29 Mart 2011 Salı

Fotoğraf karesine sıkışmış anlar, anılar

Kapalı, değil mi hala?

Evden kontrol ediyorum, yok! DNS ayarlarıyla uğraşmadım, evden şirketin server'a bağlanınca blogger bile açılıyor. Demokrasilerde çareler...

Acayip yoğunum, İstanbul seyahatleri bana yaramıyor, bünyem alt üst! Dün gece Ezel'i izlerken ve sonrasında o garip yeni Türk filmine bakarken çalıştım. Birden yoğunluk birden bir hiç bir şeye yetişememe halleri. Gecenin ikisi olduğunu fark etmemişim bile.

Aslında bu aralar yazmak istediğim çok şey var.

Mesela Prima'nın aşı kampanyası. Hani üç beş kişi okur faydası olur diye blogger'ın açılmasını bekliyorum.

Sonra Ege'nin tatlı annesi Gamze'nin Arca'ya gönderdiği doğumgünü hediyelerini ve onun el emeği göz nuru çalışmalarını paylaşmak istiyorum. Ama daha çok insan okusun diye yine blogger'ın açılmasını bekliyorum.

Sonra bizim eltiler (Tea&Pot)meşhur oldular yav! Şenay Düdek köşesinde yazdı, televizyona bile çıktılar!!

Hatta Hülya'nın tükkan adres değiştiriyor!

Sahi hiç açılmayacak mı?

---------------------------------------------------------

Son günlerde özellikle fotoğraf çekmeyi unutur oldum.

Halbuki her karenin ne şahane bir kamera arkası var.

Bu misal… Arca’nın canı tost çekmişti. Biz tostu şu ocağın üzerine konan eski tip tost aleti ile hallederdik. Ama yıkanmaktan teflonları çıkmış, çöpü boyladı tabii. Yeni tost makinesi alaysa kadar zihni sinir proceler devrede! Pek de lezzetli oldu ki sormayın: ) Üstteki tavayı da başka bir ocakta ısıtıp öyle koyacaksın tostun üstüne!


Sonra bir gün Nazlılar bize uğradı. Biz Nazlı ile kestane hazırlıyoruz, çay demliyoruz mutfakta, İlkerler salonda sohbette. Arca ile Cansu’ya iki taraf da birbirinin baktığını sanıyor. Bir an bir boşluk hissediyoruz, hop Arca’nın odasında çıkıyor cüceler. Cansu yatağa tırmanmış, Arca bütün peluş oyuncakları Cansu’nun üzerine yığmış, hadi Arca öpsene Cansu’yu diyoruz. Bizimki kızın üzerine çullanıyor, Cansu yanağını uzatıyor ama bir taraftan da temkinli: “Beni napıyorsun? Beni napıyorsun?”


Bir başka zihni sinir proce! Hastaneyi evimiz gibi benimseyeceğiz ya, artık mokunu çıkardık. Bir çay demlemediğimiz kaldı diye geyik yaparken, İlker'in annesinin bu pratik çözümü günün konusu olmuştu. Frech press'te poşet çay demleme sanatı! Ya evet böyle normal hayatta epey sıradan görünüyor ama onaltı metrekarelik bir oda içinde hayat sürerken böyle nüanslar günü kurtarıyor:)

Kedi seven bir insan değilim. Ama yağmurlu bir günde semt postanesinin kapısındaki koli üzerine sığınmış kedileri görünce dayanamadım, sıradakilerin bana deli gözüyle baktığı bir anın anısı olarak kaldı. Pırtık Tekir ve Karpati... Ve böyle başladı onların hikayesi...

26 Mart 2011 Cumartesi

Mim

Ruhdağı mimlemiş, severim ben elim sendeleri:)
Epey olmuş gerçi bunu taslağa atalı, hastane filan derken...

1-Gün içinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey:

Hiç telefonumun çalmaması!


2-Gördüğün zaman eğer almazsan uyuyamam dediğin şey:

Kitap


3-Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey:

Diyet yapmıyorum ama yediklerime dikkat etmeye çalışırım her zaman. Hafif kaçırırsam birkaç gün dikkat ederim. Bira ve şarap vazgeçemem. İç fındık. Çikolata. Patates kızartması. Bu saydıklarımla yediklerime pek dikkat ediyormuşum gibi görünmüyorum, pis boğazım ya!!



4-Uğurun var mı, uğurun?

Yok.


5-Kendine en yakıştırdığın renk:

Renkli giyinmeye kasıyorum ama mavi ve uçuk pembe dışında renklerle aram pek yok. En çok siyahın yakıştığını düşünüyorum, bir de toprak renkleri.



6-En sevdiğin takın:

Alyansım. İlk alyansımızı İlker de ben de kaybettik. Uzun süre alyans takmadım, sonra geçen yıl doğum günümde İlker almıştı, daha hiç çıkarmadım. Küpe çok severim. Bu aralar uzun kolyeler alıyorum. Aslında pek takı insanı değilimdir, yakıştıramam ama çok özenirim.


7-Takıntın?

Bu aralar Arca ile ilgili herşey! Bir de arabaya bindim mi mutlaka kapıları kilitlerim.


8-Bavulum çoktan hazır,gitmek istediğim şehir,ülke?

Paris veya Roma ama illa ki İlkerle. Ayrı ayrı çok yurtdışına gittik, hep iş dolayısı ile ama gezmeye hiç gitmedik birlikte. Gezmek istiyorum kardeşim ben ya!!

9-Ben bu şarkıyı duyunca şakırım:

Kenan Doğulu, çakkıdı çakkıdı Şakımayı bırak direkt oynamaya başlıyorum. Çok ilham verici çoookkk!!


10-Solunda ne var?

Pencere

Kuzumun annesi Hayat, resim yapmaktan vakit bulursa kisd, Defne Nilin annesi Seyhan ilk aklıma düşenler...

24 Mart 2011 Perşembe

Alışmış kudurmuştan beterdir, hem alışmış hem kudurmuş daha beterdir

Pek çok kullandığım anne yadigarı bir veciz söz…

Alışmadık dötte don durmaz da bir başkası ama konumuz bu değil.

Konumuz Arca’nın hem alışmış hem de kudurmuş bir insan yavrusu profili çizmesidir.

Hastanede tek refakatçiye izin var aslında, o da anne. Dolayısı ile tek koltuk koymuşlar uyuması için refakatçinin. Ancak bir gece bile yalnız kalmadım, refakatçiye refakat eden canlarım vardı. Onlar yattı o koltukta tek göz yarı açık. Ben de hasta yatağında Arca’yı koynuma aldığım gibi mis kokulu rüyalara daldım her gece. Tam 20 gece!

Arca ile doğduğundan beri bu kadar dip dibe bir yaşam sürmemiştik. Beraber uyumak benim için çok rahatsız olduğundan ateşlendiği geceleri saymazsak hiç yanıma almamıştım. Arca’nın odasını ayırdığımızda 2 aylıktı. Ama o yirmi gece bizi fena halde tek beden haline getirdi.

Sahi ayıcığımız pandamız vardı bizim değil mi?

I-ıh şimdi güven nesnesi = bizzat annenin kendisi : )

Uyandığında yanında değil miyim? Hemen huzuruna çağırıyor, ensemden yakaladığı gibi al aşağı ediyor, kafasını boynuma gömdüğü gibi uykuya dalıyordu. Sonra geceleri ikimiz de uyurken elleriyle yatağı yokluyor, gözler kapalı yüzümü okşuyor, kokluyor, öpüyordu. Bu son cümle benim refakatçilerimin ifadesi, zira ben uyuyor oluyorum o sıra.

Alıştı mı? Hem de nasıl! İtirazsız kendi yatağında uyuyor ama gecenin muhtelif zamanlarında uyanıyor, sabahı bizim yatakta ediyor. Gerçi İlker’in buna itirazı yok, bol bol yumuluyor cüceye ama alışkanlık iyice yerleşti. Yakında kendi yatağını reddedecek.

Buraya kadar alışmış insan yavrusu profilini gördük.

Şimdi sırada kudurmuş hali var:

Hani garip krizleri var ya Arca’nın… hemen her iki yaş çocuğununki gibi? İşte o krizlerden birini uykusunda yaşadı, pes dedim! Işık illa ki açık kalacak ya, ben biraz kısmışım yatmadan önce, gece uyandığında ışığı kısılmış görünce çıldırdı. Yarı açık gözlerle bağırdı çağırdı, kucaktan inip doğru pufa çıktı, sonra da ışığı sonuna kadar açtı. Evet karanlık korkusu var. Tamam da nasıl uyurken sendroma girebiliyor? Arca = kocaman bir soru işareti!

Misal dün akşam... Ayran istedi. Hayhay! Bardağa yoğurdu koydum, biraz çırptım, biraz su sonra blender ile bızlat... tım diyemiyorum, çıldırdı. Çılgınlar gibi ağlıyor. Aldım kucağıma sanıyorum ki kendi yapmak istiyor, blender elinde hem bızlatıyor hem konuşuyor hem ağlıyor.

Tekrar oturdu. Önüne koydum ayranı.

Saydırıyor, hani 2 yaşında olmasa ana avrat küfrediyor diyeceğim surat ifadesi öyle. Hmm dedim ki kendisi baştan yapmak istiyor. Başka bir bardağa yeniden yoğurt koydum. Önüne koydum. Neyse ki arada anlamlı kelimeler yakalanıyor ağzından, yeşil bardak istiyormuş, yeşile yoğurdu koydum. Çırpıcıyı verdim, attı.

Bu arada hebele hübele atıp tutuyor. Elini tutuyorum "ağla annecim, rahatla sonra anlatırsın" diyorum.

Neden sonra sustu, gözünde yaşlarla o ilk yaptığım ayrandan içti. "Bulgur pilavı istiyorum" dedi. Bu arada cidden bu kadar net cümleler kurabiliyor hani artık "kendini ifade edemiyor" gibi bir bahanesi kalmadı veledin tamamen kudurukluk. Yapacağımdan değil, yeter ki sakinleşsin diye tencereyi ocağa koydum. Üç çeşit yemekten kerevize ikna oldu. İki tabak yedi hem de keyifli. Doydum dedi kalktı gitti. Ben de mis gibi ıspanağıma gömüldüm.

