Hadi bakalım ben kitaplarımdan en son ne zaman bahsettim? Halbuki ne çok okuyorum bu aralar aman nazarlar değmesin aman!
Yaz başı elimde “İşin aslı, Judit ve sonrası” vardı. Ahu önermişti, çok keyifle okudum. Bana biri kitap önerdi mi öyle mutlu oluyorum ki, ben de herkese anlatmak istiyorum, ben de “siz de okuyun seversiniz” demek istiyorum.
Kitapta beni en çok yakalayan şey anlatım şekli oldu. Hep ikinci şahısa konuşur gibi anlatıyor, üç bölüm üç kişi üç başka kişiye üç başka bakış açısından anlatıyor, aynı hikayeyi. Farklı bir deneyimdi, Macar edebiyatını zaten çok severim, çok keyif alarak okudum. Bir aşk üçgeninden ziyade bir dönemin bir ülkede sıradan insanlar açısından yansımasıydı ve çok vurucuydu.
Sonra ? Sonra tatile çıktık ve ben “Burası Radyo Şarampol”e başladım. Nasıl güzel bir kitapsındır sen? Sen nasıl yakalarsın kolumdan ve nasıl da anlatırsın tatlı tatlı… Çok kadın romanıydı, çok dönem romanıydı, çok ama çok sevdim bu kitabı.
En çok Mine Ablayı sevdim.Aşkını anlatırken içtiği çaya benzetmesini. Ve Filiz tabii ki, ilk aşkının peşinden bir ömür geçirmesini, unutmadan. Ve insanın birden fazla hayatı olduğunu birbirine bağlamaktansa belki de ayırmak gerektiğini söylediği satırları, bunca ay geçti unutmadım.
Sahi tek bir hayat yaşamak mümkün mü zaten?
Ben Şükran Yiğit okumaya daha doğrusu dinlemeye “Ankara, mon amour” ile başlamıştım, “Çatı katı aşıkları” ile dinlemeye devam ettim lakin nedendir bilmem, okumak da istedim ve galiba iyi de ettim. “Burası Radyo Şarampol” okumak için çok iyi bir seçimmiş. Çok iyi geldi bana, itiraf edeyim biraz burktu sonlarda ama yok en azından gerçekti, gerçek bir hayata tanıklık etmişim gibi hissettirdi. Teşekkürler Şükran Yiğit, seninle ve şahane anlattığın hikayenle geçirdiğim tatil günlerim eşsizdi.
İspanya’da tatildeyken bir gün bir su parkına gittik. Malum iki ergeni ve bir İlkeri eğlemek için bundan daha iyi bir fikir olabilir miydi? Ben? Ben adrenalin sevmem. Denedim, yani önyargılı değilim, lakin adrenalin beni tüketiyor, hiç gerek yok. Eh bir şekilde birinin çantalara da bakması lazım pipililer ikiden üçe çıkmış, benim çimlerin üzerine yayılıp, kitap okumamdan daha faydalı bir su parkı aktivitesi ne olabilir? Evet acıkınca bira patates yapmak olabilir :)))
Radyo Şarampolü bitirmişim, ne okusam diye Kindle’a bakınıyorum, bir taraftan gözüm Instagramdaki en sevdiğim takip ettiklerimde ve ne okuduklarında…. Derken gözüme gönlüme bir kitap ilişti, Isabel Allende “Denizin uzun taçyaprağı” … Herkesler yazarın eski edebi tadını almışlardı, hem ikinci dünya savaşı hem İspanya iç savaşı hem de Şilinin yakın tarihine ışık tutuyordu, bundan iyisi Şam’da kayısı idi, ne yapmalıydı eh tabii ki okumalıydı. İtiraf ediyorum, benim İspanya bilgim pek sınırlıdır. Avrupa tarihini okuttular mı ki bilelim? ara sıra Arca’dan dinliyorum da, hala Roma İmpratorluğundalar yakın tarihe geçemedik, Henüz “Çanlar kimin için çalıyor”u da okumadığıma göre…
Neyse… Roman madem İspanya iç savaşından başlıyor madem İspanyadayız, eh madem bütün gün benim, açtım wikipediayı tüm İspanya yakın tarihini okudum. Ne acılar…
Denizin uzun taçyaprağı tamlaması Neruda’nın dilinden canım vatanı Şili’yi tanılıyor.
İspanya iç savaşından başlayan bir hikayenin Neruda’nın gemisiyle Şili’ye gelen ve Şili’yi vatan bilen İspanyolları anlatıyor. Ve bu noktadan Şili’nin yakın tarihine ışık tutuyor. Ruhlar Evindeki gibi olağanüstü gerçeklik yok, var olan tek şey olsa olsa var olan gerçeklik.
Nefis bir roman. Okuyun, benim gibi bir Isabel Allende hayranıysanız mutlaka okuyun!
Ve sonra “Akhillues’un Şarkısı” … Aman yarabbim nasıl da çekti beni içine nasıl da sevdim nasıl da sarıldım o oğlan çocuklarına …. Evvelden aynı yazarın Kirke’sini okumuştum, onda başka bir keyif vardı, hani hangisini önce okusam derseniz, Kirke derim.
Ve sonra Türkiye’den kitaplarım geldi, yeayy!
5 Seçim’i anlatmıştım. Hayattaki rollerimiz, her biri ayrı hayatlarımız için hedef belirleme, hedefe yönelik ilerleme vs… bence iyi yazılmış biraz fazla plaza ağzı ama yine de faydalı bir kitap. Uygulanabilirliği var.
“Bir kimya meselesi” çok keyifle okundu, itinayla tavsiye edildi hatta Duru’ya teslim edildi. Yürek burkan bir hikayeden bu kadar feminizm nasıl çıkar? Çıktı hem de nasıl çıktı. Amerika, 1960’lar, bir kimyager, bir bilim insanından bir televizyon yıldızının çıkışı ve mizahla kotarılmış şahane bir roman. Tam bir yaz romanı, kafa dağıtmalık, ama asla küçümsenmeyecek bir roman.
Üstüne Behice’nin yarım kalmış işlerine daldım. Bunca acı nasıl güzel nasıl ince bir mizahla anlatılmış, nasıl da sarılası geliyor insanın Ayşe Püren’e… Her fırsatta elime aldım, her fırsatta okudum, çok ama çok içten bir yeniden hayata başlama hikayesiydi.
Bu aralar kitaplardan yana nasıl da şanslıyım, nasıl da iyi geldi her biri …
İstedim ki, “ne okusam” diye düşünüyorsanız belki bu tavsiyeler işinize yarar…
Şimdi ne mi okuyorum? “Arıların uğultusu” yine yeni çıkanlardan ve yine tavsiyelerinde her zaman isabet ettirenlerden bir tavsiye.. Bir de tabii yürüyüşlerimde dinlediğim “Kalk yerine yat” var. Kısa kısa öyküler, Şermin tatlılığında. Dinlemesi keyifli.
Peki siz ne okuyorsunuz?