15 Nisan 2016 Cuma
6 dakika: Fotoğraf
Bir bankta oturmuş sohbet ediyorduk. Altıncı sınıfların rehberlik dersinde küçüklerin sınıflarına gelip öğretmenlik yaptıklarını anlatıyordu, boyamalarına yardım ediyorlarmış mesela ya da Almanca konuşuyorlarmış onlarla. “Siz küçükken okulunuzda var mıydı böyle yapıyor muydu büyükler?” Pek hatırlamadığımı söyledim, belli ki bu uygulama hoşuna gitmişti, sordum, evet dedi, onayladı, eğlenceli oluyormuş. Birlikte parkın içinden geçenleri izledik bir süre. Sonra baktım gözlerini kapatmış. “N’oldu uykun mu geldi?” diye sordum, o yokuşu çıkmak yedi yaşında bir çocuk için kolay değil biliyorum. Hayır, dedi. "Fotoğraf çekiyorum, bu anın fotoğrafını çekiyorum, sonra birlikte bakarız."
14 Nisan 2016 Perşembe
Farkındalığın da farkında olmak
Blogda arama kısmı var, sağ sütunda, “farkındalık”
kelimesini arattığınızda onlarca defa tanımlamış, cümle içinde kullanmış, güya
içselleştirmişim bu kelimeyi. Günlük yaşamımda da kullanıyorum, yani “blogda
neysem yaşamda da oyum” mesajını alınız lütfen.
Derhal birkaç örnek
sunuyorum, aralarında çok eğlenceli yazılar varmış, yazdığımı bile unutmuşum,
epey eğlendim okurken:) (“siz de okuyun!” mesajını alınız lütfen:P)
Burada analık mertebesinden tanım yapmışım;
Burada farkındalığa çok pis sövmüşüm:
Burada da ahkam kesmişim:
Ve daha onlarca defa yazmışım ama sorun şu ki; ben bu
kelimeyi tam anlamamışım.
6 dakika: Doğarım
Ben her sabah yeniden doğarım, küllerimden.
Her gece tüm dertlerimi rüyalara yükler, her sabah güneşe doğarım.
Her uykuda ölür zihnim her sabah doğumumla canlanır, yeniden hem ruhum hem bedenim.
Yüzüme çarptığım bir avuç su cansuyum olur, ensemden süzülür damlalar.
Damla damla tekrar doğarım, her sabah ve her sabah ömrümün kalanının ilk gününe doğarım.
Her gece ne kadar sancılıysa yok oluşum, o kadar huzurlu olur sabaha doğuşum, sancısız, sükunetle her sabah yeni bir zihne doğarım.
12 Nisan 2016 Salı
Napoli Romanları serisi
Bazı günler kitapların etkisinden çıkmam zor oluyor. Kitap bittiğinde, düşsel bir bulutun puf diye kaybolduğunu ve atmosfere dağıldığını hissediyorum. Düşsel bulutun arkasında kalan şey ise gerçeklik. Daha doğrusu bizim adına gerçek dünya dediğimiz farklı bir düzlem. Bazı günler, ne okuyor olursam olayım, bir polisiye, bir aşk, bir kişisel gelişim ya da teorik bir öğreti kitabı fark etmez, bu düşsel bulut dağılması çok uzun sürüyor ve samimi olmak gerekirse, hiç bitmesin istiyorum.
Napoli Romanları serisi denen 4 cilt kitabı bitirdiğimde de benzer bir bulut tarafından uzunca bir süre sarmalandığımı fark ettim.
8 Nisan 2016 Cuma
6 dakika: RUHUM
Babam telefon etti. Tahta bavulunu anlattığım yazıyı kahkahalarla okumuşlar sabah, paylaşmak istemiş. Sen nasıl yazıyorsun öyle dedi, nasıl zaman buluyorsun ve birkaç satır değil ki cidden uzun uzun yazıyorsun dedi. (Bir mühendisin, bir teknik adamın yazmaya yaklaşımını okudunuz:) )
Cevap veremedim. Cevap veremezsin. Yazmak yaşamsal ihtiyaçlarından biri ise, cevap veremezsin.
Yazmanın benim için bir terapi olduğunu unutmuşum. Bir süredir yazılarımın seyrekleştiğini ve değiştiğini fark eden sevgili Ahu’nun, “hayırdır, neyin var” diye sorduğu mailine cevap yazarken fark ettim. Önce yoğunluk, iş güç dedim ama ben bundan bile daha yoğun olduğum zamanlarda birkaç satır olsun yazmayı ihmal etmemiştim. Sonra fark ettim ki, gündem beni çok yaraladı, çok ağır geldi bana. Bombaların ardından bomba gibi düşen çocuk tecavüzlerinden çok etkilendim. Her zamankinden daha fazla. Bu ister istemez her şeyime, yazılarıma bile bir şekilde yansıdı.
Halbuki yazmak benim için terapi ve bu blog bir özgürlük alanı. Yazdıklarımın beğenilip beğenilmeyeceği kaygısını duymadan yazıyorum ve koyuyorum, beğenen payına düşeni alıyor, beğenmeyenin canı sağ oluyor. Galiba benim özgürlüğüm burada başlıyor, kimse için değil kendi iyiliğim için yazmakta başlıyor, en büyük özgürlük başkaları ne düşünür kaygısında sıyrılmakmış meğer.
5 Nisan 2016 Salı
Hangi nesil daha şanslı?
“On bir yaşımda elimde tahta bavul, ayağımda lastik ayakkabılarla İstanbul’a okumaya gittim, sene 1956…”
Babamı tanıyan herkes, hayatında en az bir defa bu cümleyi kendisinden duymuştur. Ben, defalarca… Ve sadece bu cümleyi değil, Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkılmayan günleri, İnönü Stadında kaşar ekmek satarak maçları izlediğini de çok defalar dinledim. Hayatta en sevdiğim anılar, sanırım babamın İstanbul anılarıdır. "Eski zamanlar ne güzelmiş" dedirtir.
29 Mart 2016 Salı
Ne var ne yok?
Bizim yer cücesinin bu yılı antibiyotiksiz kapatacağına dair, kalbimin ıssız bir köşesinde, betondan fırlamış ot gibi yeşermeye çabalayan umudum, bir “kulağım biraz ağrıyor annem” cümlesiyle bin parçaya bölündü. Ateş ve ağrı nöbeti, saatlerin ileri alınmasına ulanarak uykusuz bir haftaya başlangıç yaptırdı, hayırlara vesile…
Arca’nın hastalanmasının İlker’in balığa çıkmasıyla yüzde binbeşyüz ilgisi var. En son ateşi kırklara çıktığında da balıktaydı, ateşe çevirmeyen fakat gecemi öksürüğe teslim eden o ne idüğü belirsiz hastalık zamanında da… Bu defa da İlker’in telefonundan rüzgar tahminlerine bakarak “tam balık havası” lafını mırıldandığını duyan mikroplar alarma geçti ve daha çocuk bir fırk burun çekmeden orta kulak enfeksiyonuna teslim oldu. GAG! (gençler bilmez, Gülse Birsel’in şeker gibi programı Garip ama Gerçek’in kısaltılmışı)
24 Mart 2016 Perşembe
10 Maddede gündemden kopma yolları
Şiştiniz mi? Al benden de
o kadar. Hafta başından beri o facebook senin bu twitter benim, içim şişti
yeminle. Bu kadar mı kötülük olur, bu kadar mı yobazlık sapıklık, pislik olur
bir memlekette. En son çocuk tacizlerinin incelenmesinin meclise getirilmesi, akepe
tarafından reddedilince bende asfalyaları attı. Kenardan dikiz usulü takip
ettiğim mecralarda çok ağır küfürlerle trollere hedef olmamak için sükunetimi
korumam, oralardan acilen uzaklaşmam lazım. Ve tabii hayata dönmek için gündemden kopmam lazım.