Olay unutuldu sanıyorum, meğer bizimkinde fil hafızası varmış. "Bulgura bakıcam" dedi. Adetidir, yemek pişerken tabure yanaşacak, ocaktakiler teftiş edilecek. Baş aşçı ya!!

Birazdan yapacağım gibi geçiştirici önlemler alıyorum. Derken benim nesfiti gördü, azıcık kaseye koyduk, üzerine süt koyduk. Yedi. Doymuştu, değil mi:) Yine aklına geldi, "Bulgura bakıcam" dedi. Tencere boş ama bu kadar ısrara artık uzatmadım, demek ki istemiş canı çocuğun, soğanını domatesini kavurdum, tam bulguru yıkayacağım.

YOK! Hay ben böyle işin!! Nazlıların evi aradım, bir fincan isteyeceğim, yoklar, tam karşı komşunun kapısını çalacağım İlker aradı, bir şey lazım mı diye. Dedim ki böyle böyle... Ne bulgurmuş ya İlker'in de canı istedi. Tabi kereviz- ıspanak - ezo gelin menüsü açmadı. Gelirken getirmiş. Arca yemezse İlker yer dedim. Neyse akşam dokuz itibari ile baba oğul ikişer tabak bulguru yediler.

Kızamadım artık ne diyeyim, demek ki canı istemiş:)

Bu arada ne düşündüm? Tabii bu kadar küçükkenki halimi hatırlamıyorum ama ben bu kudurukluğu çocukken anneme yapsam garanti cimcirilmiş, popoma şaplak yemiş veya en iyi ihtimalle ağzıma mıçılmıştı. Bazen diyorum, onlar mı iyisini yapıyordu? İyi mi bilmem ama akşam 19:00-21:00 arasındaki zaman dilimini kurtarırdı kesin!

Anne için yatışma reçetesi:
Bir adet 6 aylık sevimli Arca fotoğrafı

23 Mart 2011 Çarşamba

Blogger'ların ettiği!

Bloğumu okuyan biriyle ilk tanıştığımda aklımdan geçmişti, hiç tanımadığım birilerine dokunmamı sağlayan bir hobim var demiştim. Ne güzel! Kaç kişiye nasip olur ki?

Bu hastane tecrübesi ile birlikte insanların da bize dokunabildiğini gördüm. Onlarca mesaj, Arca’yla hiç tanışmamış ama çok iyi tanıyan dostlar ve hiç görmediğin halde özlemini duyduğun insanlar…

Garip!

Yani bana çok doğal geliyor da bilmeyene anlatmak, yaşamayanın anlamasını beklemek zor.

Ve sürprizler öyle mutluluk verici ki… Ve inanılmaz…

Bu yaşadığımız duyguları anlamakta zorluk çeken, internet vasıtası ile dostlukların kurulmasına soru işaretleri ile yaklaşan İlker soruyor: “A bu kimden?” “AA o kim?” bazılarını tanıyor, haa öbür Ela diyor mesela, Doruk Arca’dan birazcık küçüktü di mi? diyor.

Bazılarını çıkaramıyor, anlatıyorum uzun uzun…

Can’ın annesi… Sadece anne… Bakmayın siz ona o sadece anne filan değil: ) Ailecek öyle gömüldük ki meyvalara, yerken poz yakalayamadım: ) Ama üzümü özlemiş düdük, öncesi sonrası pozlarını koydum. Hatta bitince tutturdu isterim diye, kuru üzümle gözünü boyadık:) İlker boğazına düşkün bir boğa burcu olarak fikre bayıldı, ben çileklere gömülürken anlattım, sadece anneyi… uzun uzun maillerimle az kafasını şişirmemiştim, bak böyle böyle demişti diye…

Öncesi:


Sonrası:


Ruhdağı… Ege’nin zarif annesi…
O küçük tayı hiç gözüne sokmadım Arca’nın öyle koydum sehpanın üzerine. Arca tekerlekli nesneler kadar yumuşak oyuncaklara da bayılır, sarılmayı dokunmayı çok sever. Gide gele karşıdan süze süze sonunda aldı koynuna…Bense hayatımda ilk defa kişisel bir objeyi ofisteki masama koydum, baktıkça hatırlıyorum, ne tatlı ne özel bir kadınsın sen!



Kirazım ve Doruk cücesi!
Gebeş günlerden tanıdığım özel insan. Dorukla Arca ne kadar çok benziyorlar birbirlerine. İçimde öyle bir his var, tanışsalar çok iyi anlaşacaklar. Ne zaman bir şeyler yazsa heyecanla okurum, Doruktan haber almak çok keyifli: ) Hediyeyi görünce dedim ki “ulen bizim böyle bir şeyimiz yoktu, ne güzel bişey bu yaa!” Bir matematik öğretmeni olarak babane hastası olacak bu oyunun:)
Asıl komiği uzun uzun çokça mailleştik yüzlerce yorum yazdık birbirimizin yazılarına hatta mesajlaştık. Ve ben her gün konuştuğum bir insan gibi kakara kikiri konuştum İlkay’la. Halbuki ilk defa telefonda birbirimizin sesini duyuyorduk. Kapatınca jeton düştü. Hehe kirazım sen beni idare et, lakayt bir anıma denk geldin: )



Dün bir paket daha gelmiş kargodan. Acayip eğlenceli bir oyun. Bu arada fark ettim ki, oyun-oyuncak konusunda son derece yaratıcılıktan uzak bir anne profili çiziyorum, ufkum açıldı şerefsizim! Ümit abla sevk irsaliyesini almış paketten başka bir şey yoktu dedi. Hmm iyi ama not filan vardır dedim, sokak kedileri gibi çöpü karıştırdım, soğan kokuları arasında sadece kargo gönderi kağıdına ulaşabildim. Sabahı zor ettim, İlkerle Arcayı bu oyunu oynarken evde bıraktım, ofise gelir gelmez firmayı aradım. Evet isim verdiler : D.A.S.Ç. Nam-ı diğer Özgüranne, kısaca özgürüm : )



Birbirimize uzun uzun yorumlar yazarken, fikir paylaşırken, güç verirken daha doğurmamıştık küçümenleri, şimdi iki yaşını geçtiler. Çokça destek olan, çok şey öğrendiğim, yazı yazsa da okusam dediğim, bazen beni kızdıran (itiraf.com), çokça hayran bırakan, sanal kraliçem. Her şeyiyle zihnimi meşgul eden kadın!

Teşekkür etmek boş geliyor, sadece cansınız, bilin istedim, unutmayayım, Arca bugünleri okurken bu güzellikleri de hatırlasın istedim.

SON SÖZ:

Ya bu arada blogger kapalı , değil mi hala? Ben işyerinden bağlanabiliyorum, Almanya server’ı sayesinde herhalde. Ama biz hastanedeyken epey yaygara kopmuş, wordpress’e geçişler olmuş. Hani orası bana feci halde ters ama bloğu yedeklemek fikri çok cazip geldi. Nitekim adresimi taşımaya karar verdim ben de. Tam İlker’e diyordum ki wordpress’te kim alır günün çorbası ismini, garanti boştur ! Bam! Bir hain konmuş ismime: )

Düşün düşün! Sonunda isim bulduk: HAKİKİ GÜNÜN ÇORBASI puhahah!

Vallahi ciddiyim, tıklayınca çıkıyor. Sayfa düzeniyle uğraşmadım henüz.

Seriye "ÖZ HAKİKİ GÜNÜN ÇORBASI", "BAŞKA ŞUBEMİZ YOKTUR GÜNÜN ÇORBASI"… şeklinde devam etmek niyetindeyiz. Lakin bizim hukuk sistemimizin sağı solu belli olmaz, bugün blogger yarın wordpress, baktın olmadı internetin alayına yasak gelir yakında!

Veee.... Son bir ilave! Dün şahane bir sürpriz karşıladı beni! Hemen şipşak tabii ki. Tekirim ve tatlı Ada'sı süper bir t-shirt göndermiş. Harikasınız ne diyeyim:)

22 Mart 2011 Salı

Pazar pazar... kader bize ne yazar?

Bir Arca'yı uyutma klasiği: Yeliz de yanında uyuyakalır.

Eş zamanlı olarak İlker de içerdeki koltukta uyuyakalmışsa beni uyandıramaz, sabaha karşı hortlarım.

Cumartesi gecesi de bu sahne yinelendi.

Dikiz Yeliz olarak Nurturia'yı açtım, kimseler yok haliyle ama güncellemeler kalmış. Elfanamla Elif ve hatta Hayat ile Nil kahvaltı planı yapıyorlar. A-haaa!! Sabah iki yıldır ilk defa dokuzda uyandık. İlker Bornova'da bir nikaha gidecek, günün göbeği bir saatte. Öğleden sonra hava bozacak belli. Kahvaltı planı yapmıştık önceden, ama bizim genel olarak kahvaltıya gittiğimiz taraflar Bornova'ya ters, lokasyon sakat.

Çiçekliköy gözlerimin içini parlattı, hem dostlar hem yeni bir yer keşfedeceğiz, hem de günümüz yollarda geçmeyecek!

Çiçekliköy'e gidelim mi kızlara takılalım mı? Hayhay!

Hepsine mesaj attım. Kim uyanıksa dönün bana diye. Nil'le konuştuk. Ufaklıkların salya sümüğünün olduğunu söyledi beni aramaya çekinmişler. Tereddütten sonra yemişim sümüğünü dedik(ıy gerçekten iğrencim), sürpriz yaptık!

Canımıza can kattı. Çok ama çok iyi geldi. Bi de Hülya gelebilseydi altı yapraklı İzmir yoncası tamamlanacaktı:)

Ege'nin tüm sevimliliği üzerindeydi. Bi de adam olmuş ya, çok büyümüş! İlker bu tayfayla ilk defa tanışıyor, Ege'ye hasta oldu.

