21 Mayıs 2023 Pazar

Bir ayda üç kilo nasıl verilir?

 Dün sabah canım komşularım Arek ve Ayşe’nin Haziran sonundaki düğünü için gardroptaki alternatifleri denemeye karar verdim. Kendimden son derece emindim. Ne de olsa, ben on yıllar boyunca ergenlikten kalma şortlarımı giyebilmiş, doğurduğumun - hemi de sezaryen - ertesi dümdüz karnımla hemşireleri bile şaşırtan diri bir fücuda (!) sahip olmakla ve tabii ki birkaç ay içinde hamilelik öncesi kiloma dönmekle bilinen ve de hayretli bir şekilde takdir edilen bir kadındım. 


Bu gerçeği madalya gibi gururla göğsümde taşırken epey böbürlendiğimi hatırlıyorum, aferindi bana! 


Altı yedi yıl önce Poyrazın sünnetinde giydiğim pullu sarı elbise olurdu kesin ama tenim bronz olmayacağı için Poyrazın anasıyla babasının düğününde giydiğim (14 sene evvel) siyah elbiseyi mi giysen dedim, illa ki olurdu, eh yani o vakitler emzirmekteydim, memeler fena dolduruyordu üst tarafı, şimdi kesin olurdu. En olmadı, iki sene önce video-event için giydiğim düz siyah elbiseyi giyiverirdim… diyerekten ne İzmir’e gittiğimde elbise bakmıştım, ne de sonrasında çıktığım vitrin bakmalarda… 


Sabah gerçekler yüzüme tokat gibi vurdu. Hiçbiri olmuyordu üzerime. Önümde sadece bir ayım vardı ve benim sıfır alternatifim. 


Evet, tabii ki 38-40 beden bir şeyler alabilirim hala. Evet, tabii ki burası pahalı gelse bile İlker İzmir tatilinden dönüşte yetiştirir bir şeyler, evet tabii ki bir siyah pantolon üzerine pullu payetli bluzla da halledebilirim, ne yani nedime miyiz? 


Lakin, mesele duruma uymak ya da çözüm üretmek değil, mesele, alışkın olduğum S’lere, XS’lere, 36 bedenlere vedamın resmiyete dökülmesi, mesele, artık eski çıtır yeliz olmamam. 45lik balıketli bir kadına dönüşmem! Tehlikenin farkında mısınız? Etine dolgunluk müessesi benim için bu yaştan sonra alışması çok zor bir gerçek. Ben bu etiketle nasıl giyineceğimi, nasıl hareket edeceğimi bile bilemem ki. Nitekim götüm başım her yerleri nicedir devirmekteydi, meseleye aymaya direnç gösteren benmişim, haberim yok.



Aklıma tek tük anılar geliyor, memleketteyken, babam “et tutmuşsun iyi olmuş ne o öyle kemçik gibi dolaşıyordun” , Tuba “botox mu var yüzünde epey gergin görünüyor” derken, beni bıdık gören ablamın aldığı 36 beden elbiseyi, 38 ile değiştirmeye kalkıştığımda bile göbekten üç kat boğum verirken meseleye çoktan aymış olmam lazımdı. 


Evet dostlar önümde bir ay var. Toparlanmak için, kendime gelmek için, üzerime son birkaç yıldır yapışan 3-4 kiloyu atıvermek için.


Bir ayda üç kilo nasıl verilir?

Hiçbir fikrim yok! Ama planım var. Planınız varsa uygulayınız. Bu kontrolde olmak için ilk şarttır. Sürdürülebilir bir plan, sonuç muhteşem olmasa da sürdürebilmek her şeydir.


Planım şu:

- Her gün egzersiz. Ne olursa… Yoga, yürüyüş, sabah Lesliesi, Jo ile yağ yakmaca vesaire…,

- Karbonhidratlara ara. bugün kolum kadar baget ekmeğe salamlı sandviçe hayır deyip, çilekli muzlu protein smoothie ile kahvaltı ettim, bu daha başlangıç!

- Alkole veda ama en çok da o canım Belçika biralarına! Ve yanındaki peynire cipse ve hepsine

- Sebzeye yelken açmaca, bol salataya…


Bu demek oluyor ki öğlen sefertası harekatına…

- ama en önemlisi, kendimi buradan canım blog bacım aracılığıyla motive etmek. Sonra bir gün yine dönüp okuduğumda, bak ne güzel çabalamışım demek, bugünleri unutmamak için her fırsatta yazmak. Bu görsel de ilk photo-motivation olsun. Yaz tatili planı yaparken taze fasulye ayıklama ve ayıklarken smoothie içme konulu görsel . Şekil 1



Neleri başarmadım ki, bunu mu başaramayacağım? Üzerimdeki o “kilo veremiyorum” etiketini de evvelden silmişim, olur mu olur!



