10 Kasım 2011 Perşembe

"Çok geç diye bir zaman yoktur."

Bugün 10 Kasım.

Bir süredir tam da bugün saat 09:05'te Atatürk için saygı duruşunda bulunurken, aklıma bunu "sap gibi dikilmek" olarak görenlerin sözü geliyor. Gülüyorum. İyi o halde sen de ruhuna Fatiha oku Atatürk'ün, zira o koltukta oturabilmeni ve oturduğun yerden "sap gibi dikilmek" lafını edebilmeni sağladı Atatürk.

Bugün şahsi maillerime bakarken çok güzel bir alıntı okudum. İşte şöyle yazıyor:

9 Kasım 2011 Çarşamba

Tam da "o" evredeyim


Hani evde herkes üst solunum yollarından nasibini almıştır ve sen kendini yokladığında "şimdilik" iyi hisseder gibisindir ve hasbel kader "bu defa beni teğet geçecek galiba" derken dilini ısırırsın ya...

7 Kasım 2011 Pazartesi



Bayramlık traş önceki günden hazırdı.
Anne pazara yollanırken Arca da İlker'le berbere gitmişti.

Bayram sabahı erkenden bayramlıklar da giyilerek hazır ola geçildi.

Maalesef işler istediğimiz gibi gitmedi. Arca boğulur gibi öksürmeye başladı. Büyükanneannenin evinde iyice azdı ve biz apar topar acile gittik. En azından doktorlar ciğerlerini dinlesin dedik.

Bir şey yok dediler, ilaç ve antibiyotik yazıp gönderdiler. Kendi doktoru antibiyotiğe bile hayır dedi.

Ve böylece başladı, doğal iyileştirme süreci....

Ihlamura tarçın katıp kaynatıldı.

Odası iyice havalandırılıp, radyatör kapatılıp içerisi iyice nemlendirildi.

Kaynatılmış sütüne hatmi çiçeği katıldı. (Arca "fatma çiçeği" diyor)

Balına zencefil karıştırılıp macun yapıldı. Ayağının altına Vicks bile sürüldü.

(Bilsem pazardan kara turp alırdım. İçine bal koyup geceden süzdürdün mü öksürüğü kesiveriyormuş)

Herşey ama herşey denendi.
Şimdi ise durum bu...

Sürekli akan burnunu silmek için peçete kesmiyor. Dünden beri 3 rulo WC kağıdı gitti. Evin hemen her köşesinin manzarası bu...

Arca bu hastalık ve bayram boyunca rüşvetle tanıştı. Çikolata ve çizgi film ile bolca kandırıldı.

Çocuğumun rüşvetçilikle ilgili şikayetlerini anlatacak olursam bu postu hatırlayacağım... Kendim ettim kendim buldum diyeceğim.

6 Kasım 2011 Pazar

Arca diyor ki ... #4

Burası iyiden iyiye eski haline dönüyor. Bir ara ne güzel ele geçirmiştim. Zıçtığım moktan yediğim mamalara kadar ve hatta iki yaş dellenmelerime kadar benden bahsediliyordu.

Şimdi ipler elden gitmeye başlamış. Bir “bön bön kombinler” furyası, bir politik laklaklar, bir kendini bilmez yemek tarifleri… Baktım, kendi kitaplarından filmlerinden bahseder olmuş. Hiçbir şey bulamasa kendi anılarını anlatıyor, milletin kafasını şişiriyor, geveze blogger!


5 Kasım 2011 Cumartesi

Bir "Acı Çikolata"nızı yemeye geldik :)

“Ruhlar evi” yeni bitmiş, tadı damağımdan gitmemişti. Özgeyle konuşuyorduk, “sen bir de acı çikolatayı oku, üstüne Elif Şafak bile okumak istemezsin” demişti. İşte insanlar böyle dedi mi aklım kalıyor. Ah ulen okumam lazım o kitabı diyorum. İnternetten sanal sepetime atıyorum. Diğer birkaç kitapta kararsız kalsam da böyle kitapları mutlaka siparişe dönüştürüyorum.

Geçen hafta evlilik yıldönümü hediyesi ne alsam diye soran İlker’e kitap listemi gösterdim. Her zamanki gibi güldü bana. Kitap okumayan insanlar, kitap okuma manyaklarının hislerini anlayamazlar! Suçlamıyorum, ben de futbola aval aval bakıyorum. İşin komik tarafı on küsür senedir o bana futbol ben ona kitap anlatmaktan bıkmadık.