Ela yine çok ama çok tarz bir hatundu. Ulen 2 yaşında velet benden güzel giyiniyor. Allah kime kız çocuk vereceğini biliyor, bende olsa maymuna çevirirdim.

Alperen, çok ama çok sevgi dolu bir çocuksun sen! Telefon sohbetini hiç unutmayacağım.

Günün en güzel anlarından biri...

Arca ile kankası Berk... yine bir topun peşinde... aynı ilk tanıştıkları gün gibi... Onların bile tanışmasının üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş.

21 Mart 2011 Pazartesi

Dumur diyalog #7 : dilli düdük!

Demiş miydim? hastane cücenin dilini çözdü. Fiziksel aktivitelere gelen sınırlama diline yansıdı.

İlker kurabiye alıp gelmiş. Arca iki tane çikolatalı kurabiyeyi sütle mideye indirdi. Daha istiyor.

İlker: babacım şimdi artık yemeyelim. yatmadan önce yine yeriz, olur mu?
Arca: Yatmak istiyorum!

------------------------------------------------------------------

Ertesi gün üç haftalık tek beden hayatımıza son verip işe gideceğimi anlatıyorum.

Yeliz: Herkesin görevi var Arca, sen yemek yiyip uyuyup oyun oynayacaksın, anne ve baba işe gidecek. Artık hastaneden döndük, normal hayatımıza devam edebiliriz.
Arca: Hastaneye gitmek istiyorum, hastanede kalalım, evde kalmayalım!

------------------------------------------------------------------

"Limon ağacının şarkısı" kitabını okuyorum. (Bu arada kaynamasın muhteşem bir kitap, bayılıyorum, Arca da çok seviyor, şiddetle tavsiye ediyorum)

Yeliz: "çocuklara seslendin
buraya gelsenize
paylaşmak ....
Arca: PAYLAŞMA! KAVGA ET!
Yeliz: Annecim paylaşmak güzeldir
Arca: paylaşma! paylaşma! kavga et! kavga etmek istiyorum!

20 Mart 2011 Pazar

Gelelim teşekkürlere...

Dün yağmur vardı İzmir'de. Anane evinde keyifle yayıldık. Markete gittik dönüşte, park yerine gidesiye yağmur bastırdı, sırılsıklam olmak hiç bu kadar mutluluk vermemişti, yaşamak güzel şey!

Bugün hava muhteşemdi. Arca'nın uyanmasını iple çektik. Arca'nın tabiri ile kuşlu parka gittik. Yarım saatten fazla kuşları kovaladı, yanımızda götürdüğümüz bulgurları attı. Kaydırakları özlemiş. Zor aldık parktan. Çok fena birşey fark ettim. Üzerine titrer oldum Arca'nın. Gözümü bile kırpmıyorum. Süreç sağlıkla tamamlansın, kendime çeki düzen vermeliyim, yoksa bizim oğlanın hayatını zindan eden mıymıy bir anası olacak.


Birkaç fotoğraf da ilk günlerimizden. İlk defa yatağında uyuması, anane ziyareti, daha üzerini bile çıkarmadan yerde kamyonuyla oynaması...






Geldiğimizden beri birşey daha fark ettik. Arca cidden büyük bir travma yaşıyor. Televizyonda tesadüfen hastane sahnesi vardı, arka odaya kaçtı. Arkasından gittiğimde yatağın kenarında öylece dikiliyordu. İlker'e anlattım, yok canım dedi. Denedik tekrar, bu defa odadan çıkmadı ama koltuğa kafasını gömdü, hiç bakmadı. Bir de geceleri takma yapma diye bağırıyor. Gerçi bu yeni değil, hastanede de böyle çok sayıkladı. Epey zamana ihtiyacı var kurtulması için.

Hastanede iken peşimi bırakmazdı:"Anne yemek yeme!" "çiş miş yapma" "kitaba bakma" "okuma" "anne gel anne gel anne gel...." "babayla konuşma" hatta ziyarete gelenler öptüğünde beni "o benim annem!". Herkes eve gidince yandınız dedi durdu. Yok öyle olmadı. Arca beni kesinlikle tınmıyor. ilkerle oynuyorlar. Kendi kendine oynuyor. Ama oyuna çok daldığında dilinin tesbihi olmuş, "anne gel anne gel anne gel...." dediğini duyuyorum, tam gitmeye davranacağım, meğer sadece sayıklıyormuş. Birkaç defa "seni çok seviyom anne" lafını duydum. Bir de hala sık sık koklamaya geliyor yanıma. Bakalım pazartesi işe giderken ne olacak!

Gelelim teşekkürlere...

Benimle gecelerini paylaşan (babaya refakat izni olmadığı için) İlknur, İlkerin annesi ve ablam..

Aynı dönemde geceleri ananeme baktığı için yanımda kalamayan ama nefis mamaları ile bizi doyuran şımartan annem ve yine ablam

Ziyaretimize gelen, ellerini üzerimizden kesinlikle çekmeyen, akla gelmedik sürprizlerle kafamızı dağıtan Elif, Elfanam, Nil, Hülya, Hayat...

Sürprizleri hazırlayan hiç ama hiç yalnız bırakmayan ekibin İstanbulluları Özge, Tuğçe, Hilal, Yasemin, Esra Özlem...

Ankara güzeli ve onun minik adamı Çınarın hazırladığı şahane sürprizlerle bugün itibari ile en son noktayı koyan Başak...
(Kurabiyeleri Arca lüplettiği için fotoğrafını çekemedim. Bize kalmadı ama eminim nefisti:) )

Hemen her gün veciz sözlerle bezeli mesajlar çeken, bizim için mum yakan, pazar duası okutturan Tuğçe...

Tanımadan Arca'yı seven, pozitif enerjileri ve duaları ile bize güç veren bu satırları okuyan ve Nurturia'dan destek olan dostlar ...

Çoook uzaklardan taa Amerikalardan telefon eden Evren...

Oğlumu üzmeden kolaycacık damar yolu bulan hemşireler... Meryem, Sevinç, ve pek tabii Sahra

ne kadar teşekkür etsem az...

En çok da ...

İlkere... süreçte Arca için yaptıklarına teşekkür etmek yersiz olur o ikimizin parçası, ben kendime teşekkür ediyor muyum? Anababayız biz yapacağız elbet...

Ben onun benim için yaptıklarına teşekkür etmeliyim... Her gün her allahın günü Arca'nın öğle uykusunda gelip beni dışarı çıkardığı için... Her türlü zırlamamı olgunlukla karşıladığı, ben isyanları oynarken o içine attığı, yansıtmadığı, benim deli deli hallerimi dengeleyerek sağduyum olduğu için... Gerçi o son haberi aldığımızda ona "git bir adam bul, asistan doktor mu bulursun kimi bulursan bul, döveceğim yoksa rahatlayamam" dememe rağmen bulmamasına içerledim ama...

Her gece bomboş eve gitmek zorunda olmanın nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyorum. Benim ne de olsa birlikte uyuduğum, zorda kalınca kokusunu içime çektiği Arca'm vardı.. O yalnızdı.

Umarım Arca büyüyünce onun gibi bir adam, onun gibi bir hayat arkadaşı, onun gibi bir baba olur!

19 Mart 2011 Cumartesi

Hastane kazanımları

Hönkürdüğümün akşamı İlknur benimle refaketteydi. Arca uyuduktan sonra filtre kahve ve baileys ile kafaları çektik, rehabilite çalışmalarına başladık. Sabah İlker geldiğinde hala gergindi, doçentin kapısında bekledi. Profesörlerin de katıldığı visitimiz tam 1 dakika 25 saniye sürdü. Sonrasında İlkere sadece "konseyden sonra görüşelim" demiş. Arca'nın öğlen uykusu sırasında Forum'a kaçırdı beni. Uzun uzun sohbet ettik, Arca'ya Cars filminin karakterlerinden aldık, çok sevimli küçük arabalar.

Konsey üç buçuktaydı. Cumaya kadar bilgi alacağımızı düşünmedik. Bir ara odadan çıktım, işten aradılar, konuşurken doçentin bizim serviste olduğunu gördüm, hemen İlkere koştum, koridorda bekledik. Yanımıza gülen gözlerle geldi. "Arca'yı çıkarıyoruz bugün, antibiyotiğe ağızdan devam, 1 hafta. Bir ay sonra tekrar tetkikler ve ameliyat konusunda karar."

Tabii ki inanamadık. İlker işlemleri tamamlarken biz de Ümit abla ile eşyaları toplamaya başladık. Bizden yarım saat önce taburcu olan aile elinde bir torba ile çıkarken biz iki arabaya sığamadık, o kadar yerleşmişiz ki!

Toplanmamıza anlam veremeyen Arca'yı yatağa oturttum, gözlerinin içine baktım ve "annecim çok güzel bir haberimiz var, evimize gidiyoruz" dedim. Gözleri parladı ve : "burda kalmayacağız?" dedi. Hayır evimizde kalacağız!!!

Eve geldiğimizde Arca hemen oyuncaklara saldırdı ve sürekli yerde oturarak oynadı. Yere oturmayı özlemiş. Bir yandan yemek hazırlıyorum, bir yandan eşyaları yerleştiriyorum, bir yandan telefondayım. İlker de aynı. Arca'ya küvette banyo yapacaksın dedim, koridorda koşup duruyor: "banyoooo!" "hem de küvette!!" Ayaklarındaki deriler pörsüyene kadar yıkandı, oynadı.

Akşam Nazlılar uğradı, ilk kutlama pasta+kahve ... İkinci kutlama gecenin ilerleyen saatlerinde İlkerle şarap... Bu sabah evde temizlik var diye ananede kahvaltılı kutlama ve son olarak akşam şarap, peynir ve maç eşliğinde dostlarla kutlama. Bir sonraki tetkiklere kadar biz uzun uzun kutlama yaparız daha!

Hastane epey şey kazandırdı bize...

