun bacım!
Okuduklarım arasından şiddetle tavsiye ettiklerimi de listeledim, allahım bu kadar fayda sağlayan başka bir blog daha bilmiyorum ve bekle beni, kollarımı açtım sana geliyorum!
Ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?
Bu satırları okumaya
başlamış insan, beni az buçuk tanıdıysan, okuma manyağı olduğumu biliyor, beni
böyle seviyorsundur. Sevmiyorsan canın sağ olsun da, konumuz o değil.
Umumiyetle edebiyat
eserlerini tercih etmeme rağmen ara sıra dellenip kişisel gelişim kitaplarına
da el attığım olmuştur. Ana baba eğitim kitaplarını kişisel gelişim türünden
sayarsak hatırı sayılır adette kişisel gelişim kitabı okuduğumu itiraf etmem
yerinde olur. Tabii geliştik mi gelişmedik mi bilemem, onu zaman gösterecek.
3 Ağustos 2015 Pazartesi
Sandık
Yıllar
evvel, o zaman distribütörlüğünü yaptığımız markanın tüm dünya ülkelerinden
temsilcilerini topladığı bir haftalık forumlara katılırdım. Dünyanın her
yerinden farklı kültürlerde insanlarla tanışmak benim için bulunmaz bir
tecrübeydi. Tarih bilirsiniz, okulda okutmuşlardır, savaşlar, antlaşmalar,
yenilgiler, başarılar… Ama insanları anlatmaz tarih. Yıllarca savaştığımız,
üzerlerinde egemenlik kurduğumuz veya kardeşçe yaşadığımız insanları anlatmaz.
O toplantıların birinde Macar bir bey ile kahvaltı sohbetimizi unutmuyorum.
Türk olduğumu öğrenince, dillerimiz ne kadar farklı olsa da ortak çok sayıda kelimemiz
olduğundan bahsetmişti. Pabuç mesela.
Bu aralar, elimde Macar
yazar Magda Szabo'nun "Iza’nın Şarkısı" kitabı var. Okurken, sık sık o beyle olan
sohbetimizi hatırlıyorum. Ülkelerin kültürlerini, coğrafya veya tarih
derslerinden değil, eğer oralara gidemiyorsak, insanlarıyla tanışamıyorsak,
edebiyatları aracılığı ile öğrenebiliriz. Ve fark ettim ki, her ne kadar Türk
yazarlara öncelik versem de aslında en keyif aldığım kitaplar, farklı
coğrafyaların yazarlarının eserleri…
29 Temmuz 2015 Çarşamba
kısa #7
Sabah daha dokuz olmamış,
karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları
kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor”
diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf,
benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga
geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini
çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı
fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna
denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım
sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki;
tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden
daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu
ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali
yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah
çektirmesin.
İlker’le aynı şeyi
düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar
bezgin olur?” diye sordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)