4 Kasım 2011 Cuma

An itibari ile...

Koşar adım uzaklaşmak istiyorum.
Kötü gidişatın getirilerine kafa yormak değil, B, C...Z planlarımı sıraya sokmak istiyorum.
Yeşil çayın dumanı üstünde kokusunu içime çekiyorum, pencereleri açıyorum, odalara sığamıyorum.
Acil işim çıksa da gitsem. Gidemiyorum. Ben böyleyim. Giden değil kalanım. İşler kötüyse kalan olmak kötüdür.
Eski dostlarla konuştum bugün bolca. Bolca güzel insan sesi duydum.

Maviymişim ben. Öyle diyor bilmem ne testi.
Kalite düşkünü
Garantici, 100%cü
Veri odaklı
Analitik

Halbuki tam da şu anda kırmızı olmak isterdim.
Ani karar verebilen
Hızlıca aksiyon alabilen
sonuçları düşünmeden

Şimdi tam da kırmızı olma zamanı aslında, lakin ben sakin bir maviyim.

Eğitici mi eğlendirici mi?

Julia Donaldson çok acayip bir kadın. Ben naçizane kendisinin hayranıyım. Bütün kitapları var Arca’nın kitaplığında, sanırım sadece “Mağara Bebeği”ni almadık henüz. “Kasabanın en şık devi” ile başlayan münasebetimiz, hemen her kitabında çoğalarak artan bir sevgiye, bağlılığa dönüştü.

Arca ile ilgili konularda birinci çoğul şahıs kullanmaktan imtina ederim, lakin o bir birey. İşedik, yedik, uyuduk gibi fiillerle anlatmam Arca’nın durumunu. Lakin J.D. denen kadın ikimizin de hayatına nüfuz ettiği için ikimiz adına konuşmakta sakınca görmüyorum.

Tam piyasada artık J.D. kitabı kalmadı derken Bir dolap kitaptaki şu haber ile günüm aydınlandı.

Yazının içindeki “eğlendirici, eğitici” kavramlarına takıldım. Sahi bizim okuduğumuz her kitap “eğitici” mi? Ya da şöyle sorayım. Çocukların okuduğu her kitap gözüne soka soka “eğitici” olmak zorunda mı?

Kasım prensesi

Kasım..
Kasımpatı..
Atatürk..
Öğretmenler günü..
Ablamın doğum günü..

Derken aklıma geldi, ablamın doğum günü bugün. O yolun yarısını geçeli iki sene oldu, benim yolun yarısına gelmeme iki sene var.
Yolun yarısı tam ortamızda şimdi.

3 Kasım 2011 Perşembe

Arca diyor ki... #3

Tepem attı! Çok kızgınım.

Şikayetim var! Evden bazı şeyler üçer beşer yok oluyor.

Soruyorum, ya Poyraz’a ya Tuna bebek'e ya da Deniz’e.

Yeliz dö bön bön kombinleri

Alışveriş ve moda cıvığı Yeliz dö bön bön blog dünyasına kombinlerini açıklıyor!

2 Kasım 2011 Çarşamba

İlk veli toplantısı

Genel müdür Almanya’dan aradı, sonra “5 dakika sonra tekrar arayacağım” dedi, kapattı. Tuvalete gitmem lazım gidemiyorum, bari post yazayım vakit geçsin.

Ne diyecektim? Dün ilk defa veli toplantısına katıldık. Acayip heyecanlıyız.

Hemen araya kendimden bir anı sıkıştırmalıyım, Arca ve toplantısı ve çişim az beklesin.

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı!" Vol.6.1-6.2-6.3

Artık biriktirip yazar oldum salaklıklarımı, buyrunuz Vol.6.1-6.2-6.3...

Sümüklü çocuğunu parka götürürken iki kat ilave kıyafet alan ama bir mendil almayan, çocuğun akan burnunu park annelerinin şaşkın bakışları arasında polarının koluna sildiren anne BENİM!

1 Kasım 2011 Salı

Günün sebzesi : Kereviz

"Günün çorbası" yıllardır ihanet ettiği konseptine geri mi dönüyor ne!

Kimse bilmez ben blogspot'tan önce blogcu'dan bildiriyordum hem de yemek tarifleri...

