17 Eylül 2017 Pazar

görüntümle tezat gerçekliğim

On üç yaşımın yazıydı, çok iyi hatırlıyorum çünkü bütün bir gece boyunca sohbet ettiğim ablamın arkadaşı (kızın adını hatırlamıyorum şimdi) yaşımı öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Hemen her kız çocuğu gibi çabuk büyümüştüm ve yaşımdan büyük gösteriyordum ama sebep sadece bu değildi. Kendi yaşıtlarımı çocukça bulduğum için ablamın arkadaş grubuna sızmaya çalışıyordum. Bu konuda da oldukça başarılıydım. Neden? Çünkü bütün çocukluğum benden büyük kuzenlerin sohbetlerine katılmakla, okuduklarına ve walkmanden dinlediklerine yancı olmakla geçmişti. O kız da beni on yedi yaşında sanmıştı, on yedi yaşında gibi davrandığıma ve göründüğüme göre ne bekliyordum ki? Gayet normal.

O ergenliğe giriş dönemini bir şekilde atlattıktan sonra normale döndüm tabii ki. Hatta kendisinden yaşça büyüklerle takılanları yadırgadığım bile oldu. 

Ofisteki Türkleri kabaca iki kategoriye ayırabiliriz, otuz yaş altı ve üstü. Otuz yaş altı olanlar, biz yaşlılara göre burada daha tecrübeliler, çünkü beş yıldır yeni mezunlara uygulanan bir program dahilinde çalışmaya başlayıp yerleşmişler. Otuz yaş üstü olanlarsa Türkiye'den son iki yıldır kaçanlardan oluşuyor. Ben her kesim tarafından sevgi ve şefkatle karşılandım, şanslıyım. Her yakaladığıma korkunç hikayemi anlatıp dert yanarak, önüme çıkana Güzin Abla muamelesi yaparak son derece itici olmaya başladığımı düşünsem de bana sabırla katlanıyorlar. 

Gençlerden ofisteki Belçikalı bir arkadaşla evli olan Gülnur ve komşumuz İdil, hafta içi bir akşam kız kıza akşam programına beni çağırdılar. Tabii dedim, gelirim, gelmem mi? Gülnur'a annesi mis gibi börek hazırlamış, çay salata börek ve Türk kahvesiyle saatlerce sohbet ettik. Sohbetin bir yerinde yaşımı öğrendiler. Şok! Şok! Uzun süre inanamadılar. Nüfus kağıdımı mı göstersem acaba diye düşündüm. Aramızda on yaş var. Koca bir kuşak farkı. Gülnur'un ablasından yaşlıyım düşün yani. 

Eve geldiğimde İlker'e anlattım, "bu gençler beni bir daha aramazlar İlker, resmen yaşlıyım ben!" diye dalgamı geçtim, güldük, evet ya yaşlıyız! 

Bu haftayı hasta olsam mı, kuyruğu doğrultsam mı ikileminde geçiren bedenim, ziyadesiyle yordu beni. Limonlu ballı sular, vitaminler, aspirinlerle hafta sonunu ettim, ama dedim ki böyle olmayacak, en iyisi üzerime kalın bir şeyler alayım. Evet hala eşyalarımız gelmedi ve tam anlamıyla taşınmadık. İçimde aptalca bir umutla, depoda bekletmelerini istedim. Ne kadar? Bilmiyorum, Arca ve İlker gelesiye kadar? Ne zaman gelecekler? Çıkmaz ayın...

Neyse yine aynı yere girmiyorum ve devam ediyorum, uzun lafı kısası kalın montlarım ve kazalarımın büyük kısmı depoda. Sabah alışverişe çıktım. Bir durak ötesi merkez ve Mango, H&M gibi birçok mağaza var. Ve mağazaların saçma pahalılıkta fiyatları! Evet hala aynı şey, hala her gördüğüm fiyatı dörtle çarpıyorum ve elime aldığım her parçayı geri koyuyorum. Alışverişini Türkiye'den yaptıklarını söyleyenlere hak veriyorum. Ne aldım söyleyeyim, sıcak tutacak bir şal, en basic kategorisinden bir kazak ve kalın külotlu çorap. O kadar. 

Sonra da markete girdim. Hafta içi eve çok geç geldiğim için marketler çoktan kapanmış oluyor. Pizza, lazanya gibi hazır yemeklerden buzlukta bulundurmak işime geliyor. Hem zaten yalnız olunca tencere yemeği yapsan kim yiyecek? Aldıklarımın parasını öderken içimden dedim ki, şimdi bu kasiyer beni ya İtalyan sanacak, ya da İtalyan yemekleri manyağı (doğru vallaha). Eve dönerken mesaj geldi, Gülnur'dan, eşi hala iş gezisindeymiş, yakında bir İtalyan lokantası var, gidelim mi, diyor. Tesadüfe gel! Hatta olaya gel, ben bu gençler yaşlı olduğumu öğrendiler, beni artık bir yere çağırmaz diyordum, vallahi şaşırdım. Yoksa bir tür Benjamin Button sendromu içinde miyim? Gençken büyük sanılan ve yaşlandıkça gençleşen ? Hmm sevdim bunu. 

Ve ilginç bir şekilde kendimi onların yanında ayrıksı hissetmiyorum. Türkiye'deyken de Y-kuşağı temsilcileriyle aynı iş yerinde çalıştım ama onları çoğu zaman eleştirdim. Ne zaman ki, Gezi Direnişi oldu ve ülke gerçeklerine bakışım değişti, bizden sonra gelen nesle de daha olumlu bakmaya başladım. Hala zaman zaman yadırgasam da asla yargılamıyorum ve hala beni şaşırtmaya devam ediyorlar. 

Gülnur'un benden daha fazla Orhan Pamuk okumuş olması gibi mesela... Ne ara okudun?

Dün gece gittiğimiz İtalyan lokantası çok keyifli bir yerdi. Masalarda yer olmadığı için yüksek sandalyelerin bulunduğu bar gibi bir bölümde yan yana oturduk. Bar bizim gibi başka müşteriler tarafından da paylaşılan samimi bir ortam yaratıyordu. Biz de saatlerce oturduk, uzun uzun sohbet ettik, anadilde sosyalleşmenin dibine vurduk diyebilirim. Servisin kapandığı saatlerde, artık muhabbetimiz nasıl dikkat çektiyse, yanımızda oturan çift, meraklarını daha fazla saklayamayıp sordular; "pardon siz hangi dilde konuşuyorsunuz?" ve Türk olduğumuza inanmadılar.

Geçmiş kuşakların Avrupa'da oluşturduğu Türk imajını değiştirmekle uğraşacak değilim de, insan kendi kendine düşünmeden edemiyor, ülkendeyken de yabancılıyordun kendini, ecnebi memlekete geldin, yabancılar da senin Türk imajına yabancı olduğunu söylüyor. O kadar yabancıymışım demek.

Görüntümle tezat gerçekliğimle sözlerime burada noktayı koyarken esenlikler dilerim.



2 yorum:

okuyanguzel dedi ki...

:))

Ben de sana sevgilerimi gönderiyorum..

gulsenz dedi ki...

Sımsıcak sarılasın geldi size :)) kocaman kocaman iyi dilekler ve çok temiz dualar gönderiyorum size...suya düşen damlanın oluştuğu halka misali biliyorum ki ulaşacaktır oralara bu enerji...