Öncelikle Arca'ya...
Nöronları elimize aldık. Her ne kadar çizgi filmlerin hemşireler tarafından antibiyotikle birlikte verildiğini anlatmaya kassak da bilgisayar dvd ilişkisini çözdü. Tek sevindirici şey döndüğümüzden beri çizgi film sormuyor. Özge geçende "çıkın da pazıl mazıl nöronları yeniden bağlarız" diyordu. Olmadı dayayacağız puzılı, bağlasın nöronları.

Benden iyi bir iphone kullanıcısı kendisi. Bir Kar masalındaki her türlü hokkabazlığı biliyor. O araba oynuyormuş yav! Hatta kayboluyormuş. Sonra ağaca minik parmakla pıtlatınca karlar düşüyormuş. Sahi özgüranne sen biliyor muydun? Şaka bir yana Esra Özlem, OIP, Özgürüm ayrı bir teşekkür ediyorum bugünlerde...

Oyun kuruyor şerefsizim. Cars DVDsi manyağı oldu ya, hemen hemen bütün karakterler var. Sadece Flo, Kırmızı ve Sheriff'in küçük versiyonları Türkiye sınırlarında kalmamış, kasıp yurtdışından getirteceğiz. Neyse filmdeki tüm sahneleri oyuncak arabaları ile canlandırıyor. Replikleri ezberlemiş zaten.

Ciddi ciddi konuşuyor. Hani hastane mi dilini çözdü bilmiyorum. Fiziksel aktivitelere sınır gelince diline vurdu sanırsam:)

Sosyalleşti, başka servislerde kendine arkadaş yapıyor. Bizim servis solunum olduğu için bulaşıcılık çok, genelde başka koridorlara kaçıyorduk.

Ben de kendimi şahane geliştirdim, tevazu gösteremeyeceğim.
Nemrut hemşirelerle nasıl kanka olunur?
Doçentin odası nasıl dikizlenir?
Stajyer doktorların ağzından nasıl laf alınır?
hepsi ve daha fazlası...

16 metrekarelik bir oda bir tuvaletten oluşan ikametimizde evdekinden daha donanımlıydık. Elektrikli ocağımız bile vardı. Akşamları annemin gönderdiği nefis mamalarla ziyafet sofraları kuruyorduk. Filtre kahve makinesini getirsek mi diye düşünürken b.kunu çıkarmadan french pressle idare etme kararı aldık.

Iphone'u Arca benden iyi kullanabiliyor görünüyor ama ben de geliştirdim kendimi. Tıbbi teknik terimlerinden hiç anlamadığım ve visitler sırasında anneden başkasına odada izin verilmediği için tüm konuşmaları kaydediyordum, sonra da İlker dinliyordu. Bizi hastaneden bir an önce çıkarmaları gerekirdi hala neden bu kadar uzun kaldığımızı anlamıyorum:)

Sağlık sektöründe çalışmayı seçmemiş olmam çok isabetli olmuş. Her hafta birkaç leşim olurdu! Bu süreçte Arca'yı birkaç kere düşürdüm, kafasını çarptı, morluk var, kalçamla masa arasına kafası sıkıştı, bir de ayağı incindi. Hastanedeyiz diye çok takmıyordum, en kötü başka bir serviste tedaviye devam ederiz diyordum ama artık evdeyiz, bebemin sağlığına azami dikkat göstermeliyim.

Geyiği bir tarafa bırakırsak,
ARCA BÜYÜDÜ!
Eve geldik, Nille telefondayım, Arca koşup duruyor, ayaklarındaki çorap kayan cinsindenmiş, kaçınılmaz bir şekilde kaydı ve kaşını yere çarptı. Moraracak, şişecek adım gibi eminim. Buz koydururken her zaman arıza çıkarır, orantısız güç kullanarak koyarım buzu. Bu defa çok azıcık bir konuşmaya ikna oldu ve kıpırdamadan buz koymama izin verdi, üstüne lasonil bile sürdürdü.

Hastane maceramız şimdilik bir ay mola aldı. Umarız yeni bir enfeksiyon oluşmaz ve hızlıca sonuca ulaşırız.

18 Mart 2011 Cuma

evdeyiz

o en korkunc gunumde gonderdiginiz mesajlariniz ilac gibiydi cok direnc verdi kurtlar vadisi konseyi taburcu etti bizi
hayir iyilesmedi arca kist orada duruyor son iki yildir oldugu gibi sadece enfeksiyon tedavisi evden agiz yokuyla bir hafta daha devam edecek bir ay sonra tetkiler ve ameliyata karar verilecek
daha uzun uzun yazarim telefondan pek zo oldu
cok ama cok tesekkurler

17 Mart 2011 Perşembe

hönkürmek istiyorum var mı ötesi

Ben bunca yıldır çalışıyorum, müşterilerime 2+2 için bile kesin bişey söylemem. kıçı kırık psikolojilerini hazırlarım en kötüsüne ki önlemlerini de alsınlar.

Evet sonuç odaklıyım evet mühendislik eğitimi almış olmanın verdiği bir çözüme odaklanma problem çözme ve sürecin net aşamalarına ihtiyacım var. Var ki kendimi hazırlayayım. Plan yapayım. Ben plan yaparken kaderin bana gülmesi münasip bi tarafımda değil. Canı sağolsun ben B, C , D ..... Z planları bile yaparım.

Geçen haftadan beri kan sonuçlarının iyi çıkması ile ciddi anlamda ilacın süresinin bugün dolacağına odaklandık. Daha konsey var,kurtlar vadisi toplanmadan çişe bile gidilmiyor, anlıyorum bizim durum sakat tehlikeli, hepsine tamam. Yani daha buralarda olacağımıza eminiz. Bize şu gün bugün çıkarsınız diye fal bakan doçentinden asistanına alayına he he deyip geçtik. Lakin damardan alınan ilacın süresi bugün dolacaktı. Kan değerleri de çok iyi çıkmıştı. Bir hafta daha antibiyotik tedavisine karar verildi. Bu kararı gözümüz gibi baktığımız son damar yolumuz ilacı alırken tıkandığında aldık. Bir ara avaz avaz bağırıyordum ve gün yüzü görmemiş küfürlerim değerli hocaların koridorlarında çınlıyordu.

Arca'nın bu cuma üçüncü haftası dolacak tedavisinde artık damarı kalmadı. Nereye girseler patlıyor. Ya da önceden girilmiş. Damar yolları 24 saat bile dayanmıyor. Tüm hastanedeki tecrübeli hemşireleri tanıyoruz, onlar da Arca'yı tanıyor. Arca bütün gün it gibi koridorlarda koşuyor, odaya kapatsak yatağın tepesine defalarca tırmanıp atlıyor. Elindeki damar yolları dayanmıyor.

Geçen ayaktan girmek istediler izin vermedim, koşamaz oynayamaz diye. Bugün ayağa bile razıydım. Gündüz vardiyasını eve göndermedim, nöbetçi tecrübesiz hemşirelerin eline kalmayalım diye... Ama 4 hemşire 8 defa deldi, yok. Akşama aktardılar. Frekansımız tutan Sahra hemşirenin nöbette olduğunu duyunca izin verdim. Akşam da defalarca uğraşıp bıraktılar, geç vakit Sahraya koştuk. Çok zor bir süreçten sonra ayaktan açıldı. Yarın akşamı görebileceğimizi sanmıyorum. Üstelik yarın bütün gün ayakkabı giymek yok. Bi de iki yaşında bir çocuk klinik olarak sağlıklı ise nasıl zapt edilir? bu soruya cevap yok.

Daha bir hafta (en az) ilaç verilecek. Peki damar yolu kesinlikle bulunamadığında ne olacak? buna da cevap yok.

Neyse .... can sıkıcı çok şey var. Yine üzerinden birkaç gün geçsin biz kendimizi rehabilite ederiz, biraz daha yerleşiriz. Zaten yakında ikameti buraya aldıracağız. Tek sorun artık Arca hakkında yorum yapan beyaz önlüklü görmek istemiyorum. Yorum yapacak, çıkışımızla ilgili tahminde bulunmak isteyen lokman hekim elinde taburcu kağıdı ile gelsin, lakin artık inanan yerlerim çalışmıyor.

Tekrar ediyorum sık sık yüksek sesle söylüyorum: Arcanın kisti çok büyük, gidersek tekrar enfeksiyon kapabilir ve şimdiye kadarki tedavi çöpe gider....

....

Ve... sık sık.... Allah sonunu benzetmesin,hep Nehirin annesi ile empati kuruyorum. Hep şükretmeye yöneltiyorum kendimi. Geçecek...

15 Mart 2011 Salı

Fotoğraflarla hastane

Paylaştıkça rahatlıyor muyum ne? Bir de pozitif enerji, secret, olumlu düşünme, dua etme, inanma ... ne dersen de ... işe yarıyor sanki!

Çok zor bir haftasonuydu. Özellikle hala bir yol haritasının belirlenmediğini öğrendiğim ve tedavisi tamamlanmamış çocuğumu alıp götürmek istemekle itham edildiğim profesörler visitinin ardından motivasyonum feci düşmüştü. Üstüne damar yolu açmalar sıklaştı, hemen her güne indi periyotlar.

Çünkü artık Arca'da damar kalmadı.

Çünkü Arca'yı artık tutmak mümkün değil. Yerinde durmadığı için damar yolları patır kütür tıkanıyor, hadi yenisi!

Çünkü Arca'nın sağ üst akciğer lopunda kocaman bir kist var ama Arca klinik olarak hiç hasta gibi değil. Koşuyor, oynuyor, hemşire odasına girmeye çalışırken elleriyle kapı eşiğine bir yapışışı var üç kişi zor kurtarıyor minik parmakları. Oda kapısı çaldığında "kim geldi?" diye soruyor, hemşire üniformasının rengini gördüğü an yatağın kaçabileceği en ücra köşesine siniyor.

"Eve gidelim"lerin artık sabah saatlerinde başladığı son günlerde Arca'yı oyalamanın onbeşmilyon yüz yolunu keşfettik. Bu yolculukta dostlarımızın öyle çok desteği oldu ki...

Arca'nın 2. doğum gününden bir gün sonra hastaneye yattığımız için Şimşek Mcqueen temalı doğum günü partimizin temalı süsleri bile gelmişken parti yapamamıştık. Hediyeler hastaneye geldi.