Bir café'm vardı orada, mutfak maceralarıma hikayeler katıp anlatıyordum. Eski bloggerlardan kim kaldı puhahha...

Dumur Diyalog #27

A: Bunu kim aldı? (oyuncak arabasını gösteriyor)
Y: Baban aldı.
A: bunu kim aldı? (oyuncak arabasını gösteriyor)

31 Ekim 2011 Pazartesi

Hafta sonunun okuyanı

Arca'nın odası böyleyken...

Arca's day out Vol.2 : Arca the Kepçecibaşı

Arca’nın halka indiği o gün, daha eve varmamışken İlker aradı. “Şantiyeye gelin kepçe çalışıyor” diye. Arca’nın bırak inşaat kepçesi çorba kepçesi görecek hali yoktu. “Uyusun uyansın bakarız” dedim. Uyandı. Allahım bu çocuğun uyanmasına bayılıyorum. Yanaklar kırmızı gözler şiş, sıcacık pelte bir beden, uyku kokan bir gıdı, yumul yumul doyamazsın tadına. Kucağımdayken İlker’i aradım, “geçerken alırım” dedi.

Arca kepçe anahtar sözcüğüne bir dirildi, sanırsın atom karınca. Hiç bu kadar hızlı hazırlandığımızı hatırlamıyorum. Sonrası? Ben sustum fotoğraflar anlatsın…

30 Ekim 2011 Pazar

Arca's day out Vol.1 : Sade vatandaş Arca

Arca burjuvaziyi bir kenara bırakıp halka inmeye karar verdi ve hayatında ilk defa belediye otobüsüne bindi, sayın seyirciler! Otobüs durağına giderken kırtasiyeden aldıkları bayrağını otobüs beklerken sallamayı ve Atatürk şiirini durak halkı ile paylaşmayı ihmal etmedi!

29 Ekim 2011 Cumartesi

Atatürk yoktu Düşman çoktu...

"Atatürk yoktu
Düşman çoktu
Atatürk geldi
Düşmanı yendi
Bu güzel yurdu
Bizlere verdi"

Diyor bu videoda Arca...

28 Ekim 2011 Cuma

Dumur Diyalog #26

Çok sıkıntılı günler, biraz havamız değişsin...

Arca’da bir uydurmasyon halleri var evlere şenlik.

27 Ekim 2011 Perşembe

Ben utanarak sormuştum ama...

Geçen gün utanarak sormuştum. Bugün... Utanmaz bir yanıt aldım, ağzım açık kaldı.

Alkış istiyorum, gönülden alkış... deprem vergilerimiz -özetle- seçim yatırım malzemesi olarak harcanmış.

“In case of emergency”

Bu kitaba b.k attığım için utanç içindeyim. Ruhlar evinden sonra başlamıştım, bir türlü ısınamamıştım. Burada yazdım, sonra Özge ile konuşurken söyledim “bu ne be! Pek uyduruk bu!” dedim. Güldü hatta Acı Çikolata dedi, kanıma girdi. Cumartesi Göztepe Alsancak arası otobüs yolculuğunda otuz küsür sayfayı devirdikten sonra bile “yok yok beğenmedim” diye kitabı şikayet ettim Elif’e , hatta şaşırdı, “herkes çok beğenmiş?” dedi.

Küçük mucizeler dükkanı…

25 Ekim 2011 Salı

Sahi? Nerede?

Nurturia'da çok sayıda anne seferberlik ilan etti.
İlk günün acil yarım kolilerinin ardından e-mail seferberliği başladı.

Neler yapıldı?

Ve belki de benim atladığım daha niceleri.
Buralara siz de mail göndermek isterseniz, BU LİNKİ tıklayarak mail örneklerine ulaşabilir, siz de katkıda bulunabilirsiniz.

Bu firmalardan bir kısmı olumlu yanıt verdi, bir kısmı henüz cevap vermedi.

Bunlar bir tarafta annelerin ve daha nice duyarlı insanımızın girişimleri ile organize edilirken aklıma bir şey geliyor. Dilimin ucuna...


Bu kadar acının içinde bu soruyu sorduğum için üzgünüm ama cidden merak ediyorum.

1999'dan beri benzinimizden, telefonumuza, her türlü faturamıza sıkıştırılan "deprem" için cebimizden eksilen paralarımız nerede?

40 milyar liradan bahsediyorum.