Neyse bacım, sadede
gelelim. Günün çorbası blog hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak siz sevgili
okuyanlarına bir süredir çıkmak için çırpınmakta olduğum gündemden kurtulma
önerilerini sunuyor naçizane…
22 Mart 2016 Salı
kısa #15 : Kıyamet bu olsa gerek
Brüksel'de onlarca insanın canını aldı terör. Bizim istihbaratımıza b.k atıyorlar ya, yuh onlara, dört gün öncesinden uyardı bizim dünya liderimiz, patlar dedi, Brüksel çok mu farklı dedi, önlemlerini alsalardı. Ama kanımca kendi ülkesinin istihbaratını Almanya'dan öğrenen bir milletin liderine kulak asmadılar.
Güvenliğimizi Almanya'ya ne kadar borçluysak, adaletimizi de o kadar ABD'de arıyoruz. Allah biliyor ya, o rıza denen hırsız Türkiye'de yakalansaydı bu kadar sevinmezdim. Eh yani, üç güne kalmaz salınır, onu içeri atan savcı görevden alınırdı.
Savcıyı görevden almak deyince, Ensar vakfındaki tecavüz olaylarını yargıya taşıyan savcı görevden alınmış diye duydum. Sonra biz dünyaya sapıklığımızı şikayet ediyormuşuz diye ayıplanmışız, tabii ya kol kırılır yen içinde kalır değil mi? Hem bi' kereden bi'şeycik olmaz. Hayır bunu ben demiyorum, Aile Bakanı bir kadın diyor. Bak haberi de burada;
Hizmetleriyle gurur duydukları Ensar Vakfı’yla ilişkilendirilmek istenmesinin kötü niyetli insanların suistimali olduğunu savunan Bakan Ramazanoğlu, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” dedi.
Zaman zaman düşünüyorum. Hep bu kadar korkunç muydu bu ülke? Hep sıkıntılar vardı ama bu kadar sapkınlık, bu kadar kötülük, bu kadar cahillik, pislik var mıydı yoksa biz mi daha bir farkında olmaya başladık? Devlet mensubu olmasını bırak, bir insan kırk beş çocuğun tecavüzünün ardından nasıl hala leş bir kurumu savunur?
Kıyamet bu olsa gerek.
Güvenliğimizi Almanya'ya ne kadar borçluysak, adaletimizi de o kadar ABD'de arıyoruz. Allah biliyor ya, o rıza denen hırsız Türkiye'de yakalansaydı bu kadar sevinmezdim. Eh yani, üç güne kalmaz salınır, onu içeri atan savcı görevden alınırdı.
Savcıyı görevden almak deyince, Ensar vakfındaki tecavüz olaylarını yargıya taşıyan savcı görevden alınmış diye duydum. Sonra biz dünyaya sapıklığımızı şikayet ediyormuşuz diye ayıplanmışız, tabii ya kol kırılır yen içinde kalır değil mi? Hem bi' kereden bi'şeycik olmaz. Hayır bunu ben demiyorum, Aile Bakanı bir kadın diyor. Bak haberi de burada;
Hizmetleriyle gurur duydukları Ensar Vakfı’yla ilişkilendirilmek istenmesinin kötü niyetli insanların suistimali olduğunu savunan Bakan Ramazanoğlu, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” dedi.
Zaman zaman düşünüyorum. Hep bu kadar korkunç muydu bu ülke? Hep sıkıntılar vardı ama bu kadar sapkınlık, bu kadar kötülük, bu kadar cahillik, pislik var mıydı yoksa biz mi daha bir farkında olmaya başladık? Devlet mensubu olmasını bırak, bir insan kırk beş çocuğun tecavüzünün ardından nasıl hala leş bir kurumu savunur?
Kıyamet bu olsa gerek.
21 Mart 2016 Pazartesi
Ümitsiz vaka
“En çok hangi rengi
seversin?” diye soruyor, “kırmızı” diyorum. Renkli yara bantlarının içinden
arayıp kırmızıyı buluyor, gözleri parlıyor.
Parmağımı rendeye
kaptırmışım, acıyor. Birlikte sarıyoruz parmağımı, güzel oldu diyor. Kapıda sarılıyoruz.
Sineklerin Tanrısı
Sineklerin Tanrısı’nı
google’layınca çevirisini yapan Mina Urgan’ın “son söz”ü de dahil olmak üzere
pek çok bilgi bulabilirsiniz. Simgesel bir kitaptır, son derece basit ve net
bir şekilde bize, aslında en vahşi yaratık olduğumuzu
çocukluğumuz üzerinden anlatır.
18 Mart 2016 Cuma
“Ben başıma gelen şeylerin sonucu değilim, ben, olmayı seçtiğim kişiyim.”
Hiç tanımadığımız ve belki de hiç yollarımızın kesişmeyeceği insanlarla ortak
yanlarımızın olması çok ürkütücü değil mi?
Tornadan çıkmış gibiyiz.
Otuz yaş civarı plaza
insanları hakkındaki gözlemlerini çok isabetli aktaran bir blog yazısını ortak
paydaya alan o kadar çok insan vardı ki… Ben de dahil olmak üzere, birbirimizde
bulduğumuz benzerliği yakınlığa dönüştürdük ama herkes o kadar yakın hissetti
ki, kimse benzerliğin bu kadar üzerinde durmadı.
Gerilim filmlerini
aratmayacak ürkütücülüğüyle hepimizin aynı olduğu gerçeği, suratımıza tokat gibi çarparken, el yordamıyla
kurduğumuz hayallerin bile birbirinin benzeri olmasına ne demeli?
Ne ara hayal gücümüzü
elimizden aldılar acaba? Yaratıcılığımızı ne zaman yok ettiler ki, girdabın
içinden çıkma çabalarımız bile bir örnek?
16 Mart 2016 Çarşamba
"So what?! You have robot, we have Allah!"
İzmir’deki havaalanında güvenlik
kontrolünü teke düşüreli epey olmuştu. Dün sabah baktım, yine kapı girişine dizmişler.
Unutmaya gayret etsen de, terör her yerde, kanıksaman için tüm evren el ele
vermiş.
İstanbul’da metroya binerken belli belirsiz bir tereddüt geçti
hissiyatımdan, sonra dedim ki; İzmir’de her gün en az iki defa biniyorsun hem
de en işlek duraklarından, tırsacaksan her gün tırs. Hatta artık her gün kocanla
evladınla helalleş.
İşe gitmek var dönmek yok…
10 Mart 2016 Perşembe
Kimle yemeğe çıkmak isterdiniz?
Sosyal paylaşım siteleri
her zaman tukaka değil. Mesela facebook’ta çok güzel makaleler çok iyi videolar
bulma şansınız olabiliyor. Geçen akşam bir video izledim. Bir araştırma için
sanırım, katılımcılara “ölmüş veya yaşayan herhangi biriyle yemek yeme fırsatı
verilse, kimi seçerdiniz?” diye soruyorlar.