Muhteşem kadınlar ... Hülya, Nil, Hayat, Hilal, Özge, Tuğçe, Başak, Yasemin, Esra Özlem, Elif ve Elfana...

Swing car hayat kurtardı. Gıcık olduğum profesörlerin odalarını tespit ettim, arabayı onların koridorlarında azami ses çıkaracak şekilde oynatıyorum. Son günler Arca'yı organize etmeyi planlıyorum, kapılarına vurup kaçacağız. (evet olgun bir anne profili)



O yukarıda saydığım kadınlar var ya, Arca'ya bir de kitap hediye çeki hediye etmişlerdi, taa ne zaman. Hep aklımda olan şahane kitapları bir heves sipariş etmiştim, bir de hediye paketi yaptırmıştım, Arca çok sever. Ama adreste sorun olmuş, iki haftadan fazla oldu gelmek bilmedi. Neyse bir şekilde hallettik. Hatta iyi oldu, tam Arca çizgi filmlere sarmış ve mevcut kitaplara ilgisini yitirmişken nefes oldu.

Sakar Cadı Vini - bayıldı!
Pembe ayıcığın düşü - sevdi!
Yataktan düşen ayıcık - Julia Donaldson asla şaşmaz!
Eve Dönelim Küçük Ayı (ben replikleri tamamen değiştiriyorum...
"geri dönelim küçük ayı" diyorum mesela...
son sayfadaki "birlikte eve dönmüşler" "birlikte uyumuşlar" diye bitiyor masal...
Sipariş verirken "eve gidelim"li hastane günlerini hesapta yoktu doğal olarak:) )
Neyse ki ne yazık ki (milo delisi bir oğlum var artık)
Limon ağacının şarkısı (allahım sen nasıl bir kitapsın, benim en sevdiğim bu, sürekli bunu okumak istiyorum. Arca tüm kitabı sonuna kadar dinliyor, en sonunda "paylaşmak" ile ilgili kısımda paylaşmamışlar diye tutturuyor. Evet paylaşmayı sevmiyoruz)
Sihirli mısır tanesi (çok ama çok sevdik, ingilizce okumuyoruz)
Denizin altını merak eden vapur (hmm yok ısınamadım pek)
Tostoramanın Yavrusu

Ayrıca Forum öğle kaçışlarımızdan birinde;
Kültürlü Kurt
Minik Balık okyanus macerası
Tübitak yayınları "hastanede" de eklendi yeni kitaplara.
Daha önce diş hekiminde ve doktorda kitaplarını almıştım. Bunları sevmesine rağmen hastanedeyi almak hiç içime sinmemişti, hastaneyi çocuğa yakıştıramamıştım. Kader işte... Hoş hala yakıştıramıyorum ya!



Bunlar doğum günü hediyeleriydi. Yine o yukarıda saydığım muhteşem kadınlar, uğraşmış didinmiş piyasada Şimşek Mcqueenli ne kadar ürün varsa hepsini bulup göndermişler geçen hafta. Pijama, nevresim, çorap, t-shirt, kitaplar, çıkartmalar, çanta... O çantaya her gün Mcqueen ve arkadaşları dolduruluyor, hergün boşaltılıyor, çok seviyor çok.



Kuzu Ela'nın el emeği göz nuru... geçen postta fotoğrafını ekleyememiştim.



İnsanın sinema sektöründe çalışan arkadaşı olunca daha Türkiye'ye gelmemiş Cars 2 afişleri oluyor haliyle:) Bir sinema manyağı olan İlker daha fazla sevindi:)Kimse kusura bakmasın bizim de anababa olarak morale ihtiyacımız var :)



Nil bu hafta sonu tekrar uğradı. Berk'in seçtiği bir süt kamyonu ve Elmo CD'leri ile geldi. Elmo'yu sever mi bilmedik önce. Ama pazar günü damar yolu açmaya tırsan bir hemşirenin üç saat boyunca ısrarla gitmekte zorlanan ilaçta direnmesi sebebi ile sıra Elmoya geldi ve Arca kahkahalardan yarıldı. Özellike Bay Saftirik'e hasta oldu. Keşke kahkahalarını videoya çekebilseydim.



Bugün son olarak inanılmaz bir sürpriz yaşadık. Blogtan tanıştığımız Alev (Yiğitin annesi) Yiğitle beraber bir paket hazırlamışlar, çok özel bir not yazmışlar. Arca Pırtık adını koydu bebeğe ve hazır damar yolu da açılmışken Pırtık'ın hemencecik ilacını veriverdi:) Çok duygulandım, çok sevindim.





Arca'nın akşam ilacı damardan çok zor gitti, muhtemelen dün akşamki damar tıkandı yine. Gece üçte bir doz daha var. Uyanık ve ayık kalmak istedim, çünkü acayip tırsmama rağmen damar yolu açılması gerekebilir. En korktuğum 3 seansında! Hem uyanık kalmak hem de biraz kafa dağıtmak için önce işten gelen mailleri cevapladım, sonra bu yazı iyi geldi, birazdan Ezel'i izlerim.

Akşamki ilaç seansında yukarıda bahsettiğim bütün kitapları okuduk Arca ile, sonra birlikte uyuyakalmışız. Babane çekmiş bizi...



Klinik bulgularda son bilgiler:
Arca'nın kan değerlerinde iyileşme var, dolayısı ile tedaviye cevap verdi. Ancak kistin çapı aynı 4 cm devam. Kistle ilgili sevindirici tek şey çeper kalınlığının küçülmesi.

Bu bilgiler profesörlerin cuma günü bizi ziyaretinden önce geldi ve bizi umutlandırdı.

Ancak profesör vizitinde tedaviye cevabın sınırlarda olduğu söylendi, 5 gün daha devam edilmesine karar verildi. Üstelik bir sonraki aşama için kendileri karar veremiyor. Konsey kararı lazım. Bu da perşembe günü yani daha uzun süre buradayız. Kendimizi ameliyat kararına hazırlıyoruz. Kist orada kaldıkça büyüyecek ve sık sık enfekte olacak, genel görüş bu yönde. Bakalım, bekliyoruz.

Bu arada tıbbın neferlerini tacizlerimiz hiç bitmiyor. İlker sürekli sorumlu doçentin peşinde, nefes aldırmıyor. İl sağlık müdürüne kadar arattırdı. Ben de naçizane kendimce tacizlerde bulunuyorum, misal bugün öğle yemeğinde yalnız gittim cafe'ye (meşhur öğle uykusu kaçamağı), doçentin masasının karşısına oturdum, güya elimdeki sinema dergisi okuyorum, hikaye, resmen kadını taciz ettim bakışlarımla... kendime çocuğunun hastanede durmasından son derece bunalmış anne süsü verdim. Hani hızlıca karar verirler mi acaba diye. Tedavinin 5 gün daha sürmesine karar verilmesinin akabinde Arca visite gelenlerin ayak üstü sohbetlerine daldı, bacaklarının arasında dolaştı profesör teyzelerin:) o da kendince "hasta değilim ben, salın beni!!" demeye çalıştı. Yani günün çorbası ailesi tüm fertleriyle buradan bir an önce çıkmanın hesaplarını yapıyor. Haa unutmadan bizim odanın önünde teras gibi bir şey var. Bugün Ümit teyzesi ile dışarı bakarken Arca "pencereyi açalım, dışarı çıkalım" diyordu. Firar planları bugün yarın devreye girer.

10 Mart 2011 Perşembe

Hastanede bir gün, hastanede hergün

Hastane günleri devam...

Özel olarak tanıdıklarım haricinde - onlarla sık sık haberleşiyoruz - sessiz takip edenler, dua edenler... nasıl mutlu oldum anlatamam.

Öncelikle kesin teşhisin hala konamadığını belirteyim. Yarın ciddi sonuçlar alınacağını umuyorum.

Hayat dışarıda akıp giderken, biz de burada düzen kurduk gibi.

Önceleri kabullenemedik, kızdık, çemkirdik, isyan ettik... Ama Arca için burası şimdilik en iyisi başka yolu yok. Bu diyardan gidemeyeceğimize göre bu deveyi güdeceğiz.

Kısacası Arca'nın akciğerinde 4 cm'lik kocaman bir kist var. Ve bu kistin sebebi bilinmiyor. Daha doğrusu kesin bilinmiyor, araştırılıyor. Hem burada hem de özel doktorlar arasında bizim vakamızın çok ilginç olduğu tartışılıyor. Özeldeki doktorlar, vakanın sonucunu da bildirin merak ediyoruz demişler Arca'nın özel doktoruna.

Hastanede hergün bir aslında...

Sabah 9 ilaç saati... Aynı zamanda çizgi film saati.

Sonra koridorlarda geziyoruz, swing car almış dostlar bize, ben de biniyorum. Alet kırılacak yakındır.

Odayı temizleyip avalandırma, iyice yorulduktan sonra öğlen uykusu.

İlker her öğlen mutlaka benim için geliyor. Ümit abla odada Arca'nın uyanmasını beklerken biz İlkerle hava almaya çıkıyoruz. Muhteşem 1,5 saat. Yarı kapalı ceza evinin günlük hava alma saati.

Üçte tekrar ilaç saati.

Sonra yine koridorlarda kudurmaca.

Akşam saatleri artık Arca dellenmeye başlıyor. Sıkıntıdan patlıyor.

Kitap? Zinhar okutmuyor. Resim, hamur gibi aktiviteler nanay... Çizgi filmin sadece hastanede gösterildiğini o kadar iyi işlemişiz ki vaktini başka şeylerle harcamak istemiyor, nasıl olsa eve dönünce çizgi film yok!

Akşam 9'daki uzun ilaç saatinde genelde uyuyakalıyor.

Ofisi buraya kurdum. Geceleri Arca uyuduktan sonra kahvemi alıp çalışıyorum. Geçende birtoplantıya tuvalette katılmak zorunda kaldım. Konferans görüşmeye sifon sesi karıştı. Zira Arca beni kesinlikle bırakmıyor.