Devletin hastanesi yıkılıyor. O çocuk, yarım kalan mucize Yunus, Erciş'te devletin hastanesi yıkıldığı için, hastaneye Erzincan'a götürülürken yolda ölüyor. Demek ki depremden önce alınan bir önlem yok. Bunu anladık.

Hep söylüyorum parasal yardımlarımızı Kızılay'a yapalım diye ama Kızılay "Mevlana çadırlarına 4000 TL gerekiyor" deyince de aklıma geliveriyor, sahi deprem vergileri adı altında on iki senedir toplanan para nerede?

Sayıştay bile bilmiyormuş diyorlar. Sosyal medyanın yalancısıyım.

Ama cidden sormadan edemiyorum, sahi ? Nerede?

önüm arkam sağım solum bilgi

Bilgi çağında yaşıyoruz, önüm arkam sağım solum bilgi.

Hepsini ayrıştırıp düzgünce sıralayıp istiflemek ve insanlarına faydasına sunmak lazım.


Aynı yardımlar gibi.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Van'da deprem

GÜNCELLEME : Sanal iletişim araçları sayesinde yeni yardım yöntemleri hakkında bilgi alabiliyoruz:

1-Migros sanal marketi telefonla ariyoruz.4441044 nolu hattan gondermek istedigimiz urun isimlerini musteri temsilcisine soyleyip siparis olusturtabiliyoruz...



2- www.kangurum.com.tr adresine girip Migros sanal marketten alisveris yapiyoruz...Teslimat kismina ISTANBUL-MERTER seciyoruz...Adres bolumune de "MERTER DEN VAN A YARDIM KAMYONU" yaziyoruz...Urunler Merter den kamyonla Van'a gidiyor...
 
---------------------------------------------------
 
Yine İzmir için Büyükşehir Belediyesinin bir organizasyonu varmış:
İzmir Büyükşehir Belediyesi Van'a göndermek istediğiniz eşyalarınızı evinizden gelip alıyor.



Telefonu; 232 425 35 10 Afet koordinasyon
 
----------------------------------------------------
Ekim ayı bitince üzerimizdeki kara bulutların eylemleri bitecek mi acaba?
Daha birkaç gün önceydi, şehitlerimize ağladık, teröre savaşa lanet ettik.
Şimdi kime lanet edeceğiz?

Şimdi sustum,

Zaman lanet değil, yardım zamanı. Dün kendimi herşeye kapattım. Bugün sağa sola bakıyorum ne yapılabilir diye. Uzun uzadıya yazacak değilim. Blogcu anne Elif yazmış, henüz okumadıysanız, buyrun linki.

Ben İzmir için merkez var mı diye araştırdım. Şu anda öğrenebildiğim;
İzmir Bornova Belediyesi – 0 232 388 29 64 izmir Bornova Uğur Mumcu Mrk. yardımları topluyor.

Sürekli güncellenen yardım merkezi için bir blog var, buradan da güncel bilgiler alınabilir.
Para yardımı mutlaka iş görür ama elzem ihtiyaçlar daha öncelikli. Bu zor günleri sömürebilecek insanlık dışı mahlukatları da göz önüne alarak yardımların Kızılay gibi merkezlere yapılması daha sağlıklı olur düşüncesindeyim.

Van'lı kardeşlerimize sabır diliyorum.

23 Ekim 2011 Pazar

Buzdolabımızın yeni halini seviyorum.

“Eskisi nasıldı ki?” diye soracak olanlara şöyle tasvir edeyim.

Buzluk et doluydu, umumiyetle kuzu eti. Beytiden pirzolaya kadar her biçimde. İlker, kasap Aydın abiyle kanka, sırf onun etleri nasıl doğradığını görmek için bile dükkana gider. İlker bir kasap kedisiydi vaktiyle. Birkaç parça tavuk ile birkaç torba barbunya, unutmadan tabii ki çikolatalı dondurma!

22 Ekim 2011 Cumartesi

Fark ettim ki…

Bu aralar katiyen televizyon izlemiyorum. Öyle “ben dizi izlemem” tripleri değil, cidden hiç aklıma gelmiyor. O ekrandan epey soyutlanmışım. Bilgisayar ekranı ile fazla içli dışlı olunca… Halbuki İlker evdeyse, televizyon hep açık olur, genelde spor kanalları. Geçenlerde yine böyle açıkken takıldım önünde, ne çok abur cubur reklamı var. Ya ben çikolataya aş erme dönemindeyim ya da cidden o çikolatalar burnumuza dayatılıyor! Televizyonun kendisi obeziteye davet bence.

