29 Mart 2016 Salı

Ne var ne yok?

Bizim yer cücesinin bu yılı antibiyotiksiz kapatacağına dair, kalbimin ıssız bir köşesinde, betondan fırlamış ot gibi yeşermeye çabalayan umudum, bir “kulağım biraz ağrıyor annem” cümlesiyle bin parçaya bölündü. Ateş ve ağrı nöbeti, saatlerin ileri alınmasına ulanarak uykusuz bir haftaya başlangıç yaptırdı, hayırlara vesile…

Arca’nın hastalanmasının İlker’in balığa çıkmasıyla yüzde binbeşyüz ilgisi var. En son ateşi kırklara çıktığında da balıktaydı, ateşe çevirmeyen fakat gecemi öksürüğe teslim eden o ne idüğü belirsiz hastalık zamanında da… Bu defa da İlker’in telefonundan rüzgar tahminlerine bakarak “tam balık havası” lafını mırıldandığını duyan mikroplar alarma geçti ve daha çocuk bir fırk burun çekmeden orta kulak enfeksiyonuna teslim oldu. GAG! (gençler bilmez, Gülse Birsel’in şeker gibi programı Garip ama Gerçek’in kısaltılmışı)

24 Mart 2016 Perşembe

10 Maddede gündemden kopma yolları

Şiştiniz mi? Al benden de o kadar. Hafta başından beri o facebook senin bu twitter benim, içim şişti yeminle. Bu kadar mı kötülük olur, bu kadar mı yobazlık sapıklık, pislik olur bir memlekette. En son çocuk tacizlerinin incelenmesinin meclise getirilmesi, akepe tarafından reddedilince bende asfalyaları attı. Kenardan dikiz usulü takip ettiğim mecralarda çok ağır küfürlerle trollere hedef olmamak için sükunetimi korumam, oralardan acilen uzaklaşmam lazım. Ve tabii hayata dönmek için gündemden kopmam lazım.

Neyse bacım, sadede gelelim. Günün çorbası blog hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak siz sevgili okuyanlarına bir süredir çıkmak için çırpınmakta olduğum gündemden kurtulma önerilerini sunuyor naçizane…

22 Mart 2016 Salı

kısa #15 : Kıyamet bu olsa gerek

Brüksel'de onlarca insanın canını aldı terör. Bizim istihbaratımıza b.k atıyorlar ya, yuh onlara, dört gün öncesinden uyardı bizim dünya liderimiz, patlar dedi, Brüksel çok mu farklı dedi, önlemlerini alsalardı. Ama kanımca kendi ülkesinin istihbaratını Almanya'dan öğrenen bir milletin liderine kulak asmadılar.

Güvenliğimizi Almanya'ya ne kadar borçluysak, adaletimizi de o kadar ABD'de arıyoruz. Allah biliyor ya, o rıza denen hırsız Türkiye'de yakalansaydı bu kadar sevinmezdim. Eh yani, üç güne kalmaz salınır, onu içeri atan savcı görevden alınırdı.

Savcıyı görevden almak deyince, Ensar vakfındaki tecavüz olaylarını yargıya taşıyan savcı görevden alınmış diye duydum. Sonra biz dünyaya sapıklığımızı şikayet ediyormuşuz diye ayıplanmışız, tabii ya kol kırılır yen içinde kalır değil mi? Hem bi' kereden bi'şeycik olmaz. Hayır bunu ben demiyorum, Aile Bakanı bir kadın diyor. Bak haberi de burada;

Hizmetleriyle gurur duydukları Ensar Vakfı’yla ilişkilendirilmek istenmesinin kötü niyetli insanların suistimali olduğunu savunan Bakan Ramazanoğlu, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” dedi.

Zaman zaman düşünüyorum. Hep bu kadar korkunç muydu bu ülke? Hep sıkıntılar vardı ama bu kadar sapkınlık, bu kadar kötülük, bu kadar cahillik, pislik var mıydı yoksa biz mi daha bir farkında olmaya başladık? Devlet mensubu olmasını bırak, bir insan kırk beş çocuğun tecavüzünün ardından nasıl hala leş bir kurumu savunur? 