9 Mart 2016 Çarşamba
"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.23
Az sonra yazacaklarımın
benim entelektüel kişiliğimle uzaktan yakından ilgisi yoktur, tamamen
salaklığımla ilgisi vardır, kayıtlara böyle geçsin lütfen.
Bendeniz kitap okumayı
pek severim, sanırım burayı okuyan herkes bilir. Kitaplardan yazarlardan
edebiyattan sohbet etmeyi de pek severim. Güya tanırım da hani yazarları…
Sanıyordum. Pabucumun
enteli!
Vicdanın sesi radyosu
Bazı günler Arca ile
anlaşmak imkansız oluyor. Defalarca yapmaması konusunda uyarmış olduğumuz bir şeyi inadına gibi
yapabiliyor. Bazen de ben müthiş gergin ve sabırsız oluyorum ve herkes gibi
Arca da bana sürekli batıyor. Geçenlerde bir cumartesi ateşlendi ve evden
çıkmamaya karar verdik. Meğer ben bu cüceyi kurs kapılarında beklemekten
hoşnutmuşum. Eh yani kim kitap okuyup kahve içmek istemez? Kim kendi ile baş
başa kalmak istemez?
O gün onunla evde tıkılı
kalma psikolojisinden nefret ettim. Bir de üstüne “birlikte zaman geçirelim”
demez mi? Çocuk sanki sülaleme küfretmiş gibi bir başladım bağırmaya: “ben
senin arkadaşın mıyım? Benim canım oynamak filan istemiyor”, “bıktım, yoruldum,
sıkıldım, beni rahat bırakın” bunlar hatırladıklarım. Bir de kim bilir
hatırlamadığım neler var. Kendimi tuvalete kapattım ve Arca’nın beni merak
etmesine yetecek bir süre orada kaldım.
8 Mart 2016 Salı
kutlama?
Günün anlam ve önemine
istinaden bir "Dünya Emekçi Kadınlar günü" yazısı patlatmalıydım.
Ne yazsam diye düşündüm.
Karşıyaka belediyesinin #sanane afişlerini mi, bunları üzerine alınıp çatanları
mı, neyi anlatsam dedim. Bir tarafta bir günlüğüne çiçek böcek muhabbetleri bir
tarafta daha eşitlikçi kutlama mesajları…
Arkama dayandım ve
baktım.
3 Mart 2016 Perşembe
Bok mu yiyelim?!
Haftada bir pazara
gitmezsem kendimi eksik hissediyorum. İlla gideceğim, tanıdık tezgahlardan hem
alışveriş yapacağım hem sohbet edeceğim satıcılarla. Geçenlerde bizim Üçkuyular
pazarının son günleriymiş diye yerel bir gazetede okuyunca soluğu Göztepeli
patates soğancı abide aldım. Nasıl ki Göztepenin oyuncularını biliyor,
maçlarını portatif radyosundan takip ediyor, bizim mahallenin insanı, bu olayı
da bilse bilse o bilir dedim. Yanılmamışım. Biliyormuş. Yanılmışım daha onlara
çık diyen yokmuş. Belediye başkanı ulaştırma bakanıyla konuşup birkaç
alternatif yerden birini ayarlayacakmış bizim pazara. O Binali bizim hayrımıza
pek bir şey yapmaz ya – defalardır seçmiyoruz o da haklı bir yerde – neyse…
umudumuzu yitirmedik.
2 Mart 2016 Çarşamba
Yaşlanmak
Bir
gün “estetik ameliyata gidiyorum” ya da “botox yaptırmaya karar verdim” gibi
cümleler duyarsanız benden, bu yazıyı koyun önüme, ciddiyim.
Benim yüzümde, özellikle
de göz çevremde çok fazla kırışıklık var. Yaşıtlarımdan daha fazla. Eh ben çok
gülümseyen, mimiklerini çok kullanan birisiyim. Sonra açık tenliyim ve cildim
kuru. Yani benim göz çevrem kırışmayacak da seninki mi kırışacak? Yok, vallahi
bırakmam!
Kozmetiğe çok para
harcamadım (harcayamadım) ama cildimi de nemsiz bırakmadım Allah için. Zaten
yakın çevremden son on senedir uyarı alıp duruyorum, “cildin çok kırışacak, çok
çabuk yaşlanacaksın…” İyi de ne yapayım? Genetik olsun, mimik olsun hep
aleyhime çalışıyor, şerefsizler!
1 Mart 2016 Salı
Tohum
İğne oyalarının, saten
yorganların yanı sıra eskiden köy yerinde kızların çeyizlerine tohum
koyarlarmış, ya da çiçek soğanı. Annemin çeyizinden kalma zıpçıktılarınhikayesini anlatmıştım. O tohumlardan tohumlar üretilir, yüzlerce yıl boyunca sürdürülebilir
bir gıda temini sağlanırmış.
“Mış” diyorum çünkü artık
böyle bir şey yok!
29 Şubat 2016 Pazartesi
Şubat biter, Mart gelirken...
Ne yaptım değil, ne
yapmadım diyeceğim…
Mesela hala yılbaşı
ağacını kaldırmadım. Arca’nın yoğun muhalefeti normalde bana sökmez ama işte
serde tembellik olunca…
Sonra hala bisikleti
bakıma alamadım. Halbuki nefis bir hava var. Henüz işe gidip gelirken kullanmak
için erken olsa da bir Pazar günü sahilde turlayabilmeliyim. Zira bizim evin
erkekleri Pazar günleri zinhar dışarı çıkmıyorlar. Bense bir pazara gidip
geliyorum, biraz da bisikletle gezsem fena mı olur?
Kilo veremedim, hatta
üstüne aldım. Bu vakitler yıllık olağan “kilo vermeliyim, yaza şurda ne kaldı”
gündemini çoktan yakalamalıydım. Hafta içi evden ofise götürdüğüm ev yemekleri,
ultra hareketli bünyem ve mümkün mertebe sağlıklı beslenme ile en azından
kilomu korurum diyordum ama hafta sonu içilen biralar bana yol su elektrik göt
ve göbek olarak geri döndü. Kaç kilo fazlam olduğunu bile bilmiyorum zira
hayatımda ilk defa tartıya çıkmaya korkuyorum.
Dinlenemedim. Katiyen!
Hemen her hafta şehir dışı (hatta bazen haftada iki) ve ev işleri sebebi ile
hiç dinlenemedim.
27 Şubat 2016 Cumartesi
Dumur diyalog #156
İ: Bugün ödev var mı?
A: Okuma ödevi var.
İ: aa matematik veya
yazma ödevi yok mu? Onlar eğlenceli oluyor.
A: Bir şikayetin varsa
öğretmenimize iletebilirsin.
21 Şubat 2016 Pazar
Sevdiğin işi yapmak çözüm mü?
Birkaç yıl önceydi, çocuktan sonra iş hayatını bırakan tanıdığımın hobisi olan el sanatlarını iyice ilerlettiğini ve artık işi haline getirdiğini İlker’e anlatıyordum. Ne güzel, diyordum, ne şanslı, hobisini işi haline getirdi. İlker benimle aynı fikirde değildi. Hobini işe dönüştürmenin artık onu hobi olmaktan çıkaran bir bedeli olduğunu söyledi. İş iştir, hobi hobidir. Hobin işe dönüşürse artık hobin olduğu zamanlardaki kadar sevemeyebilirsin, çünkü artık parasal bir çıkar işin içine girmiştir. Yani uzun lafın kısası, özgünlüğün gider. Dememişti ama böyle demek istemişti.