Rutini bozanlar...

Gün aşırı bazen her gün tıkanan damar yolunun açılması (ilk günler Arca'nın damarlarını 8-10 seferde bulamayan hemşireler ve her defasında fenalık geçiren anne kişisi için artık bu prosedür sıradanlaştı. Hatta kendime güveniyorum, ben bile damar yolu açarım.)

Ziyaretçiler ve sürpriz hediyeler (tekrar teşekkürler Elfana, Elif, Nil, Hülya, Hilal, Özge, Tuğçe, Esra Özlem, Yasemin, Hayat, Başak)



Teşekkürler Alpi ve Elfanam!
Alpi, sen nasıl bir çocuksun, çocuk yüreğinle en sevdiğin oyuncağını paylaşıyorsun.
Fotoğrafını çekemediğim ama bayıldığım bir kart da Ela'dan geldi. Kendi gibi kuzu yapmış.



Akşam saatleri kuduruğu Arca'dan pozlar...


Görüldüğü gibi hiç bir klinik problemi yok! Koşuyor, oynuyor, zapt etmek mümkün değil. Önceden görmemiş doktorlar ziyarete geldiğinde "iyileşmişsin sen" diyorlar, halbuki Arca hiç hasta gibi değildi ki!

Neyse...

Sadece iyileşmek için, sonucu öğrenmek ve bir yol çizmek için dua ediyoruz. Hastanede olmak yeterince kötü bir de ne zaman çıkacağını bilememek daha da kötü.

6 Mart 2011 Pazar

durum

epeydir girmemistimsahi blogger kapanmamis miydi?

cok yorum gelmis herkese tesekkurler

ozel hastaneden ege universitesi hastanesine nakledildik

durumlar biraz karisik ilginc bir vakaymisiz

tam tehsisin konmasini bekliyoruz

tarifsiz uzuntu ve acilar cektik tetkikler vs

bol bol dua ediyoruz

kisaca bizimki "aynindan kaynimda da vardi" durumu degil

ve daha uzun sure buradayiz

27 Şubat 2011 Pazar

Hastane günleri

Ateş önceki hafta çarşamba günü başlamıştı, kontrol altına alınamayınca cuma doktora gitmiştik. Boğazdaki enfeksiyonu görünce, direkt antibiyotiğe başladı doktor. İlginçtir pazartesi bilemedin salı düzelmesini beklediğimiz Arca'nın ateşi düşmek bilmedi. Çarşamba günü ishal de devam edince bir gün izlemeye alalım dedik. Perşembe bizi yanılttı, tüm gün iyiydi. Akşamına ateş 39'a yaklaşınca sabah ilk iş doktoru aradım. Hemen getirin tam tarama yapalım dedi.

Öğleden sonra gittik, ciğerleri dinledi, iyi dedi ama yine de ciğer filmi istedi.

İşte herşey böyle başladı. Önce damardan bir tüp kan alındı, Arca sarsıldı. Sonra boğaz kültürü. Sonra röntgen, kollar bacaklar tutuldu, orantısız güç kullanarak yatırıldı. O bir tüp kandan sonra acımayacağına ikna edilemedi. Kaka tahlilinin icraatı müteakip acilen yapılmasına karar verildi.

Sonuçlar elimizde doktora gittik. Ciğerin dörtte biri enfeksiyon ile kaplanmış olarak görüldü. Hastanede yatak ayarlayalım dedi doktor. Zatürreye çevirmiş. Biz çöktük. Hızlı ve acil bir müdahale, damardan antibiyotik ve hastane bakımını şart koştu. Yırtamadık. Hazırlıksızız. Hem fiziksel hem ruhsal olarak duruma hakim değiliz, adapte olamıyoruz. Kendimiz alışamadık, Arca'yı hazırlamaya vakit yok.

Ege Sağlıka kayıt yaptırıyoruz ama bir rüyada gibiyiz. Yeterince badire atlatmışız zaten. Bir odaya çıkyoruz Arca ile ikimiz. Katiyen kalmak istemiyor sürekli "eve! eve!" Hemşireler geldi. Damar yolu açacaklar. İlker dayanamadı, bayılmaya ramak kala kendini dışarı attı. İki bacağım ile bacaklarını mengeneye aldım, çenemle başını ellerimle ellerini tutuyorum. Neyse ki ilk seferde damar bulundu, takıldı. Hadii bu defa da o zımbırtıyı çıkarmak ister.

Benim sinirlerim boşaldı, ben ağlarım Arca ağlar.

Kucağımda "bana bir masal anlat baba" şarkısı eşliğinde uyudu.

Akşam evde eşyalarımız taşındı, Arcanın oyuncakları kitapları, bilgisayarlar, DVD ler, bir bavul eşya...

Sabaha karşı serum hortumunun çıkarak yatağı tavuk boğazlanmışa çevirmesini saymazsak iyi bir geceydi. Uyuduk.

Gündüz daha uyumluydu Arca. Tabii ki "eve"ler, "çıkar bunu"lar devam etti. Ama ziyaretçileri vardı, herkes oyncak kitap getirmiş Arcaya acayip mutlu oldu, oyalandı.

Akşama doğru dans ediyordu, hemşirelere yeni figürlerini gösteriyordu.

Hastanedeki odamızdan birkaç manzara... Pazartesiye kadar buradayız.


Arca uyurken serumu yemekte.


Guffy ve Pluto'ya damar yolu açtık birlikte. Kollarında sargı bezi var, Arca gibi. Arca ateşlerini ölçüp damardan ilaç veriyor, tıpkı kendi gibi.


Test sonuçlarının üzerine park etmiş arabalar. Her yerdeler.


Bilgisayarda defalarca Cars izlendi. Ratatuy, Incredibles ve Ice Age ile tanıştı. İki yıldır özenle baktığımız nöronları birer bire öldürdük son 24 saat içinde!

Son birkaç cümle: Aslında son derece ciddi bir travma Arca için yaşadıkları. Tüm o tahlil ve tetkikler, sonra evinden ayrı kalmak, kolundaki zımbırtı herşey ama herşey aleyhine. Ama yine de mutlu yine de dans ediyor, gülüyor eğleniyor. Neden? Çünkü anne babası yanında, ihtiyaç duyduğu sevgi onunla. Bu kadarı bile çektiği acılara gülüp geçmesine yetiyor. Biz bu yaşımızda bunları yaşasak bu kadar güçlü olabilir miydik? Sanmıyorum. Ama olmalıyız, sevdiklerimiz yanımızda ise sızlanmamalı dört elle sarılmalıyız sahip olduklarımıza. İyileş çocuğum, iyileş ki yine kahkahalarla gülelim eğlenelim.

Biraz daha serum alsın diye aytakta kalmaya çalışıyorum, yazmak iyi geldi, şimdi yanına kıvrılıp kokusuyla uyuyacağım.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Olay nedir?

Arca'nın ateş başına vurmuş olacak, birbirinin üzerine çıkarmadığı, iç içe sokmadığı araba kalmadı evde!


hmm bunu anlayabiliyorum, sonuçta Mac Mcqueen'i taşıyor.


Çöp kamyonunun içine sokmaya çalıştığı minibüse yazık değil mi? Hem niye ki?


iki vosvos minibüsü kaynaştırma çalışması sanırsam, anne ile bebeği imiş onlar. Sanırım doğum sahnesini canlandırıyor.


Araba münasebetlerinde son nokta!!

Oğlum sen de normal çocuklar gibi arabaları yarıştırsana!!

Fabrika Ayarları

Şimşekler çakarken ve yağmur deli gibi mutfak penceresine vururken biz Arca’yı uyutup önceki günden kaçırdığımız Ezel’i izliyorduk. Taze çekilmiş kahveye Ümit abla yapımı browni eşlik ediyordu. Bir yandan hafta sonu için planladığımız doğum günü partisi için siparişler veriyor, bir yandan aile büyüklerine son bir yılın Arca fotoğraflarını ayırıyordum.

Bu kısa mutluluk Arca’ya yeni musallat olan öksürük ile defalarca bozuldu. Gece Arca’nın yatağında noktalandı. Öğlen rapor edilen ateşin ardından sabaha karşı yine ateş düşürücüye 10 kala 39 dereceyi görünce sabah ola hayrola, acilen doktor arana!

Sabah korkunçtu. Ümit abla geç geldi, Arca benim boynumu bırakmadı. Bu sahne yine beni gerdi, benim gerginliğim Arca’ya geçti. Arca öfkeden kendinden geçti. Bir şekilde arabaya attım kendimi. Şiddetli yağmurun altında avaz avaz “Mor yazma” şarkısına eşlik eden mor hırkalı kadın şoför bendim. Dokuz civarı çevre yolunu kullanan talihsizler güne benimle başladı.

Nil’e içimi döktüm, “evden kaçtığım için rahatladım” diye. Hiç sevimli profil çizen blogger anaya yakışıyor mu bu haller? Ve ne acıdır ki Arca’yı o huysuzluk halinde evde bıraktığım için vicdanım sızlamıyor. Tanıyın beni bu benim gerçek yüzüm! Tamam totomu gezdirmeye çıkmadım, işe gittim sonuçta ama daralan göğsüme bir fincan çay eşliğinde çalışmak iyi geldi. Hiç “vah evladım” şeklinde duygu sömürüsü yapacak değilim.

Arca’nın hiçbir suçu olmamasına rağmen içinde bulunduğumuz bu durumdan son derece şikayetçiyim ve yazık ki bu durumu ne düzeltebiliyorum ne de Arca’ya çemkirip suçlu ilan edip deşarj olabiliyorum.

Doktorla konuştum.

Ateşin devam etmesinden acayip rahatsız oldu, ishalin olmasını ateşe sebebiyet verdiğini düşünerek “olumlu” karşıladı. Karın ağrılarının devam ettiğini de öğrenince, son aylarda karşılaşılan “keçi gribi”nin belirtilerinin tamamını gösterdiğini söyledi. Şahane! Evde bir keçi eksikti, tam oldu!

Yarına kadar ateş kontrol, yarın gerekirse doktor kontrol!

