Biri benim önümden şu M&M's denen hastalığı alabilir mi?
Çikolatadan genzim yandı hala yiyorum. Markete aç karnına gidip böyle
zararlıları aile boyu almak çok yanlış.
Bütün hafta köpekler gibi çalıştığım için hiç markete
uğrayamamıştım, haftalık alışveriş bugüne kaldı.
Allah biliyor ya harbi çok çalıştım. İki sebebi var, hem
benim gibi Türkiye'den gelenlerden farklı olarak bizim şirketin Türkiye
fabrikasından gelmediğim, dolayısıyla 1-0 geriden başladığım için hiçbir şey
bilmiyorum ve öğrenmem gerek, hem de geçtiğimiz iki hafta evdi, vizeydi tatildi
derken işlere konsantre olamadım, bir şekilde bir ucundan tutmam lazım.
Belçika'daki resmi çalışma saatlerini duyduğunda bana
emekliliğe gidiyorsun diyen arkadaşlarımı bu hafta sıklıkla andım. Neyse ya ne
yapacağım zaten, interneti bile olmayan, dört sandalye bir masa bir de şilteden
ibaret, beni kimsenin beklemediği evime mi geleceğim? Yalnızım dostlarım
yalnızım yalnız... dırınırınırınıra... o eski halimden.... (Haftalardır tatlı
bir şey yememiştim, şekerin fazlası sapıttırdı beni ve hala yiyorum :/)
Yok ya siz bana acımayın, yalnız filan değilim. Öncelikle
benim gibi ülkeyi terk etmiş çok sayıda Türk var ofiste. Hepsi de çok iyi
insanlar. Sonra bunların arasından biri İdil, bizim komşumuz. Aynı site içinde
hemen soldaki binada yaşıyorlar eşiyle. Bana temizlik için Kadriye'yi
ayarlayan, elektrik süpürgesini ödünç veren, taşındığımın ikinci günü beni
yemeğe davet eden hep İdil. Hatta markete arabayla gideceklerdi, beni
çağırdılar ama Melike ve Serkan'a ev kutlama sözü vermiş olduğum için
gidemedim. Yoksa bugünkü M&M's dünden mideye inmiş olacaktı. Haftaya da Yeşimlere
gideceğim, ve inşallah Evrimleri de göreceğim. Düşün yani asla yalnız değilim!
M&M's lerim var, yani?
Dün akşam yemeğe gidince eve epey geç döndüm, sabah da 07:30
itibariyle boyacı ufak tefek tavanda düzeltme işleri için gelecek. Sabahın körü
biliyorum ama gelsin bitirsin uğraşmayayım bir daha. Ben kahvemi içerken geldi,
pek de sevimli bir insan. Hemen işleri ayarladı düzenledi, Salı bir daha
gelecek. Gitmeden evvel tuvalet kağıdı rulo askılarını takacağını söyledi, bir
matkaba bakarmış, beş dakikalık işmiş, hiç merak etmeyeyimmiş. Ya ben çok
zavallı mı görünüyorum yoksa insanlar mı çok kibar? IKEA'daki şoför, sonra
otelden eşyalarımı taşıyan yine Faslı taksi şoförü...
Önce Faslıların çok iyi
insanlar olduğunu (buraya gelinceye kadar hiç Faslı birisini tanımamıştım),
Türkleri sevdikleri için yardım etmek istediklerini sanmıştım ama bugün de
boyacı. Allahım sen hep böyle iyileriyle karşılaştır, amin. (Diyorum ki
bakanlığa bir gitsem, bir muhabbeti koyultsam, bizimkilerin vize işi desem,
gözünüzü seveyim desem, olur mu acaba? Acırlar mı bana?)
Boyacının işi erkenden bitti. Annemlerle konuştum, İlker'le
konuştum (cep paketindeki internet suyunu çekti:/), evdeki kağıt, çöp vs ne
varsa binanın konteynerlerine attım. Hala geçen haftadan kalan IKEA ambalajları
vardı. Sonra bankaya gidip üzerimdeki nakit parayı hesaba yatırdım. Yürüme
mesafesinde, belediyenin çevresinde pek güzel dükkanlar var. Özellikle İtalyan
dükkanları şahane, mezeler, şaraplar, peynirler... İlker'le gelelim diye not ettim.
Bütün dükkanlara girip çıktım. En son Delhaize denen marketten de haftalık
yemeklik aldım. İşyerindeki yemekler bence çok kötü. Ben genelde çorba salata
veya ızgara tavuk salata alıyorum. En güzeli evden getirmek. Isıtabileceğin
mikrodalga fırınlar var. Şimdiye kadar uğraşmamıştım ama bu hafta adam akıllı
yemek götürmeye karar verdim. Marketten ıspanak aldım, oh be mis gibi sebze
yemeği. Bir de yoğurt buldum, Turkish Style, hey yavrum hey!
Eve döndüm. Açım! sabahın köründe müsliyle geçiştirmişim
kahvaltıyı. Geçen günden kalan makarnayı ısıttım. Karnımı doyurunca neredeyse
uyuklayacaktım, kalk dedim şahsıma, kalk diğer marketten de tuvalet kağıdı çöp
poşeti filan al, otelden arakladıkların bitti.
O market daha yakın daha büyük. Daldın mı çıkamıyorsun.
Çalışanları çok şeker, şahane ingilizce konuşuyorlar. İlk keşfe gittiğimde,
kasiyer halimi hatırımı, Brüksel'i, mahalleyi, marketi nasıl bulduğumu filan
sormuştu. Ben de benimle ingilizce konuşan herkese yaptığım gibi, bu genci esir
aldım, başladım anlatmaya, çoluk çocuk koca vize, ha boyna konuşuyorum,
sorduğuna pişman ettim. Bugün kasada değil raflarda çalışıyordu beni görünce
uzaktan el sallamakla yetindi, bu abla bana yine yapışacak diye tırsmadıysa ne
olayım.