Antwerp’te bir gün

 Belçika’da sandıkların açıldığı ilk günün sabahı soluğu sandık başında aldık. Yalnız değilmişiz, bir buçuk saat sırada bekledik. Seçime katıldığım sandıklarda seçtiğim partinin kazanmasına o kadar alışkınım ki -malum izmirlilik- azınlıkta olduğunu bilmek garip bir histi. Olsun. Biz görevimizi yaptık. 

Yurtdışından oy atmanın yanlış olduğunu düşünüyordum, sandıktan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, yaşamadığın ülkenin yönetimi hakkında niye söz sahibi olalım ki diyordum, muhterem mevzuya bakışımı değiştirdi, evet yerel yönetimde elbet söz sahibi olmayacaktın ama ülke yönetimi, senin de yaşadığın ülke de dahil olmak üzere diğer ülke politikalarını da etkiliyorsa, söz hakkın olmalıydı. Bizim buraların seçmeni de dik dur eğilmeci malum, bu dış politika bilincine sıkı sıkıya bağlıysa demek, ben bilememişim. Neyse verdik bakalım oyumuzu, yüzdeyi azaltabilirsek ne ala.

Sonra bastık Antwerp’e gittik. Cumartesileri şahane pazarı olur Antwerp’in, yerlisi hele gün de güneşliyse bugün gibi, ayçiçekleri gibi güneşe verirler yüzlerini, ellerinde şampanyaları önlerinde istiridyeleri sabahın onu demezler, keyfederler. Mevsim pek renklidir zira pazarın meyveleri, özellikle çilekleri, mis gibi gülleri, envai çeşit çiçekleri gözlere bayram olur. 



 Antwerp’e gitme sebeplerimizden biri de ziyarete açılan kütüphaneyi görmek istememizdi. “Hendrik Conscıence Heritage Library” Flaman dilinde kültüründe ve tarihinde büyük öneme sahip bir kütüphane. Pazarı gezmekten aşırı yorgundum ama içeri girer girmez etrafı saran kitap kokusuyla enerjim yükseldi. Benim favori koku sıralamamda ilk üçe girer kitap kokusu, ara ara kendi kitaplarımı koklarım, dilini hala doğru düzgün bilmediğim bu ülkede kitapçılara sırf kokusu için girerim, bu kütüphane bana overdose yaptı, kendimden geçtim. 






Antwerp, Belçika’nın Flaman şehirleri arasında İstanbul gibidir, kozmopolit, keyifli, canlı, özellikle cumartesileri ayrı neşeli. Seviyoruz nitekim. 

Bugün bira pedalcıları muhtereme fondip yapsın diye bira ikram edince, güneşe karşı bira keyfimizi iptal ettim, malum yola gideceğiz, muhterem başka içmesin dedim, dönerciye kırdık dümeni, öyle böyle değil Belçika’nın Almanya’nın bile en iyisi. Türk mahallesinde Kasap Döner, yolunuz düşerse şiddetle tavsiye. Eve dönmeden önce yaptık bir yaramazlık.



Bitirirken, pazardan aldığımız mis kokulu çileklerle buz gibi blush yudumlamaktayım, arz ederim:)



19 Mayıs 2023 Cuma

Bu kaçıncı?

 Bu kaçıncı yazı, güzel şeylerden bahsedeyim deyip yine ülke gündemine dönmem? Bu kaçıncı yazı, siyaset konuşmayayım deyip dönüp dolaşıp yine politikadan çıkmam? Hiçbirini yayınlamıyorum, gereksiz çünkü, manasız. 


Dün burada isa göğe mi yükselmiş ne, pazar görünümlü bir perşembe yaşadık. Bütün günü evde twitter fittirmekten beynimi mıncıklamakla geçirdim, twitterdan çıkıp instagrama girdim aa dedem canlı yayında, kaçırır mıyım? Yok dedim böyle olmayacak, boş sokaklara attım kendimi, yoksa sosyal medya zombisine dönecektim. 


İyi de oldu, kitap dinledim. İki yılda tahminimden daha hızlı genişletilen bir ekibe el yordamıyla liderlik etmem bekleniyor, eğitim filan hikaye. Söyleye söyleye sonunda davet edildiğim eğitim ertelenince dedim iş başa düştü, sizin yapacağınız işe…. İşte öyle böyle ha boyna liderlik eğitimleri dinliyorum, izliyorum, okuyorum. Bu aralar Brene Brown’dan “Liderlik etmeye cesaret etmek” kitabını dinliyorum. İngilizcesini alıp başlamıştım ama sarmamıştı, yürürken dinlemek daha iyi geldi. Brene Brown’ın diğer kitaplarını (“mükemmel olmamanın hediyeleri” , “cesur yanınızı kucaklayın” “kuvvetle ayağa kalkmak” ) daha çok beğenmiştim, nedense bu kitapta aynı samimiyeti yakalayamadım. 


