5 Kasım 2012 Pazartesi

Kemeraltı kazan biz kepçe

Termal atlet denen naneyi ablam ve Arca’dan çok olmasın çok ama çok terleyen Duru sayesinde öğrenmiştim. O vakitler Arca portakalda vitamin bile değil. Ablamlar İstanbul’a geldiklerinde M&S’dan almıştık. Sonra Duru büyüdü, M&S’ler açıldı İzmir’de…


İlker aslen tekstil mühendisi olduğu için (bakmayın buradan inşaatçı ve baterist gibi görünüyor ama diploma tekstilden) ona sormuştum, ne iş diye. Bir olayı yok aslında, dokuması filan farklı ve en güzel tarafı terletmemesi değil, terlediğinde çabucacık kuruması, vücut terli kalmıyor. Arca koşup oynayıp terleme yaşına geldi beridir M&S’i zengin etmekteydim. En son yaptığım alışverişten tatmin olmayınca alternatiflerin peşine düştüm.

Çocuğu kafalama sanatı

Ana baba olmak zor. Ama geri dönüş yok. "Ben buna bakamadım geldiği yere tıkalım", mümkün değil. Hmm tamam, topluma, kendine, dünyaya faydalı, mutlu insan yetiştirelim diyoruz da sorumluluk büyük, kimse inkar edemez. Lakin sorumluluğun ağır yükü altında ezilmemek lazım, kafayı yememek lazım. İşin eğlencesi olmasa Allah seni inandırsın çocuk yetiştirmek çekilecek b.k değil!


Kafalıyorum ben Arca’yı, bulduğum her fırsatta kafalıyorum ve acayip eğleniyorum!

Dört yaşındaki çocuğunu kafalamaktan keyif alan bir anne var burada, tanıyın beni, buyum ben! Neyse zaten benim ayaklarım da kokuyor, tek kusurum bu değil yani.

Ne diyordum?

Arca pek cin geçinir ama istisnasız her masala inanır.

Kafalama Vol.1

Öksürük şurubunun bir dozunun gecenin bir vakti verilmesi icap eder. Arca’yı uyandırmak namümkün. Dürterim uyanmaz, çişe götürürüm işer ama tınlamaz, gıdıklarım uyanmaz. Ulen var ya uyanmasın diye gözünün içine bakarsın gecede kırk kere kalkar, şurup içireceğiz ya bir yetmişlik dikmiş gibi sızmış.

An itibariyle...

Sabahın körü, bilgisayarı kapatacak, güne hazırlanacaktım, vazgeçtim. Arca dün itibariyle yine öksürük krizlerinde, "bir çocuğa bakamadık" sendromu vol. bilmemkaç:)) Ne ara üşüttü yine?

Aktivitesi bol hafta sonunda Jillian'ın ikinci seviyesine başlamak hataydı. Başladığı gibi bitsin istemezdim ama bacak içlerindeki kaslar aynı fikirde değil, "üç gün dinlen" diyor.

2 Kasım 2012 Cuma

Muhterem kocam bana ipad almıyor, başka çarem kalmadı!

Iphone’un atası tabir edilen emektarla yoluna devam konusunda bu kadar dirayet hiçbir Iphone kullanıcısında görülmemiştir. Apple bu mağara devri Iphone’u müzesine koymak üzere geri talep ettiğinde bana da bir madalya takacak, takmazsa iki elim iki yakasında!

Kaç kere bozuldu ben saymadım. Ama servisteki çocuk saymış olacak, son arızada ücret almamış, “bu da yengeye bizim ikramımız olsun” demiş. Eh devamlı müşteriyiz ne de olsa…

Söyledim ama İlker’e Iphone neyim istemiyorum, o Ipad’lerden alalım bana dedim. Taş gibi Nokia’m var benim “alo” derim tamam! Yok ben biliyorum onun hain planlarını, o elindeki 4 mü ne onu bana kakalayıp kendine en bir yenisinden almanın peşinde. Yer miyim len ben bu numaraları?

Uyku pelerini - uykuda üst açma sorunlarına mucize çözümler

Üstünü açmayan çocuk var mı? Varsa niye o benim çocuğum olmadı da bu Arca denen velede kaldım ben? Bu üst örttürmeme üst açma olayına acayip kılım. Üşüyorsun işte düdük ört şu üstünü! Ben bizzat yaz kış boğazıma kadar üzerini örten birisi olarak bu saçmalığa anlam veremiyorum.