Fark ettim ki kendime hiç bakmıyorum. Yalap şap bir krem boca ediyorum sabahları yüzüme. İlker’in annesi almış salyangoz kremi. Böceğin sümüğünü sürüyoruz yüzümüze. İyi gelip gelmediğinin farkında bile değilim. Sonra tırnaklarıma bırak manikürü, tırnak makası değdirmemişim ne zamandır, çapa gibi. Bizim sokaktaki iki kuaför kıyasıya rekabet içindeler. Bizim apartmanın altındaki henüz açılmamışken fönden 10 liramı tırtıklayan sosyete kuaförü baktım, geçen akşam peşimde. Bir el ilanı verdi, ben arabyı park ederken. Kesim, fön, boya, manikür, pedikür, kaş alma 40 TL kampanyasındaymış. Vay vay vay…

Fark ettim ki, daha doğrusu Arca fark etti, yine diplerim çıkmış. Röfle yoğunlaştıkça diplerin koyuluğu daha çabuk çıkıyor ortaya. Yakında beş senede bir yaptığım gibi delleneceğim ve saçlarımı kahveye boyatacağım, olacağı bu! Beş yıl kadar önce sokaktan geçen her on kadından sekizinin sarışın, röfleli olmasından gına gelmiş, kararımı kumrallıktan yana kullanmıştım. Yakındır… yakındır dellenmelerim.

Sonra yine fark ettim ki, biraz hava almaya ihtiyacım var. Çok üstüme gelmiş bu hafta benim. Hava güneşli, ılık… Şimdi dostlarla hoşbeş zamanı… Mutlu hafta sonları

21 Ekim 2011 Cuma

Hain Evlat Arca ile babasının işbirliği

Arca, doğduğu gün çok ağlamıştı, bütün gece. Bense yorgunluktan hastane yatağında sızıp kalmıştım. Gören de günlerce sancı çekip doğurdum sanacak, gayet planlı bir sezaryendi.

İlker o gece bana kıyamamış, koltukta otururken Arca’yı göğsüne yatırmış, tam dört saat gözünü kırpmadan öylece durmuş. Uyandığımda kolları tutulmuştu, bir hemşire gelsin de bari televizyonu filan açsın diye beklemekteydi.

Bu naif, iç burkan gülümseten anıyı hiç de naif duygularla anlatmıyorum çünkü işin aslını biliyorum. Ta o günden bugünlerin tohumlarının ekildiğini biliyorum.

İşbirlikçiler… kuyumu kazıyorlar…

Laf aramızda b.k gibiyim

İki haftadır geniz akıntısını müteakip cümlemizi gece öksürük nöbetlerine diken Arca, dün gece itibariyle burnunu temizletmek istememesi sebebi ile anasını yani beni zır zır ağlattı. Kayıtlara geçsin!

Bu ne be!

20 Ekim 2011 Perşembe

Günün okuyanı

Ve beklenen an... Arca cücesi "Bir Kar Masalı"na kavuşur.

Bu pozu kendisinden özellikle rica ettim. Annesi olduğum için kırmadı sağ olsun, her zamanki "hiiiiii" pozunu verdi.

19 Ekim 2011 Çarşamba

kahve...sigara...sebep...yaz...üzgün...

Halamın oğlu, ben ilkokul ikinci sınıfta iken Hakkari'de askerliğini yaptı.
Onun anlattıklarını dinlerdik, yerleri belli olmasın diye erzak taşıyan helikopterlerin yiyecek gönderemediklerini, yılan, böcek, ne varsa yiyerek açlıktan ölmekten yırttıklarını.

Yirmi beş sene geçti. Ve biz savaş gerçeği ile büyüdük.

Yirmi beş sene geçti, hiç bir şey değişmedi.
Yazık ki hiç bir şeyin değişmemesi, bu "düzen"in devam etmesi birilerinin fena halde işine geliyor.

Vatan sağ olmasın, adam olsun, evlatlarını korusun.

kahve...sigara...sebep...yaz...üzgün
Bugün aşağıdaki resimden gördüğüm ilk beş sözcük bunlardı. Posta kutuma düşmüş, tıkladım, baktım.
Bu kadar işte. Bilimsel bir açıklaması var mıdır? Bence ilginç bir rastlantıydı.