Muhteremin kesin sınırlarını seviyorum. Ama o gün, hayallere dalmış olduğumdan mıdır, tanıdığım adına heyecan duyduğumdan mıdır bilinmez, bu düşüncesini sevmemiştim.
“Sevdiğin işi yaparsan, ömür boyu çalışmak zorunda kalmazsın” dayatmasının tam tersi bir düşünce.
20 Şubat 2016 Cumartesi
Kitap yorumu: Napoli Romanları serisi
Bu ara kendimi deli gibi
okumaya verdiğimi kabul ediyorum.
Aslında kafa yorucu veya
edebi yoğunluğu fazla olan kitaplar değil bunlar. Özellikle de Napoli romanları
serisi. Şimdilerde çok satanlar listesinde olan “Benim olağanüstü arkadaşım”, “yeni
soyadının hikayesi”, “terk edenler ve kalanlar” sırasıyla dört cildin ilk üçü.
An itibariyle üçüncüyü
okuyorum.
Şık ve Kullanışlı Mutfak Takımları
Masa ve sandalye seçimi mutfak dekorasyonu için oldukça önemlidir. Mutfağınızda şık bir görünüm
yaratmak, yemek yediğiniz ve misafirleri ağırladığınız yere estetik bir görünüm kazandırmak için doğru
masa ve sandalye takımlarını seçmeniz gerekir. Bu seçimi kendi zevkinize veya mutfağın genel
dekorasyonuna uygun bir biçimde yaparak şık bir uyum yaratabilirsiniz.
Masa ve sandalye seçiminde görsellik kadar malzeme kalitesine de dikkat etmeniz gerekir. Mutfakta
kullandığınız malzemelerin küflenme, çürüme, paslanma gibi deformasyonlara uğramaması sağlığınız
açısından son derece önemlidir. Ayrıca yemek yediğiniz yüzeylerin kolay temizlenebilir olmasına da önem
vermeniz gerekir. Bu bakımdan mutfağınız için sandalye ve masa alırken tercih ettiğiniz mağazaya dikkat
etmelisiniz.
Türkiye’nin ilk ev dekorasyonu sitesi olan Evmanya’nın kataloglarında mutfak dekorasyonu için harika
ürünler bulunuyor. Site üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve zevkinize uygun,
kullanışlı sandalye takımları bulabilirsiniz. Firma kataloglarında klasik yemek odası takımlarından minimal
ve modern bir şekilde dizayn edilmiş takımlara kadar birçok mobilya takımı yer almaktadır.
Evmanya’da bulacağınız yemek masası takımları mutfağınızda olduğu kadar balkon, teras, salon gibi
alanlarda da şık bir görünüm yaratacaktır. Eğer yemek masası takımlarınızı yalnızca çeşitli öğünlerde veya
misafir ağırlarken kullanmak istiyorsanız açılır-kapanır masaları ve üst üste konulabilen sandalyeleri tercih
edebilirsiniz. Bu eşyalar kullanılmadıkları zaman yer kaplamayacak şekilde tasarlanmıştır.
Yemek masası takımları seçerken görsellik kadar dikkat etmeniz gereken bazı unsurlar bulunuyor.
Öncelikle besin konulan yüzeylerin kolay temizlenebilir olması gerekir. Ayrıca küflenme, çürüme,
paslanma gibi dezenformasyonlar gerçekleşmemelidir. Evmanya tarafından satışa sunulan yemek masası
takımlarının tamamı kaliteli malzemeden imal edilmekte ve hijyenik bir kullanım olanağı sağlamaktadır.
Firma katalogları üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve onları güvenle kullanabilirsiniz.
Farklı zevklere hitap eden eşya takımlarıyla bilinen Evmanya, birbirinden güzel yemek masası takımlarını
beğeninize sunuyor. Yapmanız gereken tek şey beğendiğiniz ürünü internet üzerinden seçmek ve sipariş
vermek. Satın aldığınız ürün veya ürün takımı kısa sürede adresinize ulaştırılacaktır. Evmanya kalitesinden
memnun kalacağınızdan emin olabilirsiniz.
yaratmak, yemek yediğiniz ve misafirleri ağırladığınız yere estetik bir görünüm kazandırmak için doğru
masa ve sandalye takımlarını seçmeniz gerekir. Bu seçimi kendi zevkinize veya mutfağın genel
dekorasyonuna uygun bir biçimde yaparak şık bir uyum yaratabilirsiniz.
Masa ve sandalye seçiminde görsellik kadar malzeme kalitesine de dikkat etmeniz gerekir. Mutfakta
kullandığınız malzemelerin küflenme, çürüme, paslanma gibi deformasyonlara uğramaması sağlığınız
açısından son derece önemlidir. Ayrıca yemek yediğiniz yüzeylerin kolay temizlenebilir olmasına da önem
vermeniz gerekir. Bu bakımdan mutfağınız için sandalye ve masa alırken tercih ettiğiniz mağazaya dikkat
etmelisiniz.
Türkiye’nin ilk ev dekorasyonu sitesi olan Evmanya’nın kataloglarında mutfak dekorasyonu için harika
ürünler bulunuyor. Site üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve zevkinize uygun,
kullanışlı sandalye takımları bulabilirsiniz. Firma kataloglarında klasik yemek odası takımlarından minimal
ve modern bir şekilde dizayn edilmiş takımlara kadar birçok mobilya takımı yer almaktadır.
Evmanya’da bulacağınız yemek masası takımları mutfağınızda olduğu kadar balkon, teras, salon gibi
alanlarda da şık bir görünüm yaratacaktır. Eğer yemek masası takımlarınızı yalnızca çeşitli öğünlerde veya
misafir ağırlarken kullanmak istiyorsanız açılır-kapanır masaları ve üst üste konulabilen sandalyeleri tercih
edebilirsiniz. Bu eşyalar kullanılmadıkları zaman yer kaplamayacak şekilde tasarlanmıştır.
Yemek masası takımları seçerken görsellik kadar dikkat etmeniz gereken bazı unsurlar bulunuyor.
Öncelikle besin konulan yüzeylerin kolay temizlenebilir olması gerekir. Ayrıca küflenme, çürüme,
paslanma gibi dezenformasyonlar gerçekleşmemelidir. Evmanya tarafından satışa sunulan yemek masası
takımlarının tamamı kaliteli malzemeden imal edilmekte ve hijyenik bir kullanım olanağı sağlamaktadır.
Firma katalogları üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve onları güvenle kullanabilirsiniz.
Farklı zevklere hitap eden eşya takımlarıyla bilinen Evmanya, birbirinden güzel yemek masası takımlarını
beğeninize sunuyor. Yapmanız gereken tek şey beğendiğiniz ürünü internet üzerinden seçmek ve sipariş
vermek. Satın aldığınız ürün veya ürün takımı kısa sürede adresinize ulaştırılacaktır. Evmanya kalitesinden
memnun kalacağınızdan emin olabilirsiniz.
19 Şubat 2016 Cuma
geldiği gibi
Akşam
Arca uyuduktan sonra kahve yaptım, İlker kendisi için kaydettiğim Poyraz
Karayel dizisini izlerken ben de Napoli Romanları serisinin üçüncüsünü okuyordum.
Televizyon açıkken bile okunabilen kitapları seviyorum.
