Doksanlarda bizim evde dört televizyon vardı, kişi başına bir adet düşüyordu. Bunu zenginliği vurgulamak için söylemiyorum, zengin filan olduğumuzdan da değil hani. Zengindiysek bile televizyon zenginiydik diyelim.
Biri salondaydı, hemen hiç açılmayan salonlar vardır, temizlikten sonra kapısı kapatılır ve salon ancak misafir gelecekse açılır. Ben bizim salonu çocukken unutuverirdim de arada gider kapısından başımı uzatır hatırlamaya çalışırdım eşyaları.
Salonun bu derece günlük hayatın dışında olduğu evlerde oturma odası vardır. Bizim de vardı. Küçük, az eşyalı, tabii ki televizyonlu. Annemlerin evinde hala oturma odası var, ama artık birlikte televizyon izlemiyorlar, salon ve salon televizyonu babama, oturma odası anneme ait.
Mutfaktaki de anneme ait. Annem iş yaparken, yemek yaparken o televizyon hep açık olacak. Akşam yemeklerimize televizyondaki haber bültenleri eşlik ederdi, Kral TV çıkınca o televizyon döndür döndür klip yayınlardı. Vardı televizyon hep vardı. Ablam liseyi o mutfaktaki televizyonun karşısında bitirdi, üniversiteye de girdi, o televizyonla, hatta fakülteyi dört senede bitirdi. İşe girdiğinde ilk yaptığı odasına televizyon almak oldu, dördüncü televizyon.
Ben? Televizyon sevdasının genlerle bir ilgisi varsa, ben evlatlık olmalıyım.
Televizyon
Anneme gittiğimde ilk yaptığım mutfaktaki televizyonu kapatmak oluyor, zaten az işitiyorlar, evde herkes bağırıyor hele televizyon bu duruma hiç yardımcı olmuyor. Ben kapatıyorum, annem açıyor, ses olsunmuş evde. Allahım o ses beni bitiriyor. Yaşlandığımdan değil, gençliğimde de böyleydim. Sırf millet yatsın, televizyonlar kapansın diye gece ders çalışırdım. Oh sessizlik, mis…
İlker yıllarca yatak odasına televizyon almak istedi, zinhar izin vermedim. Feng shui filan değil vallahi, benim kafam kaldırmıyor.
Radyo öyle değil işte. Radyo başka. Yurttaki odamıza benim katkım radyoydu. Radyomuz hep açık olurdu, Power FM, Ankaralı Elvanın hediyesi Capital Radio… Hey gidi. O radyo şimdi nerde acaba?
Neyse televizyon diyorduk, hiç mi izlemiyorsun diye soracaklara “hep belgesel hep belgesel” demeyi çok isterdim ama belgesel sevmiyorum ve evet televizyon izliyorum.
Netflix izliyorum, film izliyorum, Friends izliyorum, ama televizyonu bşr şey izlemek istediğim zaman açıyorum, bütün gün açık bir televizyonla yaşamıyorum. Hatta ütü yaparken kitap dinlemiyorsam illa ki Türk dizisi izliyorum pardon atlaya atlaya dinliyorum diyelim. 8
Geçen Aile dizisi açıktı ütü yaparken, ütü bitti, dizi bitmedi, malum iki buçuk saat. Ama ben de merak ettim, oturdum devam edeyim dedim. Aman yarabbi, sadece ekrana bakmak suretiyle izlenmesi mümkün değil, derhal manikür pediküre daldım.
Aile dizisi demişken, bir sahne vardı, Devinle Aslan çamurlarda filan… Neyse Devin Aslandan önceki hayatına dair ufak tefek birkaç anı anlatıyor, hani şu anda Aslan hiç olmayaydı hayatı nasıl olurdu gibilerinden…
İşim vardı diyor, çok da iyiydim işimde. Sonra diyor ki, yorgun olduğum akşamlar, bazen bir şarap açardım, kitap okurdum bu vakitler, ya da bir film izlerdim…
Özlemini çektiği sıradan, sakin, küçük ve sade geçmişi.
An itibariyle futbol maçı evin duvarlarında yankılanmaktayken çalışma odama kaçtım, ben de şarabımı aldım, ayağımı uzattım. Kitabımı okurken o sahne geldi aklıma. Küçük ve sade bir an… sakin sessiz…
Ve müthiş keyifli.