Uyku tulumları iyiydi. Giydiriyorduk bebekken, üstüne de iki kat tamam! Derken pazarda satılan içi elyaflı kalın penye yelekleri keşfettim. Tamam dedim bebemin üst örttürmeme sorunsalına çözüm bulduk.

Yok olmadı, zira pijamaları belden rahat alıyorum, hop beli sıyrılıyor. Her Türk annesi gibi belin açılması olayına da ayrıca kılım. Soğuğu kapıyor tabii. Annem sağ olsun pazardan astronot uyku tulumlarından aldı ama Arca’ya giydirdiğim gün ecel terleri döktü yavrucak, malum bizim ev kışın bile susuz hamam! Eh her saat başı kalkıp da beli mi açıldı, yorganı mı attı diye uyanamam vallaha. Yok artık askere gidecek velet, ben hala gecede beş posta kalkacağım? Hiç kalkamam. (bıkmışım bu arada içimi döküverdim)

1 Kasım 2012 Perşembe

Donmuş limon mucizesi? - Alıntı

Konudan bağımsız limon dilimli yeşil çay sanatsal çalışması
Geçtiğimiz günlerde İzmirli anneler mail grubunda paylaşılan bir maili aynen yapıştırıyorum.
Zararı yoktur ne de olsa limon :)
Ben o günden beri her sabah ılık suyun içine limon rendeleyip içiyorum.
Hatta tatil süresince sabah yeşil çayının içine de rendeliyordum.
Salataya ve çorbaya da...

Neyse uzatmayayım, aşağıdaki alıntıda ilginç bilgiler var,
"just a yellow lemon tree..." :)

Nerede kalmıştık? - Mola yöntemi 2

Nerede kalmıştık?

Evet, ben bizim evdeki insan yavrusundan yaka silkmiştim. Havada uçuşan yemekler (ulen o ıspanakları sekiz su yıkadım ben, nankör!), anneye el kaldırmalar (bababababba), bağırmalar (kimden öğreniyor bilmiyorum ki:P halbuki ben ne mülayim kadınım:P), tutturmalar, zırlamalar, laf dinlememeler, söz kesmeler….


Disiplin şart olmuştu!

Kimse bana el kadar velet demesin, dalarım. Tepemize çıktı yeminlen! Babasını dinlerdi, şimdi onu da sallamıyor (ya da uyuyakalıyor:P) Şimdi kıçını döner gider, yarın odasının kapısını çarpar gider, daha büyüdü mü evin kapısını çarpar gider. Erkek çocuğu aman diyim!

Eee fiziksel şiddete de karşıyız karı koca (evet biz psikolojik şiddetten yanayız, İlker mırmır konuşmak suretiyle beyin mıncıklaması yapıyor ben sayıyorum olmadı bağırıyorum, bir mıncıklama da böyle, ambale oldu çocuk hani yakında “dövün lan beni Allah aşkına dövün de kurtulayım bu işkenceden” diyecek) dolayısıyla fırından yeni çıkmış dumanı üstünde bir yönteme şiddetle ihtiyaç duyduğumuza, günün çorbası ailesi adına bizzat kendim karar verdim.

Mola yöntemi.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Çok faydalı bilgiler veriyorum, sonra ben okumadıydım kaçırdıydım diyeni çok pis tepelerim: Mola yöntemi - 1

Tatil iyiydi, hoştu da, artık sürekli bir arada olmanın verdiği mutluluğun sarhoşluğu mu desem, şımarıklık mı desem ne desem bilmiyorum, Arca söz dinlemez oldu. Belki kısıtlı zamanda görmezden geldiğim bazı kaprisleri, sürekli birlikte olduğumuzda çekilmez olmuştur, bilmiyorum ama canımdan bezdim, saklayacak değilim.

Duymazdan gelmek onda, anneye bağırmak, karşılık vermek onda, annenin yaptığı yemeğe burun kıvırmak onda (ıspanağın içine koyduğum küçük havuç parçaları rahatsız etmiş beyefendiyi, elime vurduğu gibi bütün mutfak duvarını ıspanak yaptı), puzzle’ın parçalarını yırtmak onda, sebepsiz yere ağlamaklar, asabiyetin zirvesi hep onda.