Ve… doğum günü partisi iptal… Tuna, Ela, Demir, Berk, Ege, Nilda, Cansu, Ekin’den “keçi gribi olduk” lafını duymak istemiyorsak partiyi rafa kaldıracağız. Doktor tavsiyesi. Hatta aile arasında yapılacak kutlama da iptal, malum Duru var, okulu var. Eh artık öküz gribine yakalanmazsak parti haftaya yapılacak.

Sözlerime ünlü bir vecize ile son verirken Arca'nın tez zamanda fabrika ayarlarına geri dönmesi için dua ediyor, sizleri Arca’nın melül bakışlı hasta pozu ile baş başa bırakıyorum:

Çocuğun hasta olduğuna değil huyunun değiştiğine yanarım.

20 Şubat 2011 Pazar

Nöbetçi blogger



Bu fincan birilerinden ev hediyesi olarak gelmişti seneler önce. Kapak ne ola ki? diye soramamıştım, cahillik etmeyeyim dedim herhalde? Hiç kullanmamıştım ama atmamışım da. Atarım ben normalde, bir gün bir yerde ihtiyaç duyulur diye saklama adetim yoktur. Bu geceki nöbetin yoldaşı beyaz çay ve bu porselen kupa. Demleniyor içerde, o kapak işte bunun içinmiş. Tea&pot sağolsun çay kültürümüz arttı:)

Calpol versem mi, Ibufen'e bir buçuk saat kaldı, az sabretsem mi? Aslında bu soru kafamda dönüp duruyor şu an. Sekiz saatte bir ibufen veriyoruz ve araya Calpol sıkıştırmıyoruz son 24 saattir ancak bu akşam ilaç saatine çok az kala ateş 39'un üzerine çıkınca gece dönüşümlü tarifeye karar kılmıştık. Ama ben Arca ile uyuyakalmışım, şimdi uyandım.

Tabir-i caizse bu aralar kendimi b.k gibi hissediyorum. Günlerdir aynı ev kıyafeti üzerimde, bu şekilde uyuyup uyanıyorum, kafam kaşınıyor, artık toka takmıyorum, havasızlıktan daha beter kaşınıyor çünkü, zaten pislikten peruk gibi önüme hiç düşmüyor, arada kaşıyıp havalandırıyorum dipleri. Ne? bakmayın öyle, itiraflarda yazmıştım, tekrar ettirmeyin, bahane buldum mu yıkanmam ben, pisim!

Önce Arca, sonra tam kuyruğu doğrulttu derken ben, sonra tekrar Arca... Döngü hiç bitmeyecek gibi. Hastalık mısın? Vur geç kardeşim! Uzun soluklu dizi gibi, yaprak dökümü halt etmiş! Bu senenin gribi bana sinüzit, Arca'ya bünyenin zayıf düşmesini müteakip boğaz enfeksiyonu armağan etti, eksik olmasın.

Çocuğunun hasta olması çok fena, sosyal damarlarımız tıkandı, kıpırdayamıyoruz. Dün karşı komşumuz elinde 3 aylık bebeği ile bize gelmek istedi, kapıdan çevirdik. Enfeksiyon bu! Bu akşam haftalardır görmediğimiz arkadaşlarımıza yemeğe gidecektik, Poyraz var, el kadar bebek. Bugün uzun zamandır beklediğimiz Nilda'nın doğumgününe gidemedik. Çocukları telef etmeyelim. Çok fena oldu. Bir otelde yapmışlar organizasyonu, dışarda 2 yaş doğumgünü partisi nasıl olur gözlem yapacaktım. Arca'nın aşkı kabardı, kapılardan bağırıyor "Cansuuuuu" diye, namümkün! Nurturia'ya bile girmek istemiyorum, sanki oradaki bebelere biraz fazla bakarsam benimkinin enfeksiyonunu bulaştıracağım.

Her bebek gibi Arca da hasta olduğunda anneye yapışma moduna giriyor. Gözü benden başka bir şey görmüyor, zaten bu yüzden ateşin çıktığı ilk gün ofise gidemedim. Cuma günü öğleye kadar sabredemeyeceğimi bile bile gittim. Nitekim öğlen Ümit ablanın sesi resmen gel diye yalvarıyordu. Zaten ateş 39'a çıkmış. Doktordan dönüşte İlker kuru temizlemeciye gidecekti, terziye bel ölçüsü vereceğim bahanesiyle hemen yamandım. Bütün haftasonumun akibetini biliyorum, her nefes sonrası için güç olacak bana. Annem geliyor, İlkerin annesi geliyor, İlker her daim etrafta ama yok Arca hasta ise illa ki anne! Haklı! Neyse terzi dükkanı kapatmış, hava da güzel, Betonyola çıktık. Meşhur turşucudan turşu, çerezciden lokum, Arca'ya kurabiye... el ele gezdik İlkerle. Bu bilinçli uzaklaşmanın vicdanımı hiç rahatsız etmediğini düşünüyordum, ama dönüşte İlker'in Arca'ya oyuncak alma talebine hayır demediğime göre (bir yerden eve oyuncakla dönmemeye çalışıyorum) vicdan yapmışım demek ki:)

Uyur kalırım diye günlerdir kitap okumuyorum. Arada Arca kendi kendine oynarsa, o da iki satır. Televizyona da pek bakmıyorum, bunlar hep uyku tuzağı. Filtre kahve makinesi aldık, Tschibo'dan da taze çekilmiş kahve. Tiryaki oldum içmeyince başım ağrır oldu. Bilgisayardaki fotoğrafları düzenliyorum, katiyen uyku getirmeyen bir aktivite. Önümüz doğum günü, düzenli aralıklarla aile büyüklerinin fırça kaymasından dolayı doğum günü gelmeden geçen yılın Arca fotoğraflarından bir albüm neyim yapalım seneye kadar konuşamasınlar istiyorum. Evet çok gıcığım.

Calpol'e gerek kalmadan ibufen vakti geldi. Yatmadan önce önümüzdeki şikayet konularını da yazayım:
1. Arca benimle uyumaya alıştı, kendi başına yatmak istemiyor.
2. İshal oldu (şimdi bile şikayet edebilirim bu konuda)
3. Huy değiştirdi, her halta ağlar oldu.
4. El bileklerim Arca'yı taşımaktan ağrıyor, doktora gideceğim.
.
.
.
.

Arca hastayken en çok annesiz çocuklar aklıma düşüyor. Kime sarılıyorlardır, kime nazları geçiyordur? Neyse gözlerim yine dolmadan kaçayım, zaten boğazım yine düğüm düğüm.

Sağlıkla kalın, hoşça kalın!

16 Şubat 2011 Çarşamba

Çocuk Eğitim kitaplığının Şanlı İmparatorluk tarihi

Kuruluş Dönemi (Arca'dan sonra - A.S. 0 – 12. Aylar arası)

Acemilik, ne yapacağını bilmezlik. Birinin üzerinde baskı kurmasına, siyah-beyazlara ihtiyacı var annenin. Biri ona “bu işin doğrusu budur!” demeli! İdi o dönem. Sağ olsunlar diyenler oldu, Tracy, SPK, kodum mu oturturum üsluplarıyla anneyi ziyadesiyle hizaya soktular.

Yükselme devri (A.S. 12 – 17. Aylar arası)

Arca ilk yaşını doldurdu. Buraya kadar her şey güzeldi, hoştu. Ama bitti. Yediydi, içtiydi, mıçtıydı, öyle böyle bu yaşa bir şekilde gelecekti, geldi. Şimdi sıra artık bir birey olan Arca’nın yetiştirilmesine gelmişti.
Nasıl söz dinleyen işbirliği yapan bir çocuk olur gibi sorulara cevap aranmaya başlandı.
Vakit dar, kaynak çoktu. Çokça okunmalı, iki yaş sendromuna tam donanımlı girilmeliydi. Zira ebeveynlik konusunda kendine güven bir türlü oluşmamış, hala bir yol haritasına ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu dönemde krizsavar kitaplar, hap gibi çözümler, kutu içine alınmış formüller imdada yetişti. Kitaplar okundu, notlar çıkarıldı, sağda solda anlatıldı ki pekişsin, Arca üzerinde uygulamalar yapıldı. Kotarınca döt kalktı, “ben bu işi biliyorum”lar arttı. Annenin havasından geçilmedi. Kitaplık da yükselişe geçmişti.

Çocuğunuzla İş birliği yapma
Kahraman çocuklar yetiştirme
Sesimi duyuyor musun?
Mahallenin en mutlu yumurcağı
SOS

Yöntemler, yol gösterenler…

Biri gidiyor, biri geliyor, ara sıra eskiye dönüp altı çizilenler tekrar okunuyordu. İlkere anlatılıyordu.

Dahası önüne gelene anlatılıyordu. Zaferler kazanıldıkça çok biliyorum halleri…

Kitap tavsiyeleri… Bu alemin kralı benimler!

Muhteşem Süleyman, Muhteşem yüzyıl…

Duraklama, Gerileme, Dağılma Devri (A.S. 18. – 20. Aylar)

Ufaktan hap yöntemler geri tepmeye başladı. Arca birkaç sefer ayar verince hop gerileme!

Üst üste yenilgiler imparatorluğu sarsmaya başladı. Kitaplığın imparatorluğunda sesler yükselmeye, isyanlar çıkmaya başladı. “Nerede hata yapıyorum? Bu iş amacını aşmaya başladı!” sesleri yükselmeye başladı, gerileme dönemine girildi.

Araya Tanzimat devri, Meşrutiyet, Nizam-ı Cedid gibi dötü kurtarmaya yönelik çalışmalar yapıldıysa da nafile.

Bozum olma konusunda yenen goller kazanılan savaşlara sayıca üstünlük sağladı. Sorgu sualler bitmedi. Öyle ya her şey kitabına göre yapılmıştı? Hata kimdeydi?

Kitaplığın imparatorluğu dağıldı!

