Az önce Ece Temelkuran’ın Devir kitabını bitirdim. Acının en dibinden öyle gülümsetmek ancak çocukların bakış açısından sağlanabilirdi.
12 Eylülü çocukların gözünden, kalbinden anlatmak o kadar zekice ki, elim kalbimde okudum.
Az önce Ece Temelkuran’ın Devir kitabını bitirdim. Acının en dibinden öyle gülümsetmek ancak çocukların bakış açısından sağlanabilirdi.
Ekinoks canım …
Günler burada, bu kuzeye yakın Avrupa ülkesinde nasıl hızlıca (Türkiye’ye göre iki kat hızda) kısalıyorsa, o hızda uzuyor. İşte ekinoks onun habercisi. Türkiye ile saat farkımızın bire düşeceğinin yani normalleşeceğinin habercisi.
Bir başka haberci de, manolyalar…
Ne vakittir yazayım diye düşündüğüm, kendime ödev ettiğim ve sürekli ertelediğim tarif huzurlarınızda: "Tek lokmalık tarçınlı kurabiye"
Anamın tarif defterinden global bir lezzet... Cemicümlemize büyük bir hizmet.
Efendim, olaylar bir departman toplantısında başladı, Malezya'daki sel felaketinde etkilenen oradaki fabrikada çalışanlarımız için bir yardım kampanyası yapılacaktı ama bir türlü organize olunamıyordu. Bizim müdür, kimse yapmıyorsa biz departman olarak aksiyon alalım, başlayalım, diğerleri de bizi takip eder dedi. Herkesin yapabileceği ne olabilir derken, "fırında bir şeyler pişiririz"de karar kıldık.
Genelde geleneksel lezzetler öne çıktı, buranın meşhur butter cake'i, krebi, Rus arkadaşımızdan peynirli bir tatlı, herkesin benim yaptığımı sandığı ama aslında diğer Türk arkadaşımızın revanisi, İtalyan Parmiciana di melanzane (patlıcanlı peynirli bir şeyler) ve bu üst seviye geleneksel lezzetler müthiş ilgi görürken benim tarçınlı kurabiyeme pek kimse bakmadı. İlk hafta sonunda öte departmandaki Yunanlı bir arkadaştan tek sipariş almıştım. Buna üzülen ekip arkadaşlarım sipariş verdiler.
Kısa zamana çok şeyler sığdırmak istiyorum. İçimden öyle çok şey yapmak geliyor ki...
Kitap okumak... elimde okumakta olduğum o kadar çok kitap var ki... Hangisi?
Yok acaba aklımda bir dolu fikir, yazsam, blog yazsam? Ama acaba hangisini yazsam önce?
Mutfağa girmek... Arca için kek mi pişirsem, hafta içi için öğlen yemeklerimi mi hazırlasam evvela?
Zihnim sürekli koşuyor, sürekli... Hiç durup dinlenmiyor gibi.
Önce hiçbirini yapmadım. Yunan pastanesinden aldığımız kadayıfı yerken, kahve içtim. Arca'nın maçında fena halde üşmüşüm, en kalın kazağımı giydim, şeker ve karbonhidrat yüklemesine bu iç üşümesi de eklenince, yirmi dakikalık uykuma kaçtım. Öylesine sırt üst uzandım, içim geçmiş, saati yirmi dakikaya kurmuştum - çünkü uzun uyku bana yaramıyor - on dokuzuncu dakikada uyandım. Kucağıma bilgisayarımı aldım, demek ki yazacağım...
Bu hafta henüz çarşamba ama bana kısaca office bitch diyebilirsiniz.
PMS hormonlarıma sağlık diyeceğim ama yok sadece hormonlara bağlamak hafife almak olur.
Tam iki yıl sonra bir anda normalin içine düştük. Öyle bir düştük ki normale alışmaya korkuyoruz yoksa normal dediğin alışmaların en kolayı.
Son cemre de toprağa düştüğüne göre yıllık geleneksel kilo vermeye (pardon sağlıklı yeme) niyet etsek mi?
Tam da yeni bir başlık atmıştım: "kilo alma durumları nasıl"
Sonra önceki postlarıma gelen yorumlara cevap yazmadığım aklıma geldi, döndüm bir daha okudum bir daha içim şefkatle doldu, ve her birine cevap yazdım ve bir defa daha bu bloga ve bu blog sayesinde çevrelendiğim insanlara yani siz okuyanlara şükrettim.
dedim ki, evvela nasıldın bugün bir anlat, başlatma kilona can simidine, semere dönmüş popona, sen anlat... bunu kendine, canım baisy'nin dediği gibi platonik arkadaşlarına borçlusun.
Güdük şubatı raporsuz geçirmişiz. Tüm blog alemi de benim ne okuyorum ne izliyorum postumu bekliyordu, yurtdışı ve yurtiçi temsilciliklerden mesajlar alıyordum peh :))
Ne yaptığımı az çok biliyorsunuz, panik atak kendini sevmeme, falan fişman!