Yürürken kitap dinlemek özellikle de kişisel gelişim bana çok hitap eden bir çözüm oldu. Hem iyi bir müzik dinleyicisi olmadığım için hem de bazı bazı kitap okumaya zaman bulamadığım için. 


Okumak deyince, Kindle’dan okumak çok rahat olsa da, ara ara kitap kokusuna ihtiyaç duyduğumda kitaplığıma dönüyorum, hala okunacak onca kitabımın olması şahane! Türkiyeye her gittiğimde kitap yüklenip geldiğim için kitaplık hiç eksilmiyor malum. İzmir’e gitmeden önce başladığım ve yanımda götürmediğim Yaşar Kemal * Bir ada hikayesi bitmek üzere, ne güzel ne başka bir lezzet Yaşar Kemal okumak, tarifsiz bir okuma keyfi. İzmir’deyken Sıcak Kafa’yı epey ilerlettiydim, malum dizisi Netflix’te ilk sezonda sonlandırılınca ve de kitaptan uyarlama olduğunu öğrenince, meraktan kitaba şans verdim. Açıkçası dizisi kitabından daha iyiymiş, sahi niye ikinci sezonu çekmediler ki?


Bu aralar izlediğim hiçbir şey yok. Aile dizisine maç akşamları “bakmayı” saymazsak tamamen Türk haber kanallarına ve siyaset tartışmalarına kendimi teslim etmiş bulunmaktayım. Seçim bitse de boşbeleş dizi bakmalara geri dönsem…


Yarın tekrar oy vermeye gidiyoruz, her ne kadar yurtdışında yaşayan insanların oy vermesine karşı olsam da, sırf tayyipçilere meydanı bırakmamak yine yollara düşeceğiz. Umut var mı yok mu, ortaya karışık, biz bize verilen görevi yerine getireceğiz. Görevimiz, hepimizin görevi, laik Atatürk Türkiyesine sahip çıkmak. 

15 Mayıs 2023 Pazartesi

Biri umut mu dedi?

 Umudumuzun kalmadığı onlarca durumun içinde yurtdışına taşınma kararı almıştık. Tam da “bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” kafasıyla alınmış bir karardı. Gezi ile darbe girişimi arasında bir zaman diliminde senelerce konuşulmuş, sindirilmişti. Ani değildi, ama netti. Umudumuz kalmamıştı, öyle sanıyorduk ama Belçika’ya taşındığımızdan beri defalarca umutlanmışız. Nerden mi biliyorum? Çünkü defalarca umutsuzluğa dönüştü o umutlar. Hayalkırıklıklarında fark ettik. Bir de üzerine kızdık kendimize, ne diye umutlandık diye.


Beş yıldan fazla oldu, geldiğim için hiç pişman olmadım ama kendime şaşırdım, umut beslemeye devam ediyor olmama şaşırdım. İnsan ikametini değiştiriyor da, sevdikleri için kalbinin sızlamasını değiştiremiyor. Bugünden sonra yurtdışına yerleşmek isteyenler artacaktır, onları çok iyi anlıyorum, haklılar, lakin kalplerin sızısı gerçeğini de bilsinler isterim, umutlar tükendi sanılırken hiç tükenmiyormuş, farkında olsunlar isterim. İsterim ki, bir gün dönecek bir ülkemiz kalsın, umutlar tükenmesin. 



Bize düşen umutla devam etmek.

Kızkardeşlerimiz için

Çocuklarımız için

Kızlarımız için

Bir gün eğer istersek dönecek bir ülkemiz olması için.

14 Mayıs 2023 Pazar

Baharlar gelecek

Gece rüyamda bizim yurtdışı oylarını götüren uçak düşüyor haberi geliyordu, sonra uçağın düşmesi mantıksız gelmiş olacak, rüya değişti, uçağın düşmediği fakat oyların çalındığı bilgisi geldi. Rüya işte bir yandan o kadar oy attık boşuna mı gitti diyorum, sonra aman zaten Belçikada hep 70% üzeri çıkıyor isabet olmuştur düşüncesinde kendimi rahatlatıyorum. Öyle uyanmışım.

Sabahın köründe uyanmak da fena, attık kendimizi dışarı. Mahallenin pazarına gittik, anneler günü vesilesiyle ayrı bir çiçek coşkusu vardı. Herkesin elinde bir demet çiçek.