En iyisi, bir adım gerisi

İnsanların hayat hikayelerini okumayı seviyorum, biyografiler, röportajlar… Belki insanlarına hayatına burnumu sokmayı seviyorum belki de başarılarından bir ilham çıkarmayı bekliyorum, sebebini bilmiyorum.

18 Ekim 2011 Salı

Ruhlar Evi

Leylak Dalı’nın kombinlerine rastlamayan oldu mu?
Bayılıyorum onun kitap kombin serisine. Bende pek kombin olmuyor. Kitap ayracı artık kullanamıyorum neredeyse, İlker pislik olsun diye ayraçlarımı saklattırıyor Arca’ya. (Evet son derece olgun ebeveynleriz:P) Halbuki Kore’den bile getirdiğim kitap ayraçlarım vardı, Annemin Mısır’dan getirdiği. Küçük bir koleksiyon bile diyebiliriz. Ama şimdi neredeler bilmiyorum. Hain evlat Arca ile babasının işbirliği sayesinde yok oldular.

"Arca oğlum, senin annen bir salaktı!" Vol.5

“Yavrum bu defa yalnız değilim, baba da bir salak!” der anlatmaya başlarım.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Sezonu açtık

Dün sabah gri bir gökyüzüne uyandık. Bu şehre gri yakışmıyor.
Dün sabah buz gibi bir hava çarptı yüzümüze, hoşumuza gitmedi. Daha sonbahara karpuz kesecektik.

15 Ekim 2011 Cumartesi

14 Ekim 2011 Cuma

Dumur Diyalog #25

A: Bir gün bir çocuk annesinin sözünü dinlememiş.


Hmm çok ilgi çekici bir öyküye benziyor hemen kulak kabartıyorum dahası soruyorum;

Çocuğumuza inebiliyor muyuz?

Annelik anlamında çok yanlışlarım oluyor, biliyorum. Vicdan yapıyorum sonra bir şekilde dalgaya alıyorum. Böylelikle hem kendimi hem de çocuğumu “annelikte mükemmellik” zehrinden korumaya çalışıyorum. Bu da benim savunma mekanizmam, kişiye özel, herkese uyacak bir şey değil.

13 Ekim 2011 Perşembe

"Anne Bak Lüfer Çizdim!"

Bir gün Arca bana böyle bir cümle kurar mı?
Karalamalarının renk seçimleri üzerine dakikalarca konuşabildiğimize göre bir lüfer çizse kanımca Picasso muamelesi görür cüce:)

Sevgili Berceste rica etmiş duyuru yapar mısın, demiş. Bizim küçümenler daha portakalımızda vitamindi, severek okurdum Berceste'yi, ne demek, tabii ki seve seve...

İstanbul'dakiler umarım katılma fırsatınız olur. Evet bundan sonra her yıl Ekim ayının üçüncü Cumartesi günü Lüfer bayramı. Detaylara buradan ulaşabilirsiniz.



15 Ekim 2011, Enstitü - Meşrutiyet caddesi, Tepebaşı



13:30 - 15:30


"Beş yaşındakinin karışı kadardır defneyaprağı'nın boyu, annesinin karışı kadar da sarıkanat'ınki" ya da "Artık büyümüş, olgunluğa erişmiş bir lüferi sırtındaki sarı çizgisinden tanırsın" gibi sözel ifadelerin duvarları bezediği bir ortamda, çocuklarla "lüferin resmi"ni çizeceğimiz ve 05-15 yaş grubuna yönelik olmakla beraber her yaştan katılımcıya açık bir resim atölyesi...

"Arca oğlum, senin annen bir salaktı!" Vol.4

Hafta sonu cüce gece sıklıkla uyandı, yanına çağırdı, tam onu yatağa bırakıp gidecekken “yat!” buyurdu. Derken benim uyku piç oldu. Sorunu anladık, nezle olmuştu! Ee götü çıplak yatarsa olacağı bu!
Geçen omzum tutulmuş, aldım Arca’yı karşıma konuştum. “Bak evladım annenin canı çok yanıyor. Her tarafım tutulmuş, gece sen uyuduktan sonra kendi yatağımda yatacağım, beni çağırma tamam mı? “

“Tamam” dedi. Evet bazen böyle insafa geldiği oluyor.