Elena’nın var olma
çabasını okumak beni kendi gerçeğimle yüzleştirdi. Birinin annesi ve birinin
eşi olmak için mi okuyor, kendimizi yetiştiriyorduk? Neden hiçbir erkek birinin
babası ve birinin eşi olmuyordu da bu birinin bir şeysi olma sorgulamasını biz
yükleniyorduk?
18 Şubat 2016 Perşembe
Hal gidişat
Ülkenin durumu malum. Hani
o ülkeden ne yapıp edip gitmeli diyenler var ya, ben onlara hiç kızmıyorum,
onları yadırgamıyor, yargılamıyorum. Devletin hemen hiçbir kurumuna
güvenmiyorsan, oyuna sahip çıkmaya mecbursan, en basitinden, sabah çıkıp ancak
bomba patlamazsa evine dönebileceğini düşünüyorsan, ülken herkese kafa tutuyor,
her komşunla kavgalıysa, huzur ortamın yoksa, ne kadar kabuğuna çekilebilirsin?
Hafta başı iki gün İstanbul’daydım, orada büyük resmi daha iyi görüyorsun.
Çıkış yolu bulamadığımız noktada kendi işimize bakalım, güvenli zırhımızın
içinde yaşayıp gidelim noktasına geldik. Çünkü başka şansımız yok, bizden daha
büyük bir şeyler var ve biz kendimizi korumak istiyorsak en azından ruh
sağlığımızı, sınır çekmeliyiz. Şimdilik o kadar.
Kendime bazen çok
kızıyorum. İyi okullarda okumuşuz ama vizyon sahibi olamamışız, diyorum.
Üniversiteden sonra yurtdışında okumak için çabalayan birçok arkadaşımı tiyatro
seyreder gibi seyrettim. Çok net hatırlıyorum. Onlara da altın tabakta
sunulmadı ki fırsatlar, ellerinden geleni yaptılar. Ben bunu bile yapmadım.
Tembellikten, belki özgüvensizlikten ama bence en çok vizyonsuzluktan. Olurdu
olmazdı bilemem, ama denemedim bile. Neyse en azından geç de olsa farkındayız
artık, bundan sebep oğlanı yurtdışında öğrenimini devam ettirebilme şansı hangi
okuldaysa ona verdik:) Olur olmaz bilemem, ona kalmış, biz elimizden geleni
yapalım da…
17 Şubat 2016 Çarşamba
kısa #14: başımız sağ olsun.
Arca maç izlerken uyuyakalmıştı (her zamanki gibi). Elimde telefon biraz sosyal medyaya bakayım dedim. Garip bir yavaşlık var. Kablosuz bağlantıyı bıraktım, 3G denedim, aynı. Facebook aynı, twitter aynı. Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, genel bir internet arızasına bağlardım ama hayır, burası Türkiye, burada sosyal medya bağlanma sorunu yaşıyorsa, bir olay olmuştur.
Olmuş. Ankara.
Kim yapmış, kim ölmüş, ölenler kimlerdenmiş(!) ... Bunlar bana detay artık. İlgilenmiyorum. Televizyonda saçmalayan bıyıklı bir adam 28 ölü dedi, allah rahmet eylesin.
Bu olayların tek faili vardır, o da işini beceremeyen, eline yüzüne bulaştıran yetkililerdir. Bundan evvel yüzlerce insanımız ve bugün vefat eden 28 insanımızın vebali utanmadan o koltuklara nazik popolarını koymaya devam edenlerindir.
Başımız sağ olsun.
12 Şubat 2016 Cuma
Dumur diyalog #155
Y: Arca yarın sütün son kullanma tarihi, akşam iç tamam mı?
A: Hepsini içemezsem sütlü tatlı yaparız.
Y: İyi fikir. Ne yapalım?
A: Kurabiye!
(Bazen bizim oğlanın kafası çalışıyor demek için aceleci davranıyorum, kurabiye ne ya?)
.................
A: Hepsini içemezsem sütlü tatlı yaparız.
Y: İyi fikir. Ne yapalım?
A: Kurabiye!
(Bazen bizim oğlanın kafası çalışıyor demek için aceleci davranıyorum, kurabiye ne ya?)
.................
10 Şubat 2016 Çarşamba
İstanbul'da çocukla tatil: Kidzania, Legoland, Sealife, Jurassic Land
Zeynep’le
çocukları İstanbul’da açılan Legoland’e götürme fikrinin ilk ne zaman
şekillendiğini hatırlamıyorum. Sömestr tatili olsun dedik, bir nevi karne
hediyesi gibi. Sadece Legoland’e değil Kidzania ve bunun gibi çocukların seveceği
ve İzmir’de olmayan oyun/etkinlik merkezlerine gidecektik. Hatta kocaları
bırakalım, anne çocuk olarak gidelim, hem daha az maliyetli olur diye düşündük.
Toplu taşıma ile ulaşımı sağlardık, fazla da kalmayacaktık zaten üç gün
yeterdi. Akşamları çocukları erken uyuttuk mu, otel odasında ayağımızı uzatır
şarabımızı yudumlarken sohbet ederdik… Şahane bir plan!
9 Şubat 2016 Salı
Esra Erol, Foucault, edebiyat
Survivor’ın ilk bölümü. Her ortalama Türk ailesi gibi geçtik televizyonun karşısına bakıyoruz. Bence televizyon izlemek değil, televizyon bakmak diye bir eylem olmalı. Zira izlemek biraz daha komplike bir şey, televizyon ise çok da kafanı yormadan “bakmak”la da rahatlıkla beynine kaydedeceğin mesajlarla dolu.
Neyse…
Benim muhterem, hemen birini işaret etti, “benim stilim” (ya da aynı konseptli başka bir program) programında yarışmacıydı bu, dedi. Nasıl ya? Diyecek oldum sustum. İlker televizyonda yayınlanan reality show’ların hemen hepsini izler. Ütopyayı da, evlendirme programlarını da.
8 Şubat 2016 Pazartesi
Arca ve spor
Arca’ya bazen üzülüyorum. Bence onun için hayat zor.
Çünkü karşısında sürekli “konuş evladım, meramını düzgünce anlat,
mızıldanma” deyip duran ebeveynleri var. Garip bir hayal dünyasından onu
sürekli çıkaran tipler bunlar. Karakter yapılarımız hiç benzemiyor. Tamam zaten
o bir birey, bağımsız bir birey tabii ki benzemeyecek de, zıtlıklar yoruyor. Uzlaşmaz
bir döngünün içinde debelenip duruyoruz. Biz muhteremle tüm farklılıklarımıza
rağmen asgaride buluşabilen insanlarız. Ailenin diğer üyesindeki bu aykırılık
da neyin nesi?
Ota boka ağlıyor. Bazen gel yavrum ağla için açılsın diyorum da bazen de eh
be çocuğum buna da ağlanır mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hemen dudak
bükülsün, hemen gözler dolsun. Tüm neşesine rağmen hassas ve melankolik bir
yapısı var.
Diyorum ya, hayat onun için zor. Küçük balık burcu…
5 Şubat 2016 Cuma
Kendini değerli hissetmek
Çocuklarımıza vereceğimiz en önemli şey nedir?
Koşulsuz ve sınırsız sevgi?
Sıcak huzurlu bir yuva?