Kıyamet bu olsa gerek.

21 Mart 2016 Pazartesi

Ümitsiz vaka

“En çok hangi rengi seversin?” diye soruyor, “kırmızı” diyorum. Renkli yara bantlarının içinden arayıp kırmızıyı buluyor, gözleri parlıyor.

Parmağımı rendeye kaptırmışım, acıyor. Birlikte sarıyoruz parmağımı, güzel oldu diyor. Kapıda sarılıyoruz.

Sineklerin Tanrısı

Sineklerin Tanrısı’nı google’layınca çevirisini yapan Mina Urgan’ın “son söz”ü de dahil olmak üzere pek çok bilgi bulabilirsiniz. Simgesel bir kitaptır, son derece basit ve net bir şekilde bize, aslında en vahşi yaratık olduğumuzu çocukluğumuz üzerinden anlatır.

18 Mart 2016 Cuma

“Ben başıma gelen şeylerin sonucu değilim, ben, olmayı seçtiğim kişiyim.”

Hiç tanımadığımız ve belki de hiç yollarımızın kesişmeyeceği insanlarla ortak yanlarımızın olması çok ürkütücü değil mi?
Tornadan çıkmış gibiyiz.

Otuz yaş civarı plaza insanları hakkındaki gözlemlerini çok isabetli aktaran bir blog yazısını ortak paydaya alan o kadar çok insan vardı ki… Ben de dahil olmak üzere, birbirimizde bulduğumuz benzerliği yakınlığa dönüştürdük ama herkes o kadar yakın hissetti ki, kimse benzerliğin bu kadar üzerinde durmadı.

Gerilim filmlerini aratmayacak ürkütücülüğüyle hepimizin aynı olduğu gerçeği,  suratımıza tokat gibi çarparken, el yordamıyla kurduğumuz hayallerin bile birbirinin benzeri olmasına ne demeli?

Ne ara hayal gücümüzü elimizden aldılar acaba? Yaratıcılığımızı ne zaman yok ettiler ki, girdabın içinden çıkma çabalarımız bile bir örnek?

16 Mart 2016 Çarşamba

"So what?! You have robot, we have Allah!"

İzmir’deki havaalanında güvenlik kontrolünü teke düşüreli epey olmuştu. Dün sabah baktım, yine kapı girişine dizmişler. Unutmaya gayret etsen de, terör her yerde, kanıksaman için tüm evren el ele vermiş.

İstanbul’da metroya binerken belli belirsiz bir tereddüt geçti hissiyatımdan, sonra dedim ki; İzmir’de her gün en az iki defa biniyorsun hem de en işlek duraklarından, tırsacaksan her gün tırs. Hatta artık her gün kocanla evladınla helalleş.

İşe gitmek var dönmek yok…

10 Mart 2016 Perşembe

Kimle yemeğe çıkmak isterdiniz?

Sosyal paylaşım siteleri her zaman tukaka değil. Mesela facebook’ta çok güzel makaleler çok iyi videolar bulma şansınız olabiliyor. Geçen akşam bir video izledim. Bir araştırma için sanırım, katılımcılara “ölmüş veya yaşayan herhangi biriyle yemek yeme fırsatı verilse, kimi seçerdiniz?” diye soruyorlar.

9 Mart 2016 Çarşamba

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.23

 Az sonra yazacaklarımın benim entelektüel kişiliğimle uzaktan yakından ilgisi yoktur, tamamen salaklığımla ilgisi vardır, kayıtlara böyle geçsin lütfen.

Bendeniz kitap okumayı pek severim, sanırım burayı okuyan herkes bilir. Kitaplardan yazarlardan edebiyattan sohbet etmeyi de pek severim. Güya tanırım da hani yazarları…

Sanıyordum. Pabucumun enteli!