Cumhuriyet !!! (A.S. 23. Ay - ………)

Savaşlardan yenik düşen anne, edebiyatın sarmalayıcı sevgisinde şefkati aradı. Araya giren Murakami, Marc Levy gibi centilmenler ruhunu beslerken, fotoğraf gibi yeni ilgi alanları kafasını boşaltmasını sağladı.

Dingin bir dönem…

Yepyeni bir bakış açısı, yeni filizlenen bu süreçte şenlik ateşleriyle kutsandı.

Anne ihtiyacı olanı bulmuştu! Çocuğundan yana bakmak, onu anlamak siyahlarla beyazlarla değil grilerle… hayır hayır renklerle bezenmeliydi onların dünyası! Kırmızılar kardeş, morlar sarılar yoldaş olmalıydı.

"İki yaşındaki çocuğunuz büyürken"i tekrar aldı eline, sonra “üzülme geç kalmış değilsin” diye sırtını sıvazlayan "koruyucu psikoloji"de teselli buldu bünye.

Derken tüm o hap yöntemlerin arasında güme gitmiş OSHO’yu tekrardan keşfetti anne.

"Anneler ve Oğulları için bir fincan huzur"daki sımsıcak öykülerde aradı huzuru.

Hayır tek doğru yoktu. Hap yöntemler hapı yutturabilirdi adama. Hep ben bilirim demek sadece kitaplara dayalı bir söylem olmamalıydı, anne içgüdüsü ile doğruyu kendisi bulabilmeliydi.

Ve son olarak işten arakladığı zamanda, kitapçıda gezerken rastladı ona: "Çocuğunuzla Birlikte Büyümek!" , Naomi Aldort

Tam da ihtiyacı olan bu değil miydi? Arca ile birlikte büyümek ve kendini eğitmek?

Kahve molalarını paylaştı ve keyifle okudu. Zaten bu annenin en iyi yaptığı şey de bu değil miydi?

Bakalım gelecek yüzyıl ne gösterecek? Çocuğuyla birlikte büyümeyi başarabilecek mi bu anne? Yoksa dış mihrakların ördüğü ağlara teslim mi olacak? Çocuğuyla ilişkisinde doğruyu demokrasiyi sağduyuyu bulabilecek mi?

Not: Şaka bir yana cidden güzel bir kitap. Ben çok beğendim, tavsiye ederim. Benim gibi didaktik üsluplardan, siyahla beyazdan, tek doğru budurlardan sıkıldıysanız ama kitaplardan da uzak kalamıyorsanız, keyifli okumalar dilerim.

15 Şubat 2011 Salı

Musikişinas bebe anasının billur sesini keşfediyor

Ego tatmini mi ihtiyaç duyulan? Hemen bir bebek doğurmalarını tavsiye ederim. En etkili reçete!

Benim sesim korkunçtur, kulağım sıfır! Kendi sesime bile tahammül edemem. Benim tam tersim İlker ise şahane şarkı söyler, kulağı iyidir, sağlam bir müzik geçmişi vardır. Sanırsınız ki Arca babaya şarkı ninni söyletsin! Katiyen! O benim sesime hasta, o bendeki tarifi mümkün olmayan tınıya vurgun. Şarkı illa ki anne söyleyecek! Allahım ne mes-udum!!

Günlerden bir gün, Arca’nın yanında oturmuşum, uyusun diye kırk takla atıyorum, Arca gözlerini kapatmamakta ısrarlı. İyice sıyırmış olacağım ki musikimizin güzide eserlerinden “…kapat gözlerini, kimse görmesin, yalnız benim için bak yeşil yeşil…” şarkısını söylemeye başlıyorum, sırf geyiğinden, gülmeliyim ki Arca’ya girişmeyeyim. Şarkı feci tutuyor.O gün bugündür Arca ısrarla bu şarkıyı söyletiyor.

Ve böyle başlıyor billur sesimin keşfedilmesi... Hemen havaya giriyorum, kaçırır mıyım!

Çöpçü masalının arasında bir kuple seslendirdiğim “….. dün gece çok arağğğdımmm, aradım bulamadıımmm… “ Erkin Koray’ın ölümsüz eseri de repertuarımızın demirbaşlarındandır efenim.

“Dandini dandini dastana” şeklinde başlayan geleneksel ninnimiz programımızın sonlarına doğru istek alır, lakin akabinde Arca gözlerini uykuya teslim eder.

Popüler eserlerimizi de ihmal etmiyor, repertuarımıza dahil ediyoruz. “Vak the Rock” tercihen Arca’nın pek sevdiği oyuncağı Donald Amca’nın ritmik dansları eşliğinde seslendiriliyor, şaşırma ve ilgiyi dağıtma konulu çalışmalarımızın fon müziği ise “sen neymişsin be abi a a a a!”

Baş başa şahane vakit geçiriyoruz Arca ile. “Anne şarkı” diyor, istekte bulunuyor ben ise, gözlerim yaptığım işin ciddiyetine teslim olmuş, yarı açık vaziyette iken sanatımı icra ediyorum. Arca keyifli, bi daha diyor ben coşuyorum, kendimden geçiyorum. Sahne bulsam, ışıkları altında devleşeceğim.

Lakin odaya İlker giriyor, “yav bi sus, çocuğun kulağını bozacaksın” diyor. Beni şiddetle kıskandığını söyleyen, boşver devam et iç sesim, annelik vicdanına yenik düşüyor ve programımı sonlandırıyorum.

En kötüsü sokak ortasında ya da toplum içinde talep gelmesi. Böyle durumlarda, katiyen istifimi bozmuyorum, kulağına eğilip, son derece kısık buğulu bir ses ile sanatımı icra ediyorum. Cemi cümlemizin selameti için iyi ki “sesini aç!”demiyor.

İyi ki…

14 Şubat 2011 Pazartesi

Laf lafı açıyor

Şubat olmuş 14, benim yazıların bu ayki sayısı 12! Çok yazıyorum değil mi?

Birgün Hülya bana blogcuanneyi geçtin demişti, ne gülmüştüm. Sahi ne şahane yazar Elif, keyifle okunur. Bazen yazıları biriktirilip okunur. Benim son aylardaki bu yazıya sarmamın sebebi öyle “ilham kapıyı çaldı hadisesi”değil. Yazılara kaçıyorum, klavye ile ekran arasına sığınıyorum. Motivasyonsuzluğum baki, lakin enerjimi bir yere yönlendirmem gerek. Uzun lafın kısası; yazıyorum… Hem bu bloğun adının “günün çorbası” olmasının sebebi bu! Günlük yazılar, günlük çorbalar, aksi halde haftanın menüsü olurdu.

Bloğun adından bahsetmişken birkaç ay önce 150 TL’ye satın almak isteyen biri çıktı. Evet bu adresi satın almak istiyordu. İtiraf edeyim parasında değilim, tek derdim tüm yazıları başka bir yere taşıma zahmetiydi, kibarca teşekkür ettim.

Bir teşekkür de genel müdürüme. Telefonda travestiden hallice sesimi duyunca bir süre tanıyamadı, sonra da erken çıkmamı önerdi. Eve gidip dinlenmek için. Vücudumun dinleneceğine zerre kadar inansam bir dakika durmazdım, lakin Arca’nın peşimi bırakmayacağını biliyorum, oturup işlerimi bitirmeye karar verdim. Belli olmaz kafama eserse erken çıkıp kitapçılarda vakit öldürebilirim. Ne vakittir almaya karar veremediğim fotoğrafçılıkla ilgili birkaç kitabı incelerim belki, belli mi olur? Bazı kitaplar internetten alınmıyor, dokunmak lazım.

Sevgililer günü hediyesi gibi: ) Sevgililer günü deyince aklıma şahane bir anı geliyor. Yeni taşınmıştık İzmire. Arca’nın fikri bile düşmemiz aklımıza. Düşün düşün, özel bir şey mi yapsak derken ikimizin de canı kebap çekince Öz Urfa’ya gitmiştik. Hani değişiklik olsun diye de Narlıdere’dekini tercih etmiştik. Şahaneydi. Televizyonda maç vardı. Çoğunluk aileler gelmiş. Çocuklar koşturmaca oynuyor. Bir de piyanist şantör koymuşlar, ne eğlenmiştik. Çıkarken bir plastik kırmızı gonca gül ile kalp şeklinde bir balon tutuşturmuşlardı elime. Hem kebaba hem romantizme doymuştuk.

Romantizm deyince bizim balayı aklıma geldi. Elvanın babası o yıllar turizm bakanlığında genel müdür, hemen bize ucuz yollu bir balayı ayarladı sağ olsun. Düğünden sonra vakit yok, Çeşme’de birkaç gün geçirip doğru İstanbul’a gideceğiz. Sheraton o yıllar yeni açılmış, Arabayı kapıdaki çocuğa verdik, çocuk park etti, bavullarımızı getirdi. Biz resepsiyondayız. Diyoruz ki bizim adımıza bir oda ayırtılmış olmalı? Diyorlar yok. Israrlıyız, üstelik bakanlıktan ayarlanmış odamız, gerim gerim geriliyoruz. İş sarpa sarmaya başladı, Elvanın babasını aradık. “eski Turban değil mi orası?” evet burası, e tamam işte oradan ayırttım odanızı. İsim verir, Ahmet bey, otel müdürü, İlker’de hava force desen yanına yaklaşılmıyor, “çağırın Ahmet beyi görüşelim” diyoruz. Otel müdürü geliyor, telefonda Elvanın babası ile konuşuyor, Allahtan Ahmet beyi tanırmış, başka otelin müdürüymüş. Hehe bizim süngü düşüyor tabii. Meğer otelleri karıştırmışlar. Kös kös arabaya geri biniyoruz. Diğer otele gidiyoruz. Kapıdaki çocuk anahtarı istiyor, aman diyoruz dur bi emin olalım. Ahmet beyi soruyoruz çekine çekine, oh bu defa giriyoruz otele. Pek romantik başlamıştı balayımız. İstanbul’a gittiğimizde ağır soğuk algınlığı ile bir hafta yatmıştım. Belli ki Çeşmenin denizini Kasım ayında bizim romantizmimiz ısıtamamış.

Neyse geyiğin sohbetin lafın sonu yok, işler çok.