Tabii ki hepsi ama hepsinden değerlisi “değer”. Evet, değer vermeliyiz. Kendisinin değerli olduğunu hissettirmeliyiz ki kendisini sevsin. Yetişkinliğinde de kendisini seven bir birey olsun. İnsan kendisini severse, kendi kaderini eline alacak cesareti bulur. Cesaret ise, körü körüne korkusuzluk değildir. Cahiller ve ahmaklar korkusuz olur, cesur insanlar ise korkularına rağmen eyleme geçerler. Cesaret, korkulara rağmen eyleme geçebilmektir.
Bu aralar çok fazla kişisel gelişim kitabı okuduğum belli oluyor mu? İhtiyacım varsa demek…
29 Ocak 2016 Cuma
ondan bundan şundan
Değişik bir şey oldu.
Masalı paylaşmam onu herkese armağan etmem beni müthiş hafifletti. Okuyanlar
beğendiklerini söylediler ve ne güzel temennilerde bulundular. Ve hatta çocuklarına okuduklarını ve çocukların da sevdiklerini söylediler:) Çok
teşekkürler:) Sanırım bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı.
Sevgili Secce, bir kız bir oğlan blogundan tanıyorsunuz onu, yayınevlerini tekrar
denemem gerektiğini söyledi mesela, hiç de itiraz etmedim, tekrar
gönderdim. Sonra fikrine güvendiğim arkadaşlarıma gönderdim. Masal Arca için yazılmıştı, burayı okuyanların ve beğenenlerin
çocuklarına armağan edilmişti, bir yayınevi de getir resimleyelim ve
yayınlayalım derse, o zaman daha fazla çocuğa resimlerle ulaşmış olur. O kadar…
Arca çok hasta. Pazar
akşamından beri ateş düşmedi. Sadece ilaçlarla biraz düşüyor o kadar. Burun
akıntısı, öksürük… Artık en son İlker dün aldı doktora götürdü. Grip testi
negatif çıktı. Boğaz kültürü sonucuna göre antibiyotiğe başlayabilir. Yarın
İstanbul’a gidiyor olmasaydık, bu kadar gerilmezdik ya, neyse…
27 Ocak 2016 Çarşamba
Dört yıl önceki şahsıma sevgiyle... Artık özgürsün.
Bir süredir
yazıştığım bir arkadaşım var. Hayır, birbirimizi hiç görmedik, hiç tanışmadık. Bloga
“adsız” yorum bırakan B. , bir gün bana bir e-mail yazdı. Zamanlama o kadar müthişti
ve o kadar ihtiyaç duyduğum şeydi ki, resmen sarıldım. Her canlıya “bütün
sevgimi sana vericem” diyerek cıcığını çıkarırcasına sarılan Elmayra adında bir
çizgi film karakteri vardır ya işte onu gözünüzde canlandırın. Elmayra benim!
26 Ocak 2016 Salı
Kitap yorumu: Büyük Sihir // bölüm 2
Elizabeth Gilbert’in TED Talks’taki konuşmasından bahsetmiştim.
O konuşma beni Büyük Sihir isimli kitabıyla buluşturdu. Ne tesadüf ki, kitap Türkiye’de daha yeni yayınlanmış.
--- LAN yoksa bir pazarlama stratejisinin kurbanı mı oldum lan! ---
O konuşma beni Büyük Sihir isimli kitabıyla buluşturdu. Ne tesadüf ki, kitap Türkiye’de daha yeni yayınlanmış.
--- LAN yoksa bir pazarlama stratejisinin kurbanı mı oldum lan! ---
Kitap yorumu: Büyük Sihir // bölüm 1
Kaptan Düşükdon'un maceralarında maceranın
kendisine gelesiye kadar birkaç "önce şu" öyküyü okursunuz. Tamam,
anlatacaktır ama "önce şu" öyküyü anlatmalıdır.
Bir Kaptan Düşükdon macerası vaat etmiyorsam da benim de ilgi
çekici bir maceram var, o yüzden az önce bitirdiğim Büyük Sihir isimli kitabı
anlatmadan "önce şu" olayı okuyun, diyeceğim, sonra “sadede gel
kadın, ne çok konuştun” demeyesiniz.
22 Ocak 2016 Cuma
Kariyerinizi nasıl alırsınız? Makro, mikro, multiple?
Her yıl iki defa
uğradığım göz doktorum, şahsına münhasır birisi. Özgeçmişinin sonunda “evliyim,
bir çocuk babasıyım ve kelim” yazarak günümü müthiş şenlendirmişti. Göz
sağlığıma önem verdiğimden ya da doktorumun eğlenceli mizacından dolayı yılda
iki defa gitmiyorum kontrole. Sağlık sigortasına kaktırdığım lenslerim altı
ayda bir bitiyor da o yüzden gidiyorum. Muayene gerçekte en fazla yedi dakika
sürüyor ama sohbet uzuyor.
Geçen yine sohbet
sırasında nerede çalıştığımı, kaç senedir çalıştığımı filan sordu. Genelde on
iki sene deyince insanlar şaşırıyor.
Genç gösterdiğim için
değil, biliyorum. Şimdiki trendin aksine aynı yerde kök saldığım düşünüldüğü
için. Şimdi trend “mikro kariyer”, üç sene bir yerde iki sene bir yerde
çalışmak… Dikey bir kariyer planı değil, nerede para nerede daha iyi imkanlar
oraya geçiş üzerine kurulu bir kariyer yapısı var artık. Belki jenerasyonun
yapısı ile ilgili, hiçbir şeyden tam tatmin olmayan bir nesil geldi bizden
sonra. Bir taraftan şirketler de böyle bir kariyer yolu benimseyenleri tercih
ediyor, sonuçta maliyetler herkesin malumu.
Ama benim anlatacağım
kariyer tipi mikro kariyer değil, bu trend bile geçmek üzere. Biz fosil olduk:)
21 Ocak 2016 Perşembe
M Treni Patti Smith
"Lütfen sonsuza dek kalın. Gitmeyin. Büyümeyin”
Arca'nın bu ara iyice büyüyen ve koca bir adamınki gibi kokan ayaklarından nefret ediyorum. Bebekken yaptığımız gibi burnuma sokuyor ve kıkır kıkır gülmemizi bekliyor. Ama ben sinir oluyorum. Halbuki onlar benim çocuğumun en sevdiğim yeriydi.Lanet olsun büyüyor.
20 Ocak 2016 Çarşamba
Kadın Girişimciler: Elit Meze
Çalışan kadınların halini
yine en iyi kadınlar anlar.
O hiç görülmeyen fark
edilmeyen ev işlerinin nasıl kotarıldığını, çalışsın çalışmasın en iyi kadınlar
bilir.
Özellikle de yemek. “Ne
pişirsem?”
“Misafir gelecek ne ikram
etsem?”
Bizim evde ne
pişireceğimize de misafir geldiğinde ne ikram edeceğimize de – pişirmek de
dahil – gönüllü dahil olan bir muhterem var ama peki her evde muhterem var mı?
Yok.
19 Ocak 2016 Salı
Kitap yorumu: Anne, Baba ve Çocuk Arasında
Paylaşmak iyidir. Birilerine bir faydam olur mu, düşüncesi
ile yaptığım paylaşımların çok büyük kısmından ben bir şeyler öğrenerek çıktım.
Örneğin "ebeveyn kitapları gerekli mi" ve "ebeveyn kitaplarıgerekli" derken onlarca kitapla tanışma fırsatı bulacağımı hiç
bilmiyordum. Ama buldum. Mesela "koşulsuz ebeveynlik"... Mesela
"Anne, baba ve çocuk arasında"...