Günün son alışverişini de tamamlayınca eve döndüm. A binanın
dış kapısını da kilitlemişler. Hiç iyi etmemişler, polis nasıl girsin? Yener -
Minareci yazan kutumuza notunu nasıl bıraksın? İki hafta içinde gelir
dedilerdi, hafta içi kesin uğrar, ya giremezse, değil mi ya? Polis mühim.
Marketten aldıklarımı mutfağa bıraktım, İlker'i aradım. Yer
cücesiyle Çeşme'ye gidiyorlarmış. Epey konuştuk. Arca cücesi odasını kendi
dekore etmek istermiş, o tavan lambasını beğenmemişmiş. Zerre ingilizce
anlamayan ev sahibine ben anlatamam vallahi, buyursun gelsin kendi anlatsın!
Telefonu kapattık. Son market alışverişi düşündüğümden pahalı tuttu, elimdeki
fişten anlamaya çalışıyorum, sahi niye? Meğer üç paketi 3,5 euro sandığım o
hijyenik mendillerin tanesinin fiyatıymış o. Eh dil bilmezsen olacağı bu, diye
söylenirken kapı çaldı.
Hayda... Yanlış bastılar dedim, biraz asortik bir zil
sistemi var. İdil gelecek olsa önceden telefon eder, boyacıda bile telefonum
vardı da indim sabah ben açtım kapıyı, zira otomata bile dokunmamıştım
daha. Bir daha çaldı, ısrarla. Ekranı
açabildim, tombik bir adam, düğmeleri kurcalayıp otomata da basabilmeyi
başardım. Asansörden indi, aaa polis ayol! Pek de sevimli, bir de bana Türkçe
hoşgeldin demez mi? Yok artık, Belgique dream! İlk şaşkınlığı üzerimden atınca
eve buyur ettim abiyi.
Belediyeye gidip "ev tuttum, oturma izni istiyorum",
diye başvurunca, böyle polisler gelip gerçekten evde yaşıyor musun diye kontrol
ediyorlarmış. Tamam iyi güzel ama işte evde eşya yok, bir taraftan da
tırsıyordum, belki kıl bir adam gelecek, "taşın da öyle bir daha
gelelim" filan diyecek, ecnebi memleket belli mi olur? Ama yok bu tonton
abi, yüreğime su serpti.
Oturabileceğimiz tek yere, mutfağa girdik. Kadriye için aldığım portakal suyu polise
kısmetmiş, ikram edince pek sevindi. Bruno abimin en yakın arkadaşı Türkmüş,
Türkçeyi az buçuk oradan bilirmiş. Sadece Türkçeyi mi? Ispanaklı börek ve ayran
yapmayı da biliyor, ayranı kokteyl shaker'ında çalkalıyormuş, tavsiye etti.
Sonra Vanderkindere'de iki hafta önce açılan Türk marketini tarif etti, damak
tadımıza uygun şeyler bulabilirmişiz, yarın Gar du midi'deki pazara da uğramamı
önerdi. Bugün gittiğim o büyük marketin ve ona bağlı benzincinin kartını
mutlaka edinmemi söyledi. Sağlık sigortası için de önerilerde bulundu.
Türkiye'yi çok seviyorlarmış, Çeşme'ye, Pamukkale'ye, İstanbul'a, Konya'ya ve
Kapadokya'ya gitmişler.
Kendinden bahsetmeyi seviyor, ailesinin bir dairesi varmış,
Suriye'li bir aileye kiraya vermişler, mültecilere. Konfeksiyoncu bir patronken
kaçıp gelmişler, iyi insanlar, düzgün insanlar diyor. Karı koca çalışıyorlar
kiralarını ödüyorlar diyor.
Sohbete savaştan girdik, Kürt meselesine, Ermeni olaylarına,
oradan Hitler ve Yahudi soykırımına kadar epey uzattık. Eh ingilizce bilene
yapıştığımı söylemiştim. Eşi Faslıymış, tek planı, çocukları büyünce
emekliliklerini Fas'ta geçirmekmiş. Çok ucuz ve domates çok lezzetli diyor.
Bruno abi ağzının tadını biliyor. Türk yemeklerini sevmesinden belli. Dedim ki,
kocamla oğlum geldiğinde inşallah yine sen gelirsin, İlker'le çok iyi
anlaşırsınız.
En sevdiğim dualardan biri; Allah iyi insanlarla
karşılaştırsın. Gerçekten öyle. Bugün Bruno için belki sıradan bir gündü, ama
pozitif yaklaşımı, sohbeti ve tavsiyeleri ile günümü güzelleştirdi, benim
hayatıma iyilikle dokundu. Ve bir defa daha anladım ki, insanların hayatına
dokunmak için çok büyük şeyler yapmaya gerek yok, küçük iyilikler, küçük
dokunuşlar yeterli.
Sevgiyle kalın...
2 yorum:
Amin yabancı ülkede karşımıza çıkan insanların niyeti bizi çok etkiliyor. Biz de hiç olumsuz şeyler yaşamadık ama çok duyduk ırkçı yaklaşımlara uğrayanları. İnşallah hep böyle güzel devam eder 🙏🏼
Polis geldi deyince sen heycan yaptım muhteremle arcanım izni çıktı sandım ...büyük sürprizi yazının sonuna saklıyorsun sandım...
Yorum Gönder