“Başlarım lan fucking four’una” diyesim geldi kaç kere ya sabır çektim, olmadı. Sineye çektim olmadı, karşıma çektim, iki çift laf ettim olmadı. İlker bile sesini yükseltti ki hiç huyu değildir, evin manyağı benimdir.

Siz de regl öncesi kurt kadına dönüşenlerden misiniz?

Evet mi? O halde yalnız değilsiniz. Bir tane kurt kadın da bizim evde var. Ben böyle değildim, gergin olmazdım. Son bir yıldır artık hormonlar mıdır, yaş mıdır, nedir bilinmez bir hafta kadar hanede terör estiriyorum. Bambaşka birisi oluyorum ve orada bağırıp çağıran ağzından köpükler saçan kadından çıkan ruhum sahneyi karşıdan seyrettiğinde resmen hayretler içinde kalıyor. Ve o gerginliğimi Allah seni inandırsın durduramıyorum. Üstelik bu asabiyetime anlayış göstermeyenin de canına okurum, zerre vicdan yapmam! O kadar diyeyim.

30 Ekim 2012 Salı

Dumur diyalog #77

Tatil monologları devam...

Anneannesinin teklif ettiği çikolata için "ananecim çok çikolata yemek zararlıdır!"
(Arkasında durduğumu fark ettiğine kalıbımı basarım, pis cüce!)

"KOLİ GELDİ!" ... Ege Sepeti'nden

Yurtta kaldığım son iki sene eve çıkmayı çok istemiştim. Elvan'la ev hayallerimiz vardı. Allah biliyor ya İlker'le müstakbel evimizi o kadar hayal etmemişimdir. Yıllar sonra annemlerin eve çıkmayayım diye Elvan'ın anneleriyle işbirliği yaptığını öğrendim. Birbirimizsiz çıkmayacağımızı bilirlerdi. Yurtta kaldık.

Yurt insana çok şey öğretiyor. Tam yatakhane gibi değil, ev hiç değil. Arada derede kalmış bir toplu yaşam. Yurt günlerinin en güzel tarafı memleketten koli gelmesiydi. Koli mühimdi. Kimin kolisi geldiyse onun odasında toplaşılır, anne sarmasından, böreğinden nasiplenilirdi. İlk yılımızdı, Emel'e Kırşehir'den annesi koli içinde kestane göndermiş. Kestane yav, iki adım yukarı çıksan Taksim meydanında zilyon tane kestane kebapçı bulursun. Ama yok Emel'in annesinin gönderdiği o kestaneler gecenin bir vakti öyle iyi gitmişti ki, bak hala hatırlıyorum.

iyi bir kitap gibisi yoktur... bir de dost... unutmadan bir de yağmur...

Yağmur öfkesini aldı. Ayların öfkesini. Şimdi dingin bir ritmle yağmayı sürdürüyor. Lodosun öfkesi günlerdir dinmiyor. Hala deli deli esiyor.

Arca ile sızmanın en güzel tarafı - belki de en kötüsü - gece yarısına doğru uyanmaktır. Eğer uykusuzluğuna eşlik edecek iyi bir kitap varsa sorun yok. Kuvvetle muhtemel kanepede sızmış İlker'in uyku sesleriyle (bak kesinlikle horultu demiyorum, uyku sesi onlar) saatlerce okuyabilir, şükretmek için sebeplerin olmasına şükredebilirsin:) Bitki çayın demlenirken arada bir yazı molası bile verebilirsin.

28 Ekim 2012 Pazar

Dumur diyalog #76

Babaannesi ile sohbet ediyorlar, Arca önceki gece kaçırdığı çişi anlatıyor:
A: Çiş kaçtı babaanne, yatak çiş oldu

26 Ekim 2012 Cuma

Bayramlık

Bayram ruhuna uygun temiz temiz giydirdik Arca'yı...