Sabah sabah

İki tane sinek girmiş içeri. Tanıyorum onları. Dün akşam da buradaydılar, gece ölürler demiş, kovalamamıştım. Demek ki benim çöp kutusundaki boş danette’mle beslenmişler semirmişler. Pencereyi açıyorum hop biri çıkıyor biri giriyor. Tam kapattım, baktım kapıdan girmişler. Kapıdan kovalasam bacadan girecekler. En son jalûzinin tüm şeritlerini hırpaladım, pat diye kapatıp rahatladım. Eminim çıktılar. Tam oturdum yerime, baktım üç tane birden kapıda. Geç oldu, çaktım meseleyi havalansın diye koridordaki camları açmışlar, “Arca oğlum bumeselenin seninle alakası yok ama senin annen bir salaktı!” diyesim geldi.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Bebem çizmesiz mi kalsın!

Günün ev sevdiğim zamanlarının kahve kokusu ve kafein ile bağlantısı var kuşkusuz. Sabahtan içtiğim çay, maillerimi kontrol ederken arada kaynayıp gidiyorsa da on buçuk on bir civarı ofisi dolduran filtre kahve kokusu bana işe ara vermemi hatırlatır. Böyle zamanlarda genelde şahsi mailler okunur, blog yazıları yazılır. Ya da öğle yemeğinden kısa bir süre sonra masamın üzerinde bir orta kahve varsa değmeyin keyfime. Evde Arca etrafta ise umumiyetle kahvemi boşa harcamam. Hafta sonları onun uyuduğu saate denk getiririm kahve molasını, bilirim piç eder çünkü.

bu gece...

İnsanlar bir şeye besmeleyle başlar, ben buz gibi beyaz şarabın yanına katık ettiğim fındıkla...

11 Ekim 2011 Salı

Dumur diyalog #24

Biz meşhur Cansu'nun babasıyla bu düdüklerden sadece birkaç yaş büyükkenden itibaren aynen böyle komşuyduk. Umut'un hiç böyle terbiyesizliklerini görmedim!

Bizimkinin aklı fikri Cansu'yu eve atmakta donlarına bakmakta...

Hot kotür senin neyine!

Detoks dellenmelerimden "gardırop" konu başlığı, gündemimi epey meşgul etmişti. Sonunda hazır giyim sektörüne lanet etmiş, soluğu Kemeraltı kumaşçılarında ve terzi Necla teyzede almıştım.

Küçük siyah elbisem ile ceketlerimin altına giyebileceğim aynı kumaştan mevsimlik eteğim sonunda tamamlandı, paketleri kaptım, yağmur atıştırmaya başlamış, Arca ile park yerine gidiyoruz. İçim içimi yiyor, Arca’yı araba koltuğuna bağlayıp şoför mahalline geçer geçmez sağ ve sol omzumdaki melekler kavgaya başladı.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Çocuk nasıl konuşturulur?

"Evet çocuğu bir sorgu odasına alırsınız, tepesinde çıplak bir ampul, “Konuş!” dersiniz ve o zamana kadar tek kelime etmemiş çocuğunuz bir anda konuşmaya başlar!"

9 Ekim 2011 Pazar

Pazardan dumur diyaloglar

İlker'in sebze ağırlıklı beslenme programı devam ettiği sürece günün çorbası ailesinin her hafta sonu pazar günlükleri devam edecek, sıkılanı tepelerim, benim muhterem kocam otlarken gıkını çıkarmıyor, kıyamam, sıkıldım demek yok!

Bugün pazara tek başıma gidince (Arca ile İlker beni bırakıp babaneye gittiler, sonra gelip aldılar) epey konsantre gezdim, pazarcılarla aşinalığımız arttı birbirimize.

Pazar sohbetlerinden seçmeler:

8 Ekim 2011 Cumartesi

Alışveriş günü

Yer cücesi meydanı boş bulup arkamdan atıp tutadursun, hafta sonu tam gaz başladı bile.

Malum dün İstanbuldaydım. Küçk bi İstanbul turu attım, gün boyu tam altı adet taksici ile muhatap oldum. Ama şu an bunu anlatmaya hiç enerjim yok.

7 Ekim 2011 Cuma

Dumur Diyalog #23

Arca kolunu ısırıyor bu aralar, hem de diş izi çıkasıya kadar! Deli mi ne?

Y : Arca neden kolunu ısırıyorsun?


A : Bir sürü dişim var benim ısırabilirim.