Fikirlerine çok güvendiğim birkaç arkadaşım tarafından
önerilince, derhal edindim "Anne, baba ve çocuk arasında" kitabını ve
sanırım bu kitabı okumak yaptığım en iyi şeylerden biriydi. Şimdiye kadar
okuduğum pek çok kitabın bu kitaptan esinlenmiş olduğunu fark ettim. Eleştirel
bakış açısı ile öne çıkan "koşulsuz ebeveynlik" ise, Haim G. Ginott
ve kitabını çok olumlu anlatıyordu.
Okurken onlarca sayfa işaretlemişim. Bugün, okumamın üzerinden haftalar geçmişken, kitap hakkında birkaç kelam edeyim istedim ve işaretlediğim sayfalar arasında hangisini alıntılasam bilemedim.
Okurken onlarca sayfa işaretlemişim. Bugün, okumamın üzerinden haftalar geçmişken, kitap hakkında birkaç kelam edeyim istedim ve işaretlediğim sayfalar arasında hangisini alıntılasam bilemedim.
18 Ocak 2016 Pazartesi
Çocuklarda müzik eğitimi
Çocuğunuz müzik eğitimi alıyor mu? Bir müzik aleti çalmak
için ders alıyor mu? Neden? Neden çocuğunuza müzik aleti çalmak üzere ders
aldırıyorsunuz? Neden hem çocuğunuzun hem de kendinizin değerli vaktinin bir
kısmını bu işe ayırıyorsunuz?
Yeteneği olsun olmasın, çocukların bir müzik aleti çalması
çok önemlidir. Her çocuk müzik yeteneği ile doğmayabilir, her altı yaşında
piyano dersi almaya başlayan çocuk Fazıl Say olacak diye bir kaide de
yoktur. O halde amaç ne? Açıkçası ben Arca'nın müzisyen halasının
yönlendirmesine ayak uydurdum, onun bu konudaki tecrübelerine güvendim,
ellerine teslim ettim. Ancak olayın sadece çocuğumun piyano çalmasından başka
bir boyutta olduğunu fark ettiğimden beri farklı düşünüyorum.
17 Ocak 2016 Pazar
kısa #13 : Sınır
Arca uyudu. Muhterem kocam yeni oyuncağı Apple TV ile ilgileniyor bana bizim kuşağın çok iyi hatırlayacağı "karışık kaset"imsi müthiş bir şarkı arşivi hazırlıyor. Nefis şarkılar, hemen hepsi üniversite yıllarımızda dinlediklerimizden ve sanırım o yıllardan beridir benim müzikle hiçbir ilgim olmamış. Son on senedir ne dinliyorsun desen, bakar kalırım. Tamam var birkaç sanatçı ama anılarıma katkıları olmadığından olsa gerek, gönül bağım yok. Bak şimdi U2'dan One çalıyor hey yavrum hey. Laf aramızda muhteremle ikimizin şarkısı olur. Neden? Bilmiyorum, bu olsun bari dediydik galiba.
Benim halimse işte tam da bu!
13 Ocak 2016 Çarşamba
Neyi dilediğine dikkat etmek lazım
Metro ile EVKA-3
istikametine gelirken sağda, istikametten dönerken solda, Sanayi ile Bölge durakları arasında,
bir zeytinlik çıkıverir karşına. Uçsuz bucaksız. Bana bizimkilerin memleketini,
Akhisar’ı hatırlatır. Zeytincilik Araştırma Enstitüsü orası. Ben her gün
önünden geçerken – hava da güzelse – ah şu yoldan bir yürüyecek vaktim olsa, ne
keyifli yol derdim.
Al işte! Geçen cuma yürüdüm.
Hem de yetinmedim, Bölge’den de Bornova’ya kadar yürüdüm. Hay ben o yürüyeyim
diyen dillerimi!
#damladakiokyanus : bir iyilik hareketi
Geçen
yıl, yılın bitmesine seksen gün kala yılın son gününe kadar her güne bir şükür
vesilesi bulacağıma dair kendi kendime bir hedef koymuştum. Kimi gün bulamadım,
kimi gün ikişer üçer buldum. Aramaktan, etrafıma bu arayışla bakmaktan
vazgeçmedim. Bulduklarımı paylaşmaktan da… Bu, pollyannacılık değildi, “a
dilenci gördüm, çok şükür dilenmiyorum” değildi, anlamsız, eğreti olumlama
refleksi de değildi. İyilikti. Aslında içimde olanı dışıma vurmaktı. Kendine
küçük şükürlerden ördüğün kozanın içinde iyi hissetmekti. İyi olursan, iyi
hissedersen, başkalarına da faydan olur…
Tam da ihtiyacım olan
zamanda tam da ihtiyacım olan şeyi bulmuştum, iyi gelmişti. O zamandan beri
daha fazla şükreden bir insan olduğumu fark ediyorum.
Deli Anne Mümine, “damladaki
okyanus olalım” düşüncesi ile kadınları çağırınca, iyilik yapalım, iyilik kartopu
gibi çoğalsın çığ olsun deyince işte o günlerin bana verdiği huzuru düşündüm. Hemen
mailine cevap yazdım, içinde olmak istedim. Küçüktü büyüktü, fark etmez,
önemliydi. Kimseye hiçbir şeye dahil değil ve her şeyin içinde çünkü insan
için.
Hep derim bu dünyayı
kadınlar kurtaracak, çünkü kadın yapıcıdır, üreticidir, iyileştiricidir.
Kadınlardan çıkan
iyileştirici #damladakiokyanus hareketi tüm insanlığın hayrına olsun.
Deli Anne’nin yazısı
için, buraya bir tık:)
9 Ocak 2016 Cumartesi
Dumur diyalog #154
Y: piyano çalışmadın arca neden? Gerçekten neden?
A: cubuş bak, şöyle: ben piyano çalmayı çok seviyorum ama piyano çalışmayı hiç sevmiyorum!
--------
İ: arca traş olman lazım yarın murat abine gidelim.
A: tamam ama modelli olsun şöyle yandan bir şimşek bir çizik yapsın.
(Yaptırmadık tabii ne modeli lan okul zamanı! Ama model dediği şu aşağıdaki görsel)
---------
Arca İlker ve ben basketbol oynuyoruz.
Arca kulağıma fısıldadı: "cubuş bence sen babişten daha iyi basketbol oynuyorsun."
(Bunun neresi dumur deme! Harbi dumur çünkü ben spor yapmayı beceremediğimden beden derslerinden tam notu garantilemek için sene sonu dans gösterisi hazırlardım ve İlker de okul basketbol takım kaptanıydı, dumur net!)
8 Ocak 2016 Cuma
Blogger'lık, Instablogger'lık, Blog yazarlığı, başka?
Geçenlerde Betül Mardin’in
bir anısına denk geldim. Tam hatırlamıyorum, aklımda kalanları yazacağım. Betül
Mardin’in babası ile kızı İngiltere’ye gidiyorlar. Mütevazı bir otele
yerleşiyorlar. Akşam yemeğini yine İngiltere’ye gelmiş olan dostlarıyla
yedikten sonra o kişilerin kaldığı otele gidiyorlar. Otel çok lüks, odaları
şahane, imkanları felaket. Kızı mahzunlaşıyor ve soruyor: “neden biz de böyle
bir otelde kalmıyoruz?” Dedesi de diyor ki:
UNUTMAYIN, BAŞKA BİR OKUL MÜMKÜN :) BBOM İZMİR tanıtım toplantısı
Merhabalar:)
Benim kurulduğundan beri hevesle takip ettiğim, toplantılarından bir kısmına katıldığım BBOM oluşumu yazık ki bizim cücenin eğitim hayatına yetişemedi İzmir'de. Ama ben hala hevesle ve heyecanla takip etmeye devam ediyorum.