Demişken biz Arca'ya hiç bayramlık almıyoruz yav. Bizim çocukluğumuzda bayramlık çok önemliydi. 5 yaş civarı alınmış bir bayramlık elbisem vardı, hala her detayını hatırlarım. Açık pembe, kolsuz (demek o yıllar yaza geliyormuş bayramlar) üzerinde minicik beyaz puantiyeler. Kol ağızları ile etek uçları fistoluydu. Elbiselerimizi umumiyetle annem dikerdi ama o pembe bayramlık butikten alınmıştı. Altınpar vardı bizim zamanımızda Alsancak'ta. Ceylan bebe filan çok sonraları çıktı. Bayramlıklarımız buradan alınırdı. Bayram dışında oradan alışveriş yapmaya pek kimsenin gücü de yetmezdi zaten. O bayram beyaz bilekten bağlama ayakkabılarım da olmuştu.

25 Ekim 2012 Perşembe

Hayatımda ilk kez kuaför koltuğunda ağlayacaktım!

Saç konusunda kalenderimdir. "Kökü bende nasılsa.." tarzı bir özgüven mi ne bilmiyorum ama hayatımda hiç öyle saçlarım iğrenç oldu diye nefret ettiğim olmadı. Saçlarımı kahveye boyattığımda bile!

Geçen güne kadar...

23 Ekim 2012 Salı

Dumur diyalog #75

A: Özlem öğretmen bugün bana jelibon verdi
Y: Hmm neden verdi?
A: Bilmiyorum, sormadı bile biliyor musun? verdi

22 Ekim 2012 Pazartesi

What I wore today? (Bugün ne giydim?)

bugün ne giydim?*
Pazar sabahı eve gelir gelmez cüce bir hoşgeldin demeden puzzle sordu. Pis herif insan anasının boynuna sarılır! Baktım İlker'le yaydılar, başladılar yapmaya ben pazara gideyim dedim, sepetlediler beni.

Canıma minnet... Bu hafta pazarcılar beni fena halde depresyona soktu. Biri der, "bu hafta son abla artık haftaya tezgah açmam" niye lan? Mısır bitiyormuş Aman diyim sen ver oradan dört tane, ben yerim. Diğeri der "haftaya tarla biberi bulamazsın abla, bitiyor artık" Vay şerefsiz, yarım alacağıma bir kilo alırım. Pembe domatesler pembeleşemeden tezgaha düşmüş, fena... Fasulye tezgahlarından birkaçının yerinde olmadığını görünce iyice depresyona bağladım. HAYIR! Henüz fasulyeyle vedalaşmaya hazır değilim! Bebem bu kadar aşıkken o sebzeye katiyen mevsiminin bitmesine razı gelemem! Durdurun zamanı! (neyse geyiğin bokunu çıkarmayalım) Uzun lafın kısası pazar gitgide çehre değiştiriyor, kereviz ile taze fasulye göt göte tezgahlarda... Bir süre böyle, sonra gelsin kış güzelleri.

Kral gibi müdür

Arca elinden geleni yaptı, ateşse ateş, öksürükse öksürük... Yıllık geleneksel röntgen çekimini de başarıyla tamamlayıp ciğerde çok şükür hiçbir bulgu edemeyince istirahate çekildiler paşazadeler:)

Dün evliliğimizin onuncu yılı şerefine geleneksel Arca'yı anneanneye sepetleme ve geceyi başbaşa geçirme planlarımızı hayata geçirecektik. Doktor bile onaylamıştı. Arca yaklaşık bir haftadır bugüne hazırlanıyordu. Allah seni inandırsın ben kendimi bu kadar motive etsem şirkete genel müdür olurum.

19 Ekim 2012 Cuma

“Bir çocuğa bakamadınız”

Arca ilk ateşlendiğinde doktoru, espri olsun diye, bize böyle demişti, ulen zaten gerilmişim el kadar bebeye enfeksiyon bulaştırdık diye, adamın üzerine yürüyecektim. “Etmeyeceksin kardeşim o lafı etmeyeceksin vallahi tıbbın neferi demem kaşını gözünü patlatırım”… diyemedim tabii kös kös boynumu büktüm.


Bakamamıştık evet. Hala da bakamıyoruz.

18 Ekim 2012 Perşembe

Günün sebzesi: Közlenmiş kırmızı biber

Bu ara mevsimi kırmızı biberin. Eskiden ben bunun bir etli dolmasını yapardım, üf hafif acılı filan yerken aklın çıkardı şerefsizim. Ama gel gör ki artık karbonhidrattan yana temkini elden bırakmıyor, dengeli besleniyoruz.