Vicdanın sesi radyosu

Bazı günler Arca ile anlaşmak imkansız oluyor. Defalarca yapmaması konusunda uyarmış olduğumuz bir şeyi inadına gibi yapabiliyor. Bazen de ben müthiş gergin ve sabırsız oluyorum ve herkes gibi Arca da bana sürekli batıyor. Geçenlerde bir cumartesi ateşlendi ve evden çıkmamaya karar verdik. Meğer ben bu cüceyi kurs kapılarında beklemekten hoşnutmuşum. Eh yani kim kitap okuyup kahve içmek istemez? Kim kendi ile baş başa kalmak istemez?

O gün onunla evde tıkılı kalma psikolojisinden nefret ettim. Bir de üstüne “birlikte zaman geçirelim” demez mi? Çocuk sanki sülaleme küfretmiş gibi bir başladım bağırmaya: “ben senin arkadaşın mıyım? Benim canım oynamak filan istemiyor”, “bıktım, yoruldum, sıkıldım, beni rahat bırakın” bunlar hatırladıklarım. Bir de kim bilir hatırlamadığım neler var. Kendimi tuvalete kapattım ve Arca’nın beni merak etmesine yetecek bir süre orada kaldım.

8 Mart 2016 Salı

kutlama?

Günün anlam ve önemine istinaden bir "Dünya Emekçi Kadınlar günü" yazısı patlatmalıydım.
Ne yazsam diye düşündüm. Karşıyaka belediyesinin #sanane afişlerini mi, bunları üzerine alınıp çatanları mı, neyi anlatsam dedim. Bir tarafta bir günlüğüne çiçek böcek muhabbetleri bir tarafta daha eşitlikçi kutlama mesajları…

Arkama dayandım ve baktım.

3 Mart 2016 Perşembe

Bok mu yiyelim?!

Haftada bir pazara gitmezsem kendimi eksik hissediyorum. İlla gideceğim, tanıdık tezgahlardan hem alışveriş yapacağım hem sohbet edeceğim satıcılarla. Geçenlerde bizim Üçkuyular pazarının son günleriymiş diye yerel bir gazetede okuyunca soluğu Göztepeli patates soğancı abide aldım. Nasıl ki Göztepenin oyuncularını biliyor, maçlarını portatif radyosundan takip ediyor, bizim mahallenin insanı, bu olayı da bilse bilse o bilir dedim. Yanılmamışım. Biliyormuş. Yanılmışım daha onlara çık diyen yokmuş. Belediye başkanı ulaştırma bakanıyla konuşup birkaç alternatif yerden birini ayarlayacakmış bizim pazara. O Binali bizim hayrımıza pek bir şey yapmaz ya – defalardır seçmiyoruz o da haklı bir yerde – neyse… umudumuzu yitirmedik. 

2 Mart 2016 Çarşamba

Yaşlanmak

Bir gün “estetik ameliyata gidiyorum” ya da “botox yaptırmaya karar verdim” gibi cümleler duyarsanız benden, bu yazıyı koyun önüme, ciddiyim.

Benim yüzümde, özellikle de göz çevremde çok fazla kırışıklık var. Yaşıtlarımdan daha fazla. Eh ben çok gülümseyen, mimiklerini çok kullanan birisiyim. Sonra açık tenliyim ve cildim kuru. Yani benim göz çevrem kırışmayacak da seninki mi kırışacak? Yok, vallahi bırakmam!

Kozmetiğe çok para harcamadım (harcayamadım) ama cildimi de nemsiz bırakmadım Allah için. Zaten yakın çevremden son on senedir uyarı alıp duruyorum, “cildin çok kırışacak, çok çabuk yaşlanacaksın…” İyi de ne yapayım? Genetik olsun, mimik olsun hep aleyhime çalışıyor, şerefsizler! 

1 Mart 2016 Salı

Tohum

İğne oyalarının, saten yorganların yanı sıra eskiden köy yerinde kızların çeyizlerine tohum koyarlarmış, ya da çiçek soğanı. Annemin çeyizinden kalma zıpçıktılarınhikayesini anlatmıştım. O tohumlardan tohumlar üretilir, yüzlerce yıl boyunca sürdürülebilir bir gıda temini sağlanırmış.

“Mış” diyorum çünkü artık böyle bir şey yok!