Duyurusunu ilk yaptığımda yıl 2012, "keşke İzmir'de de olsa" diye iç geçirmişim:)
Hatta heyecanla katıldığım ilk toplantının ardından da BBOM'u anlatmıştım.
Bize yetişemedi ama İzmir'de devam ediyor her şey, Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezi'nin tanıtım toplantısının duyurusunu yapıyor olmak beni müthiş mutlu ediyor.
Altta ilanı görebilir, daha da altta BBOM derneği ve İzmir Kooperatifi hakkında bilgi edinebilirsiniz.
UNUTMAYIN, BAŞKA BİR OKUL MÜMKÜN :)
BAŞKA
BİR OKUL MÜMKÜN DERNEĞİ VE İZMİR KOOPERATİFİ
Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) Derneği, 2010 yılında
mevcut eğitim sisteminden derdi olan aileler, eğitimciler ve gönüllülerin bir
araya gelmesiyle kurulmuştur. Amacımız; eğitimi yaşamdan ve çocuğun bireysel
özelliklerinden soyutlamayan, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik
dengeye saygılı ve ticari kar amacı gütmeyen okullar kurmak.
BBOM modelinin temellerini 4 eksen oluşturmaktadır.
Bu dört eksenin de uygulamaları dünyada bulunuyor, fakat bunların hepsini bir
arada uygulayan bir model olmaması BBOM’u yenilikçi ve farklı kılıyor. Bu
eksenleri birer cümle ile açıklamak gerekirse:
1- Demokratik Yönetim: Okulla ilgili kararlar, okulun tüm
bileşenlerinin karar sürecine katıldığı okul meclislerinde alınıyor. Okullarda,
doğrudan katılımı ve sorumluluğu esas alan bir yönetim şekli var.
2- Alternatif Eğitim: Her çocuğun biricikliğinden yola çıkan BBOM okulları
sadece akademik başarıya odaklanmaz. Okul yaşamında bireyselleştirilmiş
eğitimin uygulandığı, alternatif ölçme-değerlendirme yöntemlerinin
kullanıldığı, konuların multi-disipliner bir program ve karma yaş gruplarıyla
işlendiği bir eğitim anlayışı öngörülür.
3- Ekolojik Duruş: Ekolojik değerlerin mimari, beslenme, eğitim, atölye
çalışmaları, okul-dışı aktiviteler ve programda merkeze konulduğu bir eğitim
anlayışı bulunur.
4- Özgün Finansman: Aile ve gönüllü inisiyatifinin işleteceği, ticari amaç
gütmeyen ve bursluluk oranını maksimumda tutmayı hedefleyen, kendi kendine
yeterliliği esas alan finansman modeli bulunuyor.
İlk okulumuz, 2013 Eylül ayında Bodrum'da çocuklara
kapılarını açtıktan sonra Ankara ve İzmir’de de “başka bir okul mümkün” diyen
aileler bir araya gelmeye başladılar ve 2015 yılında çocukların verdiği
isimlerle Ankara Meraklı Kedi İlkokulunu ve İzmir Renkli Orman Erken Çocukluk
Merkezini (Anaokulunu) hayata geçirdiler. Antalya, Kaş, Bursa, Eskişehir ve
Çanakkale'de veliler okul açma çalışmalarına başlamış durumdalar.
Geçen zaman zarfında Sabancı Vakfı’nın “Fark Yaratanlar” ödülü ve Ashoka Vakfı’nın “Change Maker Schools” networküne dahil olmamız bizi daha da motive eden
unsurlar oldu.
Renkli
Orman Nasıl Bir Okul?
Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezi, İzmir Başka Bir
Okul Mümkün (BBOM) Eğitim Kooperatifi’nin bir okuludur. Bornova Yakaköy’de
Kooperatif üyeleri tarafından 2015 yılında kurulan Renkli Orman EÇM, Başka Bir
Okul Mümkün Derneği’nin çocuk haklarını hayata geçiren, çocukların kendilerini
gerçekleştirmelerini sağlayan, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik
dengeye saygılı ve ticari kar amacı gütmeyen okullar kurmak ve yaygınlaştırmak
hedefleriyle uyumludur.
Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezi; yaratıcılığı,
çocukların özgürlüğünü, doğayla bağ kurmalarını öne çıkaran, çocuk merkezli,
çocukların ilgi ve merakları ile belirlenen esnek ve kendiliğindenliğe çokça
yer veren programa sahip bir okuldur. Biz, eğitimi kapalı, izole mekanlara
sıkıştırmak yerine açık havada, hayatın içinde yaşayarak öğrenmenin
çocuklarımıza hayat boyu eşlik edecek eşsiz bir öğrenme deneyimi vereceğine
inanıyoruz.
Çocukların oyunla öğrendiklerini biliyoruz. Oyun, keşif
ve kendi kendilerine giriştikleri araştırmalar... Böyle bir öğrenmede doğa,
çocuklarımız için mükemmel bir öğrenme alanıdır.
Renkli Orman, bir öğrenme topluluğu olmayı hedefler:
Ebeveynlerinin okul ekibiyle birlikte çalışabildiği, ebeveyn, eğitimci ve
çocukların okulu sahiplendiği dayanışmacı bir topluluk...
Saygılarımla,
Yasin SANCAK
İzmir BBOM Eğitim Kooperatifi
YK Başkanı
Aşağıdaki videolar BBOM çalışmaları hakkında bilgi
verecektir:
7 Ocak 2016 Perşembe
Kara kitap
Kara
kitap hakkında bir şey yazmak haddime değil. Büyük insanlar tezler yazmış,
hatta kitaplar yazmış, incelemeler yazmış üzerine, ben mi tüy dikeceğim? Mümkün
değil.
Geçen yıl bu zamanlar
Tufan kitabı ödünç verdiğinde, "çok acayip bir kurgu, çok zekice yazılmış" demişti.
Geçen kitap kulübünün son Nobel edebiyat ödül konuşması üzerine yaptığımız atölye toplantısında Selda, Orhan Pamuk için genel bir tanımlama yapmıştı: “Medeniyet kuramcısı” ooooo…
Aynı akşam bir tabir de
Pınar’dan geldi, “kurgulayıcı / kurcalayıcı,” hmmmm…
Kadınlara bakar mısın,
düşünmüş, irdelemişler Orhan Pamuk’u, helal olsun.
O an masada oturanlardan
bir kısmımız gözlerini kısıp, bu yaratıcı tabirlere vay be derken Sıla; “eh biz
de bu durumda avcı toplayıcı oluyoruz” lafını patlatınca kahkaha koptu.
5 Ocak 2016 Salı
Girdik
Hayırlısıyla 2016'ya girdik. Sizi bilmem ama biz Balıkesir'de bir otelin bahçesinde kartopu oynayarak girdik. O otele sığınmayaydık, 2016 daha ilk dakikalarında bize girecekti. Zira yolda kaldık. Güzide memleketimin en gelişmiş batı bölgesinde en önemli güzergahlardan biri İzmir İstanbul yolu kapanmıştı. Niye? Kar yağmış, kazalar olmuş, peki.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)