Dönüşte Areklerle karşılaştık, şampanyaları buzdolabına atmak ve gece karşılıklı balkonlardan patlatmak üzere anlaştık. Ayşe korna çalarak caddelerde tur atmayı önerdi ama laf aramızda yemedi. Bu insanlar 10 yaşından beri bu distopyayı yaşıyorlar daha ne kadar haklı olacaklar! ÜGerçi bizim sitedeki yerli komşular da bizim kadar heyecanla sonucu bekliyor. Yan komşular “gönderiyor musunuz bu sefer?” Diye soruyorlar, hadi inşallah diyoruz inşallah. 

Gün geçmiyor. Temizlik yaptım yemek yaptım, kişisel bakımlar yaptım, şimdi de ütü yapacağım. Hadi artık akşam olsun.

Rüya gibi her şey. Biz mi başka taraftan bakıyoruz biz mi fazla umutluyuz yoksa gerçekten bu defa olacak mı.. Rüya gibi derken kabusa uyanmasak… heyecan dorukta, elimiz kalbimizde. Çok acayip zamanlar çok… buraya not olsun şampanyaları patlattık diye haber edelim tertemiz mis gibi kutlamalar olsun.🫶🏻


7 Mayıs 2023 Pazar

İzmir’den sonra

Önce İstanbul vardı. İş için dört gün, 27 yıllık arkadaşlarım için iki gün. Yüksek dozda sosyallik yetmemiş olacak ki, İzmir’e gittim. Gittiğim gün ve saat, Rte mitingine denk gelmeyeydi iyiydi. Beni havaalanından almaya gelen ailem telef olmuş yollarda, her yer her yol kapalıymış. Onlar geriye eve dönerken ben güç bela taksiyle aynı saatte evde kavuşabildik. 

Ertesi gün CHP mitingi de olacak denince, yazlığa kaçtık lakin manasızmış, Kılıçdaroğlu yüzünden tek bir yol kapanmamış. Farka gel! 


Yazlığın mayıs gülleri

Yazlık ve mayıs gülleri, 44 yaşımın son günü için muhteşem bir fon oldu. Ve tabii ki sahilde gün batımı. Bahçede ıslak çimlerin üzerinde içilen buz gibi akşam üzeri birasından sonra sahile indim. Ayaklarımı dizlerime kadar denize soktum. Günü batırırken kırk dördüme veda ettim. Güzel yaş mıydı? Bilmem ki… 



Zor bir yaştı. Bir yandan kırklarımın keyfini çıkardığım, bir yandan her hafta aldığım terapilerle kendimle yüzleştiğim, yoğun yorucu bir yaştı. Bahsetmemiştim değil mi, terapileri bitirdik. Terapistim devam etmemize gerek olmadığını söyledi, iyi haber. Sorsan, bende hala panik ataklar, stres altında baş dönmeleri var, araba kullanabiliyor musun dersen hala şehirlerarası çevre yollarında rahat değilim ama bir şekilde yönetiyorum diyelim. 



Her şeyden önce yılbaşından beri üzerimdeki o “sal gitsin” “olacağına varır” “su yolunu bulur” “hayırlısı ise olsun” kafaları iyi kafalar. Kader de, alınyazısı de, zorladıkça bir yere varmadığını, çok zorlamaların hayır etmediğini fark edip de kabullenişlere yelken açtığımdan beridir, iyiyim. Flamanca kurslarına devam edemiyor muyum, etmiyorum. İlker çalışmıyor mu, çalışmasın. Buralara geldiğimizden beri fakirleştik mi, fakirleştik ne yapalım…. Son olarak da sınırsız oturum iznime cevap gecikti mi, gecikti, ne oldu neden oldu, niye benim başıma geldi isyanları yok, yok … Bu kafa nereye varır bilemem, şimdilik bu huzurla devam. 


Dediğim gibi 44 zor bir yaştı, hem özel hem iş hayatında çok zor bir yıl yaşadım. 


45 tüm kolaylıkları, huzuru ile gelsin.


Sahilde 44’ümün son güneşini batırdıktan sonra eve döndüm, babamla mangalı yaktık, rakıları açtık, oh be mis canımıza değsin.


Doğum günüm şahaneydi, Zeyneplerle günü geçirdim, ablamlarla devam ettim ve evde beşinci pasta ile tamamladım günü. Belki kocam ve oğlum yoktu ama herkes vardı, tüm sevdiklerim… şahaneydi. 


Her günüm sevdiklerimle uzun sohbetlerle geçti, bir haftadan biraz kısa ama tam dozunda. 


Bugün bir pazar klasiği olarak bir saatlik mahalle sokakları yürüyüşümü yaparken, tüm gün yapan yağmurun toprakta yarattığı kokuyu içime çeke çeke şükrettim, yokluğumda yeşillenen her dala, açan her leylağa, her morsalkıma, yağan her damla yağmura şükrettim. 









Hayat güzel şey, yaşamak içine çeke çeke yaşamak güzel şey.